Dini Hikayeler

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

commando yazdı:


PADİŞAHIN İŞİ NE? (NALINCI BABA)


Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam sivayuş paşa sorar
-Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var?
-Akşam garip bir rüya gördüm.
-Hayırdır inşallah.
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
-Nasıl yani?
-Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılıgında çıkarlar yola.
Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.
Seri ve kararlı adımlarla Beyazıt a çıkar döner Vefa ya Zeyrekten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır.
İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar.
Sorarlar ‘kimdir bu ? Ahali
Aman hocam hiç bulaşma derler Ayyaşın meyhuşun biri işte!
-Nerden biliyorsunuz?
-Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer
Biliyor musunuz? Der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalın hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlını biri çok öfkelidir. İsterseniz komşulara sorun der.
Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?
Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser
-Nereye?
-Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, öyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlasak gerek.
-İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
-Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...
-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bilim Ayasofya dan Sülaymaniye den, en azından Fatih camiinden.
-Ayasofya ile Sülaymaniye de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.
Ve gelirler camiiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. padişah bakir kazanları vurur ocağa. usulü erkanınca bir güzel yıkarlar kinaaş ayan beyan güzelleşir sanki. bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır. sulatım der.
yanlış yapıyoruz galiba
-Nasıl yani?
-Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır belki yetimleri?
-Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar. Şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından.
Biliyormusun oğlum? diye dertli dertli söylenir.
!Bizim efendi bir alemdi vesselam.
Akşamlara kadar nalın yapar.
Ama birinin elinde şarap şisesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı.
Sonra getirip dökerdi helaya.
-Niye?
-Ümmeti Muhammed içmesin diye.
-Hayret
-Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım derdi. öyleyse şimdi dinleseniz gerek’ o çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal. Hüccetül islam okurdum.
-Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
-Milletin ne sandığı umrumda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi. tekbir alırken Kabe yi görmeli.
-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
-İşte bu yüzden nişanca ya, sofular a uzanırdı ya. Hatta bir gün,,
-Bakasın efendi dedim! sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
-Doğru öyle ya?
-kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu? dedim. seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun″ dedi. ‘Hem padişahın işi ne?
Allahü tealanın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammed e, halifeyi müslimine dua ederler. samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte nalıncı baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendi dir. Bergama' lıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi unkapanında, cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade camii karşısındadır.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Hz. ZÜLKARNEYN (a.s) ve HÜKÜMDAR


Zülkarneyn (a.s), ölüm endişesi ve nefs engelini aşmaya çalışan bir kavme uğradı. Oradaki insanların elinde dünya serveti namına bir şey yoktu. Rızıklarını sebzeden temin ederlerdi. Sebzelerini korumakta çok ihtimam gösterirlerdi. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, hergün mezarını temizler ve ibadetlerini burada yapardı. Zülkarneyn (a.s.), bunların hükümdarlarını çağırttı. Hükümdar:
"Ben kimseyi istemiyorum. Beni isteyen de yanıma gelir." dedi.
Zülkarneyn (a.s.), bu söz üzerine hükümdarın yanına giderek:
"Ben seni davet ettim, niye gelmedin?" dedi.
Hükümdar:
"Sana bir ihtiyacım yok, olsa gelirdim." cevabını verdi.
Bunun üzerine Zülkarneyn (a.s):
"Bu haliniz nedir? Sizdeki bu hali kimsede görmedim." deyince hükümdar:
"Evet biz altın ve gümüşe kıymet vermiyoruz. Çünkü baktık ki, bunlardan bir miktar, bir kimsenin eline geçerse, bu sefer daha fazlasını isteyecek ve huzuru bozulacak. Onun için dünyalık peşinde değiliz." dedi.
Zülkarneyn (a.s):
"Bu mezar nedir? Neden bunları kazıyor ve ibadetlerinizi burada yapıyorsunuz?" diye sordu.
Hükümdar:
"Dünyalık peşinde koşmamak için bunu böyle yaptık. Mezarları görüp de oraya gireceğimizi hatırlayınca, her şeyden vazgeçeriz." dedi.
Zülkarneyn (a.s.):
"Niçin sebzeden başka yiyeceğiniz yoktur? Hayvan yetiştirseniz, sütünden, etinden istifade etseniz olmaz mı?" dedi.
Hükümdar:
"Midelerimizin canlı hayvanlara mezar olmasını istemedik. Bitkilerle geçimimizi sağlıyoruz. Zaten boğazdan aşağı geçtikten sonra hiç birinin tadını alamayız." diye cevap verdi.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Adem15
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 72
Kayıt: 17-10-2005 20:03
Konum: BeYkOz
İletişim:

