Bir Sizofrenin Dunyasi

Eğitim hayatımıza dair her şey. Anılar, düşünceler..
Cevapla
Kullanıcı avatarı
SeLvi
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 427
Kayıt: 01-10-2005 03:05

Bir Sizofrenin Dunyasi

Mesaj gönderen SeLvi »

Şizofreni konusunda en iyi yazı
Çocuklarımızı yetiştirirken çok dikkatli olmalıyız.
Evde, okulda, iş yerlerinde...
Selam ve saygılarımla / Op.Dr.İ.Aygan


SAĞA ÇEKTİM, BEKLİYORUM.
Şizofreni, zihin bölünmesi anlamına gelen bir
hastalıktır. Biyolojik ve genetik faktörlerin
yanısıra, özellikle eğitimde tutarsızlık, verilen
çelişkili mesajlar yahut belirsiz, anlamsız, korkutucu
olaylar ruhsal dünyada bir parçalanmaya yol
açabiliyor, bu da sonunda gerçeklerden tamamen kopmayı
ve bir hayal dünyasında yaşamayı netice verebiliyordu.
Bu delikanlı o noktaya gelene dek neler yaşamıştı kim bilir?

"Ben iyiyim doktor ağabey, ben iyiyim, hiçbir şeyim
yok. Sağa çektim,bekliyorum." Böyle demişti Hüseyin,
daha odaya ilk girişinde.

Onsekiz yaşındaydı.Şizofreni hastasıydı.Gözlerinde
hayalet görmüşçesine bir korku ile hiçbir şey
görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu.
Çocuk gibiydi tavırları.
Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir
çocuğun o problemsiz, saf dünyasına dönmüştü sanki.
Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya
kapılarını kapatmıştı.Kendisine ait bilinmez bir
dünyadaydı.Neyi neden yaptığını, ne zaman
ne yapacağını kestiremiyordu ailesi.İnsanlardan
kaçıyor, bazen kendi kendine birseyler konuşup
gülüyordu. Ama, gariptir, halinden memnun görünüyordu.
Ve yerli yersiz aynı sözü tekrarlayıp duruyordu:
"İyiyim ben, iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum."

Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir
tokattı.
Oyundan eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak
etmişlerdi. "Geldim işte, sevinin" dercesine masum
bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları, yediği
tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı.
Neye sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve
yatağına gidip ağladı.
Babasının -asabi- olduğunu, bazen işten gergin
geldiğini, o yüzden ufak şeylere sinirlendiğini,
-aslında iyi bir insan- olduğunu zamanla annesinden
öğrenmişti. İyi de, kendisinin ne kabahati vardı ki?
Hem babası -Sizin için çalışıyorum, ablanın ve senin
geleceğiniz için yoruluyorum- demiyor muydu?
Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu
için bizi dövmesi nasıl işti?
Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Neden ki?

Bazen -aslan oğlum, akıllı oğlum- derdi babası
kendisine, bazen de -salak, haylaz!-
Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik
içini kemiriyordu.
Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime
güvenebilirdi ki?

Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi.Bir o kadar
da evhamlı. Devamlı peşinde dolaşır, -Hasta olacaksın-
der, başka şey demezdi..
Bu aşırı ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama
seviyordu kendisini ve dövmüyordu ya; yetebilirdi bu.
Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi
gerekiyordu ama, olsundu.Hep sevildiğini bilmek güven
vericiydi zira. Ama hayır; maalesef her zaman
sevmiyordu annesi onu.Uslu olduğu zamanlarda
geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani.
Annesinin hoşlanmadığı bir şey yaptığında -Seni
doğuracağıma taş doğursaydım- sözünü sık duydu.
Bir gün dayanamayıp -Acaba benim gerçek anne-babam siz
değil misiniz?- sorusunu sorduğunda, annesi öfkeli
gözlerle -Saçmalama salak!- diye bağırdı.Bu cevap
acaba ne anlama geliyordu?

Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi.
Daha doğrusu, öyle hissediyordu. İçeriden bağırışlar
gelir, yanlarına gidince susarlardı. Bir şey yokmuş
gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir
gerginlik olurdu.İçini dağlardı bu gergin dönemler.
Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden
anlatmazlardı ki?
Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet
etsinlerdi.
Böylesi daha mı iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk
olmuştu artık.

Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz
yerine gelirdi.
Anne baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında
gülümserlerdi çünkü.
Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan
görmek hoşuna gidiyordu.
Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle
davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı
değersizdik?
Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde
başına dert oldu.
Anne-babasının evde -kel toş- dedikleri komşu evlerine
misafir olduğu bir gün ona -kel toş- diye seslenince
buz gibi bir hava esmişti.
Ablası çimdikledi.
Yanlış mı söylemişti adını yoksa? Adı bu değil miydi?
Niye öyle diyorlardı o zaman?

Gelen giden arttıkça, çelişkiler de artıyordu.
"Yine mi o gıcık tipler geliyor? / Aman efendim ne iyi
oldu da geldiniz?"
"O Ayten de çok saçmalıyor canım / Haklısın
Aytenciğim,naaparsın?"
"Keşke evde yok deseydin oğlum / İnanın çok
özlemiştik."

Bir kenara çekilmiş, sessizce izliyordu çoğunlukla. Bu
karmaşık oyunun kuralı acaba neydi?
İlkokula başlayışını, evdeki sıkıntılardan kaçış
olarak, sevinçle karşılamıştı..
Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha
iyi olurdu.
Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle
bağıran asık suratlı öğretmenler olmasa çok da güzel
olabilirdi. Nutuklarda başka konuşuyorlardı,
koridorlarda başka.

"Gelecek sizin elinizde / Siz haylazsınız!"
"Okuyup büyük adam olacaksınız / Adam olmazsınız siz!"
"Bu ülkenin umudu sizlerde /Sizi her gün dövmek
lazım!"
"Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı / Aptallar!"

Anlayamıyordu çoğu şeyi. Atatürk'ü öğretmişlerdi ona
önce ve sonra ve hep-beden eğitimi dersinde bile. "En
büyük o! Bizi kurtardı. Bir millet yarattı."
Ama Hüseyin dedesinden "Allah en büyüktür, tek
yaratıcı Odur" diye öğrenmişti.
Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye
sordu. Öğretmen ters ters baktı ve "Böyle
saçma soruları bir daha sorma; fena olur" dedi.
Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten.
Korkutucuydu dünya. Nasıl korunacaktı?

İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda
kopya çeken bir arkadaşını sınıfın ortasında evire
çevire dövmüş, hatta bacağını kanatmıştı.Kopya
kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta
ilkokullar arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final
yarışmasında öğretmeni yanlarına yanaştı ve "Şöyle bir
soru gelecek, cevabı da şu" diye fısıldadı. Duymazdan
geldi.. Kopya kötü değil miydi?
Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde. Yarışma
sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz? Size
cevabı söyledim. Ya yarışmayı kaybetseydiniz?" diye
bağırınca, kafası iyice karıştı. Bir gün birisi
"Bunlar kamera şakasıydı" diyecek diye bekliyordu. Ama
ya değilse?

Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi!
Anlaşılan, onları kendi kendine ve kendince çözmesi
gerekecekti. Yapabilirse.
Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep
"Susun!
Çok konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede
öğretmenler "Niye aval aval bakıyorsunuz, derse
katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu millet
geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma
konusunda da çelişkide kaldı.

Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne
iyi olurdu.. Zaten genellikle odasında tek başına
oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla konuşmasına,
annesi "Hâlâ çocuk gibisin" diye tepki gösteriyordu.

Ergenliğe girdiğinde garip şeyler yaşamaya başladı.
Öteden beri bildiği bedeninde o güne dek bilmediği
şeyler oluyordu. Ama kimseye soramadı.
Kimse de, ne olup bittiğini ona doğru düzgün anlatmadı.
Ayıp deyip sustular. "Kızların şeyi var mı?"
sorusunun cevabını bile arkadaşlarıyla başbaşa verip üç ayda
öğrenebildi. Yine o dönemde öğrendiğini sandığı bir yığın
şeyi düzeltmesi yıllarını alacaktı.

Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir
kız olmadığı için arkadaşları kendisiyle alay
ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu alaylardan
kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi..
Ders aralarında onunla konuşmaya başladı.Hatta ona
âşık oldu bile denilebilirdi.. Ama bu kez de âşık
olmasıyla alay edildi.

İnsanlar neden böyleydi ki?
Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza "Seni seviyorum"
demek geldi içinden.
Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı.Hatta kendisini
öğretmene şikayet etti. Tabii ki, dayak yedi
öğretmenden.
Çok üzülmüştü.Durumu düzeltmek için kızın yanına
gitti, özür diledi ve "Tamam, seni sevmiyorum" dedi.
Ama kız buna da ağladı. Yine şikayet edildi, yine
dayak yedi, yine anlayamadı neler olup bittiğini.
Şu kızlar da garipti doğrusu.

Okul dışındaki kızlara yöneldi
ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli ağabeylerle gezmeye
başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de.
Caddelerde gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya
başladı. "Üf ağabey, şu kıza bak, çok güzel."
"Hakikaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyo oğlum,
asıl şuna." "Yok ağabey şu gelene
asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali ağabey?"

Değildi maalesef. "Daha hoş" deyip
laf attığı kız, Ali abisinin kızkardeşiydi.
Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara
asılmak iyiydi,sahipliler ise bacımız olurdu.

Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi
birilerinin ablası yahut kardeşi değil miydi?
Acaba şu an ablasına kim nerede laf atıyordu?

İğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.
Çok fazla kızla çıkmak makbuldü arkadaş
çevresinde.Popüler bir delikanlının fazla kız arkadaşı
olmalıydı. Ama kızların erkeklerle fazla çıkmaları iyi
değildi, "kaşar" damgası yerlerdi. Peki o zaman
erkekler kiminle çıkacaktı ki? Meselâ kendisinin kız
arkadaşlarıyla gezmesi anne babasının hoşuna gitmişti.
Ama ablasının bir erkekle çıkması evdekilerin en büyük
korkusu idi. Kendisine bir kız telefon edince "aslan
oğlum" diyen bakışlar gezinirdi üzerinde. Ama
ablasını bir erkek ararsa evde kıyamet kopardı.

"Bu tutarsızlıklar beni deli edecek" diyordu içinden.
Sonunu hissetmişti sanki. Kur'ân okumanın ve ondaki
emirlere uymanın çok güzel olduğunu öğrenmişti lise
yıllarında. Anne babası Kur'ân okumazlardı, ama
"Okumak lazım, iyidir" derlerdi. "Okumak lazım,
iyidir" derler, ama okumazlardı.
Normaldi artık bu çelişkiler; pek üstünde durmadı. O
okudu, etkilendi.Namaza başladı. Kızlarla mesafeli
olması gerektiğini de öğrenmişti. Kız arkadaşlarıyla
samimiyetini azalttı. Bira içmez oldu. TV izlemedi,
sohbetlere gitti. Bir gün anne babasını fısır fısır
konuşurken gördü.

O akşam babası onu karşısına alıp konuşmaya
başladı.Bir problem olduğunu anlamıştı. Bir problem olmasa
babası onunla konuşmazdı çünkü; ancak bir problem
varsa konuşurdu. Sonunda babası dilinin altındaki
baklayı çıkardı:
"Evladım, aşırı gitme. Namazını da kıl, gereğinde
bara, pavyona da git.
Kur'ân da oku, kızlarla gezip içki de iç.
Dengeli yaşa."
"Nerede yazıyor bu denge baba?" diye sordu. Babası
sinirlenip "İşte burada yazıyor" dedi ve avucunu
gösterip yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı.
Ağlamıyordu artık. Etkileniyormuş gibi yapmaya
çalışıyordu. Ama direnci zayıflamıştı.
Kur'ân'ı da,namazı da bıraktı.

Evlerinde televizyon hep açık dururdu.
Bazen açık-saçık programlar olurdu.
Spiker 'Sok, Sok! Şu rezilliğe bakın!' diye ekranı inletirken
bir yandan da o rezillikler en ayrıntılı biçimde gösterilirdi.
Babası da hem onları seyreder, hem de "Tövbe, tövbe!
Başımıza taş yağacak; şunların yaptıklarına bakın"
derdi. Hüseyin "Baba, başka kanala geçelim"
deyince de, "Biraz bakalım canım, meraktan izliyorum
zaten, neler olup bitiyor bilmek lazım" diye cevap
verirdi.Babasının bakışlarında merak denilemeyecek
garip bir pırıltı olurdu oysa.
Hüseyin farkındaydı bunun.

Lise son sınıfta siyasetle
ilgilenmek ama aşırı gitmemek gerektiğini öğrendi;
nasıl olacaksa? Ve haber programlarını izlemeye,
gazetelerdeki köşe yazılarını okumaya başladı. Birçok
şey öğrendi; özellikle dış politika konusunda. Batılı
olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok hayır,
biz en üstündük.Sadece,
biraz geri kalmıştık. Ama en güçlü, en akıllı bizdik..
Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama
onlar bizi sevmiyordu.Onlar bizi sevmediği için biz
de onları sevmiyorduk. Ama onlar gibi olmalıydık yine
de.Sevmeliydiler bizi, biz onları sevmesek de.

Hele Yunanlılar bize iyice düşmandılar.. Biz de
onlardan nefret ederdik. Hep savaşmış, hep yenmiştik
onları. Ama aslında kardeştik. Bazen bizden
korktukları söylenirdi. Sinirlendiriyordu bu bizi.
Bizden neden korkuyorlardı ki? Fazla sinirlenirsek
canlarına okurduk onların. Korkmasınlardı bizden.

Araplar ise zaten oldum olası bizi sevmezlerdi. Biz de
onları hiç sevmezdik.

Ama onlar bizi neden sevmiyordu
ki? Biz onları hep sevmiş, hep iyilik yapmış değil
miydik? Oysa onlar bize hep kötülük yapmak
istiyorlardı. Bizi sevmeleri lazımdı. Ama bizim onları
sevmememiz lazımdı..

Zihni iyice dağılmaya
başlamıştı. İçine kapanmaya başladı. Odasından
çıkmamaya başladı. Hayallerle avundu. Hayallerinde
herşey netti, kontrolü altındaydı.. En iyisi buydu
galiba. Ama annesi neden ona garip garip bakmaya
başlamıştı ki?

Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç
yere başvurdu. Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu
yere alınmadı.Babası öfkelendi. "Bu torpil yüzünden
memleket batacak" dedi. Bir hafta sonra ikinci
başvurduğu yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası
lehine olunca kötüydü torpil. Ama, biz yapınca iyi
oluyordu.

İşyerinde bir kıza âşık oldu. Tutunacak bir dal
arıyordu bu çalkantılar arasında. Her şey bozulmuştu,
o kız tertemizdi. Onunla hayatı sihirli bir değnek
değmişçesine değişecekti. O da Hüseyin'i sevecekti
mutlaka, hatta seviyordu galiba. Zaten geçen gün
işyerinde sudan bir sebepten bağırmıştı ona; tıpkı
küçükken annesinin yaptığı gibi. Seviyordu kesin, ama
tutucu bir aileden geldiği için bunu pek belli
etmiyordu.Özellikle sessiz, mazbut bir kız oluşundan
hoşlanmıştı onun. Ama yaz gelince son hayal
kırıklığını yaşadı. Sevdiği kız bazen kısacık etekler
giyiyordu. Otururken de, görünmesin diye eteğini
habire çekiştiriyordu. Niye kısa giyiyordu ki o zaman?
Uzun giyse rahat ederdi. Dayanamayıp bunu söyledi bir gün.

Kız utançla karışık gülümsedi, ama giyimini değiştirmedi.
Sonra bir gün onun yazın plajda bikiniyle dolaşıp erkek
arkadaşlarıyla denize girdiğini öğrendi "Nasıl yani???"

Karşımda oturmuş kendi kendine konuşup gülen bu
delikanlı, aslında kendince kurtuluşu seçmişti anlaşılan.
Çocukluğundan beri bu hayatı, bu insanları çözememiş, doğru bir
pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, çifte standartların,
yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha
fazla dayanamamış ve huzuru ancak gerçeği
reddederek bulmuştu işte.
Bu kuralsız trafik, üstüne gelenler, arkadan
sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden,
hayat yolculuğunda sağa çekmişti.Bekliyordu.

"Ben iyiyim artık, hiçbir şeyim yok doktor ağabey, çok
iyiyim ben. Sağa çektim, bekliyorum."

alıntıdır..
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir