-A. Ziyauddin Gümüşhanevi Hazretlerinden Altın Nasihatler-
Ey İnsan !
• EĞER, sana yapacağım şu vasiyetlere kulak verir ve aynısını yaşarsan, dünyan ve ahiretin mesud olur. Çünkü bunlar güzel ahlakın en önemli hususlarındandır.
• Asla kafirlerden dost edinme, mü’minlerden de düşmanın olmasın.
• Dünyada sermayen takva olsun. Nefsini de ölülerden say.
• Allah’ı ve Resulullah’ı an ki, her türlü tehlikeden kurtulmuş olasın. “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kadere ve hayır ile şerre inandım” de. Çünkü biz hiçbir peygamberi ayırmayız, hepsine iman ederiz. Mü’minler: “İşittik ve itaat ettik ve senden af dileriz, zira sana geleceğiz, Allah’ım!...” derler.
• EĞER, bu sayılanlara riayet edersen, Allah -celle ve ala- sana dört şey ihsan eder: Dördü dünyada, dördü de ahirette;
Ahirettekiler:
1- Büyük bir bağışlanma,
2- Hakka yaklaşma,
3- Me’va Cennet’ine girme,
4- Yüce makamlara ulaşma.
Ey İnsan !
• EĞER, “Sözünde doğruluk istersen, ‘innâ enzelnâhu’ (Kadir) Suresini okumaya devam et.
• EĞER, rızkının yağmur gibi helalinden gelmesini istersen, Felâk Suresini okumaya devam et. İnsanların şerrinden emin olmak istersen, ‘Kul eûzü bi Rabbinnâsi’ye (Nas Suresi) devam et.
• EĞER, bir iş yapmaya ve helal kazanmaya talip isen şu duayı oku: “Bismillâhirrahmânirrahîm, el-Melikül Hakkül Mübîn, ni’mel Mevla ve ni’men nasîr.” Yasin Suresi ile Vakıa Suresini de oku. Rızkın yağmur gibi sana gelir.
• EĞER, her sıkıntının önlenmesini ister ve her darlığını yok etmek istersen istiğfara (esteğfirullah) devam et, günde en az yüz defa istiğfar et…
• EĞER, sana gelen musibeti kaldırmak istersen, sık sık “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn” ayetini oku.
• EĞER, huşu istersen, fuzuli bakışlarını terk et. Eğer hikmete kavuşmayı isteyensen, fuzuli konuşmayı terk et.
• EĞER, ibadetin tadını almak istersen, gündüz oruç tut ve geceleyin ibadet et. Eğer nefsinin ayıplarını kapatmak istersen, insanların ayıplarını aramaktan vazgeç.
• EĞER, Allah korkusunu yaşamak istersen, vesveseyi bırak. Her kötülükten korunmak istersen, kötü zan yapmaktan vazgeç.
• EĞER, kalbinin işlediğin günahlardan dolayı öldürülmesini istemezsen, günde 40 defa “Ya Hayyu, yâ Kayyûm, Lâ ilâhe illâ ente Subhaneke inni kuntü minezzalimin “duasını oku.
• EĞER, kıyamette Peygamber Efendimizi görmek istiyorsan, ‘Kuvvirat, İnfitar ve İnşikak’ surelerini okumaya devam et.
• EĞER, kıyamette yüzünün aydınlık olmasını istersen, gece namazlarına devam et.
• EĞER, kıyamette susuzluktan kurtulmak istersen, oruca devam et. Kabir azabından kurtulmak istersen, pisliklerden sakın ve haram yemekten kaçın.
• İnsanların en zengini olmak istersen, kanaat ehli ol.
• İnsanların en ağabeyi olmak istersen, Resulullah’ın sünnetlerine yapış. Allah’ın taksimine razı ol ki, insanların en zengini olasın. İnsanları sev ki Müslüman olasın. Çok fazla gülme, çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.
Ey Müslüman Kardeşim!
• EĞER, iyi Müslümanlardan olmak istersen, Allah’ı görür gibi ibadet edeceksin, her ne kadar sen onu görmesen de O seni görmektedir.
• EĞER, imanın olgunlaştırmak istersen, ahlakını güzelleştireceksin.
Allah’ın sevgisini kazanmak istersen, insanların işlerini göreceksin.
• EĞER, alnın açık Allah’a kavuşmak istersen cenabetlikten yıkanacaksın.
Kardeşim!
• EĞER, Kıyamet gününde nurlanmak istersen, hiç kimseye zulmetmeyeceksin.
• İnsanların en kuvvetlisi olmak istersen, Allah’a güveneceksin.
• Allah’ın gazabından emin olmak istersen, Allah’ın kullarına buğz etmeyeceksin.
• EĞER, duanın kabulünü istersen, faizi ve haram yemeyi bırakacaksın.
• Kıyamete rezil rüsvay olmayım dersen, şehvet ahlaklarını terk edeceksin.
• Büyük günahlardan korunmak istersen, çirkin ahlaklardan vazgeçeceksin.
• EĞER, Allah’ın gazabından kurtulmak istersen, sadakayı gizli vereceksin, sıla-i rahmi ihmal etmeyeceksin ve akrabanı yoklayacaksın.
• EĞER, kalbinin din üzerinde sabit kalmasını istersen, şu duaya devam et.
“Allahumme sebbit kalbî alâ dinike” (Ya Rab, kalbimi dinin üzerine sabit kıl.)
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
“Madem ki insansın, mademki duyuyor, düşünüyor ve seziyorsun,
öyleyse büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın.”
* Kardeşlerim! Kendime ve sizlere tavsiyem şudur; bu dünyaya bir defa geldik. Öldükten sonra bir daha gelmeyeceğiz. Zaman azdır. Bütün azalarımızı seferber yapmak suretiyle, yani Allah-u Zülcelal azalarımızı, hangi işi yaparak rızasını kazanmak için yaratmışsa onları o işte kullanarak, Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışalım.
Şunu unutmamamız lâzımdır ki, bu dünya hayatı gelip geçicidir. Çok kısa bir zamandır. Ahiret ise ebedül ebettir… Onun için Allah-u Zülcelâl'in emir ve nehiylerini unutmayalım. Allah-u Zülcelâl'in bizlere emrettiklerinden vazgeçmeyelim.
* Eğer tövbesiz olarak, gafletle dünyadan ayrılıp ahirete gidersek, halimiz çok perişan olur. Onun için tek çaremiz; Allah-u Zülcelâl'in merhamet kapısına varmak, tövbe etmek ve devamlı olarak ağlamaktır. Çünkü ağlamak, insanı cehennem ateşinden muhafaza edecek bir durumdur.
* Bizden öncekilere bakıp ibret almamız gerekiyor. Onlar da aynen bizim gibi dünyada kaldılar. Belki bizden daha zengin oldular ve belki de bizden de daha uzun yaşadılar. Fakat bakınız, gittiler. Onlardan kimse kalmadı geriye...
Bugün kaçırılan fırsatın pişmanlığı kefene sarıldıktan, toprağın altına girdikten sonra fayda vermez.
Seyda Muhammed Konyevi (ks)
* Dünya hayatı ebedi değildir, boştur. Dünya hayatı göçebelerin hayatına benzer. İnsanın ömrü, malı, evladı, gençliği, akrabası, hepsi geri alınmak üzere verilmiş bir emanettir.
* Elinizdeki malınızdan yanınızda hiçbir şey kalmayacak. Onun için insan dünya malına fazla kıymet vermemeli, dünyayı daima arkaya atıp ahireti önüne almalı, insanın gözü hep ahirette, Allah-u Teala'nın hoşnutluğunu kazanacak salih amellerde olmalıdır.
* İnsan, nasıl dünya hayatında muhtaç ve perişan olmak istemiyorsa, ahiret için de aynı şeyi istemeli, Allah-u Teala'nın emirlerine uymalıdır. Şayet uymasa, öldüğü vakit, Allah-u Te’ala ona azap eder, kabir azabı çeker.
Seyyid Muhammed Raşid Hz.
* İnsanın kalbi daima Allah-u Teala’ya bağlı olmalı, Allah-u Te’ala insanın aklından, fikrinden hiç çıkmamalı. İnsanın kalbi hem mahzun olmalı, hem de Rabbine yalvarış içinde bulunmalı. Kişi ne kadar mahzun, ne kadar nefsinden ve benliğinden uzaklaşmışsa, Allah-u Te’ala’nın yanında o kadar makbul ve yüksektir.
* Bir padişahın huzurunda başkasına iltifat hayasızlık olduğu gibi Allah-u Teala’nın huzurunda da başkasına iltifat hayasızlıktır. Yani, emri olmadığı yerlere göz gezdirmek, yahud kulak vermek, yada el uzatmak hayasızlıktır.
Gavs Abdulhakim El- Hüseyni Hz.
* Kardeş! Zaman fırsatı, bir ganimettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine bir ganimet olarak bilmelidir. Öyleyse ömrünü faydasız şeylere harcaması uygun değildir. Belki hepsinin Allah'ın (celle ve âlâ) rızasının olduğu şeylerde sarf edilmesi, beş vakit namazın cemâatle edâ edilmesi, teheccüd namazının terk edilmemesi, seher vakitlerinde istiğfarın kaçırılmaması, tavşan uykusuna benzer uyku ile ibâdet yapmaktan geri kalınmaması, hazır dünya nimetlerinin lezzetiyle aldanılmaması, ölüm ile âhiret ahvalinin anılıp göz önünde bulundurulması gereklidir. Hatta vakitlerin devamlı olarak ilâhi zikirde sarf edilmesi vâcibdir.
Parlak İslâm dinine uygun olan her şey, alış veriş de olsa, kişiden vaki olan bütün ameller zikir sayılır. Öyle ise, bütün yapılan işlerin zikir olması için bütün davranışlarda dinin ahkâmına riâyet edilmesi gereklidir. Şüphesiz zikir, gafleti kovmaktan ibarettir. Bütün fiillerde Allah'ın emir ve nehiylerine riâyet edildiğinde, gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup Allah-u Teâla’yı devamlı zikrin sevabı hasıl olur.
Ş. Ahmed el Haznevi Hz.
* Eğer dünya, ahiret için bir mezra olmasaydı, çirkin şeylerin en çirkini, rezillerin en rezili ve Allah’tan uzaklaşmaya, insanı ahirette faydadan mahrum etmeye, akıl sahibi olanların nezdinde, kıymetli olmayan bir evde insanın utançtan baş eğmesine sebep olan olurdu. Nitekim Fahr-i Kâinat (onun ve ona tabi olanların üzerine salât-u selâm olsun) buyurdular ki: “Dünya ( ahirette) evi olmayan kimselerin evidir. Malı olmayanların malıdır. Aklı olmayan kimse onu toplar.”
* “Her canlı ölümü tadacaktır.” ve “Ölüm için doğmuşlardır ( sonları ölümdür)” sözleri malumdur. Allah’a yaklaşmaya ehil olup, hayatında ölümden sonraki duruma çalışana ne mutlu. Gerçekten dünyada Allah’a aşık olanların, onunla kendilerini teselli ettikleri şey ölümdür. Ölüm, dostun dostuna kavuşması için bir vesile edinilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse, şüphesiz ki Allah’ın tayin ettiği vakit gelecektir.” buyurulmuştur.
Muhammed Diyauddin Hz.
Münacat-ı Bediüzzaman (kaddesallahu sırrahu)
Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Bizi zeval ve teb’îd ile tâzip etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mûti râiyetini başıboş bırakıp idam etme.
Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. (Amin.)
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
“Kim Allah-u Teala’ya kavuşmayı isterse, Allah-u Teala da ona kavuşmayı ister.” (Buhari, Müslim)
Ahirette En Mutlu Olanlar
Allah-u Zülcelal’i severek O’na ibadet ve kulluk etmek, O’ndan dünya ve ahiret için iyilikler umarak bunu yapmaktan daha üstündür.
Ahirette en mutlu olanlar, bu dünya hayatında Allah-u Zülcelal’i en çok sevenlerdir. Çünkü bunlar Allah-u Zülcelal’i sevince, Allah-u Zülcelal’de onları sever.
Allah sevgisinin aslı ve çekirdeği bütün mü’minlerde vardır. Çünkü bunların sahip oldukları iman, ma’rifet ve sevgiden oluşan bir cevherdir. Ma’rifet Allah-u Zülcelal’i tanımak, muhabbet ise O’nu sevmektir. Bunları kemal derecesine ulaştırmak için çalışmak gerekir.
Allah-u Zülcelal’i tanımak ve bilmek lazımdır. Çünkü O’nu sevmenin kuvveti, O’nu tanımanın ve bilmenin derecesiyle orantılıdır. İnsan başka şeyleri tanıdıkça sevgisi azalır, Allah-u Zülcelal’i tanıdıkça da sevgisi artar. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Zülcelal’i en çok seven, O’nu en çok tanıyan ve bilen Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) olmuştur. Allah-u Zülcelal’i daha çok tanımanın ve bilmenin yolu ise daha çok tefekkür, zikir ve ibadet etmektir.
Seyda Muhammed Konyevi -ks-
“Ey Allah’ın Velileri!” Diye Çağırılacaklar
“Kıyamet günü ümmetler Peygamberlerin adıyla çağrılacaklardır. Mesela; ‘Ey Musa’nın, Ey İsa’nın ümmeti!’ diye sesleneceklerdir. Yalnız Allah’a muhabbet edenlere: “Ey Allah’ın velileri! Allah-u Teala’ya buyurun.” diye seslenilecek ve bunlar neşe ve heyecandan çıldıracak hale geleceklerdir.”
Sırrı-i Sakati Hz. -ks-
Muhabbetullah
Dünyada iken günahlara pişman olup, kulluk vazifesini yaparak ahireti kazanmak lazımdır. İşte, bütün işin aslı budur. Sevgi ve muhabbet; Allah-u Teala'nın rızasını aramak ve kötü işleri terketmek, ahde vefa göstermek, emanete ihanet etmemek, kendi kusurlarını görüp, amelleri ile övünmemek, amellerini görmemek, daima Allah-u Teala'yı zikretmekle meşgul olmaktır.
Seyyid Emir Külal -ks-
Mürşidler Kalplere O’nu Ekerler
Bizim sohbetimize girenlerin kalplerinde, muhabbet tohumu vardır. Kısaca bu yola; Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolu denir. Bizim sohbetimize dahil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır. Fakat, Allah-u Teala'dan başka herşeyden alakasını kesmemiş olabilir. Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, Allah-u Teala'nın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz.
Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz, bizim vazifemizdir. Muhabbet için uzakta olmak farketmez.
Muhammed Bahaeddin Nakşibend -ks-
Muhabbetullah Varsa Uyarsın Habibullah’a
“Muhabbetullah varsa, Habibullahın sünnet-i seniyesine ittibâı intâc eder (netice verir). Evet, Cenâb-ı Hakka imân eden, elbette O’na itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.” Bediüzzaman Said Nursi -ks-
Bütün Gaye Muhabbetullah’ı Elde Etmek
İslâm dîninde, en mühim maksat, muhabbetullah olduğundan, Allah-u teâlâ, her gün beş vakitte, nice kereler zikir edilerek (hâtırlanarak), kalb kuvvetlendirilmektedir. Kalbin ve rûhun kuvvetlenmesi, sevgiliye (Allah-u Tealâya) kavuşmaya sebep olur.
Namaz kılarken okunan âyetler, tespihler ve dualar, Allah-u Tealânın büyüklüğünü bildirir. Allah-u Teâla, “bunları okuyanları severim ve onlara çok sevap veririm” buyuruyor. Muhabbetullah’a kavuşmak için ve sevâb kazanmak için okunan ve yapılan şeyler güç olsalar da, îmânlı kimselere kolay ve tatlı gelir.
İmâm-ı Gazâlî -ks-
Muhabbet ile bir hardal tanesi kadar ibadet, sevgisiz yetmiş senelik ibadetten, benim için daha makbuldür.”
Yahya b. Muaz -ks-
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Ey Âdemoğlu! Gerçek mümin, ihsân sâhibi bile olsa yine de korku üzere sabahlar. Zaten ona da bu yaraşır. Mümin, akşama yine aynı korku ile kavuşur. Evet, o her zaman şu iki korku arasındadır.
1. Geçmiş günahlar. Bu günahları sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın kendisine nasıl muâmelede bulunacağını bilemez.
2. Gelecek hayatı. Nasıl bir hayat sürecek, son nefesi nasıl verecek? Bu soruların cevaplarını devamlı tefekkür eder.
Ey insanlar! Şu hakîkati idrâk ederek sâlih amel işleyin. Allâh ve Rasûlü yaptığınız işleri görmektedir. Siz, birgün gizliyi ve âşikârı bilen Allâh'a döndürüleceksiniz. İşte o gün yaptıklarınızı tek tek size haber verecektir.
Sizler kalblerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allâh'ın zikri ile yenileyin. Zirâ kalb çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o birgün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.
Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmîl îmân sâhibi olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir göz atın; onları düzelterek işe başlayın!
Ey insanlar! Kur'ân-ı Kerîm müminler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O'na uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve felâketlere sürüklenir.
Ey Âdemoğlu! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba çekileceksin!
Malik Bin Dinar -kuddise sirruh- (v. 748)
Şu iki şey hâriç dünyâda safâ kalmadı:
1. Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet etmek,
2. Teheccüd namazına kalkmak ve o feyizli vakitte doya doya zikir ve Kur'ân ile meşgûl olmak.
Câfer-i Sâdık -kuddise sirruh- (d. 699, v. 766)
Bir sâlih amel işleyince onu gözünde küçültesin ve gizli tutasın. Çünkü küçük görürsen seni ucuba (kendini beğenmeye) götürmez. Gizlersen, eksiği tamam olur yâni fazîleti artar. Acele edersen, o sâlih amele bir an önce kavuşmuş olursun. Zîrâ nefs zaafa kapılıp onu geciktirebilir veya seni ondan vazgeçirebilir.
Mümin kardeşine âit sevmediğin bir şey duyarsan, ısrarla onun bir mâzeretinin olabileceğini düşün. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır, de ve ayıbını setret!
Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- (d. 713, v. 777)
İlim tahsili, Allâh'a karşı ittikâ sahibi olmak, emirlerini yerine getirmek ve O'ndan korkmak için yapılmalıdır. İlmin fâzîlet bakımından üstün oluşu, anlatılan yüce duygulara insanı sahip kıldığı içindir. Böyle olmasaydı, o da diğer eşyalar meyânında sayılırdı.
Horasan'a gidip tebliğde bulunmak; Mekke'de mücâvir olmaktan (orada ikâmet etmekten) senin için daha kazançlıdır.
İlim için ilk gerekli şart; onu bulma yollarını aramaktır. Bulunca ve ilmi elde edince de amel gelir� Sonra sükût ve tefekkür... Daha sonra kâinâta ibret nazarı ile bakış...
Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- (v. 909)
Allâh ile sohbet, yâni O'nunla berâber olmak, güzel bir edeb, heybet ve murâkabe hâlinin devâmıyla;
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile sohbet, O'nun sünnetine ve siyerine ittibâ ile;
Evliyâullâh ile sohbet, ihtirâm ve hizmet ile;
Ehl ü iyâl ile sohbet, güzel ahlâk ile;
İhvân ile sohbet, devamlı güleryüzlü olmak ve onları sevindirmekle;
Avâm ile sohbet ise, duâ ve merhamet ile olur.
İmam Gazalî -kuddise sirruh- (v. 1111)
Oğlum! Şu üç ibâdetinde mutlak sûrette kalbini teyakkuz hâlinde bulundur, aklın ve kalbin başka yerde olmasın! Bunlar, Kur'ân-ı Kerîm okurken, Rabbini zikrederken ve namaz kılarken. Bu üç hâlde bir an bile aklını ve gönlünü başka yere verme. Allâh'ın huzûrunda olduğunu unutma! Yoksa yönünü kıbleye çevirip de, aklın başka şeyler peşinde olursa, bunun değeri zaafa uğrar. Yönünü İslâm'ın doğduğu ilk mâbed olan Kâbe'ye, kalbini de Hazret-i Allâh'a bağla! Ayrıca âriflerden olmak istersen; sükûtun fikir, bakışın ibret ve dileğin tâat olsun. Zîra bu üç haslet, âriflerin alâmetidir.
Oğlum! Kul borcundan son derece sakın! Bir kuruş borç yüzünden, kabul olmuş pek çok ibâdetin sevabı gider. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, borçlu olarak ölenlerin namazını kılmazdı. Bundan maksadı, zengini merhamete getirip alacağını bağışlatmaktı. Mümin, borç yaparken fuzûlî yere borca girmez. Lâkin zarûreten borçlanırsa ve ödemek niyetiyle alırsa, Allâh Teâlâ ona yardımcı olur. Hattâ ödemenin gayreti içinde olup da borcunu ödeyemeden ölürse, kıyamette de Allâh yardımcısı olur.
Belâya da şükretmek lâzımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka belâ yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allâh, senin iyiliğini, senden daha iyi bilir. Şer zannettiğin çok şey vardır ki senin için hayırdır. Hayır zannettiğin çok şey vardır ki senin için şerdir. En selâmet yol, ilâhî takdîre râzı olman, her hâle şükür diyebilmendir.
Oğlum! Son derece dikkat edeceğin bir cihet varsa, o da kimler ile düşüp kalktığındır. Şunu iyi bil ki bir sepet sağlam elma, içindeki bir çürük elmayı sağlama çıkartamaz. Fakat bir çürük elma, hepsini çürütür. Bunun için dâima sâlihlerle düşüp kalk!
İyi arkadaş da, gül yağı satana benzer, ya satın alırsın, ya o sana biraz sürer veya hiç olmazsa yanında bulunduğun müddetçe güzel koku taşırsın. Kişi sevdikleri ile beraberdir. Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla haşrolunursun. O hâlde ilmi ile amel eden âlimlerin ve sâlihlerin sohbetine devam et!
Oğlum! Hayatta her şey Allâh'ın taksîmi iledir. Allâh; kimini zengin, kimini yoksul, kimini sağlam, kimini sakat, kimini âlim ve kimini câhil kılmıştır. Dünyanın düzeni ancak böyle sağlanır. Kendinden düşük kimseleri gördüğün vakit, böbürlenip onları hakîr görme! Sen onların yerinde, onlar da senin yerinde olabilirdi. İşte bunu düşünerek yoksullar ile arkadaş ol! Onlara karşı dâima alçak gönüllü olmaya çalış! İnsanlık ve İslâmlık vakârını koru! Saadet ancak böyle elde edilir. Dünya ve âhirette huzur istersen, kimseyi incitme! Senden gencini gördüğün vakit; "Bunun günahı benden az", senden yaşlısını gördüğün vakit; "Bunun sevabı benden çok, bilmediğim tarafları ile benden daha fazîletlidir" düşüncesi ile onlara bak! Bir âlim gördüğünde; "Bunun ilmi var, kendisini kurtarır", senden câhilini gördüğünde; "Bu bilmez, Allâh onu bağışlar", diye düşün! Hattâ bir kâfir gördüğün vakit, son nefes belli olmadığından; "Allâh Teâlâ buna hidâyet nasip ederse, bütün günahları bağışlanmış ve tertemiz olarak ilâhî huzûra çıkabilir. Acaba benim son nefesim ne olur?" diye âkıbetini düşün! Kendini ne kadar tanır ve ne kadar düşük görürsen, Allâh katında o nisbette mevkî kazanırsın.
Oğlum! Elinden geldiği kadar din kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşıla! Zîrâ Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Kim mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allâh Teâlâ da onun bir ihtiyacını giderir." (Buhârî, Mezâlim, 3)
Diğer bir hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
"Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allâh Teâlâ da dünya ve âhirette onun ayıbını örter." (Müslim, Birr, 72)
Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, verilen her nefes, artık hiçbir şekilde ele geçmez. Nefesler sayılıdır ve azalmaktadır. O hâlde, nefeslerini iyi değerlendir ve bu fânî dünyâya yarın ölecekmiş gibi nazar et. Bütün azâlarını haramdan koru ve takvâya sarıl.
Allâh'ım! Ömrümüzü saadetle sona erdir. Rızâ-yı ilâhiyyene ve Cemâlullâha nâiliyet nasîb eyle! Sabah-akşam bizi âfiyetten ayırma! Takvâyı bize azık kıl, tevekkül ve güvenimizi sana yönelt! Bizi hak yolda sâbit kıl! İbâdete lâyık ancak Sen'sin. Sen'i noksan sıfatlardan tenzîh ederim. Sana lâyıkıyla kulluk edemediğim için zâlimlerden oldum.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allâhu Teâlâ'ya; salât ü selâm, Fahr-i Cihân Efendimiz Muhammed Mustafâ'ya olsun!
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- (d. 1077, v. 1166)
Ey oğul! Sana takvâ gerek. Bu sebeple takvânın îcablarını îfâya gayret et ki, kalbin iç düşmanlıklardan ve çirkin huylardan kurtulsun. Hayırla istikâmetlensin.
Ey oğul! Dünyâlık toplarken, gece odun toplayan fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyâlığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhîd ve takvâ güneşi ile berâber ol.
Ey oğul! Kur'ân ile amel etmek, seni Kur'ân'ın mevkîine yükseltir; oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek ise, seni Allâh'ın Rasûlü'ne yaklaştırır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in kalbî ve mânevî himmetiyle, Allâh dostlarının kalbleri çevresinden bir an dahî ayrılmazsın. Allâh dostlarının kalblerini güzelleştiren odur.
Ey oğul! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma vardır seni dünya ile; lokma vardır seni âhiretle meşgul eder. Yine lokma vardır, seni dünyâ ve âhiretin Yaratanı'na rağbet ettirir.
Ey oğul! Nefsinle cihâd husûsunda sana yardım edenle arkadaş ol. Onun sohbetlerinde bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma. Önce kendi nefsinle meşgûl ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma. Ey Allâh yolunda güzel ameller işlemek isteyen kişi! İhlâslı ol! Aksi hâlde, boşuna yorulmuş olursun.
İnsanları irşâd etmek, lafla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyâkla gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibâdet, zikir, riyâzât ve murâkabe ile alınacak netîcelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve zâhirî gösterişten öteye geçmeyen ve rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek netîceler değildir. Bu sebeple, Allâh yolunun yolcusunun dili ile kalbi, içi ile dışı, sözü ile özü bir olmalı ve aynı şeyi terennüm etmelidir.
Ahmed er-Rifâî -kuddise sirruh- (d. 1118, v. 1182)
Efendiler! Evliyâullâh'a yakınlık peydâ etmeye çalışın. Çünkü Allâh'ın velîsini seven, Allâh'ı sevmiş; ona düşmanlık eden, Allâh'a düşmanlık etmiş olur.
Zikre devam ediniz. Çünkü zikir, vuslat-ı ilâhî için bir mıknatıs, kurb-i ilâhî için sağlam bir iptir. Zikrullâha devam edenler, Allâh ile hoştur. Allâh ile hoş olan, O'na kavuşmuştur. Zikrin kalbe yerleşmesi sohbetin bereketiyle mümkün olur. Çünkü kişi dostunun yolundadır.
Tefekkür, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in ilk amelidir. Nitekim bütün farzlardan önce O'nun ibâdeti Allâh'ın mahlûkâtını ve nîmetlerini düşünmekten ibâretti. Öyleyse siz de tefekküre iyi sarılın ve ibret vesîlesi yapın.
Dikkat edin! Elek gibi, unun incesini döküp, kepeğini kendinize koymayın. Sakın ağzınızdan hikmet dökülürken kalblerinizde hîle ve fesâd olmasın. Yoksa, "İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?" (el-Bakara, 44) âyetince hesâba çekilirsiniz.
Kalblerinizi tertemiz yapınız, çünkü kalb temizliği üst-baş temizliğinden daha önemlidir. Zaten Allâhu Teâlâ elbiseye değil, kalblere nazar eder. İstikâmet hudûdunu gözetip Allâh'tan başkasını taleb ve ihtiyâr etmeyin.
Efendiler! Tevâzû ve sükûnetle kapıyı çalana kapı açılır. İçeriye kabul edilir. Boynu bükük olarak içeriye giren, izzetle ağırlanır.
Abdülhâlık Gucdevânî -kuddise sirruh- (v. 1189)
"Ey oğul! Sana vasiyet ederim ki; bütün hâllerinde ilim, edep ve takvâ üzerinde olasın!.. Geçmişlerin eserlerini oku ve Ehl-i sünnet vel-cemaat yolundan git! Fıkıh ve hadîs öğren ve câhil sofîlerden bucak bucak kaç! Namazlarını, mutlaka cemaatle kıl! Kalbinde şöhrete meyil varsa imam ve müezzin olma! Şöhretten gücünün yettiği kadar uzaklaş! Şöhrette âfet vardır. Makamlarda da gözün olmasın; dâima kendini aşağılarda tut! Tâkat getiremeyeceğin işe kefil olma! Halkın seni alâkadâr etmeyen işlerine karışma! Fâsık idarecilerle düşüp kalkma! Her hususta dengeyi muhâfaza et! Ölçüyü kaçırıp güzel ses dinlemeğe fazla kapılma ki, rûhu karartır ve sonunda nifak doğurur. Böyleyken güzel sesi de inkâr etme ki, onunla ezân ve Kur'ân, ruhları ihyâ eder. Az ye, az konuş, az uyu; ve gâfillerden arslandan kaçar gibi kaç! Fitne zamanları yalnızlığı tercih et, menfaati icâbı fetvâ vererek dînin hafife alınmasına sebep olanlardan, mağrur zenginlerden ve câhillerden uzak dur! Helâl ye, şüpheli işlerden sakın ve evlenmede takvâya dikkat et. Aksi hâlde dünyaya bağlanır ve o uğurda dînini zedelersin... Çok gülme; hele kahkahayla gülmemeye dikkat et! Çok gülmek kalbi öldürür. Fakat tebessümü de elden bırakma. Herkese şefkat gözüyle bak ve kimseyi hakîr görme! Kendi dışını aşırı bezeyip süsleme ki, dış mamurluğu iç haraplığından gelir. Münâkaşa etme, kimseden bir şey isteme, müstağnî kal, kanaatle zengin ol, vakarını koru! Sende emeği olanlara ve seni terbiye edenlere karşı vefâkâr ol, malınla ve canınla onlara hizmet et ve onların hâli ile hâllen! Onları kınayan gâfiller felâh bulmaz. Dünyaya ve dünya ehli olan gâfillere meyletme! Gönlün dâima mahzûn, bedenin kulluğa güçlü, gözün yaşlı ve kalbin rakik olmalı. İşin hâlis, duân ilticâ ve libâsın mütevâzî, yoldaşın Hak dostları, sermayen zahirî ve batınî din ilimleri, evin mescid ve yakının Allâh dostları olsun!..
Feridüddîn Attar -kuddise sirruh- (d. 1119, v. 1220)
Seni incitenlerin özürlerini kabul et. Halkı inciteni Allâh sevmez. Böyle bir huy dindar birine yakışmaz. Zulümle bir kalbi yaralayan, o yarayı kendi vücûdunda açmış olur. Kendi ayıbını görebilenlerin ruhlarında bir kuvvet belirir.
Ahmaklığın alâmeti şunlardır:
Kendi ayıbını görmeyip de başkalarının kusurunu aramak. Gönlüne cimrilik tohumu saçtığı hâlde cömertlik ummak.
Ahlâkı ile halkı hoşnud etmeyen kimsenin Allâh katında hiçbir değeri yoktur.
Hastaları ziyâret et, çünkü bu Peygamber sünnetidir. Elinden gelirse susuzları suya kandır. Meclislerde insanlara hizmet et. Yetimlerin hâl ve hatırlarını sor ki, Allâh seni azîz eylesin. Çünkü yetimin bir anlık ağlaması bile, arş-ı âlâyı titretmeye yeter. Bir yetimi ağlatan zâlim, cehennem ateşine odun olur. Hasta bir yetimi sevindiren, kendisi için cennet kapısını açmış olur.
Allâh yolunda ne verirsen, öz malın odur. Geri kalanın hesâbı vardır.
Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sirruh- (d. 1165, v. 1240)
Kalbini Allâh'ın zikrine alıştırırsan, mutlaka kalbin zikrin vereceği nûrla nûrlanır. O nûr kalb gözünün açılmasını sağlar.
Allâh'ın kullarına, şefkat ve merhametle muâmele et. Merhametini bütün canlılara bolca saç. Şöyle deme: "Bu ottur, cansızdır, faydası yoktur." Evet onların faydası ve birçok da hayrı vardır. Yaratılmışı kendi hâline bırak ve ona, yaratıcının merhametiyle merhamet et.
İsteyeni boş çevirme, güzel bir sözle dahî olsa onun gönlünü al, güler yüz göster. İleride Allâh'a mülâki olacağını düşün.
Dünyâlık için Allâh'tan başkası seni kul edinmesin. Çünkü sen ancak seni kul olarak kabul eden Allâh'ın kulusun.
Allâh'ın mümin kullarına, selâm vermek, yemek yedirmek, işlerini görmek sûretiyle muhabbet göstermelisin. Şunu iyi bil ki, müminlerin tümü, tek bir insan, tek bir vücûd gibidir.
Kendini cemâate alıştır. Allâh korkusundan ağlamaya çalış. Allâh'ın ipine sarıl. Allâh'ın sevip hoşnud olacağı şeylere rağbet göster.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- (d. 1207, v. 1273)
Allâh Teâlâ, nebîleri ve velîleri âlemlere rahmet olarak dünyaya göndermiştir. Bu yüzden halka bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatları dinlemeyip kabul etmeyenler için de, "Yâ Rabbi! Sen bunlara acı, rahmet kapısını bunlara kapatma!" diye yalvarırlar.
Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, mânevî rahata kavuş, eminliğe eriş!
Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu fânî âlemin aldatmacalarından sıyrılmış, kendini tamamıyla Hakk'a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın!
Velîlerin sözleri âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde mânevî çiçekler, güller açılsın.
Efendi, bilmiş ol ki edeb, insanın bedenindeki rûh gibidir. Aslında edeb, Allâh dostlarının gözü ve gönül nûrudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç da gör ki, şeytanın kâtili edebtir.
Gözünü aç da, baştan başa Allâh kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm'e bak! Kur'ân'ın bütün âyetleri edeb talim eder, edeb öğretir.
Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül al. Al da, o gönül, mezarda, o kapkara gecede, sana ışık versin, nûr versin...
Hak dostu olan bir insan ile bir an beraber bulunmak, bir ömre bedeldir. Ondan düşen bir kıl ise kıymetli bir madene bedeldir. Fakat Hak dostlarının zıddı olan öyle katı kalbli insanlar da vardır ki, onlarla bir arada bulunmak ve konuşmak şöyle dursun, onları görmemek ve onlardan uzak olmak cihân mülküne bedeldir.
Gönlüme dedim ki: "Önde olmaya heves etme, lutuf merhemi ol. İnciten diken olma. Kimseden sana bir kötülük gelmesini istemiyorsan, kötü sözlü, kötülük öğreten, kötülük düşünen olma. Her hâlinle amel-i sâlih içinde ol.
İbrâhim Desûkî -kuddise sirruh- (v. 1277)
Oğlum! Sana gereken odur ki, evliyâ zümresinin duâsını alasın. Teberrüken onların himmetine nâil olmayı arzulayasın.
Ey Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup ezberleyen kimse!.. Onu okuyup ezberlediğin için fazla övünme... Hâline bir bak: Onun gereği ile amel ediyor musun? Yoksa etmiyor musun?
Ey oğlum! Cedel, nakil, yaldızlı sözler gibi faydasız şeylerle meşgûliyeti bırakarak sükût ehli ol. İhlâsı seç, bu yolda sâlih amel işle ve nefsine uyma.
O kimse ile otur kalk ki, şerîati ve hakîkati özünde toplamış ola. Şunu unutma ki, bu yolda sana en çok yardımı dokunan kişiler, bu gibi insanlar olacaktır.
Oğlum! İsterim ki, dâimâ sünnetle amel edesin... Bu yolda lüzûmlu olan edeb esâsına da riâyet edesin.
Cesur olmalısın. Gölgesinden bile ürken korkaklardan olmamalısın. Herhangi bir sıkıntı, ilk anda seni yere sermemeli.
Mevlânın sevgisi ile dol; hattâ onunla vecd hâlinde ol.
Evladlarım! Gıybet etmek için birini ararsanız; babanızın, ananızın gıybetini ediniz. Çünkü onlar; iyiliklerinizi almaya, diğerlerinden daha lâyıktır.
Allâhu Teâlâ bir gün ve gecede yetmiş iki kere kullarının kalbine nazar eder. O hâlde, kalbinizi temiz tutunuz, güzel ve parlak kılınız. Çünkü orası, Rabbinizin nazargâhıdır.
Ey kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptım zannetme. Bil ki; oruç tuttuğunda onu sana Allâh tutturmuş, namaz kıldığında onu sana Allâh kıldırmış, bir iş yaptığında onu sana Allâh yaptırmıştır. Takvâ derecesine ulaşmışsan Allâh seni ulaştırmış, maddî-mânevî bir şeye mazhar olmuşsan Allâh seni mazhar kılmıştır.
Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben" demekten sakın! Zîra Allâh, "ben" iddiasında bulunanları acziyet içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî ve mânevî derecen düşer, bunu unutma!
Sana Allâh'a tâati ve takvâ üzere bulunmanı, nerede olursan ol insanlara ezâ ve cefâ vermemeni, özellikle Harameyn-i Şerîfeyn'de daha fazla titiz davranmanı tavsiye ederim.
Gıybetini yapsalar dahî sen kimsenin gıybetini yapma. Hiç kimsenin dünya malından bir şey alma. Şerîatın alınmasını helâl kıldığını al ve onu hayır yollarda harca. Mümin kardeşlerin aç ve yoksul durumda bulunurken, şehvetin için harcama yaparak lezzetlenme. Kesinlikle yalan söyleme. Hiç kimseyi hakîr görme. Hiç kimseden nefsinin üstün olduğunu düşünme. Kalbî ve bedenî ibâdetlerde tüm kuvvetini sarfet. Bunun yanında nefsine "Hiçbir zaman makbul olacak hayır işlemedim." düşüncesini kabul ettir. Çünkü ibâdetlerin rûhu niyettir. Niyet ise ancak ihlâs ile mümkündür. Senden daha büyük olanlara ihlâs gerekirse sana nasıl gerekmesin. Allâh Teâlâ'ya yemin ederim ki; annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allâh katında makbûl ve mûteber olup hesabı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum.
Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan bu, cehâletin en son noktasıdır. Eğer iflâs etmiş olarak biliyorsan Allâh'ın rahmetinden de ümitsiz olma.
Varid (kalbe d)olduğuna göre, mü'min namaz için abdest aldığında, şeytan korkusundan ondan uzaklaşır. Çünkü o, Melik'in huzuruna girmeye hazırlanmaktadır. Tekbir alınca İblis ondan saklanır, yani onunla arasına duvar çeker ki, kendisine bakıp onu da Cebbar olan Allah'a yöneltmeye kalkmasın.
Kul "Allah-u Ekber" diyerek tekbir alınca, Allah-u Teâla kulunun kalbine bakar, gerçekten orada kendisinden daha çok değer verilen bir varlık yoksa: "Söylediğin gibi kalbin de, Allah'ın azametini tasdik ediyor" buyurur.
O'nun kalbinden çıkan nur, Arş'ın melekutunu tutar. Bu nur sayesinde, yer ve göklerin melekutu ona açılır. Ve bunların hepsi kendisine hasenat olarak yazılır.
Cahil ve gafil biri de namaza kalktığında, sineklerin bir damla bala üşüştüğü gibi, şeytanlar onu sarıp ağına düşürür. Böyle bir tekbir aldığı zaman, Allah-u Teâla onun kalbine bakar. Eğer kalbinde Allah'dan değerli bir şey varsa: "Sen yalan söylüyorsun. Senin kalbinde en büyük olan, söylediğin gibi ben değilim" buyurur.
O anda namaz kılanın kalbinden bir duman çıkar ve semaya varır. Bu bulut onun kalbine melekut için bir perde olur. Her geçen gün, bu perdenin karanlık ve katılığı artar. Nihayet, şeytan onun kalbini tutar ve ona üfürmeye, vesvese vermeye ve yaptıklarını güzel göstermeye çalışır. O kimse namazı bitirinceye kadar bu hal üzere bulunur ve ne yaptığının farkında bile olmaz.
Nitekim haberde varid olmuştur ki: "İnsanın kalbinin etrafında şeytanlar dönüp dolaşmazsa, insan semanın melekutunu görebilirdi.
Zahire ait, adabı tam olduğu gibi, batıni edepte kemale eren temiz kalpler, semavi kalplerden olurlar. Ve namaza girerken ‘tekbir’ ile semaya dahil olurlar. Allah-u Teâla, semayı şeytanların tasarruf ve tasallutundan korur. Bu yüzden şeytan, semavi kalplere de girecek yol bulamaz.
Böyle kalpler için tehlike olarak, bir tek nefsin havatırı kalır. Nefsin havatırının kalp semasına hücumları, şeytanın tasarrufunun kesilmesi gibi kolay olmaz. Ancak Hakk'a yakınlıkları murad olunan kalpler, yavaş yavaş bu yakınlığı elde edebilir ve sema katlarına yükselebilirler. Sema tabakalarının her birinde nefsin zulmeti diğerinden farklıdır. Semâvatı geçmek için, havatır daima nefsin zulmeti ölçüsünce azalır ve nihayet Arş'ın önünde durur. Orada Arş'ın nurunun tesiri ile nefis havatırı tamamen kaybolur. Nefsin karanlığı kalbin nurunda, gecenin karanlığının gündüzün ışığında kaybolması gibi yavaş yavaş kaybolur. Bu şekilde adabın hakkı gerçek anlamıyla verilmiş olur.
Bizim namazın adabına dair bu saydıklarımız pek azdır. Namazın durumu bizim tanıttığımızdan çok büyük, anlattığımızdan çok mükemmeldir. Bazı tasavvuf zümreleri, hata ile namazdan maksadın “Zikr-i İlahi”den ibaret olduğunu sanırlar. Zikir hasıl olunca da namaza gerek olmadığını söyleyerek sapık yollara girerler ve batıl düşüncelere dalarlar. İlahi ahkamı yok sayıp, helal ve haramı redde kalkışırlar.
Bir başkaları da, bu konuda belki sapıklıktan uzak, fakat kendilerini hal açısından noksan bırakan bir yola girerek, sadece farzları kabul ile nafilelerin faziletlerini inkara kalkışırlar ve çok basit ruhi bir hale aldanıverirler. Amellerin faziletini ihmal ederler. Her heyet ve harekette de Allah'a ait bir takım sırlar ve hikmetler bulunduğunu bilmezler.
Haller ve ameller, ruh ve cisim gibidir. Kulun dünyada amellerden yüz çevirmeye devam etmesi şaşkınlık ve taşkınlıktır. Ameller ve hal ile tezkiye görür, iyileşir ve güzelleşir; hallerde ameller sayesinde gelişir.
Hikmet Allah’ın yüksek bir ihsanıdır ki tasvir ve tavsif olunsa (özellikleri sayılsa) onunla, güneş kapkaranlık olur. Hikmet bir ilimdir ki o, Allah’ın ilhamıdır. Hikmet, arifin kalbinde bir minarenin tepesinde duran kuşun ağzındaki kıla benzer.
Hikmet, zeka ve anlayışın kemal derecesine varmasıdır. Hikmet yakin keşfidir (gerçeğin görülmesi). Hikmet gayb alemini incelemektir. Hikmet bir nurdur ki, izafi ruhtan arifin kalbinde belirir ve onda fazla sevinç doğurur. Hikmet, isabetli, yerinde bir konuşmadır ki hakkı, hakikati, doğruyu konuşmak ve hakkı duyunca susmaktır.
İlahi hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: “Hikmet nuru kalbime ineli otuz yıldır ki dilimden, söylediğime pişman olduğum bir tek söz çıkmamıştır.”
Hikmet; konuşmada, fiil ve hareketlerde, emir ve dileklerde isabettir. Çünkü; hakim (hikmet ehli) olan, ancak hakkı, doğruyu konuşur, başkasını konuşmaz, amel ve hareketleri yalnız Hak içindir, dileği de yalnız Hakk’ın dilek ve muradıdır.
Hikmet, Allah’ın gayb hazinesidir ki, velilerin kalplerinde belirir ve kalplerini nurla doldurur. Ulu veliler, hikmetlerin örtüsüdür.
Kalbin karanlığı şehvettir. Nur hikmetin ışığıdır. Nitekim, dünyada nurla birleşemez. O halde şehvetleri terk eden hikmetlere malik olur. Hikmetlerin başı da Allah’tan korkmak ve O’na bağlanmaktır. Hikmetin ziyneti, süsü, şehveti terk etmektir.
Gönülde hikmet kuvvetlendikçe şehvet zayıflar ve nihayet söner, yok olur. Gönül her türlü şehvetten ve makam sevgisinden uzaklaştıkça onda, hikmet nuru artar.
Hikmetin alameti, dünya şehvetlerini, zevklerini terk etmek ve Allah’ın huzurunu (ihsan) istemektir. Hikmetin bir alameti de yeme, içme ve uykuyu azaltmak, ancak lüzumunda ve yerinde konuşup bunun dışında susmaktır. Gönlü ile Cenab-ı Hakk’a dönmektir.
Hikmetin diğer bir alameti de Hakk’a tevekkül, tefviz, teslim ve rızadır. Halka güzel ahlakla, alçak gönülle, hilm ve şefkatle muamelede bulunmaktır.
Hikmet kendinden büyük insanlara teslim olmak, küçüklere şefkat ve merhamet göstermektir. Bu vasıfları taşıyan arif, kamil insandır. Onun sözlerinin ve hareketlerinin faydası sonsuzdur. Hikmet, ölü kalpleri diriltir, daralmış göğüsleri açar.
Hikmet hekimin sermayesidir. Hikmeti sözle yok eden şey ve hikmetten alınan lezzetin gönülden gitmesi, hekimin, sorulmadan onu söylemesidir.
Hikmeti, ehlinden men etmek, ehline zulümdür. Yani, hikmeti, anlayabilenden esirgemek, onlara söylememek zulümdür. Hikmete zulmetmek büyük hatadır. Çünkü, o zalimin düşmanı, Cenab-ı Hakk’tır.
İlahi hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: “İlk zamanlarda, hikmetin, göğsümdeki kaynayışını duyardım. Onu anlayabilene ve anlayamayana esirgemeyip söylerdim.
Sonra bana ilham olundu ki, has (olgun) insanlara mahsus hikmeti, cahil insanlara niçin söylersin ve büyük bir değer taşıyan bu devleti niçin küçük duruma düşürürsün? Hikmetin kadir ve kıymetini bilmeyenlere niçin söylersin?”
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Dışı yumuşak, içi mazarratlı, çabuk öldüren, ona dokunup aldananları, belâsından gafil olanları ve ona verdiği sözü tutmayanları helâk eden, dünyayı bütün yalancı ziynetleri ve öldürücü zehirleriyle erbabının elinde gördüğün zaman şöyle düşün:
Sanki sen büyük abdestini yapan bir adam görmüşsün; bu adam avret yerlerini açmış, ondan kötü kokular yayılıyor. Bunu görünce sen onun ayıp yerlerini görmemek için gözlerini kapatır, kötü kokularından burnunu tıkarsın.
İşte dünyada böyle ol; onu gördüğün zaman yaldızlarına bakmamak için gözlerini kapat, şehvet ve zevklerinden yayılan kötü kokularından burnunu tıka; ta ki onun afetlerinden kurtulasın, ondan hisseni alırken hırpalanmayasın.
Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selleme diyor ki: ”Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kısmını faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme. Allah’ın sana verdiği rızk daha hayırlı ve daha kalıcıdır. “Ta Ha suresi, 20/131)
ALLAH’IN İRADESİNE TESLİM OL!
Nefsinden uzaklaş, dışarı çık, mülkünden ayrıl. Her şeyi Cenab-ı Allah’a teslim et. Kalp kapısında kapıcı ol. Cenab-ı Hakk’ın gir dediği yere gir, çık dediği yerden çık.Kalbinden çıkan hevayı bir daha oraya sokma. Hevayı kalpten çıkarmak ona uymamakla olur. Onu kalbe sokmak da onu takip etmek ve ona uymakla olur. Öyleyse Cenab-ı Allah’ın iradesinden başka iradeyi kalbine getirme. Diğer her şey kuru bir temenniden ibarettir. Orası ahmaklar vadisidir. Ölümün, helâkın, Allah’ın gözünden düşmen , perde arkasında kalman hepsi oradadır.
Allah’ın emrini her zaman koru, yasağından her an uzak dur. Güç ve Kuvveti yalnız O’na ver. Mahlukatından hiç birini O’na ortak etme. Senin iradeni, hevanı şehvetini, hepsini o yarattı. Artık kendi başına iradede bulunma, hevana tabi olma, Şehvetinin peşine düşme; yoksa müşrik olursun. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a kavuşmak isterse iyi işler yapsın; Rabbine ibadette kimseyi O’na ortak etmesin.” (Kehf suresi, 18/110)
Şirk sadece putlara tapmak değildir. O aynı zamanda hevaya uyman, dünya ve ahiretten Allah’ın yanına bir şeyi koymandır da, O’ndan başkasına meyledersen O’na şirk koşmuş olursun. Sakın, başkasına meyletme. Allah’tan kork; emin olma.Gözünü aç; gafil olup rahata dalma. Kendine hiçbir hal ve makam nisbet etme. Bunlardan hiçbir şeyi iddia etme. Eğer sana bir makam verilir veyahut bir sırre mazhar olursan bunu kimseye söyleme.
Zira Allah Teâla’nın binbir hali vardır; her gün değişik ve farklı şeyler yaratır. O, insanla kalbi arasına girer. O verdiği şeyi senden alır. Sabit kalacağını zannettiğin şeyi değiştirir. O zaman kime söylendiyse onun nazarında hacil düşersin. Sen böyle yapma da onu kendinde korumaya çalış. O’ndan başkasına gitme. Eğer o hal ve makamının sebat ettiğini görürsen bil ki bu, Allah’ın bir hediyesidir. Allah’a şükreder şükründen dolayı da O’ndan tevfik ve başarı istersin, daha fazlasını da isteyebilirsin.
Eğer daha başka bir şey olursa; ilmin, marifetin, nurun, uyanıklığın ve edebin artar. Zira aziz ve celil olan Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biz bir ayetin hükmünü kaldırır veyahut onu unutturursak ondan daha hayırlısını yahut benzerini getiririz. Bilmezmisiniz ki, Allah her şeye kadirdir” (Bakara suresi 2/102)
REKABET EDENLER BUNDA REKABET ETSİNLER
“Ey nefsine ve hevasına uyan kimse, kendinde ehlullahın halini iddia etme. Sen nefsine kulluk ediyorsun, onlarsa Allah’a kulluk ediyorlar. Senin rağbet ve isteğin dünyayadır, onların ki ise ahiretedir. Sen dünyayı görüyorsun onlarsa yerin, göğün rabbini görüyorlar. Sen mahluklarla ünsiyet ediyorsun, onlar ise hak ile ünsiyet ediyorlar.
Senin kalbin yeryüzündeki şeylere bağlıdır, onların kalpleri ise Arşın Rabbına bağlıdır. Seni gördüğün kimseler avlıyorlar, onlarsa senin gördüklerini görmüyorlar.Onlar bu varlığın ve görünen şeylerin yaratıcısını görüyorlar.Onlar kurtuldu, necata erdiler. Sen ise dünyaya, dünya sevgisiyle tutsak kaldın.Onlar halktan, hevadan, istek ve dileklerden fani oldular, en büyük sultana vasıl oldular.Onlara nasip ettiği itaat, hamd ve senanın mükefatını verdi. Bu da Allah’ın lütfu keremidir. Allah’ın tevfik ve inayetiyle sizde buna devam edin. Bu yoldan ayrılmayın.
Allah’a itaat ehlullahın ruhu ve gıdası olmuştur. Onlar için dünya nimet ve mükâfat olmuştur. Sanki dünya onlar için me’va cennetidir.Çünkü onlar ne görseler mutlaka ondan önce yaratan ve var eden Allah’ın mesnuatını, eserlerini görürler. Yer, gök onlarla ayakta durur. Ölüler ve diriler onlarla karar kılar. Çünkü onların sultanı, onları bu yuvarlak dünyayı tutan temel yapmıştır. Onlar sağlam dağlar gibidir. Onların yollarından çekil. Evlat, uşak gibi dertleri olmayan bu kimseleri sıkıştırma. Onlar Allah’ın dünyaya gönderdiği en hayırlı kimselerdir.
Yerler ve gökler devam ettiği sürece Allah’ın selamı ve bereketi onların üzerine olsun.
ABDÜLKADİR GEYLANİ -KS-
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
İslam aleminin mümtaz simalarından olan İmam-ı Gazali Hazretleri, Peygamberimiz (sav)’den varid olan “ ‘La ilahe illallah’ benim kalemdir. Bu kaleye giren kimse azabımdan kurtulur.” (Ebu Nuaym, İbn-i Neccar ve İbn-i Asakir rivayet etmiştir) mealindeki kutsi hadisi şu şekilde izah ediyor:
“La ilahe İllallah’, büyük bir kale ve tevhidin bayrağıdır. Bu kaleye sığınanlar ebedi sadet ve sonsuz nimeti; bu kaleye girmeyip de dışarıda kalanlar, ebedi şekavet ve azabı hak derler.”
“Eğer bu kelime senin kalbini çepeçevre kuşatan bir sur olmazsa ve bu kelimenin ruhu, bu dairenin merkezindeki noktayı teşkil edip; tevhidin saltanatı, nefsini, heva ve hevesten korumayıp, şeytanlar kalbine girerse, kalenin dışında kalmışsın demektir. Sadece dilinde ‘La İlahe İllallah’ demen sivrisinek kanadı ağırlığınca ve zerrece kıymete sahip değildir.”
“O halde bu kelimeden nasibinin ne kadar olduğunu iyice düşün. Şayet tevhidin manasını kavramış, ruhuna nüfuz etmişsen; “Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruhla (nur) desteklemiştir.” (Mücadele Suresi,22) mealindeki ayeti kerimede ifadesini bulan, mahlukatın efendisi Hz.Muhammed (sav) ve yüzyirmibin küsur nebinin nasibi olan nimete kavuşmuşsun demektir.
“Böylece dünya ve ahiret mahsulatını elde eder, her iki cihanda saadete erer, veliler defterine yazılır; ve “alem-i fazl” dan sayılırsın. Zira Allah-u Zülcelal bu hususa dikkat çekerek “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel dostturlar. Bu büyük nimet Allah’tandır. Her şeyi layıkıyla bilen olarak Allah yeter.” (Nisa Suresi, 69-70) buyurmuştur.”
“Şayet tevhidden nasibin bu kelimeyi sadece dille söylemekten ibaretse “Bedeviler iman ettik dediler. De ki; siz iman etmediniz. Fakat İslam’a girdik deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah yaptığınız güzel amellerden hiçbirinin sevabını size eksik vermez. Allah Gafur’dür, Rahim’dir.” (Hücurat Suresi, 13) ayet-i kerimesinde açıklandığı gibi böyle bir hal, münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Ka’b bin Selül ve yüzbin münafığın nasibidir ki Kur’an-ı Kerim’de bu duruma işaret edilmiş ve; “Ey Muhammed! Münafıklar sana gelince “Senin şüphesiz Allah’ın resulü olduğuna şehadet ederiz” derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu, bunun yanında münafıkların yalancı olduklarını bilir” (Münafikun Suresi, 1) buyrulmuştur.
“İşte bu durumda sen, dünya ve ahirette hüsrana uğramış kimselerden olursun ki bu hal apaçık bir ziyandır. Bununla birlikte alem-i adl’in, Allah düşmanlarının defterine kaydedilirsin. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamayacaksın.” (Nisa Suresi, 145) buyurulmuştur.
“La İlahe İllallah’ bir kaledir. Fakat münafıklar ona karşı iftira ve yalan mancınığı kurarak tahrip gülleleri atmışlar, şekavet ve nifak balyozlarıyla onu yıkmaya yeltenmişlerdir. Bu gibi kimselerin içine girip tevhidin izlerini yok etmiş, fiillere yansıyan aksini karartmış, mesken mülkiyetlerini (vücutlarını) ihlal ederek onlardan kelime-i tevhidin manasını almış ve onları kupkuru suretle baş başa bırakmıştır. (Buna rağmen) “Doğrusu Allah sizin suretlerinize değil, sadece kalplerinize bakar” buyurulmuştur.
“La İlahe İllallah’ın manası gitmiş sadece bir takım harfler ve lakırdılar kalmış ise bu, Kelime-i Tevhid kalesinin manadan yoksun bir şekilde yalnızca dille anılmasıdır. Nasıl ki ateşi anmak dili yakmıyor, suyu anmak boğmuyor, ekmeği anmak doyurmuyor, kılıcı anmak kesmiyorsa, aynı şekilde kelime-i tevhid kalesini sadece dille anmak da kişiyi kötülüklerden (Allah-u Zülcelal’in rızası dahilinde olmayan hallerden) alıkoymaz.
Halk arasında söylenilegelen bir söz vardır. “Ateş demekle hiçbir kimsenin dili yanmayacağı gibi, bin dinar demekle de hiç kimse zengin olmaz.”
Söz kabuk, mana özdür. Söz sedef ise mana incidir. Öz olmayınca kabuğu neylersin. İncisi olmayan sedef neye yarar?
Kelime-i tevhid’in sözcükleri ve manası, ceset ile ruh gibidir. Ruhsuz ceset bir işe yaramadığı gibi, bu ifade de (kelime-i tevhid) manası olmaksızın hiçbir fayda sağlamaz.
Alem-i fazl, kelime-i tevhidin hem suretini, hem de manasını alıp, suretiyle dışlarını, manasıyla içlerini süslediler. Böylece dünya ve ahiret nimetlerini elde ettiler. Ve Kelam-ı Kadim onlara şehadet ederek şu ayetle onları tasdik etti: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri Ondan başka ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. Ondan başka ilah yoktur. O, azizdir, hakimdir.” (Al-i İmran, 18 )
Alem-i adl ise kelime-i tevhidin manasını değil, suretini aldılar. Onlar dışlarını bu sözle süsleyip, içlerini küfre boyadılar. Bu sebeple kalpleri simsiyah ve kapkaranlıktır. Onlar, zahiren iyi görünerek, bir takım dünyevi emellerine ulaştılar. Oysaki yarın kudret-i ilahiye’den bir rüzgar esip, onların zayıf ışığını söndürerek, onları küfürlerinin karanlığında bırakıverecektir. Nitekim, “Onlar çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki Allah ışıklarını karartınca onları karanlıklar içinde kör bir halde bırakmıştır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler.” (Bakara Suresi 17-18 ) buyrulmuş, diğer bir ayette; “Allah münafıkların yalancı olduklarını bilir.” (Münafikun, 1) ifadesiyle onların yalancı olduğu belirgin kılınmıştır.
Heva ve hevesine, altın ve gümüşüne kulluk edip duruyorken, ‘La ilahe ilallah’ demen her hangi bir mana ifade eder mi? Sana; “Ey inananlar! Yapmadığınız bir şey hakkında niçin yaptığınızı söylersiniz. Yapmadığınız şeyi yaptığınızı söylemeniz Allah katında büyük bir suçtur.” (Saf Suresi, 2-3) şeklinde hitap edilir ve yalancılığın yüzüne vurulursa cevabın ne olacaktır?
Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetten ders almak lazımdır; “Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah’ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir. Düşünmez misiniz?” (Casiye Suresi, 23)
Sen hevana, altın ve gümüşe prestij etmektesin. Şüphesiz altına, gümüşe ve güzel elbiselere prestij eden kimse helak olmuştur.
Bütün ilgini ailene ve evine yöneltmiş, mal ve çoluk çocuğa meyletmişken tam anlamıyla “La İlahe İllallah” demiş sayılmazsın. Zira fiiliyatın yalanladığı her söz merduttur (reddedilmiştir)! Lisan-ı hal, konuşma dilinden daha fasihtir. (Davranışların dili, dilinden daha iyi anlatır gerçekleri. )
Her daim “La İlahe İllallah” diyerek eğer kalbinde mana meyvesi oluşmuşsa, Allah’tan başka birisine sığınman, başkasından korkman ve yardım istemen gerekmez.
Allah-u Zülcelal; “Sen ‘La İlahe İllallah’ der ve bizden başkasıyla ünsiyet peyda edersen, ne biz senin için oluruz, ne de sen bizim için. Kim Allah içinse, Allah da onun içindir. Kim Ona karşı huşu duyarsa, Allah o kimseyi korur. Kulum! Niçin benden başkasına sığınırsın! Halbuki her şeyin dizgini benim elimdedir. Ben mülkün gerçek sahibiyim ve mülkümde dilediğim gibi tasarruf ederim. Bu alemde ancak benim dilediğim olur ve her şey ancak benim irademle vuku bulur. O halde benden başkasına sığınma! Benim rahmetimden ümidini kesme! Zira ancak kafirler benim rahmetimden ümidini kesen cezamdan, sadece gönlü beni arzulayanlar kurtulabilir” buyurarak: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” (Yusuf Suresi, 87 ) ayetiyle bunu teyit etmiştir.
‘La İlahe İllallah’ lafzını sadece dilinle söylüyor ve bu sözün kalbinde hiçbir semeresi olmuyorsa, sen münafıksın. Eğer Kelime-i tevhidin manası kalbinde ise mümin, ruhunda ise aşık, sırrında ise mükaşifsin. Birinci nevi iman avama, ikincisi havassa, üçüncüsü havass-ı havassa aitir. Bu itibarla ilki manadan yoksun, mücerred bir haber-i sadıkın (sade bir doğru söz); ikincisi kalbin inşirahının ve basiretin; üçüncüsü mükafeşe ve müşahadenin meyvesidir.
"Kalbin tasdiğinden yoksun, yalnızca dille iman ettiğini söyleyen bir kimse olmaktan sakın. Çünkü, kelime-i tevhid kıyamet günü senin aleyhinde şahitlik edip “Ey Allah’ım! Ben bu kişiyle bunca yıl arkadaşlık ettim. Bir kere dahi bana hürmet etmedi, hakkımı ödemedi” diyecek.
"Demek ki bu kelime, senin lehinde veya aleyhinde şahitlik edecektir. Alem-i fazl’dan isen lehinde, alem-i adl’den isen aleyhinde şahitlik edecek. O, alem-i fazl cennete girene dek onların lehinde, alem-i adl cehenneme girene dek onların aleyhinde şahitlik eder. İşte, “İnsanların bir kısmı cennete, bir kısmı da çılgın alevlerin bulunduğu cehenneme girer” (Şura suresi,7) ayet-i kerimesi bu noktaya işaret eder."
SIDDIKA SADIK
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- (d. 1077, v. 1166)
Ey oğul! Sana takvâ gerek. Bu sebeple takvânın îcablarını îfâya gayret et ki, kalbin iç düşmanlıklardan ve çirkin huylardan kurtulsun. Hayırla istikâmetlensin.
Ey oğul! Dünyâlık toplarken, gece odun toplayan fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyâlığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhîd ve takvâ güneşi ile berâber ol.
Ey oğul! Kur'ân ile amel etmek, seni Kur'ân'ın mevkîine yükseltir; oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek ise, seni Allâh'ın Rasûlü'ne yaklaştırır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in kalbî ve mânevî himmetiyle, Allâh dostlarının kalbleri çevresinden bir an dahî ayrılmazsın. Allâh dostlarının kalblerini güzelleştiren odur.
Ey oğul! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma vardır seni dünya ile; lokma vardır seni âhiretle meşgul eder. Yine lokma vardır, seni dünyâ ve âhiretin Yaratanı'na rağbet ettirir.
Ey oğul! Nefsinle cihâd husûsunda sana yardım edenle arkadaş ol. Onun sohbetlerinde bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma. Önce kendi nefsinle meşgûl ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma. Ey Allâh yolunda güzel ameller işlemek isteyen kişi! İhlâslı ol! Aksi hâlde, boşuna yorulmuş olursun.
İnsanları irşâd etmek, lafla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyâkla gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibâdet, zikir, riyâzât ve murâkabe ile alınacak netîcelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve zâhirî gösterişten öteye geçmeyen ve rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek netîceler değildir. Bu sebeple, Allâh yolunun yolcusunun dili ile kalbi, içi ile dışı, sözü ile özü bir olmalı ve aynı şeyi terennüm etmelidir.
Allah razı olsun gerçekten çok faydalı paylaşımlar...
Bilmemiz gereken birçok şey vardır. Ama hepsinden önce, insanın iç alemini karanlığa boğan sebepleri öğrenmeliyiz. Zira en büyük zarar, iç alemin karanlığa gömülmesidir. Çünkü o, iç alemin körelmesine sebep olur.
O karanlık içe çökünce, insan Hakk’a karşı perdelenmiş olur. Her kime ki bu musibet iş oldu, diğer bela ve felaketler ona kendiliğinden gelir.
En büyük musibet, insanın iç alemine kötülük cinsinden gelen şeylerdir. Diğer dış musibetler, onun yanında hiç kalır.
Seven sarhoş olur. Bir sarhoş için dışarıdan gelen belanın ne önemi vardır ki? Ancak insan, imanı dolayısıyla, daldığı sarhoşluk aleminden ayıktığı zaman, zahirde kendisine olanları anlar. Artık ne kadarsa.
Allah’ın nurundan perdelenmiş kimsenin belası eksik olmaz. Ancak, bütün varlığını terk edip O’nun yoluna candan girdiği an, kurtulmuş sayılır. İşte o zaman nura kavuşmuş olur.
Hakk’ı terk edip zulmet yoluna girenler için şu ayet-i kerimedeki dehşet verici emirden daha serti olamaz. Şöyle buyurdu Allah-u Zülcelal:
Bir çok ibadetler vardır ki, sahibini ibadet ettiği zattan gafil kılar. Bir çok iyilikler içinde oldukları halde, o iyilikleri göremezler. Bilhassa o iyiliklerin sahibini hiç anlayamazlar.
Bir çok uykudakiler vardır ki, ancak uyandıkları zaman, doğru yolu bulurlar.
Bir çok ayık kimseler vardır ki, zamanla gaflet uykusuna dalarlar.
Bütün kötüler, kötü olarak kalmazlar. Bunların birçoğu zamanla velayet (evliya) derecesine kadar yükselir. Tabiatıyla, nefislerini ıslah yoluna girdikleri takdirde.
Ömrünü ibadetle geçiren bir çok kimseler de, sonunda kötülerin yoluna sapmışlardır.
İbadet edenlerin bir kısmına, yaptıkları amel perde olmuştur. Yaratanın iyiliğini göremez olmuşlardır. Bu sebeple Hakk’dan uzak düşerler. Bu halleriyle Hakk’a vasıl olmuş zannına kapılmış olanlar, onlar arasında eksik değildir.
Bir irfan sahibi için Hakk’a karşı perde kadar büyük bir felaket yoktur. Bu hal, bir anlık bile olsa. Bir felaket sayılır. Perdelenmiş olmak, evet. Bunun kadar azim bir felaket tasavvur edilemez.
Günahın cezası: Allah’a yalvaramamak!
Geçmiş ümmetlerden bir kul şöyle diyordu: “İlahi! (Ey benim Rabbim!) Ne zamandır ve ne kadar çok sana isyan ediyorum. Böyle iken, bir defa olsun, beni cezalandırmadın.”
Allah-u Zülcelal, o devrin peygamberine şöyle vahyetti:
“Git ona söyle, onu güzel işlerimi görmekten geri koymadım mı? Onun kalbinden bana yalvarmak tadını çıkarmadım mı? Bunlardan daha büyük musibet ve ceza olur mu?”
Bayezid-i Bistami Hazretlerinin hizmetçisi Ebu Musa, şöyle bir hikaye anlatır:
“Bir gün Bayezid çarşıya çıktı. Halk onu görebilmek için hücum etti. Görebilmek için neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Bayezid Hz. o kalabalığın haline baktı ve şöyle dua etti:
“Ya Rabbi, sana sığınırım, onlara acı, beni görünce seni unutmasınlar. Bana da acı, onları görmekle varlığını bana unutturma.”
Ne kadar güzel! Allah ondan rahmetini esirgemesin. Hakk’a karşı ne kadar doğru. Müslüman kardeşlerine karşı da ne kadar şefkatli. Kendisi için neyi istiyorsa, onlara da aynı şeyi istiyor.
Ey insanlar arasına katılmak isteyen, doğru ol, ayık ol. Onlar arasına karışanlardan nicelerinin başlarında takunya sesleri uçuştu. Ve nicelerinin dini, imanı kayboldu gitti…
Allah’ım sen esirge, Allah’ım sen koru…
Dört çeşit insan vardır:
Alimler insanları dörde ayırmışlar. Bunları iyi tanı ve bil. Şöyle ki:
1-Allah kalp gözü vermiştir. Allah’ın yaptığı derin manalı ve incelik taşıyan işleri onunla görür. O’nun kuvvet ve kudretine o gözle bakar, anlar.
2-Aklı ile iyiyi ve kötüyü seçer. Emir ve yasakları böylece çıkarır, anlar.
3-Sır sahibidir. Her zaman ve her an, olanlara marifet nuru ile bakar.
4-Kötüdür, bir şey göremez. Hiçbir şeyden anlamaz. Bu kimse, Allah-u Zülcelal’in şu emrinin tehdidi altında ezilir; “Bu dünyada kör olanlar, öbür alemde de kör olurlar. Belki de, buranın körlerinden daha şaşkın bir duruma düşerler.” (17/72)
Şunu bilmek gerekir ki, küfür ehli karanlık içindedir, yaptıkları fena işler onları boğar. Hidayet yolunu göremez olurlar. Masiyet (günah) işlemekte devam edenler de takva nurundan mahrum yaşarlar. Yaptıkları işler, onları gaflet uykusuna daldırmıştır.
İbadeti kendinden bilmek felaketi
Taat ve ibadete kavuşmuş olanlar da karanlık içindedirler. Sebebi; yaptıkları ibadetleri görmeleridir. (‘Ben şu ibadeti yaptım’ diye düşünmeleridir.) Allah-u Zülcelal’in başarı ihsan ettiğini bilmezler. O’nun inayetini sezemezler. Amma, Allah-u Zülcelal dilerse, bunların perdesini açar. Açınca, nurla nuru görmeye başlarlar. Gözleri nur, baktıkları şey nur olur. Böyle olunca, Hakk’tan başkasını görmezler.
Bir kimse, yaptığı ibadeti ve taatı görürse, efendisini bilemez. O’nun bilgisinden mahrum olur. Efendisini gören de başkasını bilemez.
Bir kimse, Allah-u Zülcelal’in yardımı olmadan bir iş yapamayacağını anlarsa… Allah-u Zülcelal’in iyi işleri içinde kendisini kaybeder. Kul, ibadetini görür, yaratıcısını göremezse, taat tadından mahrum kalır. Bazen bu hal, insanı, iyi arzudan da mahrum kılar. Çünkü insanların çoğu, iyiliği görünce, o iyilik sahibini unuturlar. Allah-u Zülcelal, her şeyden pak ve temizdir, Subhan’dır.
Nessac şöyle diyor: “Bir kimse ibadet ettiği zaman, nefsini görürse, ucuptan kurtulamaz.
İbadet ettiği zaman, halkı gören ve onların görmesini isteyen riyakardır. İbadetinin çokluğunu görüp duran, kendisini aldatmaktan alamaz. Sevaba güvenen, Hakk katında perdelenmiş olur. Yalnız Allah-u Zülcelal’i gören, O’nun karşısında tam yerine oturmuş ve sağlam bir dost olur.”
Ebu Bekir b. Abdullah şöyle anlatıyor: “Bir kimse hikmetin yanlarını görür, özüne varamazsa, bu hali ile de, işi incelemeye yeltenirse, aslına eremez. İşin özü, ona kapalı kalır. Bir irfan sahibi için Allah-u Zülcelal’i unutmaktan daha fena bir şey olamaz. Kalbi, Allah-u Zülcelal’den başkasına bağlamaktan daha fena bir şey tasavvur edilemez. Hangi gaye ve anma, Allah-u Zülcelal’den başkası için olursa, kulla Allah-u Zülcelal arasında bir perde sayılır.”
Evvel zamanda inen bazı kitaplarda şu cümleler vardır: “Bir çok işler vardır ki, kul onu, iyi bilip de yapar. Ama o iş, günah saydığından daha zararlıdır.”
Bir çok kötü olarak yapılan işler vardır ki, onlar da iyi sayılır. Halbuki iyilik, daima iyidir, kötülük de daima kötüdür.
Bazı büyükler, bu cümleleri şöyle açıklamışlardır: “Bir kul, iyi iş yapar. Sonra, onu yaptığı için böbürlenmeye ve övünmeye başlar. Bu gibi bir işten ne fayda hasıl olur? Halbuki, Allah-u Zülcelal için olması lazımdır. Bir kimse de bir hata işler, onun kötü olduğunu anlayınca da, tevbe eder, ağlar, sızlar, haliyle bu da iyi olur.”
Birinci insanın yaptığı iş gizli şirktir. Bu tehlikelidir. Hem de tehlikesi kolayca sezilemeyecek kadar. Hz. Ebu Bekir (ra) gizli şirk için şu duayı yapardı: “Ya Rabbi! Gizli şirkten sana sığınırım.”
Rabia Hatun (ks) şöyle anlatıyor: “Dünya, kendisine koşanların kalbine perde olur. Allah-u Zülcelal’in nurunu göremezler. Bilseler, dünyayı bırakırlar. O zaman perde de olmaz, dünyalık da daha iyi gelmeye başlar.”
(Bu yazının hazırlanmasında Ahmed Rufai Hz.nin “Onların Alemi” adlı eserinden faydalanılmıştır. Ss. 248-255) SIDDIKA SADIKOĞLU
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله