Seni düşünmek;
Ağustos sıcağında / bunaldığımda
Aniden bastıran yağmurda ıslanmak gibi.
Seni düşünmek,
İçimde kördüğüm olmuş ipleri çözüp
Sonra bir ucundan tutup / hevesle,
Mutluluğu yanına katıp / dokumak gibi.
Seni düşünmek;
Varlığını yüreğimde hissettiğim
Sırtımdaki ağır bir yükü indirmek gibi.
Ateşte yanan ellerimi
Buzla boy ölçüşen sularda yıkamak gibi.
Seni düşünmek,
Fırtınada / sığınmak bir limana,
Ya da yürümekten yorulduğumda
Koca gövdeli bir ağaç bulup
Yorgun gövdemi dayayıp uyumak gibi.
Seni düşünmek
Çölde su bulmak
Karlı bir kış günü / dağ başında
Yanan ateşte ısınmak gibi.
Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca..
Aşk neden bu kadar acımasız her defasında? Neden sevgi dolu bakışların hakkı hep yalnızlık olarak not düşülüyor sayfalara? Bir nedeni yok biliyorum. Biz istersek aşk acıya dönüşüyor zamanla. Ruhumuzun mazoşist yanı ağır basıyor bazen. ''Aşk acı çekmektir'' masalına inandırıyoruz kendimizi. Elimizden gelen ne varsa yapıyoruz. Mutluluk sadeleşiyor. Bitmesi ve bir tarafın gitmesi gerektiğine inanıyoruz. Gidenin ardından bir sürü anlam yüklüyoruz, onun hiç haberi olmadan. Bazen hiç sahip olmadığı şeyler oluyor bunlar. Aslında ondan hiç istemediğimiz, onda olmadığını bildiğimiz ama galip olmak için arsızca istediğimiz birkaç küçük masumiyet. Acıyı daha fazla arttırmak için kurulan hayali beklentiler. Giden sonsuza dek suçlu oluyor. Cezası kalanın içinde müeebbet hapis.
Aşk doldurulmayacak bir boşluk olmuş asırlar boyu içimizde. Yanımızda olmasa bile, dokunamasak bile. Ve hiçbirzaman olmayacağını bilsekte. Tekdüze hayatın içinde, mazoşist yanımızın bir mezesi olması gerekiyor kırık kalpler sofrasında içerken. Çünkü o sofrada herkes silahını çıkarmalıdır bir iki kadeh sonra. Eksik olan bir parçası vardır kimsenin görmesini istemediği. Herkes bir roman kahramanıdır acılı bir aşkın içinde çünkü. Yaşamın önemsiz insanlar kalabalığının içinde, kendine ait acı dolu bir hikayesi olmalıdır mutlaka. Mutlaka başrolde olmalıdır diğerinin hiç haberi olmasa da acı dolu bu romanın içindeki sahte kimliğinden. Ve birşeyler anlatılmalıdır insanlara zaman içinde. Ezip giden kalbin, yaptıklarından hiç haberi olmasa da yada aslında hiçbir şey yapmasa da haksız duruma düşmesi gerekir. Çünkü aşk acı çekerek hakedilmelidir. Sahte dünyalar kurulur akıllarda. Bazen sayfalara dökülür acı birikintileri hayali eklemelerle. Resimlerde can bulur cansız tonlarla. Kadehlere sebep olur gün ışığına kadar yaşamdan kaçmak adına başka sebeplere yükleyerek acıları. Acı çekmek asilliktir. Acı olmadan aşk olmaz. Herşey sadeleşir. Aşk bile heyecan vermez artık. Acıya sarılmak gerekir.
Ve bir gün biri çıkar. Aşk acısına dair birşeyler yazar. İçindeki mazoşist adamın eline verir birazdan mürekkep yerine kan damlayacak kalemi. Ve o adam yavaşça hiçbirşeyden haberi olmayan bir sevgiliyi, kelimelerin sehpasında asılarak ölüme mahkum eder. Artık acı dolu ruhu rahatlamıştır.. Ardındanda içinden bir parçası kafasına bir kuşun sıkar, yeni bir kahraman bulmak için acı dolu aşk romanının içine..
Acılar yeniden başlar..
Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca..