Sen hiç sebepsiz ağladın mı?... Yana yakıla... Bağıra bağıra… Kafanı duvarlara vura vura… Dişlerini kırarcasına…
Ya da bir köşede sıcacık damlaları gönlüne akıta akıta… İçten içe… Ciğerlerinin ta sızısında…
Haydi söyle bana sen hiç ağladın mı? Hem de hiç sebepsiz. Belki de bir hiç uğruna…
Sana şimdi sorsam ki; bir sonbahar yaprağı dalında, sararmış, öylece sessiz. Hoyrat bir rüzgar geliyor, koparıp alıyor onu yuvasından, vatanından. “Ah”lar içinde süzülüyor göğe sonra da ayaklar altında ezilesiye yere… İşte soruyorum; sen hiç o yaprak için gözyaşı döktün mü?
Ya da, ne bileyim, binbir renkte, binbir kokuda çiçek var, gözünün alabildiğine. Ama taa ötelerde bir GÜL, tek başına, boynunu bükmüş, tesbihte. O GÜL’ün yalnızlığına, gurbetine ağladın mı hiç? Uzaklarda bir çocuk… Bombalar yağmurunda “baba” feryadında. O çocuğun okşanmamış, okşayamadığın gönlü için ağladın mı? Ağlayabildin mi, ağlıyormuş gibi yapabildin mi ya da?
Ağlamak yürek ister cân! Hem de dağlardan yüce, yaylalardan geniş… Ağlamak gönül ister, O’na adanmış. O’nun zikrinin yumuşaklığında… Ve ağlamak söz ister, tesellinin uzağında… Şimdi de sen soruyorsun bana; Ağlamak ve Sen! İyisi mi sen hiç sorma. Sorma cân! Dedim ya, ağlamak pişmek ister, olmak ister, yanmak ister. İyisi mi sen hiç sorma! Sorma da bîçâre gönlümü yakma!
Alıntı yeri:http://www.islamsehri.net/v9/modules.ph ... t=550#2148