AZİM
Azim, İmân ve İslâmiyete hizmette, Allah’a ibâdet ve tâatte sâbit ve kararlı olmaktır.
Azim ve sebât muvaffakiyetin en mühim şartlarındandır. Bunlar olmadan dünyevî-uhrevî hiçbir gâye ve hedefe nâîl olmak mümkün değildir.
Âyet-i celîlede meâlen “Ey îmân edenler! Topluluk hâlinde kâfirlerle karşılaştığınız vakit, artık onlara arkalarınızı dönmeyin. Her kim böyle bir günde onlara –ancak bir kıtal için yan çizerek, yani düşmanı daha iyi vurmak için bir harp hilesi maksadıyla veyâ diğer bir takımda mevki’ almak hâlleri müstesnâ– arkasını dönerse, muhakkak Allah’tan bir gadaba değmiş olur ve varacağı yer cehennemdir. O ise ne kötü bir âkibettir” (Sûre-i Enfal 15-16) buyrularak, Allah yolunda bir tehlike ile karşılaşılınca sebât etmek îcâb ettiğini, sebât etmeyip geri dönenlerin, Allah’ın gazabına dûçâr olacakları beyân edilmiştir.
Gayretsiz rahmet olmaz. Ca’fer-i Sâdık hazretleri: “Kim; son derece gayret sarfeder, Hakkın rızâsına ulaşır, diye iddiada bulunursa, o haddi tecâvüz etmiş olur. Kim de; gayret sarf etmeden ona vasıl olunur, iddiâsında bulunursa, o da kuru temennîde bulunmuş olur”, buyururlar. (Tafsîlü’n-Neş’eteyn ve Tahsîlü’s-Seadeteyn terc. 161)
Allah yolunda nasıl bir azim ve sebât gösterileceğinin en güzel misâli, başta peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberân-ı ızâm hazarâtı ve onların vârislerinin hayatlarıdır.
Her biri, bir çok mihnet ve meşakkat çekmişlerdir. Fakat onlar, Allah’tan, bu sıkıntıların kalkmasını değil, o sıkıntı karşısında azim ve sebât vermesini istemişlerdir. “Başka bir söyledikleri de yoktu. Sâdece: Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizde taşkınlıklarımızı mağfiret buyur, ayaklarımızı sâbit kıl ve kâfirlere karşı bizleri mansûr kıl, diyorlardı.” (Sûre-i Âli İmran 147) meâlindeki âyet-i celîlesi bunun şâhididir.
Peygamber Efendimiz bütün peygamberlerden daha çok eziyet çekmiştir. Buna rağmen hiçbir zaman, azim ve sebâtından bir şey kaybetmemiş, vazîfelerinde zâfiyet göstermemiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberimizin büyük azim ve gayretini şöyle beyan buyuruyor:
“Ey Habibim! Nerdeyse sen, bu söze (Kur’ân’a) inanmayanların ardından üzülerek kendini helâk edeceksin.” (Kehf 6)