TİTO'NUN MÜTHİŞ İTİRAFI
Ömrünün 50 yılını komünist ideoloji yolunda harcayan Salih Gökkaya, daha sonra İslâm'la müşerref olarak vefât etmiştir. 'Türkiye Komünist Talebe Teşkilâtı Başkanı' sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito'nun şeref misafiri olarak Belgrad'a gitmiş ve ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito'yu ziyaret etmiştir.
Josip Broz Tito (d.1892), 1945 yılından ölümüne, 1980’e kadar Yugoslavya’yı yönetmiş, katı ve kapalı bir rejimi sürdüren, yaygın adlandırmayla ‘diktatör’lerden biriydi.
Onu, milyonlara hitap eden o dil ve çenesi düşmüş, eller ve bacakları tam bir değnek hâlini almış, gözleri yaşla dolmuş, dudakları titrer hâlde ve yüzündeki acı ifâdelerle görünce, teselli vermek için demiş ki:
'Efendim ölüm sizi korkutmasın. Belki maddeten aralarından ayrılacaksınız ama, yaptığınız inanılmaz hizmetinizle kalplerde ebediyyen yaşayacaksınız.' Tito, büyük bir pişmanlık içinde şu müthiş itirafta bulunur:
”Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak, toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş...
İşte bu çıldırtıyor beni. Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, ünvan ve makamlardan ayrılmak. Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek. Ne korkunç bişey, anlamıyor musunuz?
Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum: Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükâfat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?
Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.
İtiraf etmek zorundayım. Ben Allah'a, peygambere ve âhirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çâre değil. Düşünün, şu kâinatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu olmalıdır. Bence ölüm de son olmamalıdır. Mazlum gidenlerle, zâlimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezâsını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum.
(Öyle ki, milyonlarca suçsuz insana yaptığımız eza ve zulümler şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette...) Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı. (Marks bu mevzuda halt işlemiş. uyuşturmuş beynimizi.)
Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inançtayım yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin!”
Halit Ertuğrul; Kendini Arayan Adam (s. 105)
A.MELİK OZAN