Hayatın İçinden

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Hayatın İçinden

Mesaj gönderen commando »

Antikacı

Genç adam, antika merakı sebebiyle Anadolu'nun en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
— Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım, dedi. Meğer seni bulmak için iyileşmişim.
Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran üç-dört iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı.
Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:
— Odun olmadığı için soba yakamadım evlâdım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Meselâ, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgârın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş, hatta hayâl meyâl olsa bile bir şeyler parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve yattığı yerden etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: Aman Allahım..! Antikalardan hiçbiri ortada yoktu.
İhtiyar kurt, herhalde plânını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak:
— İliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken:
— İskemle dediğin, dünya malı be evlâdım, dedi. Biz misafirimizi üşütür müyüz?



Cüneyd Suavi
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

YILLAR ÖNCE, SEATTLE’DA düzenlenen Engelliler Olimpiyatında, sıra 100 metre finallerine gelmişti. Finale kalan dokuz yarışmacıdan her biri ya fiziksel açıdan engelliydi yahut zihinsel açıdan. Yarışmacılar, başlama çizgisindeki yerlerini aldılar ve başlama işareti verilir verilmez var güçleriyle ileri atıldılar. Hiçbiri, atletizm yarışmalarında görmeye alışık olduğumuz türden bir hamle gerçekleştiremedi elbette; ama hepsi de bu yarışı kazanmaya istekliydi ve yapabildikleri en iyi koşuyu yapmaya çalışıyorlardı. Biri hariç! O, daha ilk birkaç metrede tökezleyip yere yuvarlanmış, dengesini koruyamadığı için yerde iki kere takla atmış, sonra da hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. O kadar yüksek sesle ağlıyordu ki, öndeki sekiz yarışmacı da onun hıçkırıklarını işitip önce yavaşladılar, sonra başlarını geriye çevirdiler, sonra da bitiş çizgisine doğru koşmayı bırakıp yerdeki bu sakat gencin yardımına koştular. İçlerinden biri, Down Sendromu’ndan muzdarip bir kızcağız eğildi, gözyaşları içinde yerde oturan genci öptü, ve elinden tutup onu kaldırmaya çalıştı. Diğerleri de yardımcı oldular kendisine. Sonra, dokuz yarışmacı elele tutuşup bitiş çizgisine doğru beraberce koşmaya başladılar.


Yarış pistindeki bu tablo karşısında bütün stadyum ayağa kalkmıştı. Seyirciler, dokuz yarışmacıyı da ayakta alkışlıyor; kimisi de, bir duygu seli içerisinde, gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Alkışlar yarışmacılar elele bitiş çizgisini geçtikten sonra dahi bitmek bilmedi.


O gün o stadyumda bulunanlar, bu olayı hâlâ anlatırlar. Zira o an, hayatları boyu unutamayacakları birşey öğrenmişlerdir: Hayatta gerçekten değerli olan, her hâlükârda kazanıp birinci olmak değildir; başkalarının da kazanmasına yardım etmek çok daha değerlidir—bu, bizi bir derece yavaşlatsa, hatta yürüdüğümüz istikameti bir parça değiştirmemizi gerekli kılsa bile...




(Uyarlayan: İsmail Örgen)
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

HÜSREV AĞABEY AFYON HAPSİNDE
Rahmetli Vahşi Şaban ağabey merhum Hüsrev Altınbaşak Ağabey’in Afyon Yusufiye medresesinde başından geçen şu enteresan hatırayı naklediyor; “Beni Afyon hapishanesinde canilerin koğuşuna koydular ki öldürtmek için. İçeride 60 kadar cani var, en aşağı ceza alan 50 sene almış.
Girdim, selam verdim, selamımı alan olmadı. Orada bir yere oturdum. Hapishane idaresi yatak yorgan vermediği için o soğuklarda üç gün yerde yattım. Kimse oralı olmadı. Tabii bu zaman zarfında namazımı kılıyorum. Üç gün sonra bir adam yanıma yaklaştı. Oranın efesi imiş. “Hoca mısın sen?” diye sordu. “Değilim ama namaz kılarım” dedim. Sonra aramıza şu şekilde bir muhavere oldu;

-Bir soru sorsam bilir misin?

-Bildiğim bir şeyse söylerim, sor?

-Ben 18 tane adam yaktım, 15 tane adam öldürdüm, hırsızlık yaptım, şunu yaptım, bunu yaptım. Ben bu halimle cennete girebilir miyim?

-Kardeşim şöyle bir otur ben sana bir cevap vereyim” dedim, oturdu. Nerelisin sen? dedim, Karadenizliyim dedi.

-Karadeniz’i hiç gördün mü?

-Gördüm elbette..

- Peki söyle bakalım; Bu Karadeniz’e bir damla su damlatsak arttığı belli olur mu?

- Olmaz.

- Peki bir damla alsak, azaldığı belli olur mu?

- Olmaz.

Aynen bunun gibi Cenab-ı Hakkın öyle Rahmet okyanusları vardır ki senin günahların onun yanında bir damla bile değil. Eğer sen pişman olur sıdk ile, sadakatle tövbe eder, beş vakit namazını kılarsan değil Cennete girmek, orta yerine bile gidersin.
Bu söz üzerine bu bir ayağa kalktı ve diğer mahkûmlara bağırarak; “Ulan deyyuslar, bana Cennet olduğuna göre size haydi haydi..”

Tam köşede bir su borusu vardı her şeylerini orada yıkıyorlardı. Oraya battaniye gerdirdi. Herkese gusül edip abdest almalarını emretti. Ama korkudan, ama güzellikle öğlene kadar herkese güzelce abdest aldırdı. Öğlen vakti; “hocam sen imamsın, biz cemaat” dedi. O günden itibaren beş vakti cemaatle kılmaya başladık.
Akşam olunca mahkûmlara bütün yatakları üst üste koymalarını emretti. Sebebini sorunca; “hocam, sen orada üç gün soğukta yerde yattın. Bir hatırını sormadık. Ceza olarak üç gün biz yerde sen de bu yataklarda yatacaksın” dedi. Dedim ki; “kardeşim siz onu bilmeden işlediniz. Ben bile bile bu zulmü nasıl işlerim. Siz bana bir yatak verseniz kâfi”
Sonraki günlerde tesbihata da başladılar. Bir gün o efe yanıma geldi. “Hocam” dedi “Eğer bir şey olmaz da sağ salim dışarı çıkabilirsem ilk işim nerede olursa olsun senin ziyaretine gelecem”
Gerçekten 1950’de bir af çıktı. Bütün koğuş tahliye edildi. Bu zat yürüyerek Afyon’dan Isparta’ya ziyaretime geldi. Neden önce ailesini ziyaretine gitmediğini sordum. Ağlayarak dedi ki; “Hocam o ailem değil mi ki ben bu günahları işlerken beni men etmeyen. “Sen efesin, efesin” diye beni teşvik eden. Sen ise hem benim hem de arkadaşlarımın hidayetine vesile oldun. Amerika’da bile olsan vallahi yine gelirdim. Allah senden razı olsun.”
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
ilmurat
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3117
Kayıt: 19-09-2005 09:30

Mesaj gönderen ilmurat »

çok anlamlı yazılar, ellerine sağlık....
[scroll][color=brown][b]G İ T T İ M[/b][/color][/scroll]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında bir genç hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serap'ı özel bir alâkayla bizzat ben tedâvî altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allâh'ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Sarap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk beş yıllık zamanı çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihâle için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kazâ geçirmesi üzerine altı saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir müddet sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz sebebiyle yürüyemez hâle gelirken, hastalığın akciğerdeki tezâhürü yüzünden devamlı oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra, ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

"-Doktor bey." dedi. "Ben size dargınım!"
"-Niçin?" diye sordum.
"-Siz… dindar… bir insanmışsınız… niçin… bana… da, Allah'ı… ölümü… âhireti… anlatmıyorsunuz?"
Dînî inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
"-Doktora ulaşmak kolaydır, dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedâvî olursun. Ancak îmân tedâvîsi için gönülden istek duymalısın!.."
Konuşmaya mecâli olmadığından:
"-Ben o isteği duyuyorum!" mânâsında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbî tedâvînin yanısıra, ebedî hayatın ve saâdetin reçetesi olan îmân derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırmalı öğretim"e dönmüştü. Anlattığım îmân hakîkatlerini bütün rûhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefâtına bir hafta kala:
"-Doktor bey." dedi. "Ben… ölürken… ne… söylemeliyim?"
"-Senin durumun çok özel." dedim. "Kelime-i Şehâdet sana uzun gelir. O ânı fark edince Hazret-i Muhammed sana yeter!"
O hâliyle tebessüm ederek, yine başını salladı. Çok ızdırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve onu uyutmaya çalışıyorduk.
Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
"-Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ızdırap çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum:
"-Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem!.."
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihâreye yatmamı ve eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmamasını ricâ etti. Ben, hiç âdetim olmadığı halde Cuma gününe rastlayan o gece istihâreye yattım ve Serap'ın âcizliği hürmetine olacak ki, Salı gününe kadar yaşayacağına dâir işâret sezdim. Ertesi gün, ona:
"-Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."
Ve Serap, bir vedâ vasfı taşıyan bu görüşmemizde son cümlelerini de dile getirdi:
"-Doktor bey… Azrail… bana… nasıl görünecek?"
"-Kızım…" dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca, hemen eve gittim. Ancak vefâtına yetişememiştim. Âilesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
"-Doktor bey!.. Biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
"-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkânsız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı, hayretten donup kaldık. Ve kelime-i şehâdet getirerek yatağına uzandı. Size de selam söyledi ve ekledi:
"-Doktor beye söyleyin, o âlem, onun anlattıklarından da güzelmiş!" dedi.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Sevgi

Küçük kız, annesiyle yürürken birden durdu. Yağmur ıslanan gözlüğünü çıkartarak baktığı şey, babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız çocuğuydu. Bisikletin arka tarafındaki minder üzerine oturan kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış ve soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı. Adamın ara sıra yana dönerek söylediği sözler, küçük kızı kıkır kıkır güldürüyordu.
Kaldırımdaki kız bisikletin arkasından bakarken, annesi durumu ferkedip;
— Evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hâlâ bisikletlerde, diye çıkıştı. Ama eğer beğendiysen, baban ondan da alır.
Küçük kız, yumuşak bir sesle:
— Bisiklete değil kıza bakmıştım, dedi. Babası o vaziyette bile kendisiyle sohbet ediyor da...
Annesi, kâçük kızı hiç duymamış gibiydi. Onun kürklerle çevrili şapkasını düzeltirken:
— Arkadaşların bu havada bile okula yürüyerek geliyor, dedi. Halbuki baban, işe giderken de olsa, birkaç dakikasını ayırıp seni mersedesiyle getiriyor.
Kızın gözü yine bisikletteydi. Kadın, alaycı bir ifâdeyle:
— İstersen baban da seni bisikletle getirsin, diye devam etti. Ne de güzel yakışır, öyle değil mi?
Küçük kız inci gibi süzülen gözyaşlarını annesinden saklamaya çalışırken:
— Çok isterdim, diye cevap verdi. Belki de öylelikle, babama sarılırdım.



Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Eğri Minare

Süleymaniye Camiinin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti O gün gelince istanbul'un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişti Herkes hayranlıkla bu Türk mucizesini seyrediyordu Fakat bunlar arasında bulu nan bir çocuk, "Aaa şu minareye bakın nasıl eğri!" diye bağırıyordu Herkes de bakıyordu ama bir eğrilik görmüyordu Çocuğun minarelerden biri için eğri dediği Mimar Sinan'a kadar ulaştı Koca mimar hemen çocuğun yanına geldi ve ona, "Yavrum hangi minare eğri göster bana" dedi Çocuk da "İşte şu" diye minarelerden birini gösterdi Mimar Sinan hemen adamlarını topladı Uzun halatları biribirine ekletip minareye bağlattı "Çekin yukarı doğru!" diye çektirmeye başladı Çocuğa da, "Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver"
dedi Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı Çocuk bir süre sonra, "Tamam, minare doğruldu" diye bağırdı İşçiler çekme işini bırakıp halatları çözdüler Başından beri olaya tanık olan Sinan'ın ustalarından biri herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan'a yöneltti:
- Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok O halde niçin düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan'ın cevabı inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesi idi:
- Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını Ama çocuğun kafasındaki "minare eğri" intibaını da öyle bırakamazdım Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki "eğri" kanaati silinsin Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sonra gerçekten eğri olduğu şeklinde bir inanç yayılırdı
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
ilmurat
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3117
Kayıt: 19-09-2005 09:30

Mesaj gönderen ilmurat »

çok güzel, ellerine sağlık.....
[scroll][color=brown][b]G İ T T İ M[/b][/color][/scroll]
CaGLa2

Mesaj gönderen CaGLa2 »

cok güzel di abi sağolsın güzelmiş minareyi düzeltmak
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Evinin alt katında marangozluk yapıyordu. Kapı ve pencere konusunda uzmandı. Fakat plâstik pencereler yaygınlaşınca, ahşap olanlara rağbet azaldı. Bu yüzden işler iyi gitmiyordu.Üstelik de çocukları büyümüş, biri hariç okula başlamıştı.Masrafları artınca, yanındaki kalfasına yol verdi.İşe biraz daha erken koyulur, yardımcıya ayırdığı parayı, çocukların harçlığına katardı.

Adam, bir gün çalışırken, elektrik kesildi. Ve uzun süre beklediği halde gelmedi. Aksi gibi, o akşam üzeri teslim etmesi gereken birkaç pencere vardı. Boş kalmayı sevmezdi. Planyayı yağladı, talaşları süpürdü. Biraz dinlenmek için eve çıkarken, sigortaya göz attı.
Eğer yanılmıyorsa, bu iş normal değildi. Biri gelip sigortayı kapatmış olmalıydı.Şalteri kaldırınca, atölye aydınlandı.Tahminleri doğru çıkmıştı ama, bu işe bir anlam veremiyordu. Şaka dese, böyle bir şaka yapılmazdı.
Kendisini kıskanacak bir düşmanı da yoktu.

İşe koyulduğunda, yine aynı şey oldu. Ama bu sefer suçluyu görmüştü. Oğlu, evden atölyeye bağlanan merdiveni sessizce inmiş ve sigortayıkapattığı sırada, babasını karşısında bulmuştu.

Adam, on yaşına gelmiş bir çocuğun böyle bir haylazlığını affedemezdi. Bütün günü, onun yüzünden mahvolmuştu. Bir kere yapmış olsa, sesçıkartmazdı. Ama tekrarlaması, hangi yönden bakılırsa bakılsın,büyük hataydı. Saçlarından yakalayıp sıkı bir tokat attı. Her şey onuniyiliği içindi. Belki vurduğu tokat, serseri olmasını engellerdi.

Adam, oğlunun gözyaşlarını görmezden geldi ve eve çıktıktan sonra, eşine dert yanarak:
- Bu çocuğun, okulda kimlerle düşüp kalktığını bilmemiz lazım!.. dedi.
Eğer serbest bırakırsak, başımıza büyük dertler açacak!..

Adam, bir süre düşündü. Sonunda da en kolay yolu buldu.
Oğlunun hiç aksatmadan tuttuğu günlüğünde, arkadaşlarına ait ip ucu olmalıydı.
Eşi istemese de, ona kulak asmadı ve çocuğunun günlüğünü okumaya başladı.

Oğlu, en son sayfada:

"Bu gece kötü bir rüya gördüm!.." yazmıştı.
"Atölyede çalışırken, babamı elektrik çarpıyordu.
Allah'ım onu koru!.. Ben elimden geleni yapacağım!.."
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir