Dini Hikayeler

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
Bedis
New Friend
New Friend
Mesajlar: 5
Kayıt: 24-09-2005 00:45

Mesaj gönderen Bedis »

Ellerinize sağlık hepsini okudum cok güzel ibret verici..
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

TEVBE

Ebu Said (r.a) anlatıyor:

"Resûlullah (a.s) buyurdular ki:
Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhib tarifedildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu.
Râhib:
- Hayır yoktur! dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu.
Âlim:
- Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir? dedi. Ve ilâve etti:
- Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer.
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler.
Rahmet melekleri:
- Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah yönelmişti, dediler.
Azab melekleri de:
- Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler.
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar.
Hakem onlara:
-Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin,dedi.
Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."

Kaynak: Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621).
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
ilmurat
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3117
Kayıt: 19-09-2005 09:30

Mesaj gönderen ilmurat »

Ellenize sağlık....
[scroll][color=brown][b]G İ T T İ M[/b][/color][/scroll]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Bir padişah, bir iki vezirini ve diğer erkandan birkaçını yanına alarak payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı Payitahttan ayrılıp bir kaç saatlik bir yol katettikten sonra yolları üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanına çağırdı sordu:

- Bu güzel nar bahçesi kimin?

- Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı

- Oğlun, uşağın var mı?

- Allah bize oğul uşak vermedi efendim, bir karı kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz

- Peki ben de bu ülkenin hükümdarıyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek

İhtiyar "başüstüne" dedi ve hemen gidip bah çe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı İki nar tam bir tası doldurdu Padişah içti ve

çok beğendi Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı İhtiyar çif çi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular Yolda şeytan padişahın kafasını karıştırmaya başladı "Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı-kocanın mirasçıları yok, ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini, karşılığında bir kaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım" diye düşündü Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sundu Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi Sabahkine hiç benzemiyordu Sordu:

- Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil

- Aynı nardan evlat, aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin kalbiniz halkınızın malına göz koydunuz, bunun için de narların tadı değişti.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Bundan büyük keramet mi olur?

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

Bundan büyük keramet mi olur?


Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Sultan Ahmed’in mürşidi idi. Aralarında büyük bir dostluk, muhabbet ve yakınlık vardı.

Hükümdardan büyük saygı görüyor, kendi de hükümdarı seviyor ve sayıyordu. Arayı pek fazla uzatmadan birbirlerini ziyaret ederlerdi. Biri din ve mâneviyatın ulusu, diğeri devletin ulusuydu. Bu iki yüce insan, uzun süre birbirini görmeden duramazdı. Hazret, Sultan Ahmed’in ziyaretine geldiğinde, Sultan onunla bizzat ilgilenir ve hizmetini kendisi yapardı. Bu büyük velinin, sultanı ziyaret ettiği bir gün namaz vakti yaklaşmıştı. Aziz Mahmud Hazretleri de abdest alıp namaza hazırlanmak istemişti. Derhal leğen ve ibrik istendi. Padişah bu fırsatı kaçırmadı ve suyu kendisi dökerek şeyhinin abdest almasına yardımcı oldu. Padişahın annesi valide sultan da, abdestten sonra şeyhin kurulanması için geride, elinde havlu, bekliyordu. Bu sırada valide sultan içinden şunu geçiriyordu: “Şu mübarek Allah dostu, ne olurdu bir keramet gösterseydi de gözümüz gönlümüz açılsaydı.”

Valide sultanın içinden geçenlere Allah’ın izniyle vâkıf olan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri şöyle buyurdu: “Hiçbir sıfatı bulunmayan sıradan bir abd-i âcize, dünyanın en büyük devletinin hükümdarı ibrikle su döküyor, muhterem valideleri de abdest havlusunu tutuyor. Bundan daha büyük bir keramet olabilir mi?”
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
CaGLa2

Mesaj gönderen CaGLa2 »

cok güzeldi bu hikaye fazla böbürlenmemk lazım kibir yapmamak lazım
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Aynalı Baba

Erzurum'dan gelen bir mektuba ithâfen...
Osmanlı'nın son devir ulemâsından Filibe'li Ahmed Hilmi, bir gencin iç dünyasında yaşadığı tereddüt ve buhranları gösteren tasavvufî eseri "Â'mâk-ı Hayâl"'de; "Aynalı Baba" isminde bir meczupla o genç arasında geçen konuşmalardan birinde şöyle der:
* * *
Bugün Aynalı baba çok neşeli, hatta bu neşenin enginliğini herkese göstermek için külâhına kocaman bir ayna, cübbesine de iki tane büyük sarı teneke parçası iliştirmiş. Ben minnettar bir müridin şeyhine karşı beslediği büyük hürmetin tamamına benzer bir hisle ona bağlı olduğumdan Aynalı baba, değil teneke parçaları, cübbesine bütün bir gaz tenekesi dahî taksa ona duyduğum saygıya en ufak bir halel gelmez. Neden bu kadar neşeli olduğunu sorduğumda bana şöyle cevap verdi:
"-Bizim berber Hacı Molla'yı tanır mısın? Kedisi doğurmuş, hem de pamuk gibi beyaz ve çok sevimli bir yavru!"
"-(Hayretle) Af edersiniz azizim, ama Hacı Molla'nın kedisi Pamuk'un doğurduğuna niye bu kadar sevindiğinizi bir türlü anlayamadım." dediğimde o:
"-Hâdise çok basit! Pamuk sağ salim doğum yaptığı için bugün şenlik yapacağız." dedi.
"-Bir kedi yavrusu için mi? (Elimde olmadan alaylı ve şaka yollu) Bu muhterem yavruya isim verileceği günde de tören düzenleyecek misiniz?" diye sordum.
"-İsmi konuldu bile. Tam dört saat oturup tartıştık. En sonunda kedinin ismini "Zararsız" koyduk." dedi. Gülümseyerek:
"-Tamam, tamam… ve merasim yapıldı, hem de bir kedi yavrusu için…" dedim.
"-Azizim, insanlar mantığı; doğru ile yanlışı ayırt etmek için değil, her dediklerini mantığa uydurmak için icat etmişler.
Şimdi sana; "filan yerde, filan kralın oğlu dünyaya gelmiş, herkes düğün bayram yapıyor, desem." buna hiç şaşırmaz, hatta son derece tabiî bulursun. Fakat şöyle iyice bir düşün ki;
Birincisi; bu çocuğun yaşayıp yaşamayacağı meçhul.
İkincisi; iyi bir insan olup olmayacağı belli değil.
Üçüncüsü; insan olduğu için de, kötüye meyletme ihtimali çok yüksek.
Dördüncüsü; bir kralın çocuğu olduğu için kibirli, bencil, zâlim hatta câhil olması da muhtemel.
Oysa bir kedi, annesinden doğup, büyür ve kendi hâlinde ölüp gider. Hiç kimseye de bir zararı dokunmaz.
Şimdi bu sıfatlara sahip biri olacak sübyan için şenlik yapılmasına ses çıkarmıyorsun da, "Zararsız"ın dünyaya teşrif etmesi dolayısıyla iki kişinin sevinmesine mi katlanamıyorsun!?.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

ABDULHAMIT HANIN KUMANDANI

Mehmet Âkif bir yasli zâti anlatiyor:

Sultan Ahmet camiine gidiyorum her sabah ne kadar erken gidersem gideyim mihrabin bir kenarinda saçi sakali bembeyaz olmus ihtiyar bir adam ümitsizce bedbin durmadan agliyor.
O kadar agliyor ki aglamadigi tek dakikayi yakalayamadim. Nihayet bir gün yanina sokuldum. Muhterem dedim, Ah Efendim dedim, Allah’in rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu? Niye bu kadar agliyorsun?
Bana “Beni konusturma” dedi, “kalbim duracak”.
Ben çok israr edince agliya agliya anlatti.

Dedi ki :

“Ben Abdulhamit Cennet mekânin devrinde bir binbasiydim orduda. Bir birligim vardi benim de. Annem babam vefat edince, servetimiz vardi payimar olmasin diye sadarete bir istifa dilekçesi gönderdim. Dedim ki annem babam vefat etti falan yerdeki magazalarimiz, filan yerdeki gayri menkullerimiz... bunlara nezaret edecek bir nezaretçiye ihtiyaç vardir. Istifam kabul buyurulursa, istifa etmek istiyorum.
Biraz sonra bana dogrudan dogruya hünkârdan bir yazi geldi, istifan kabul edilmedi. Öyle anlasiliyor ki istifa dilekçem padisaha gönderilmisti. Ben bir daha dilekçe verdim yine ayni cevap geldi. Bizzat çikayim huzuruna sifai olarak görüseyim, bu celâdetli padisah cidden çok celadetli (yigitlik, kuvvet ve siddet). Ben yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldim. Tuhaf gelir size nasil sen kaldin diyeceksiniz? Yasli yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldim, Abulhamit faytonda giderken faytonun sagindaki solundaki nefes almaya bile korkarlardi, derdi. Medet Efendi. Allah rahmet etsin evliyaullahtan bir zâtti. Ben bizzat o celâdetli, hasmetli padisahin huzuruna çiktim.
Hünkârim dedim. Istifamin kabulünü rica edecegim dedim. Durumumuz budur dedim. Derin derin biraz düsündü. Istifa etmemi istemiyordu, yüzünün halinden belliydi. Israrima da dayanamadi, öfekeli bir edayla, elinin tersiyle beni iter gibi “Haydi istifa ettirdik” dedi seni. Ben döndüm sevinerek geldim isimin basina.

Gece âlem-i manada ordularin teftis edildigini gördüm. Gördüm ki son savasi vermek üzere sarkinda ve garbinda savasan ordulari bizzat Rasul-i Ekrem teftis ediyor.

Efendimiz (SAV) yildizin önünde duruyordu. Bütün Türk ordusu Aleyhissalatu Vesselam’a teftis veriyordu.
Osmanli padisahlarinin ileri gelenleri vardi. Abdulhamit’de edeble, kemerbeste-i ubudiyetle kâinatin Fahr’inin arkasinda duruyordu. Bütün ordular geçti. Derken benim birlik geldi; basinda kumandani olmadigi için darma dagindi.
Efendimiz döndü Abdulhamit’e dedi ki “Abdulhamit! Nerede bu ordunun kumandani?”, Abdulhamit “Ya Rasulallah!, çok istedi, israr etti, istifa ettirdik.”. Efendimiz “Senin istifa ettirdigini, biz de istifa ettirdik”
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

HAK YOLA GETİREN İKİ SÖZ
Büyük erenlerden Hasan Basrî, bir gün arkadaşlarıyla birlikte yolda giderken memleketinin tanınmış devlet büyüklerinden birinin oğlu ile karşılaşır. Devlet büyüğünün oğlu yağız atının üzerine kurulmuş, beraberinde de hizmetçileri, bütün sükse ve ihtişamıyla yoluna devam etmektedir.
Hasan Basrî yolun ortasında durarak hoş beşten sonra devlet büyüğünün oğluna şöyle seslenir: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Sizler her şeyi mal ve para ile değerlendirirsiniz. Size şu iki sözü satmak istiyorum, alır mısınız? Çünkü bu sözleri size benden başka kimse söylemeye cesaret edemeyecektir. Sonra bu sözler sizi aydınlık Allah yoluna sokacaktır."
Devlet büyüğünün oğlu, "Peki kaça satacaksınız?" deyince Hasan Basrî, "Birincisini bir, ikincisini de iki gümüş para karşılığında veririm." diye karşılık verdi. "Evet, alırım" deyince de ilk sözünü söylemeye koyulur ve şöyle der: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Senin evin var mı?" diye sorar. "Var" cevabını alınca da, "Kendin mi yaptırdın, yoksa miras mı kaldı?" diye sorar.
Devlet büyüğünün oğlu, "kendim yaptırdım" diye cevap verir. "Ne kadar zaman içinde yaptırdın?" sorusuna ise, "Epey uzun sürdü" karşılığını verir. "Neden her imkana sahip olduğun halde çabuk bitirmedin?" deyince de, "Binanın taşlarını, ağaçlarını taşıyan hayvanlara acıdığım için fazla yük vurdurtmadım. İşte o yüzden de binayı kısa zamanda inşa etmek mümkün olmadı." der.
Ardından sözü alan Hasan Basrî şöyle konuşur: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Madem ki başkalarının hayvanlarına acıyarak fazla yük taşıtmaya razı olmuyorsun, neden öz nefsine acımayıp da onu dağlar kadar günah yığını altında eziyorsun?"
Bu sözler devlet büyüğünün oğlu üzerinde büyük tesir yapar. Atından inerek Allah dostu Hasan Basri'nin ellerine kapanır. Ardından da sabırsızlıkla "iki gümüşü hemen vereceğim, şu ikinci sözünü de hemen söyle" diye yalvarır. Daha sonra Hasan Basrî ikinci sözünü söylemeye koyularak şöyle der:
"Yola koyulmuş böyle nereye gidiyorsunuz?" diye sorar. "Devlet reisine, bir memurluk almak için gidiyorum" cevabını alınca, "Bak en değerli elbiseni giymiş, en enfes kokuları sürünmüşsün. Neden? Çünkü devlet reisi ve maiyetinde çalışanlara karşı mahcup olmak istemiyorsun. Halbuki onlar da senin, benim gibi birer insan değil mi? Şimdi sana sormak isterim. Yarın ölüp öbür dünyayı boyladığında omurlarında taşıdığın bu kadar ağır günahlarınla ve kirli alınla peygamberler ve gerçek mü'minler arasında Allah'a karşı hesap verirken utanmayacak mısın?"
Bu sözlerin de son derece derin etkisi altında kalan devlet büyüğünün oğlu atını hizmetçisine verdiği gibi hemen Hasan Basrî'nin ellerine sarılarak artık bütün dünyalık nimetleri teper ve ölünceye kadar bu büyük zatın safında Allah'a ibadet etmeye karar verir.

Yüce Allah (c.c.) cümlemizi hak sözleri dinleyip de gereğini yerine getiren haksever kullarından eylesin, amin...
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

BU AKŞAM HİNDİSTAN'DA


Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
"Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana..."
Adam telaş içinde:
"Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..."
"Peki ne yapmamı istiyorsun?"
Adam yalvarır:
"Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!"
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:
"Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür.
Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
"Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der. Azrail (a.s) cevap verir:
"Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:
"Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!"
"Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi."




KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 150-151
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 10 misafir