T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 28.03.2003 - İSLAM KARDEŞLİĞİ
Muhterem Müslümanlar!
Bizleri bir gaye için yaratıp yaşatan, dünya denilen imtihan meydanına getiren Yüce Allah; “Mü’minleri ancak kardeştirler. Öyleyse, kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin”[1] ayetiyle mü’minlerin birbirleriyle kardeş olduklarını, kardeşler arasında dargınlığın giderilmesini, barışın sağlanmasını, Allah’a karşı gelmekten sakınılmasını, ancak bu şekilde Allah’ın rahmetine nail olunacağını haber vermektedir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ise; “Birbirinize haset etmeyin. Birbirinizi aldatmayın. Birbirinize dargın durmayın. Birbirinizden yüz çevirmeyin. Birbirinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, Onu yardımsız bırakmaz, Ona hor bakmaz...”2 başka bir hadislerinde ise; “Birbirinizle ilginizi kesmeyin. Birbirinize arka çevirmeyin, dargın durmayın. Birbirinize düşmanlık etmeyin, birbirinizi kıskanmayın. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. Bir Müslümanın din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal olmaz.”3 buyurmaktadır.
Değerli Mü’minler!
Allah’ın emri, Peygamberimizin öğütleri bu şekilde iken; Müslümanı Müslümana düşürmek, zina ve nifak çıkarmak, bölmek, parçalamak, düşmanlık etmek, dargınlık, kırgınlık, kızgınlık içinde kamplara bölünmek ilahi emir ve tavsiyelere karşı gelmek, onlara isyan etmektir. Bu, İslam kardeşliğine uymadığı gibi, hiçbir mü’mine de yakışmaz. Bizim vazifemiz İslam kardeşliğinin icaplarını yerine getirmek, dargınları ve birbirleriyle anlaşamayanları barıştırmak, Müslümanların aralarını düzeltmektir. Allah ve Peygamberin emri budur.
Mü’min olarak bizlerin: Yaratıcımız, Peygamberimiz, kitabımız, dinimiz, ezanımız, kıblemiz birdir. Allah’a ve Rasulüne iman etmiş, teslim olmuş kardeşleriz. Birbirimizin affı ve mağfireti için dua ederiz. Okuduğumuz her Fatiha’yı, bütün mü’minlerin ruhlarına bağışlarız. Günde beş vakit namazın son “Tahiyyatında: ” “Rabbimiz! hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve Mü’minleri bağışla.”4 diye dua ederiz. Mü’min olarak kendimiz için istediğimizi din kardeşimiz için de ister, birbirimizi sever-sayarız.
Kardeşlik, birlik, beraberlik, sevgi, şefkat, yardımlaşma, eşitlik, ahlak, fazilet, güven ve samimiyeti esas alan İslam’a inanıp gönül vermiş kişiler olarak, kin, nefret, ihtiras, buğz duygularını, olur-olmaz işlerden dolayı dargınlığı, kızgınlığı, kırgınlığı yok edip, İslam kardeşliğinin gereklerini yerine getirmeliyiz. Darlık da ve sıkıntıda olan mü’min kardeşimizin sıkıntısını gidermeli, onlara yardımcı olmalıyız. Küskünleri, dargınları barıştırmalı, aralarını düzeltmeliyiz.
27.01.2006 - ALLAH'A İMANIN FERT VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Değerli Müminler!
İman, Yüce Allah’ın varlık ve birliğini, O’nun sevgili elçisi Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve o Seçkin Elçinin Allah Taâlâ’dan getirdiği her şeyi kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmektir. İman, insanın iç dünyasında doğuştan getirdiği temizlik ve berraklığın, ergenlik sonrasında da bütün hayatı kuşatması ve bu sayede mümin kişinin gönül dünyasında Yaratıcısına tarifi imkânsız bir sevgiyle bağlanmasıdır. Allah’a olan bu sevgi ve bağlılık, kişiyi dar kalıplara sıkışmış fikir buhranlarından, niyet bozukluklarından, ruhi dengesizliklerden kurtarıp, basit dünya hesaplarının dışına çekerek onu dünya ve ebedi âlem için büyük hesapların, ulvi davaların, engin düşüncelerin insanı haline getirir.
Muhterem Kardeşlerim!
İmanın temelinde büyük bir sevda yatar. Sevgiliye ulaştıran bu sevda yolunda insan birçok çile ve sıkıntılarla karşılaşabilir. Kişi bunların Yüce Sevgili tarafından kendisine lutfedilmiş birer imtihan olduğunu kabul edip, hiçbir şüpheye düşmeden ve ümitsizliğe kapılmadan, Eşref oğlu Rûmi’nin dediği gibi; “Hoştur bana senden gelen? Ya hil’at-ü yahut kefen? Ya gonca gül yahut diken/Lütfun da hoş kahrın da hoş” diyebilme ve Yüce Allah’ın “Secde et, yaklaş”[1] emri gereği, daha bir gönülden secde etmeye ve dua etmeye sevk eden bir teslimiyettir iman...
Konuşmanın hikmet; sükûtun tefekkür, çalışmanın ibadet, bakışın feraset, hayatın nezaket ve nezafetle yaşandığı; dostlukların vefalı, arkadaşlıkların çıkarsız ve içten olduğu; yüzlerde tatlı tebessümlerin hâkim olduğu, dertlerin paylaşıldığı, sevinçlerin ortaklaşa yaşandığı ve simalarda secde izlerinin taşındığı, Allah için birbirini seven, birbirine gönül açan, bağışlayan ve bazen mümin kardeşini kendisine tercih ettiren bir hayattır iman...
“Nerede benim için birbirini sevenler?.. Gelsinler; Arşımın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları gölgelendireyim”[2] çağrısı, Yüce Allah tarafından işte bu iman sevdalılarına yapılmaktadır. “Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü” mısralarını Yunus’un dilinden döktüren de işte bu imandır.
“Benim bu gecem şeb-i arustur (düğün gecesidir)” diyen Mevlana’nın, ölüm gecesini düğün gecesi gibi karşılamış olması da imanın sağlamış olduğu sadakat, teslimiyet ve muhabbettendir. Yine Mevlana’nın, insanlığın tümüne kucak açarak “Ne olursan ol yine gel” çağrısı ile O En Sevgili’ye doğru yola çıkma, inanma, teslim olma, vefakâr olma çağrısı ve yaşayışıdır iman...
Aziz Müminler!
İman bizim kalbimizde bu anlayış ve teslimiyetle okyanuslar gibi dalgalandığı gün; iç dünyamızda, ailemizde, çevremizde, mahallemizde, hatta bütün bir cemiyette huzur ve sevgi içerisinde yaşarız. Sevgili peygamberimiz bir duasında, “Alahım! Bana senin sevgini, seni sevenin sevgisini, beni sana yaklaştıracak amellerin sevgisini nasip et”3 derken imanın Yaratıcı ile kulları arasında bir sevgi kaynaşması olduğunu açık bir dille haber vermiştir. Bunu başaranlar, imanlarında samimi, ibadetlerinde devamlılık olan müminler, Allah’ın dostluğunu da kazanmış olurlar.
Hutbeme bir ayet-i kerime mealiyle bitiriyorum: “İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da ona ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi ise daha güçlüdür…” [4]
_____________________
[1] Alak 96/19
[2] Müslim, “Birr”, 37
[3] Hutbe, Ocak 1992,s3
[4] Bakara 2/165
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
İslam Dini’ne hizmet için gerektiğinde canlarıyla ve mallarıyla her türlü fedakarlığı göze alan ecdadımız eşsiz zaferlerle dolu bir tarihi bizlere miras bırakmışlardır. İnsanlık adına büyük kazanımlar olan bu zaferler, geçmişimizden geleceğimize ışık tutan çok önemli dönüm noktalarıdır. Bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına yol açan ve tarihte müstesna bir yeri bulunan İstanbul’un fethi de, bunlardan birisidir.
Değerli Mü’minler,
Peygamber (s.a.v) efendimizin; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir” [1] şeklindeki müjdesi bu fethe, farklı bir anlam ve önem kazandırmıştır. 29 Mayıs 1453 tarihi, sevgili Peygamberimizin müjdelemiş olduğu bu büyük fethin gerçekleştiği, İstanbul’un bir kültür ve medeniyetin merkezine dönüştüğü önemli bir dönüm noktasıdır.
Bu kültür ve medeniyet ortamında insanların can, mal, ırz ve namus güvenliği teminat altına alınarak, günümüze örnek olacak şekilde sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanınmıştır. Herkese yardım eli uzatılmış, yoksullar gözetilerek sosyal adalet yerleştirilmiş ve halkın yaşamakta olduğu zulme son verilmiştir.
Hak ve adaletin yerleştirilmesi ve yaşatılmasıyla gönüller de fethedilerek İstanbul’un fethi ebedileştirilmiştir. İstanbul’u geri almak için yapılmış olan yardım tekliflerine, öncelikle kilise önderleri ve yerli halkın karşı koymuş olması, bu fethin, insanlık tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Bu bakımdan İstanbul’un fethi, sadece kuvvet üstünlüğüne dayalı olarak kazanılmış bir savaştan ibaret değildir. Bu fetih, inanç ve bilginin gücüyle, hakkın, adaletin, sevgi, saygı ve hoşgörünün insanlığa armağan edildiği büyük bir zaferdir.
Aziz Kardeşlerim,
Bir fethin ebedileşmesi için, kazanılan topraklar kadar, o topraklarda yaşayacak olan insanlara kazandırılması gereken değerler de önemlidir. Özünü Yüce Dinimizin değerlerinden alan fetih ruhu, bilgi ve inançla çalışıp üretmek, ülke ve insanlığa yararlı olmak şeklinde algılanmalıdır. Bu bakımdan, gelecek nesillerimizi İslami ve milli değerlerle donatıp bu ruh ve anlayışa sahip insanlık önderleri olarak yetişmelerini sağlamalıyız. Şunu unutmayalım ki, her birimizin sorumluluk bilinciyle vazifemizi en güzel şekilde yapmaya gayret etmemiz bu anlayışın bir gereğidir.
Değerli Kardeşlerim
Bu vatanı atalarımızın bizlere aziz bir armağanı bilip, bu uğurda canlarını ve mallarını feda eden fetih erleri şehit ve gazilerimizle, ülkemiz için her türlü fedakarlığa katlanan ecdadımıza Yüce Allah’tan rahmet diliyor ve hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” [2]
[1] Ahmet b. Hanbel, Müsned IV, 325
[2] Nasr, 110/1-3
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
İnsanın sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için toplum hayatına ihtiyacı vardır. İnsanın mutluluğu ve huzuru ise toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. Toplum halinde yaşamanın dinî, ahlakî ve örfî birtakım kuralları vardır. Toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın temeli olan bu kurallara uyulduğu ölçüde fert ve toplum huzura erme imkanı bulmaktadır.Bu kurallardan birisi de Yüce Kitabımız Kur’an’da “Kötülük ve düşmanlıkta değil; iyilik ve güzellikte yardımlaşmak”[1] olarak özlü bir şekilde dile getirilmektedir. Dinimiz fertlerin birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmalarını, inanç ve takvadan kaynaklanan kardeşliğin bir gereği olarak görmektedir. Aynı şekilde fert ve toplum hayatında iman ve takva ilkesinin yerleşebilmesi için bu dayanışma gereklidir.
Aziz Mü’minler !
Yüce Kitabımız, kardeşlik duyguları içerisinde dayanışma amacıyla bir araya gelen kimseleri övmüş ve onlara Allah'ın rahmet edeceğini şu ayet-i kerime ile bildirmiştir: "Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir...."[2]
Kardeş olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak ve bunu her türlü çalışma ve davranışında göstermektir. Bir toplumda, zengin-fakir, amir-memur, işçi-işveren, bilen-bilmeyen kısacası tüm fertler kardeşlik bilinciyle yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olduğu zaman, Yüce Allah’ın yardımına mazhar olacakları unutulmamalıdır. Bunun sonucunda, sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak gibi huzur ortamının temel taşları olan değerler hayata geçecektir. Kur'ân'ın öngördüğü kardeşlik doğrultusunda olması gereken yardımlaşma ve dayanışma bütün bunları içeren bir hayat biçimidir.
İslam Dini, bu hayat biçimini şekillendiren nice mesajlar içermektedir. Nitekim Yüce Allah: "Mü'minler ancak kardeştirler "[3] buyurmuş, Sevgili Peygamberimiz de: "Hiçbiriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşi için arzu etmedikçe iman etmiş olmaz"[4] hadis-i şerifiyle, toplum dayanışmasının gereğini en güzel şekilde ortaya koymuşlardır. Bunun en canlı örneği de hicretin ilk yıllarında Mekke’den hicret ederek gelmiş olan Muhâcirler ile Medine’nin yerlisi olan Ensâr arasında gerçekleştirilmiş olan toplu bir kardeşlik anlaşmasıdır. Bu özel kardeşlik; her türlü maddi ve manevi yardımı, karşılıklı ziyareti, birbirlerine ikram ve iyilik yapmayı ve birbirlerini koruyup gözetmeyi içine alıyordu.
Değerli Kardeşlerim!
Kardeşlik, karşılıklı sevgi-saygı ve toplumsal dayanışmaya, her zaman ihtiyacımız olduğunu unutmayalım. Dinimizin öngördüğü dayanışma ve kardeşliğin tesisi kadar, korunması ve sürdürülmesi de önem arz etmektedir. Bu nedenle, kin, haset, gıybet, dedikodu, önyargı ve insanların gizli yönlerini araştırmak ve onları çekiştirmek gibi insani ilişkilerimizi bozacak her türlü kötü tutum ve davranıştan sakınmalıyız..
Hutbemi, bu hakikati vurgulayan bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz, elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. ”[5]
Seyid Ali TOPAL
Din İşl. Yük. Krl. Uzmanı
__________
[1] Maide, 5/2
[2] Tevbe, 9/71
[3] Hucurat 49/10
[4] Buhârî, imân, 7
[5] Enfâl, 8/46.
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim, bir hayat rehberi, bir ahlak kaideleri manzumesidir. Her sahada yol gösterici olarak, dünya ve ahiretimizin huzurlu geçmesinin anahtarını veren eşsiz bir kitaptır. Bu sebeple Kur'an-ı Kerimi okuyup, onun muhtevasını öğrenmek, her müslüman için gereklidir. Kur'an-ı okumak bir ibadet, hatta açıp yüzüne bakmak sevaptır. Bunun böyle oluşu onu okumaya ve anlamaya teşvik içindir. Çünkü Kur'an içinde bulunan emirlere ve yasaklara uymaları ve müslümanların hayatlarını, ona göre tanzim etmeleri için gönderilmiştir. Cenab-ı Hak Bakara suresinin ikinci ayetinde, Kur'an-ı Kerimin, sakınanlar için bir hidayet rehberi olduğunu bildirmiştir. Hz. Peygamber de, Kur'an-ı Kerimden bir şeyler olsun öğrenmemiş olanları harap bir binaya benzetmiştir. Şimdi hatıra gelebilir ki, Kur'an-ı Kerim Arapça, okusak da anlamıyoruz. Hemen söyleyelim, dilimizde tercümeleri ve tefsirleri bulunmaktadır. Bunların sağlıklı yapılanlarını okuyarak, onun içindekileri rahatlıkla ve kolayca öğrenebiliriz.
Aziz Cemaat!
Kur'an-ı Kerimi okuyup anlamalıyız. Çünkü o her şeyden önce insanı, kendi eliyle müslümanlar için bir mü~de olmak üzere yaptığı putlara tapınma küçüklüğünden kurtarmıştır. Ayrıca, insanları kainatın gerçek ve tek yaratıcısı yüce Allah'a kul olarak ibadet etme şuur ve şerefine kavuşturmuştur. Kutsal kitabımız, her asrın kitabı olarak gönderildiğinden, içindeki bilgilerde her sahayı kuşatacak vasıftadır. O en iptidai insandan en kültürlü fikir adamlarına, en dindar kimseden, dini hayattan uzak olanlara, zenginler kadar fakirlere de hitap ettiğinden, her kesimden insanları ilgilendiren esasları içinde bulundurmaktadır.
Kur'an-ı Kerim okununca görülecektir ki, o, yalnız inanç ve ibadetlere ait bir kitap değildir. O, dünya hayatımızın da her sahasında bize yol göstericidir. O bütün muhataplarına hitap bir kitaptır.
Çalışkanlığı methedip tembelliği yeren, zulmü kaldırıp, merhameti teşvik eden, büyüklere hürmeti, küçüklere şefkati vazife, yapan, düşüncesizliği hiçe sayıp, akla gerekli mertebeyi veren, yine Kur'an-ı Kerimdir.
O, ruhlara şifa verendir, bunalan insanları sıkıntılardan kurtarandır. Onunla fertler ve cemiyetler huzur ve güven bulmuş, onun getirdiği prensiplerle medeniyetler kurulmuş, onunla karanlıklar aydınlığa kavuşmuştur. Onun içindir ki Kur'an-ı Kerim okunmalı ve anlaşılmalıdır. Onu tam ve doğru olarak anlamaya çalışmak her müslüman için önde gelen bir görev olmalıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Okulların tatil olduğu şu mevsimde çocuklarımıza Kur'an-ı Kerim okumayı öğretmeye gayret edelim. Bunun ihmalinin, ana ve babalar için büyük bir vebal olduğunu da unutmayalım. Hz. Peygamberin şu: hadisi şerifleri, inananlar için talimat olmalıdır;
"Çocuklarınıza Peygamber sevgisini, ehl-i beyt sevgisini ve Kur'an okuma sevgisi güçlü bir şekilde aşılayıp gönüllerine ve kafalarına yerleştiriniz."[1]
Cenab-ı Hak da Kur'an-ı Kerim de bizlere şöyle hitap ediyor.
"Gerçekten bu Kur'an insanları öyle bir yola doğrultup götürür ki, o en adil ve en doğru yoldur."[2]
"Sana bu kitabı her şeyin apaçık bir beyanı, bir hidayet, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olmak üzere peyderpey indirdik."[3]
"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, mü'minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir."[4]
"Kur'an-ı Kerime sarılınız ve ayrılığa düşmeyiniz"[5]
Son söz kainat Peygamberinin olsun:
"Kur'an okuyunuz. Zira o, kıyamet gününde, okuyucularına şefaat edecektir."[6]
Zekat sözlükte; temizlemek, çoğalmak ve bereketlenmek anlamını ifade eder.
Onu şöyle tanımlayabiliriz: "Belli bir malın, belli bir bölümünü, belli yerlere vermektir." Zekatın farziyeti Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve İcma ile sabittir. Yüce Allah Kur'an'da 6 yerde "... namaz kılın, zekat verin..." buyurmaktadır. Kur'an'da zekat kelimesi, 28 yerde müstakil olarak, 34 yerde de namaz ile birlikte zikredilmiştir. Bu durum, zekatın fert ve toplum açısından ne kadar büyük bir önemi haiz olduğunu bizlere göstermektedir. Bakara süresi 277. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İman edip yararlı işler yapanlar, namazı kılıp zekatı verenler için, Rableri katında karşılık vardır. Onlar için korku da yoktur üzüntü de."
Zekat vermenin karşılığı dünyada güven, bolluk, bereket ve huzur; ahirette ise cennettir. Dünyada mutlu ve huzurlu yaşamak isteyenler, eğer zengin iseler zekatlarını eksiksiz ödemelidirler. Zekatı ödemeyen müslümanlar kazandıklarının hayrını göremezler. Allah katında da, kullar katında da sorumlu olurlar.
Muhterem Müslümanlar!
Zekat, görünüşte malı eksiltir. Fakat, dalları budanan ağaçlarda budama ve ayıklama işlemi, meyvelerin daha sağlıklı ve gür çıkmasını sağladığı gibi; zekat vermek de kazanılan malları bir takım kem nazarlardan korur, güçlendirir, daha bol olmasını sağlar. Bu sebeple her yıl mal varlığını hesap edip düzenli bir şekilde zekatını ödeyen müslümanların mal varlıkları kat kat artmaktadır.
Muhterem Mü'minler!
Zekat, cimriliği önler, insanların cömertlik damarlarını coşturur, hayır-hasenat kapılarını açar. Mülkiyeti sağlamlaştırır. Mal ve servet düşmanlarının azalmasını sağlar. Mükemmel bir sosyal güvenlik ortamı meydana getirir. Ekonomik büyümeye büyük ölçüde katkısı olur.
Zekatın farz olmasının şartları vardır. Bu şartlar da şunlardır: Dinen zengin sayılabilecek miktarda mala sahip olunması, bu malın yıllık asli ihtiyaçlardan artmış olması, mal varlığının üzerinden bir yıl geçmiş bulunması, akıllı olmak, erginlik çağına girmiş olmak ve müslüman olmak.
Yıllık asli harcamalar da şunlardır:
İçinde barınılacak normal bir ev, normal ölçülerde ev eşyası, normal bir binek yahut otomobil, geçimi sağlamaya yönelik dükkan, tezgah, sanat aletleri, yiyim-giyim kuşam harcamaları, çocukların her türlü okul harcamaları, seyahat giderleri, tedavi giderleri, kitaplara yapılan harcamalar, hizmetçi masraflarıdır.
Erginlik çağına girmeyen çocukların zekatını, onlar adına velilerinin ödemesi gerekir.
Alan el değil, veren el olalım. Toplumdaki muhtaç insanları zekat, fitre ve sadakalarımızı vererek görüp, gözetelim. Bu mübarek ay vesilesiyle hem nefsimizi hem de malımızı temizleyelim.
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamasını ve milli kimliğiyle tarih sahnesinde yer almasını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu değerleri gelecek kuşaklara aktardığı oranda varlıklarını sürdürürler. Tarih, bize milli ve manevi değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip milli şahsiyetlerini kaybedenlerin dünya coğrafyasından silinip yok olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlak ve milli değerleri yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler.
Değerli Müslümanlar!
Yüce dinimizle milli kültürümüz adeta bütünleşmiş ve dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedakârlığın geliştirilmesinde, toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin ve milli kültürümüzün katkısı büyüktür. Özellikle genç kuşakları bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü gençlerin dini ve ahlaki değerlerden uzaklaşmaları, örf ve adetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzağına düşmelerine yol açmaktadır. Bu itibarla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi, milli, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba eğitimci ve toplum olarak hepimizin görevidir. Nitekim Yüce Allah, dini ve ahlakî prensiplere sahip çıkarak kimlik ve şahsiyetimizi korumamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "İşte bu din, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder"(1) Sevgili Peygamberimiz (a. s.) de bizleri ahlakî çöküntüye neden olabilecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak başka milletlerin örf ve adetlerini benimsemekten sakındırmıştır.
Aziz Müslümanlar!
Bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı allında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları milli ve dini değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca milli ve manevi değerlerimize ters bu tür eğlence ve adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır. Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya çalışalım. Dini ve milli değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim. (1) En'am, 6/153
Abdurrahman Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله