Doğduğum şehir Ankara'daki evimiz şimdiki Arı stüdyosunun hemen arkasındaki mahalledeydi. O zamanlar sinemaydı o kocaman yer. Kocaman diyorum çünkü giriş katından yukarıya doğru kafamı kaldırdığımda tavanın o kadar yukarıda olduğunu görmek beni hayrete düşürürdü. Film aralarında, üst katlarda neden yer bulamadığımıza hayıflanırdım. O salonda film izlemeye bayılırdım. Bir memur çocuğu olmama rağmen yaşıtlarımdan daha çok sinemaya gittiğimi hatırlıyorum.
( Teşekkürler annem, babam).
Daha sonra İstanbul dönemim ve 2 ya da 3 filmin arka arkaya gösterildiği, 2. filmden sonra beynin sulandığı zamanlar geliyor. Bu filmlerden biri kesinlikle korku olurdu.Diğeri ise tüm tekniklerini öğrendiğim karatenin efsane ismi Bruce Lee ve alternatifi filmlerdendi.En sevdiğim ve bile bile sona koydukları 3. film ise neşeli gençlik filmleri olurdu.
Kışın bu şekilde filmlerin izlenebilirliğine göre izin alabildiğim dönemlerin ardından yazlıklardaki açık hava sinemalarının keyfi ise bir başkaydı hani. Derme çatma sandalyelerde, oran buran ağrısa da çekirdek çitleyip gazoz höpürdeterek film izlemenin güzelliğini ise yaşayanlar bilir.

Özlemişim meğer.
Aslında konu sinema filmlerine ilginin başlamasıyla ilgiliydi ama ben filmlerden ziyade , filmleri sevmeme etken olan sinema salonlarını anlatmışım. Ne yapayım ben böyle tanıştım sinemayla