Mesaj gönderen Adem15 »

teşekkürler
-Saygılar-
-İmza Varmı
-Taze Bitti bea...
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Somuncu Baba

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »


ANADOLU EVLİYALARI

Somuncu Baba

Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Mümünler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca , bütün Bursalı'lar birbirine girerdi.
Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırnında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncubabalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hz. lerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişah'a burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişah'ta Somuncu baba'nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar,
ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar,
üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar,
dördüncü tefsirini cemmatin küçük bir kısmı anlar,
beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar,
altıncı tefsiri birkaç kişi anlar,
ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar"
Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaat'in isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazret'in elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu babalarının kerametini görünce Somuncu babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri Soluğu Kayseri'de alır.
Sürç-ü lisan ettikse affola.
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Kiliseden camiye...bir rahibin müslüman olması

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

KİLİSEDEN CAMİYE...
BİR RAHİBİN MÜSLÜMAN OLMASI


Bilgim arttıkça değişmeye başladığımı hissettim ve doktora çalışmam sırasında kendi kendime sorular sormaya başladım. "Hıristiyanlık, İslâm, Musevîlik ve Budizm gibi dinlerin her biri gerçek din olduğunu iddia ediyor. Peki, gerçek din hangisi? Ben gerçeği bulmak istiyorum.




"Dünya Kiliseler Konseyi Doğu Afrika Genel Sekreterliği'ne atanmış bir rahibin, yeryüzündeki tek gerçek dini bulma yolundaki ilginç arayış öyküsü"dür bu:
"Altmış bir yıl kadar önce, Tanzanya'da, Uganda sınırına yakın bir yerleşim yerinde doğdum. İsmimi Martin John koyan ailem tarafından, iki yaşındayken vaftiz edildim. Yedi yaşına geldiğimde, benim diğer çocuklardan farklı olduğumu düşünen ailem için âdeta bir gurur kaynağıydım. Kilisede ayinler esnasında rahip yardımcılığını mükemmel bir şekilde yürüttüğümü gören babam, bundan etkilenerek, geleceğim hakkında kendince plânlar yapıyordu. Daha sonraları yatılı okulda okurken bana bir mektup yazarak, rahip olmamı istediğini belirtti. Hemen her mektubunda bu isteğini dile getiriyordu. Hâlbuki ben polis olmak istiyordum. Afrika'daki yaygın gelenek, çocukların belli bir yaştan sonra ailelerinden bağımsız olarak istediklerini yapabildikleri Avrupa geleneğinden tamamen farklıydı ve anne babanın isteklerine öncelik verilirdi. Babam da, ölmeden önce benim bir rahip olduğumu görmek istiyordu. Ben de kendi isteğimden vazgeçerek, 1964'te kilise yönetimi üzerine eğitim görmek amacıyla İngiltere ve Almanya'da bulundum. Eğitimimi tamamladıktan bir yıl sonra aktif göreve başladım. Bu arada mastır ve doktora çalışmalarıma devam ettim. Bu dönem hiçbir şeyi sorgulamaksızın, sadece yapılması gerektiğini düşündüğüm şeyleri yerine getirdiğim yıllardı. Bilgim arttıkça değişmeye başladığımı hissettim ve doktora çalışmam sırasında kendi kendime sorular sormaya başladım. "Hıristiyanlık, İslâm, Musevîlik ve Budizm gibi dinlerin her biri gerçek din olduğunu iddia ediyor. Peki, gerçek din hangisi? Ben gerçeği bulmak istiyorum." Bu tür düşüncelerle başlayan araştırmalarım neticesinde mevcut dinleri bir elemeye tâbi tutarak sonunda dört büyük din olduğu kanaatine vardım. Bu arada İslâm'ın kutsal kitabı olan Kur'an'ı satın alıp incelemeye karar verdim. Kur'an'ı okuyup anlamaya çalışırken rastladığım, "De ki: O Allah birdir. Her şey her hâlinde o Allah'a muhtaçtır. O hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğurmamış ve doğmamıştır. O'nun hiçbir dengi yoktur." (İhlâs sûresi) ifadeleri son derece dikkatimi çekmişti. Belki o zamanlar farkında değildim; ama bugün, o sûreyi okuduğum sırada yüreğime ilk İslâm tohumlarının ekilmiş olduğuna inanıyorum. Daha sonraki araştırmalarım neticesinde Kur'an'ın vahiy edildikten sonra insanlar tarafından tahrif edilmemiş tek mukaddes kitap olduğunu keşfettim. Doktora tezimin sonuç kısmında bunu ifade ettim. Doktora derecemi verip vermeyecekleri konusunda tereddütlerim vardı.
Ancak bunu önemsemiyordum. Çünkü bu noktada sadece gerçeği arayan biriydim ve gerçek de buydu. Bir gün birlikte çalıştığım ve değer verdiğim bir profesörün gözlerinin içine bakarak kendisine:
"Dünyadaki tüm dinler içinde hangisi en gerçek?" sorusunu yönelttim. "İslâm"
diye cevapladı. "O hâlde niçin Müslüman değilsin?" diye tekrar sorduğumda ise:
"Birincisi, Araplardan hiç hoşlanmam. İkincisi, sahip olduğum lüks hayat şartlarını görmüyor musun? İslâm için tüm bunlardan vazgeçeceğimi mi düşünüyorsun?" yanıtını aldım. Profesörün verdiği cevabı ve içinde bulunduğum durumu düşündüm. Ben de bulunduğum mevkii itibarıyla sahip olduğum imkânlardan vazgeçebilecek bir konumda değildim ve bu düşünceyle bir yıl kadar İslâm'ı zihnimden uzak tutmaya çalıştım. Ancak rüyalarımda, özellikle de cuma geceleri, sık sık Kur'an âyetleri ve beyazlar giymiş insanların çağrılarını duyuyordum. Nihayet 22 Aralık 1986'da, Noel'den tam iki gün önce İslâm dinini resmen kabul ettiğimi açıkladım. Hıristiyanlığı bırakarak İslâm'ı seçtiğimi ilân ettiğimde, kilise cemaati büyük bir şok yaşadı. Kilise yönetiminde yer alanlar benim delirmiş olduğumu düşündüler. Hatta bu 'deli' adamın alınıp götürülmesi için polis bile çağırdılar. Ve Müslüman bir arkadaşım gelip kefaretimi ödeyene kadar bütün geceyi orada geçirdim. Bundan sonra hayatımda bir dizi değişiklikler meydana geldi. Öncelikle kilise, bana tahsis edilen ev ve arabayı geri aldı. Din değiştirdiğimi öğrenen eşime Müslüman olması konusunda bir baskı yapmayacağımı söylememe rağmen söylediklerimi dinlemedi bile, çocukları da alarak beni terk etti.
Annem ve babam da kendilerini ziyaret etmezden önce her şeyi duymuşlardı.
Görüştüğümüzde babam hemen İslâm'ı reddettiğimi ifade eden bir açıklama yapmamı, annem de benden kesinlikle saçma sapan şeyler duymak istemediğini söyledi. Yapayalnız kalmıştım. Bana karşı böyle bir tavır almış olsalar da onları affediyorum. Çünkü bilinçli hareket etmemişlerdi. Onların İncil'i bizzat okuyamadıklarını, tüm dinî bilgilerinin rahibin okuyup anlattıklarıyla sınırlı olduğunu biliyordum. Bir gece aileme misafir olduktan sonra atalarımın geldiği topraklar olan Kyela bölgesine doğru yola çıktım. Yolculuğum sırasında ileride eşim olacak Rahibe Gertrude ile karşılaştım. Busale adında bir köyde konakladım. Yaşlı bir adamın yardımıyla geceyi geçirebileceğim bir yer temin ettim. Sabah olduğunda okuduğum ezan köylüleri oldukça şaşırttı ve benim gibi 'deli' bir adamı ne diye misafir ettiği konusunda ev sahibime sorular sormaya başladılar. Rahibe Gertrude, benim deli olmadığımı söyledi ve İslâm dinine mensup biri olduğumu açıkladı. Bir başka zaman da hastalandığımda hastane masraflarını ödeme konusunda onun çok yardımını gördüm. Daha sonraki günlerde kendisiyle ilginç diyaloglarımız oldu. Meselâ, bir keresinde niçin haç taktığını sordum.
"Haça gerilen İsa'nın anısına hürmeten" cevabını verdi.
"O zaman birisi babanı silâhla öldürse sen de göğsünde bir silâh taşıyarak mı dolaşacaksın?" diye sordum. Böyle bir soru rahibe Gertrude'u düşünmeye sevk etmişti. Belli ki beni tanıdıktan sonra kafası epey karışmıştı. Birbirimizi daha iyi tanıdığımıza kanaat getirdikten sonra ona evlenme teklif ettim. Müslüman olmayı da kabul eden eşim, Zeynep adını aldı ve gizlice evlendik. Dört hafta kadar sonra eşim kilise yöneticilerine bir mektup yazarak durumundan haberdar etti ve ayrılma kararını bildirdi. Bana ev tahsis eden eşimin amcası ve babası evlendiğimizi duyduklarında müthiş bir tepki gösterdiler. Her şeye rağmen nezaketimizi muhafaza ederek kendilerine veda ettik ve Kyela'ya gitmek üzere köyden ayrıldık. Burada yeni bir hayata başladık. Daha önce sahip olduğumuz lüks imkânlar artık geçmişte kalmıştı. Rahip iken büyük bir evde oturmaktaydım. Şimdi ise çamurdan yapılmış sade bir kulübede yaşamaktayım. Dünya Kiliseler Konseyi Doğu Afrika Genel Sekreteri olarak iyi bir kazanca sahipken, şimdi ağaç kesimi ve çift sürme gibi işlerde çalışarak geçimimi temin ediyorum. Bunların dışındaki zamanlarımda halka açık İslâmî bilinçlenme vaazları veriyorum. Zaman zaman anlattıklarım Hıristiyanlık dinine hakaret olarak algılandığı için kısa süreli hapis cezalarına çarptırıldım.
1988 hac mevsiminde bir trajedi yaşadık. Evim bombalandı ve üç çocuğum bu şekilde öldürüldü. Bu suikastı düzenleyenler arasında uzaktan akrabam olan biri bile vardı. Böyle bir üzüntü ve kaybın bizi yolumuzdan döndüreceğini düşünmüşlerdi. Ama düşünülenin tam tersi oldu ve her geçen gün İslâm'ı kabul edenlerin sayısı arttı. Bu arada eşimin babası da Müslüman oldu. 1992'de ihanetle suçlanarak on ay tutuklu kaldım. Domuz eti satılan dükkânlar aleyhine yaptığım konuşma sonrası birkaç dükkân bombalandığı için suçlu görülmüştüm. Evet, bu tür dükkânlar aleyhine konuşmuştum. Ancak zaten 1913'ten beri anayasal olarak Darüsselam, Tanga, Mafya, Lindi ve Kigoma gibi şehirlerde bar, kulüp ve domuz eti satan dükkânlara karşıt kanunlar yürürlükteydi. Sonuçta aklandım ve serbest bırakıldıktan sonra ülkemden ayrılarak Zambiya'ya geçtim. Tüm Müslümanlara mesajım şu:
"Bugün İslâm'ın yanlış anlaşılmasından kaynaklanan ciddî bir İslâm karşıtlığı problemi mevcut. Tüm dünyaya İslâm'ı doğru şekilde anlatma gayreti içinde olmalıyız. Müslümanlar, barbar dinciler olarak tanınmamalı. Hepimiz bencilliği bir kenara bırakarak birlikte hareket etmenin yollarını aramalıyız. Kendinizi güvende hissedebilmeniz için komşunuzu da müdafaa etmeyi bilmelisiniz. İslâm'a en iyi hizmet bilinçlenmek ve iyi örnek olmaktır. Allah doğruların yardımcısıdır."

Alıntı yeri: http://rahman.fw.nu/
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Sen Vali Değil, Ancak Çoban Olursun...!


Bugün devlet çapında yaşanmakta olan görev ihmalleriyle, takipsiz kalan sonuçlarını görüyor, tarihteki ihmallerle sonuçlarını düşünüyor, ister istemez kendi kendimize soruyoruz:
– O gün niçin öyleydi de bugün neden böyle?

İsterseniz bir tarihî ihmal ve şikâyet sonucunu birlikte okuyalım. Bakalım nasıl takip ve tecziye söz konusu oluyor.
Hattâb oğlu Ömer, mescitte oturuyordu. Yabancı bir adam içeri girerek konuşmaya başladı:
– Ey Ömer! Cehennemin şiddetli azâbından ne haber?
Adamı susturmak istedilerse de Halife Hazreti Ömer:
– Bırakın onu, yanıma gelsin! diye seslendi.
Adam huzuruna gelince:
– Ömere cehennem azâbını hatırlatmakta elbette kastın vardır, söyler misin bu maksadını? dedi.
Adam sanki böyle bir teklif bekliyormuşçasına hemen söze başladı:
– Her tarafa memurlar gönderiyorsunuz, vazifeli bulundukları müddetçe de dikkat edecekleri şartları söylüyorsunuz; fakat bu şartlara memurlarınız riayet ediyor mu, etmiyor mu bir daha bakmıyorsunuz!

– Memurlarımın içinde vazifelerini suiistimal edenler mi var?
– Elbette!
– Kimmiş bu?
– Mısıra gönderdiğiniz valiniz!

Bu şikâyet üzerine Medinenin yerlisinden iki kişiyi derhal Mısıra doğru yola çıkaran Hazreti Ömer onlara şu emri verir:
– Mısıra vardığınızda ilk defa halkın içine karışacak, şikâyetin doğru olup olmadığını halktan tahkik edeceksiniz. Doğru değilse geri dönüp geleceksiniz, doğru ise valiyi de alıp birlikte geleceksiniz!

Hemen yola çıkan ensardan bu iki zat, Mısıra vardılar ve halkın arasında günlerce tetkikten sonra şikâyetçinin söylediklerinin doğruluğuna kani oldular. Kime sordularsa, “Makamının verdiği itibar ve nüfuzu şahsî menfaatleri için kullanıyor, işlerimizi sürüncemede bırakıyor.” şeklinde şehadette bulundular.

Nihayet bir sabah memurun evinin kapısına gelen iki Medineli, adamı dışarı çağırdılar, “Şimdi meşgulüm, sonra gelsinler.” diye haber göndermesi üzerine de Medineliler, “Biz halifenin müfettişleriyiz. Ya şu anda bizimle görüşürsün veyahut evini ateşe verir, seni dışarı çıkarırız.” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine yanlarına çıkan adamı alıp Medineye geldiler.

Mısırda bir hayli şişmanlayıp epeyce değişikliğe uğramış olan memurunu tanımakta zorlanan Halife Hazreti Ömer:
– Sen kimsin? diye sormak zorunda kaldı.
– Mısıra gönderdiğiniz memurunuzum, deyince,
– Seni yolcu ettiğim günlerde böyle değildin, ne kadar şişmanlamışsın, diye ayıpladıktan sonra hazırlattığı maşlah ile bir de sopayı uzatarak,

– Al şu maşlahı giy, şu sopayı da elinde tut, sana lâzım olacak! Çünkü bundan sonra sen hazinenin malı olan koyunların çobanı olacaksın, senin baban da çobandı. Onun için sana Bin Ganem denirdi. Baba mesleğidir. Sana memurluk değil, çobanlık yakışır, dedi.

Hazreti Ömerin çobanlığa tayin ettiği Bin Ganeme bundan sonraki nasihati şu oldu:
– Zekât koyunlarından meydana gelmiş olan bu sürüyü otlatırken senden süt isteyen herkese karşılıksız süt vereceksin; fakat bunların içinde Ömerin aile efradından kimse bulunmayacaktır. Ömerin akrabalarından hiçbirinin, zekât malının ne etinden, ne de sütünden istifade ettiğini duymadım, bundan sonra da duymak istemem!

Evet, o gün niçin öyle, bugün neden böyle?

Ahmet ŞAHİN
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Yapilan iyilik Konusulmamalidir


Vaktiyle bulundugu küçük yerde geçim sikintisi çeken dürüst ve temiz yaratilisli genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir sehir merkezine giderek is bulup çalismaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi Bu niyetle vakit kaybetmeden hazirlanip yola koyuldu Genç adam bu yolculugu sirasinda yorum ve açiklamasi kendisi için imkânsiz olan bir takim olaylarla karsilasti

Bunlardan biri suydu: Bazi kimseler bir tarlaya bugday ekiyorlar, ekilen bugdaylar hemen yetisip olgunlasiyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunlari atese verip yakiyorlardi

Ikinci olarak suna sahit olmustu: Bir adam büyük bir tasi kaldirmaya çalisiyor, kaldiramiyor; ama bu tasa bir tane daha ekleyince kaldirabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldirabiliyordu

Sahit oldugu bir baska olay da su idi: Bir adam bir koyuna binmis, onun üzerine birkaç kisi daha binmis kosturuyorlar, arkalarindan birileri de onlara yetismek için çabaliyor ama yetisemiyorlardi

Adam bunlarla kafasi Karismis birhalde uzun yolculugun nasil geçtigini anlamadan sehrin kapisina geldi Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldigini, niçin geldigini yolculugun nasil geçtigini sordu Adam herseyi anlatti ve yolda karsilastigi alisilmamis hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadi Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladigi olaylari bir bir açikladi:

\"Senin yolda ilk rastladigin bugday ekip hemen hasat eden ve sonra atese verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sagda solda konusarak degerini sifira indiren insanlari simgeler

Tas kaldirmaya çalisan kimse de sunu anlatir: Insana ilk isledigi günah agir gelir, onun altinda ezilir Ama ona tevbe etmeden baska günahlar islemeye devam ederse artik o günahlar ona hafif gelmeye baslar

Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanidir Sirtindakileri cennete tasimaktadir Koyuna ilk defa binen alimlerdir Ondan sonra binenler her siniftan müminlerdir Bunlara yetismek için kosanlar ise inançsizlardir
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Bir gün «tabiin»´den bir gurup Ebû Sinan'i ziyaret etmege giderler. Içeri girip yanina oturunca Ebû Sinan misafirlerine «Hep birlikte kalkalim da, kardesi ölen bir komsumuz var, onu taziye edelim» der.

Bundan sonrasini, gurupta bulunan Muhammed Ibni Yusuf el-Feryabî söyle anlatiyor;

«Birlikte kalktik, o adamin evine vardik, onu hüngür hüngür aglarken ve bitkin bir vaziyette bulduk, acisini hafifletecek ve kendisini teselli edecek sözler söylemeye basladik, fakat o hic teselli ve taziye sözlerine kulak asmiyordu.

Ona «ölümün kaçinilmaz bir yolculuk oldugunu bilmiyor musun?» dedik, bize «tabii biliyorum, ama ben kardesimin gece gündüz çektigi azaba agliyorum» diye cevap verdi, ona «Allah (C.C) sana gaybi mi bildirdi ki, böyle söylüyorsun?» dedik, bize su cevabi verdi:

«Hayir, fakat kardesimi gömüp kabrini toprakla doldurunca, herkes mezarliktan ayrildiktan sonra ben kabrin basina oturdum, o sirada içerden bir ses geldi, söyle diyordu; «Eyvah, beni tek basima azab ile basbasa koyup gittiler, oysa ki ben namazimi kilar ve orucumu tutardim.» Kardesimin bu feryadi beni aglatti ve «Durumu nasildir?» diye görmek için kabrini kazmaya basladim, bir de ne göreyim, içerde ates yaniyor ve kardesimin boynuna da atesten bir halka geçirilmis!

Kardeslik sefkatime yenilerek boynundan halkayi çikarayim diye elimi uzattim, parmaklarim ve avucum yandi.» Muhammed Ibni Yûsuf el-Feryabi anlatmaya devam ediyor.

«Adam yorganin altinda sakladigi elini cikardi, yanik karasi oldugunu gördük.» Arkasindan sözlerine devam etti:

«Durumu böyle gördükten sonra üzerini yeniden toprak ile örterek mezarliktan ayrildim. Kardesimin haline nasil aglamayayim, onun acisini nasil unutayim?»

Adama «Kardesin dünyada iken ne kötülük ederdi?» diye sorduk, bize «Malinin zekâtini vermezdi» diye cevap verdi, o zaman hepimiz: «Bu durum ulu Ailah (C.C)'in su Âyet-i Kerimesinin dogrulugunu ortaya koyuyor» dedik.
Ulu Allah (C.C.) söyle buyuruyor:

"Allah\'in kendi faziletinden onlara bagislamis oldugu malda cimrice davrananlar, kendi hesaplarina iyi davrandiklarini sanmasinlar, tersine bu tutum kendileri için kötüdür. Cimrilik ile yanlarinda alakoyduklari mal (zekât) Kiyamet Günü halka olup boyunlarina geçirilecektir."

(Al-i Imrân Süresi. 180)
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Şimdi Pişer

Hz. Ömer (r.a.). Halife... Devlet Başkanı.... Sık sık kıyafet değiştirerek halkın arasına girer. Bir gece dolaşırken şehrin dışında küçük bir ışık pırıltısı görür. Mutlaka orada bir yaşayan vardır diyerek, ışığın parladığı yere ulaşır. Bakar, orada yaşlı bir kadın, üç çocuğu ile eski bir çadırda barınmaktadır.

Çocuklar :
- Anne açız... Yemek...
İhtiyar kadın çömleğin içine doldurduğu su ve bir kaç taşı karıştırırarak:

- Şimdi pişer, sabredin çocuklar.

Hz.Ömer (r.a.) selam vererek:
- Çocuklar neden ağlıyor?

Kadın:
- Yoksuluz evladım. Kimsemiz yok. Bugün yiyeceğimiz kalmadı. Çocuklar açlıktan ağlıyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Çömleğe su ve taş koyup karıştırıyorum ki onları avutup susturayım. Halife bizim halimiz görmüyor. Allah'ın huzurundfa ondan davacı olacağım.

Hz.Ömer (r.a.) duygulanarak :
- Siz Halifeye söylemezseniz sizin bu halinizi nereden bilecek?

Kadın :
- Halife, idaresi altında bulunanların hallerini soracak, ihtiyaç içinde kıvrananların yardımına koşacaktır. Yoksa Allah ondan bu perişan halimizi sorar.

Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a.) pür telaş Medine'ye dönüp bir çuval un ve bir miktar yağ alıp bizzat kendi sırtıyla taşır. Sonra hemen sıcak bir çorba hazırlatıp çocuklara yedirir. Daha sonra onların huzur içinde uyuduklarını görünce Allah'a hamdeder.İhtiyar kadına kendisinin Halife olduğunu bildirir ve onu Beytülmal'dan maaşa bağlar.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

YUNUS HÜRMETİNE

"Anadolunun iç aydınlığı" bütün Anadolu'nun sevgilisi insan sevgisinin, hoşgörünün sınırlarını,

Yaradılmışı hoşgör
Yaradandan ötürü

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil.


gibi söyleyişlerle kimseye nasip olmayacak ölçüde genişleten Yunus Emre (1240-1320) Tapduk Emre'nin dergahında uzun süre zevk ve hevesle odun taşımış, ayak işleri yapmıştı. Ama Tapduk bir türlü arzuladığı gibi Yunus'u ele almıyor, eren lerin gönül deryasından bir katre sunmuyordu. Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa "Sen hâlâ dünya kokuyorsun" deyip savuşturuyordu. Yunus "Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısında" diyerek Tapduk'a dahi haber

vermeden dergahı terketti. Ama dergahtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kapladı. Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık vardı. Dergahtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştı, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergaha karşı bir hasret kaplıyordu. Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastladı. İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı. Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı. Güven veren halleri vardı. Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) birşey kalmadı. Biryerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti. Bu yedi arkadaştan bi ri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu. Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peydah oldu. Yediler içtiler Rablerine şükrettiler. Bundan sonra bu yedi yolcudan herbiri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi. Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti.

Yunus soğuk terler döküyordu. İşin içinde mahcup olmak vardı. Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu. Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu. Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu. Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allahla yalvardı: "Ya Rabbi, şu yol ar kadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etme..." Bu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi. Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı. Sordular:

- Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin? Yunus,
- Önce siz söyleyin dedi. Açıkladılar:
- Biz Tapduk Emre'nin dergahında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık.

Yunus esas şimdi mahcup olmuştu. Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı. Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu. Halbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı. Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergahına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir