Hiç...
Hiç konuşulmamış...
Lâl gerçekler...
Evet... Hiç konuşulmayandadır gerçek... Gidişinizin gerçek nedeni ya da kalışınızın sıkı sıkıya sarıldığı anlam, hiç konuşulmamıştır aslında...
Hiç konuşulmayanlar, neden olduğu neredeyse unutulan bir yara izi gibidir yüzünüzde, tanıktır varlığına gerçeğinizin, dilleri lâl bir tanıklık... Sızı... Kendine çağıran toprak kokusu gibi sarar bedeninizi...
Hiç konuşulmamış gerçekler; gökkuşağının akrabası ortanca demetini kucaklayıp ruhunuzun renklerine bulanmadığını söylemek gibi bir şeydir!
Hiç konuşulmamış gerçekler; ney sesi gibidir, bedeniniz ile ruhunuz arasındaki ıssız koridorda çalan ney sesi gibi... Ruhunuzu bedeninden ayıran ney sesi gibidir hiç konuşulmamış gerçekler... Ney sesinin yalan söylediği nerede görülmüş?
Ya onu ne kadar sevdiğinizi söyleyememiş, ya yokluğunda var olamamanın acısını anlatamamış ya da onsuz kendinizi koyacak yer bulamadığınızda doğru sözcükleri bulamamanın korkusuyla susmuşsunuzdur... Susmuştur gerçekler... Dilleri lâl gerçekler... Özlediğinizi sözcüklere dökemezsiniz, yardımcı olmaz sevda, umut eski iklimlerde bir garip esintidir, vurur sahilinize...
Tanrıyla konuşurken bile söyleyemediklerinizdendir yalnızlığınızın yalın anlamı...
Ey gerçek, bırak beni, yitik bir türküde unutur gibi unut beni, şiirlerinde dizelerinin arasına sakla beni, tenhalığın ile beze, yanlışlarımdan süz beni...
Ey susuşum, koltuk değneği ol yokluklarıma, gidemeyişime gökyüzü, kalışıma mıh ol...
Öpüşlerime dudak ol sevgili... Sus ama... Öpüşünle sustur beni!...
İyi bir gün olsun yarın...
Nevzat TEKİN