Dini Hikayeler

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Zekat, Malı Korur

Hazreti Peygamber Efendimiz, bir gün ashabına zekâtın faydalarından
bahsediyor:

— Zekât malınızı manevî bir kal'a ile kal'alar ve muhafaza altına
alır, buyuruyordu.

Yoldan geçmekte olan bir Nasranî, bu sözleri duydu ve denemeye karar
verdi; eve gitti nesi varsa zekâtını ve sadakasını ayırdı; fakir-fukaraya
taksim etti. Bu sıralarda onun bir ortağı ticaret maksadıyla sefere
çıkmıştı. Hristiyan:

— Eğer diyordu, Muhammed'in dediği doğru çıkarsa onun hak peygamber
olduğuna karar verir dinini kabul ederim, yok eğer bu kadar malı taksim
ettiğim halde bir aidesi olmazsa, kılıcımı alır onunla har-bederim,
diyordu.

Hristiyan, verdiği sadakanın neticesini beklerken ortağından bir
mektup aldı. Mektupta:

— Maalesef yolumuzu eşkiyalar kesti ve kervanda ne varsa herşeyi
aldılar, deniyordu.

Hristiyan beyninden vurulmuşa döndü. Kılıcı aldığı gibi Hazreti
Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı. Pür - hiddet yoluna devam ederken
ikinci bir mektup daha geldi ortağından. Orda ise şöyle yazıyordu:

— Daha evvel size yazdığım mektup tamamen ters çıktı. Bizim devenin
biri sakatlanmış ve ben kervandan birkaç yüz metre geride kalmıştım,
önümdeki kervanın tamamen yağma edildiğini görünce mutlaka beni de
yakalarlar diye sana birinci mektubu yazmıştım. Fakat ne hikmetse beni
görmeden çekip gittiler ve bizim malımız eşkiyalardan böylece kurtuldu.
Hiç müteessir olmayınız sağ-salim yolumuza devam ediyoruz.

Adam ortağından bu haberi alınca, doğru Resûlüllah'ın huzuruna varıp:

— Ya Resûlallah! Bana İslâmiyeti tarif et. Senin söylediklerini
denedim ve faidesini gözlerimle gördüm. Artık Müslüman olmak istiyorum,
der ve şehadet getirip Müslüman olur.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Bereketli On İki Dirhem


Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafından O'na bir gömlek
almak için Pazara gitmekle görevlendi. Hz. Ali (a.s) da pazara gidip on
iki dirheme bir gömlek alarak eve döndü.

Resulullah (s.a.v): - "Bu gömleği kaça aldın?"

Hz. Ali: - "On iki dirheme."

Resulullah (s.a.v). - "Bu gömleği öyle sevmiyorum, bundan daha ucuzunu
istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?"

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:

Gömleği alıp çarşıya döndüm, Peygamber'in isteğini satıcıya ilettim,
satıcı da kabul etti. Parayı alıp Peygamber (s.a.v)'in yanına döndüm. Bir
gömlek almak için Resulullah (s.a.v) ile birlikte Pazara doğru hareket
ettik. Yolun yarısında Resulullah (s.a.v)'ın gözü, ağlayan bir cariyeye
ilişti. Resulullah (s.a.a) onun yanına gidip;

- "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Cariye cevaben şöyle dedi.

- "Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya
gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi eve
dönmekten korkuyorum."

Resulullah (s.a.v) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve;

- "İstediğin şeyleri al ve eve dön" diye buyurdular.

Resulullah (s.a.v) Allah'a şükredip pazara doğru hareket etti, pazardan
dört dirheme bir gömlek alıp giydi. Eve döndüğünde, yol üzerinde bir
çıplağı görünce gömleğini çıkarıp ona verdi. Kendisi tekrar çarşıya geri
döndü, yine dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti.
Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir halde gördü.
Bunun üzerine;

- "Neden evinize gitmedin?" diye sordu.

Cariye: - Ya Resulellah ! Gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum.

Resulullah: - "Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben suçundan
geçmeleri için aracı olurum".

Resulullah (s.a.v) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine
yetiştiklerinde cariye;

- "İşte bu bizim evdir" dedi.

Resulullah (s.a.v) kapının arkasından yüksek bir sesle:

- "Ey ev sahibi! Selam'un- aleykum" dedi. Bir cevap gelmedi. Tekrar
ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha
selam verdiğinde

- "Aleyke's- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh" diye
cevap verdiler.

Resulullah (s.a.v): - "Neden ilk defa cevap vermediniz? Acaba benim
sesimi duymadınız mı?"

Ev Sahibi: - İlk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık.

Resulullah (s.a.v): - " Öyleyse neden geç cevap verdiniz?"

Ev sahibi: - Senin sesini bir kaç defa duymak istedik.

Resulullah (s.a.v): - "Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza
etmemeniz (cezalandırmamanız) için size rica etmekten ötürü buraya
geldim."

Ev sahibi: - Ya Resulullah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu
cariye artık şimdiden azattır (hürdür).

Daha sonra Resulullah (s.a.v) kendi kendisine şöyle dedi:

- "Allah'a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü,
bir köleyi ise azat etti."
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

YERMÜK'TE BİR KOMUTAN

Hz. Ömer R.A.'ın halifelik döneminin başlarında, Suriye'nin fethi sırasında Yermük mevkiinde Bizanslılar ile müslümanlar arasında çok çetin bir savaş olmuştu (Ağustos, 636). Bu savaşta müslümanların komutanı 'Seyfullah' lakabını taşıyan Halid bin Velid R.A. idi.
İşte bu savaşın kızıştığı sırada, Bizans ordusunun önde gelen komutanlarından Cerece (Yorgi) öne çıkarak, Halid bin Velid R.A.'ı yanına çağırdı. Omuz omuza yanaşmış atları üzerinde iki komutan şöyle konuştular:
- Halid! Bana doğu söyle.Allah'ın, Peygamberiniz'e gökten bir kılıç indirdiğini ve o kılıcı sana verdiğini söylüyorlar. Sen de bu kılıcı kime çekersen onu hezimete uğratırmışsın, doğru mu?
- Hayır. Allah bize Peygamberi'ni gönderdi. O da bizi imana davet etti. Rasulullah A.S. iman ettiğim sırada bana şöyle demişti: 'Sen, Allah'ın müşriklere çektiği bir kılıçsın.' Sonra da zafer kazanmam için bana dua etti. Böylece bana Seyfullah, yani Allah'ın Kılıcı ismi verildi.
- Siz bizi neye davet ediyorsunuz?
-Allah 'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed A.S.'ın O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmeye. O'nun Allah 'tan getirdiği şeyleri kabul etmeye davet ediyoruz.
- Bugün dininize giren kimse sizinle aynı mükâfata erer mi?
- Evet. Bu gün sizden İslâm'a giren, belki bizden üstün olacaktır. Çünkü bizim Peygamberimiz'den gördüğümüzü siz görmediniz.
Bu konuşmadan sonra, Yorgi Hz. Halid bin Velid R.A.'ın yanına geçerek İslâm'a girdi. O'nun çadırında guslederek iki rekat namaz kıldı. Halid bin Velid R.A. ile çıkıp atına bindi. Bizanslılar'la savaşa girişti.
Bizanslılar durumu görünce çok şiddetli bir hücuma geçtiler. Sonuçta savaşı müslümanlar kazanırken, ancak iki rekat namaz kılabilmiş olan general Yorgi o gün şehid olmuştu.
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

YALAN

"Abdülkadir Geylani" küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için
tarlaya gitti. Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu. O
anda bir ses işitti:

- "Ey Abdulkadir! Sen bunlar için yaratılmadın ve bunlarla emir
olunmadın."

Bu ses Abdülkadir Geylani'yi korkuttu. Eve gelince dama çıktı.
Hacıları gördü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı.

- Anneciğim! Bana izin ver de Bağdat'a gidip ilim öğreniyim. Salihleri
iyi insanları ziyaret ediyim.

- Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evladım, Abdulkadir'im! Senin
ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsade
vermiyorum.

Abdulkadir tarlada olup bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp
babasından miras kalan seksen altını alıp kırkını kardeşine ayırdı.

Kırkınıda bir keseye koydu ve keseyi elbisenin koltuğuna dikti. Sonra
oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:

- Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evladım, Abdülkadir'im! Hak
tealanın rızası olmasaydı kattiyyen salmazdım. Huzur ve esenlik içinde
sefere çık! Yolun açık olsun! Sana son olarak nasihatım şudur ki: Eğer
beni memnun etmek istiyorsan, hiç bir zaman yalan söyleme, doğruluktan
asla ayrılma! Allah her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir.
Abdulkadir-i Geylani annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağda'ta
gitmek üzere bulunan bir kervana rast geldi ve aralarına katıldı.
Hemadan'ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen
mahalleye gelince kervandan bir bağırma, çağırma koptu. Önlerine aniden
bir sürü eşkiya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere
yılkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başladı. Eşkiyalar teker teker
kervandakileri sual sorup ne buldularsa aldılar. Sıra Abdülkadir-i
Geylani'ye geldi. Eşkiyalardan biri latife olsun diye bunu önüne alıp
sordu:

- Fakir çocuk söyle bakalım senin neyin var?

- Üzerimde sadece 40 altınım var.

Eşkiya inanmamış. Bırakıp gitmiş. İkinci harami sual edip, onu aynı
cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirmişler

"Bu çocuk 40 altınım var" diyor.

Bu defa reis sordu:

- Senin üzerinde ne var?

- Hırkamda dikili 40 altınım var.

Reis adamlarına dönerek dedi ki:

- Açın bakın, bakalım!

Adamlar üzerini aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup
reislerine verdiler. Eşkiya reisi hayretle sordu:

- Peki evlat sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin?

Abdülkadir Geylani dedi ki:

- "Ben evden ayrılmadan anneme asla yalan söylemeyeceğime söz
vermiştim, 40 altın için sözümü bozar mıyım?"

Bu sözleri duyup hakikate şayit olan eşkiya başının gözleri yaşardı.
Abdülkadir Geylani'nin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını
ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hıyanet ve zulüm işlediğini, bir gün
Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman
olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı.

- Eyvah! Bizde Allah'a söz vermiştik. Bunca zamandır şeytana ahdimizi
bozduk. Fenalık yaptık.

Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak?

Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:

- Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir
Hak Tealaya karşı olan ahdimi bozdum. Ona isyan ettim. İçimden gelen bir
pişmanlıkla bütün günahlarımı ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan
böyle inşallah, Hak taalanın razı ve hoşnut olmadığı birşey yapmayacağım.

Reislerine çok bağlı olan eşkiyalar hep bir ağızdan dediler ki:

- Efendimiz, resisimiz! Biz sizden ayrılamayız. Eşkiyalıkta
reisimizdin, hidayette reisimiz ol!

Bunun üzerine kervandan ne alındıysa geri verildi. Bir sürü eşkiya
Seyyit Abdülkadir' in önünde töğbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam
ederek Bağdat'a vardı.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

"Çocuğun birine bal dokunmaktadır. Anne-babasının çocuklarına onca “yeme!” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam eder.


Derken bir gün çocuğun elinden tutup onu İmam A’zam’ın huzuruna getirirler ve “Bu çocuk bal yiyor, bal da ona dokunuyor. Biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.” derler. İmam Azam: “Şimdi götürün bu çocuğu, 40 gün sonra bana getirin.” der. Kırk gün sonra yeniden getirirler. İmâm, çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve “Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim.” der. Oradakiler: “Ya İmâm! İlk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmâm onlara şöyle cevap verir: “Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendi yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal ki nasihatim etkili olmayacak ve çocuk onu bırakmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Beterin de beteri var
Mehmet işten çıkarılır. Eve gelip durumu bildirince, hanımı içeri almaz. Gidecek yeri olmadığından Şeyhin dergahına gider. Bu sırada şeyh talebeleriyle sohbet etmektedir. Bu arada börek çörek yenmekte, çaylar içilmektedir. Mehmet de aralarına katılır. Şeyh, sohbet esnasında; beterin beteri vardır, insan içinde bulunduğu duruma şükretmeli der. Bunu bir kaç defa tekrar edince, bizim zavallı dayanamaz, kendi kendine, (!.. postun üzerindesin, sevenlerin etrafında, talebelerin hizmet ediyor, keyfin yerinde... Elbette içinde bulunduğun duruma şükredersin, ya ben ne yapayım) diye mırıldanır.

Şeyh, bunun kalbindeki sıkıntıyı fark edince, evladım, sen de içinde bulunduğun duruma şükret. Beterin beteri vardır der. Mehmet dayanamaz, şu an besbeter bir durumdayım Efendim... Hem işten kovuldum, hem de evden...

Şeyh oralı olmaz aynı sözünü tekrar eder:
“Beterin beteri vardır. Sen yine de durumuna şükret.”

Mehmet, cevap vermez ama daha beterini hayal bile edemez. Bu sırada akşam olmuştur. Herkes köşesine çekilince, Mehmet de, belki hanımı razı edersem diye dergahtan çıkıp eve gider. Kapıyı çalar, hanımına “beni affet, perişanım” diye yalvarır. Fakat hanımı, içeri almaz. Kapının bir kenarına kıvrılır. Soğuktan titremeye başar, kuytu bir yere oturur, fakat çok geçmeden zaptiyeler bunu gizlenmiş olarak görünce şüphelenip karakola Fiürürler. Eşkaline bakınca bunu nezarete atarlar. Meğer o civarda bir hırsızlık olmuş. Hırsızın eşkali de bizimkine uyuyormuş. Zavallı, geceyi nezarete atılmış ipsiz sapsız haydutların arasında geçirir.

Şeyh, durumu öğrenir, ziyaretine gelir. Daha, nasılsın diye sormadan bizimki feryat eder:
- Nedir bu başıma gelenler? Önce işten sonra eşten oldum, şimdi de..."

Şeyh sözünü keser:
- Beterinde beteri vardır.

Bizimki dayanamaz:
- Hocam anlatamadım galiba... Suçsuz yere hırsız damgası yedim. Üstelik bu haydutlarla aynı yerdeyim, şunların tiplerine baksana..."

Şeyh hiç umursamadan karakoldan ayrılır. O gece nezaretteki zanlılar arasında müthiş bir kavga çıkar. Sille tokat birbirlerine girerler. Bizim Mehmet bir kenara sinerek boğuşanları seyreder. Bu sırada zaptiyeler kavgayı ayırır. Kavganın sebebi araştırılır. Kavganın Mehmet geldikten sonra çıktığını gören zaptiyeler, zavallıyı kavgayı başlatmakla suçlayıp tekme tokat tek kişilik bir hücreye atarlar.

O geceyi hücrede geçiren Mehmet, sabahleyin şeyhi karşısında görünce ağlamaya başlar. Başından geçenleri sıkıntıları anlatır. Ama şeyh aynı şeyi tekrar eder:
- Beterin beteri vardır, sen durumuna sabret.
Bizimki şaşkınlıktan ağlamayı bile unutur:
- Sabır mı? Sabır taşı olsa çatlar.

Şeyh güler geçer.
Bizimkinin öfkeden kanı beynine sıçrarsa da bir şey diyemez.
Şeyh gidince ortalığı birbirine katar. Bağırıp çağırır, hücre kapısını tekmeler. Gürültüye gelen zaptiye memuruna da hakaret edince fena şekilde dayak yer. Üstelik de "Bu herif yalnızlıktan sıkılmış olmalı" diyerek yanına hasta olan Mecusi bir tutukluyu koyarlar. Tek kişilik bir hücrede iki kişi olması bir yana, adamın ömrü boyunca yıkanmamış, saçı sakalı kir pas içinde, hastalıktan inlemesi bizimkini perişan eder. Geceyi Mecusi ile koyun koyuna geçirirler. Sabah olunca şeyh tekrar ziyaretine gelir. Der ki:
- Ooo... Ne kadar güzel... Bir de arkadaşın olmuş. Yalnızlık çekmezsin."
- Böyle arkadaş olmaz olsun efendim. Herif hasta ve baygın yatıyor, üstelik de leş gibi kokuyor. Dar yerde mecburen kalıyoruz.

Şeyh yine hiçbir şey söylemeden ayrılır. Bir kaç saat sonra hasta Mecusi hem kusmaya, hem de altına kaçırmaya başlar. Mehmet hücrede yine tek başına kalabilmek için bir fırsat bilerek görevlileri çağırır. Görevliler durumun vahametini görünce; "Bundan sonra bu hücrenin temizliğinden sen sorumlusun" diyerek bir kova su ile bez verip giderler.

Nezarettekiler ikiye ayrılır, yine aralarında kavga çıkar, çoğu şişlenir ölür, kalanı da yaralanır.
Ertesi gün şeyh efendi karakolu ziyarete gelir. Hücreye yaklaşınca Mehmed'in yanık sesini duyar. O bir yandan Mecusiyi ve hücreyi temizliyor, bir yandan da dua ediyorlar.
- Ya Rabbi sana şükürler olsun, iyi ki hücreye girmişim, ben de muhakkak kavgada ölebilirdim. Bir de Mecusiye hizmet ettiğimden dolmayı Mecusi müslüman oldu.

Şeyhi görünce başını eğer:
- Haklıymışsınız efendim. Bu adamcağız hasta oldu. Temizliğini de bana yaptırdılar. Düşündüm ki, ya bu adam ölürse halim ne olur? Beni cinayetle bile suçlarlardı veya buraya hiç uğramaz, adamın cenazesiyle kim bilir kaç gün daha burada tutarlardı. İyi ki ölmedi, hem de müslüman oldu, üstelikte büyük kavgadan kurtulmuş oldum.

Şeyhi gülümser:
- Beterin beteri olduğunu anladın demek... Sana bir müjde vereyim. Zaptiyelerin yanından geçerken duydum, gerçek hırsız yakalanmış.

Mehmet çok geçmeden karakoldan çıkarılır. O da beterin beteri olduğunu yaşayarak anlar.
Yörenin bir zengini ona acır işe alır. Hanımı da iş güç sahibi olduğunu öğrenince onu tekrar eve kabul eder
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Gururdan Korkmak


Büyük Türk Padişahı Yavuz Sultan Selim,

Sert ve gerektiğinde şiddete başvuran bir hükümdar olmakla beraber,
dindarlığı, Allah'a ve Resulüne bağlılığı, bu konuda iddialı olan bir
çoklarını geride bırakırdı. Suriye ve Mısır'ı fethedip Kölemenler
devletini yıktıktan sonra mukaddes emanetler ve "Müslümanların halifesi"
ünvanı kendine geçmişti. Artık camilerde hutbeler Yavuz Sultan Selim adına
okunuyor ve kendisinden "Hakimü'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin hakimi)
diye bahsediliyordu. O bu "Hâkimü'l-Harameyn" ifadesini kutsal yerlere
saygıyla bağdaşmaz bulmuş, "Hâdimu'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin
hizmetkârı) olarak değiştirmişti.

Dince kudsiyeti olan şeylere bu kadar saygılıydı.Yavuz Sultan Selim
"şir-pençe" denen ve o devirler için öldürücü olan bir hastalığa
yakalanmıştı. Bu hastalık kendisini iyice yatağa düşürdüğü bir sırada ;

Yavuz'un sohbet dostu Hasan Can artık yapılabilecek fazla bir şeyin
kalmadığını anlatmak için, "Efendimiz artık Allah'la beraber olmanın
zamanıdır" deyince, Koca hükümdar kendisini, "Sen bizi şimdiye kadar
kiminle sanırdın hey Hasan Can?"
diye paylamıştı .

İşte bu büyük hükümdar, iki yıl süren, önemli savaşlara sahne olan,
büyük zafer ve kazançlar elde edilen Suriye ve Mısır seferinden dönüşte
ikindi vakti bu günkü Üsküdar'a gelmişti. Bütün beylere paşalara emir
verdi ki gece oluncaya kadar Üsküdar'da kalınacak, karşıya karanlık
basınca geçilecekti. Bazı yetkililer gündüzden geçilmesini daha uygun
bulduklarını, geceyi beklemenin niçin gerekli görüldüğünü sormak
cesaretinde bulundular.

Padişah da açıklama büyüklüğü gösterdi :

- "Bütün dünyada yankı uyandıran büyük bir zafer, şan ve şerefle
dönüyoruz. Gündüzün istanbul'a geçtiğimiz takdirde halk büyük bir
karşılama yapacak tezahüratta bulunacaktır. Bu da nefsime bir gurur
getirebilir. Bundan Allah'a sığınırım. Buna meydan vermemek için payitahta
gece geçeceğiz."
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

arkadaşlar bu vatan işte nice aliler, mehmetler, ahmetler sayesinde kazanıdı işte onlardan birinin hikayesi

Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol
ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin
gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası
sararmış bir çocuk
gördü.

"Adın ne senin evladım?..."
"Ali..."
"Nerelisin?..."
"Tokat Zilede'nim..."
"Peki evladım bu kafanın hali ne?..."
"Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım..."
"Neden?..."
"Bilmiyorum komutanım..."
"Peki gidebilirsin Kınalı Ali..."

O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes
kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana
yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının
sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak
ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından
yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali
söyler arkadaşları yazar: "Sevgili anne babacım
ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak
etmeyin..."

Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini
sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır.
Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça
düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.
Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve
yazının sonuna anasına not düşer (Ali'nin kendisinden
hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır)
"Anacığım kafama kına yaktın burda komutanlarım ve
arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim
Ahmet'e de yakma onla da dalga geçmesinler ellerinden
öptüm..."

Aradan zaman geçer. ingilizler kati netice almak için
tüm güçleriyle Gelibolu'ya
yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker
şehit düşerler. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli
olmamış, onların sayıları da epey azalır, Gelibolu
düsmek üzeredir. Kınalı Ali'nin komutanı da olayı
görüp yerinde duramaz. Kendisinin bölüğü henüz
sıcak temasa hazir değildir. Onlar yeni gelmistir. Komutanların bu
düşünceli halini gören ve durumun vehametini bilen
Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar
oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları
onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir.
Kinali Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit
olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin
ailesine yazdığı mektubun yanıtı gelir. Komutanları
buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar
verirler (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesi'nde
sergilenmektedir.) Babası anlatır Ali'nin: "Oğlum Ali
nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim selam ederim. Öküzü sattık paranın yarısını sana,
yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi
öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık
zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için
yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi
düşünmeyin" der, köyü, akrabalarını anlatir ve mektubu
bitirir. "Ali *****n da sana diyeceği bir şey var..."

"Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin.
Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle seninle dalga geçmesinler. Biz de üç şeye kına yakarlar:
01- Gelinlik kıza; gitsin ailesine, çocuklarına kurban
olsun diye...
02- Kurbanlik koça; Allah 'a kurban olsun diye...
03- Askere giden yiğitlerimize; vatana kurban olsunlar
diye...

Gözlerinden öper selam ederim. Allah 'a emanet olun..."

Mektubu okuyan Ali'nin komutanı ve diğerleri hıçkıra
hıçkıra aglamaktadırlar...
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Resim Nefeslerin buhar olup savrulduğu ilik donduran bir kış günü. Gün doğalı çok olmuştur ama genç adam yeni yeni doğrulur. Gözlerinde bir ağırlık vardır, şakakları zonklar. Hep öyle olur, eğlence ile geçen gecenin sabahı mahmurluk basar ve kulakları uğuldar. Karnı tok, sırtı pektir ama huzursuzdur. O sıra kapı çalınır. Hizmetçi koşup açar. Soğuk hava içeri girer köşeleri dolanır. Kapıdaki adam kadife yumuşaklığında bir sesle sorar ama duvarlar yankı yapar:

Bu ev kimin?
Merv reislerinden Haris Abdurrahman'ın.
Kendileri yoklar mı?
Yok ama oğlu var.
Bişr mi?
Evet.
Peki o hür müdür, kul mudur?
Elbette hürdür.
Hür olduğu belli, çünkü kul gibi yaşamıyor.
Anlayamadım?
Sen bu kadarını söyle, o anlar.
Bişr fırlar ama meçhul ihtiyar yok olmuştur. Acaba adı menkıbelerde geçen Hızır aleyhisselam o mudur?
Genç adam tutulur kalır. Bir an oyun ve eğlence ile geçen gecelerinden iğrenir. Kendine yeni bir istikamet çizecektir ancaaak.
Ancak çevresi onu, ona bırakmaz. Öyle ya hem böylesine zengin hem bu kadar cömert arkadaş kolay bulunmaz. 'Yoldaşını bırakmak delikanlılığa sığmaz' der, eteğine yapışırlar. Koluna girer, meyhanelere sürüklerler. Yine o mâlum geceler, defler, kadehler, dümbelekler...
Ama Bişr eski Bişr değildir. Ayakları işrethaneleri dolaşsa da gönlü hakikatleri arar.
Bir gece ama şakır şakır yağmur yağan bir gece evine dönmektedir. Çamur içindeki bir kâğıt dikkatini çeker. Üzerinde besmeleyi görünce yerden alır. Çamurlarını siler, öper, koklar. Eve gelince gül yağları ile siler duvara asar. O gece Merv âlimleri rüyalarında Bişr'i görürler ki onların bile özlediği manevi ikramlar içindedir.
Rabbinden haber var
Ulema Bişri arar, sorar, mâlum yerlerde bulurlar. Onu dışarı çıkarırlar. Rengi sapsarıdır. Korkuyla sorar.
Siz burada... Hayrola?
Sana Rabbimizden haber var.
Biliyorum, bana çok kızıyor.
Aksine seni çok seviyor.
Ama nasıl olur?
Sen dün gece çamurdan bir kâğıt buldun mu?
Buldum.
Yerden aldın mı?
Aldım.
Öpüp kokladın mı.
Kokladım?
Güzel kokular sürüp duvara astın mı?
Astım.
İşte Allahü teâlâ da ismini temizlediğin gibi seni temizledi ve o kâğıda hürmet ettiğin için adını aziz kıldı.
Bişr son kez meyhaneye girer, arkadaşlarıyla vedalaşır. O anı hatırlamak için hayatı boyunca yalınayak dolanır çünkü tevbe ettiğinde ayakları çıplaktır. İşte bu yüzden adı 'Hafi' (yalınayaklı) kalır.
Nereden nereye
O günden sonra ilim peşinde koşar. Önce dayısının medresesinde okur. Sonra Mekke, Kûfe, Basra ve Şam'a gider.

Çok alim tanır, çok kitap okur, ilim meclislerine katılır, ezber yapar, notlar tutar. Nitekim Bağdat'a gelir. Fudayl bin İyad, Muafa bin İmran ve İmam-ı Malik ile birlikte bulunur. Maruf-i Kerhi Hazretleri ile dost ve sırdaş olur. Nurlu dergâhına birçok genç gelir gider ki Sırriy-i Sekati bunlardan biridir. Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi Hazretlerine karşı çok hürmetkârdır. Talebeleri sorarlar:

Efendim hadiste eşiniz benzeriniz yok, fıkıhta müctehidsiniz. Bişr gibi bir dervişin kapısında ne arıyorsunuz?

Evet hadis ve fıkhı ondan iyi bilirim ama o kalp ilimlerinde hepimizden iyidir.

Birgün askerler bir mahkûmu meydana çıkarırlar. Suçu ağır olmalıdır. O kadar çok kırbaç vururlar ki derileri yarılır. Etlerinden sızım sızım kan sızar. Lâkin genç bir kere bile sesini çıkarmaz. Muhafızlar kan ter içinde kalır, nefeslenmek için dururlar. Bişr gence sokulup sorar:
Biliyor musun tahammülüne hayran kaldım.
Nasıl ağlayıp bağırabilirim ki. Kalabalığın içinde sevdiğim kız var ve şu an beni görüyor.
İyi ama Allah-ü teâlâ seni her an görüyor. Onun edebini gözetmeyi hiç düşünmedin mi?
Genç öyle bir 'Allah' der ki kendinden geçer. Yüzlerce kırbaca direnen vücut bu aşka tâkat getiremez. Muhafızlar yanına koştuğunda çoktan can vermiştir.
Hoca hekim olunca
Bişr-i Hafi her hadiseden hikmet alır. Mesela Abadan civarlarında bir saralı görür ki, toprağa düşmüş çırpınmaktadır. Yanına varınca cüzzamlı ve kör olduğunu farkeder. Yaralarına üşüşen karıncalar etlerini koparmaktadırlar. Başını kucağına alıp su verir. Genç kendine gelince 'sen de kimsin?' diye sızlanır, 'hem Rabbimle arama niye girdin?'
Aslında Bişr-i Hafi mükemmel bir tabibdir. Bitkileri ve baharatları çok iyi tanır ve onları ustalıkla kullanır. Otlardan köklerden mi yoksa dualarının bereketiyle mi bilinmez Allahü teâlâ onun hastalarına şifa dağıtır.
Bir gün evine girerken tefekküre dalar. 'Bağdat'ta bunca insan var. Kimi Yahudi, kimi Hıristiyan. Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum? Onlar neyi yapmadılar ki mahrum kaldılar?' Böyle düşünürken sabah ezanları okunmaya başlar ki o hâlâ eşiktedir.
Bişr-i Hafi ölümüne doğru birisinden ödünç gömlek alır ve kendi gömleğini bir fakire bağışlar. Hasılı ardından bir gömlek bile bırakmaz. O Bağdat'a geldikten sonra hayvanlar yerleri kirletmezler çünkü mübareğin yalınayak dolaştığını bilirler. Bağdatlılar hayvanların eskiye döndüklerini farkedince 'Eyvah' derler, 'Bişr-i Hafi ölmüş olmalı'
Bişr-i Hafi buyurdular ki
İki şeyden kaçın: 'Çok yemekten ve çok konuşmaktan'
Dünyada aziz olmak isteyen diline sahip olsun. Şahitlik yapmasın, imam olmasın, ziyafetlere katılmasın.
Sabır Allah-ü teala'yı kullara şikayet etmemektir.
İnsanlar arasında tanınmak isteyen ahiretin tadını alamaz.
Şöhreti seven Allah'tan korkmaz.
Övülmekten hoşlanmak ahmaklıktır.
Sabır susmaktır. Konuşan, susandan daha fazla vera sahibi olamaz.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapan iyi kimselere sui zan eder.
Dün öldü, yarın doğmadı, bugün can çekişiyor. Sen bu anı değerlendir.
Topal bir karınca düşünün. Bir buğday için saatlerce uğraşır, didinir, tam yuvasının ağzına getirir ki taneyi kuş kapar. Ölüm kuşu da böyledir. Kimse dünyadaki emeline kavuşamaz.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
grace
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3676
Kayıt: 13-02-2006 13:55

Mesaj gönderen grace »

Dini hikayalerin hepsi birbiriden anlamlı ve mesaj verici, özellikle de Abülkadir Hz. lerinin Yalan adlı öyküsü daha bir güzel geldi bana, hepsi için çok teşekkürler....
Yaşamak ne güzel şey;
Anlayarak usta bir kitap gibi
Bir sevda şarkısı duyup
Bir çocuk gibi şaşırarak yaşamak..

Nazım Hikmet
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir