Soru - Cevap

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Soru - Cevap

Mesaj gönderen commando »

Tesekkurler
En son commando tarafından 08-09-2005 11:25 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Oalquannn yazdı:Benim sorunum daha farklı bi şeyle ilgili: eğer dünya bir imtihan yeriyse bizde yaratılanlarsak bizi Allah yaratmışsa ki Allah'ın büyük olduğuna inanıyorum. Ama ben Allah tarafından diyelim ki katil olarak yaratıldım bunu ben değiştiremem bu benim kaderim olur. Eğer bir kader varsa neden test ediliyoruz. ayrıca Allah çok büyük ve herşeyi biliyor ama benim cennete veya cehenneme gideceğimi neden bilmiyorki beni imtihan ediyor.



Soru : Bütün fiillerimizi Allah yarattığına göre, bizim suçumuz ne?

Cevap:

Bir apartmanın üst katının lütuflarla bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine, apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın düğmesine bastığında lütfa mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba uğrayacaktır.

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.

Kainattaki faaliyetlerde olduğu gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu olmamakta ve insan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir. Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve tercihine bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

Meselâ; konuşması, susması, oturması, kalkması birinci gruba; kalbinin çarpması, boyunun uzaması, saçının ağarması da ikinci gruba giren fiillerden. O birinci grup işlerde, istemek bizden, yaratmak ise Allahtan. Yâni, biz cüzi irademizle neyi tercih ediyor, neye karar veriyorsak Cenâb-ı hak mutlak iradesiyle onu yaratıyor. İkinci tip fiillerde ise bizim irademizin söz hakkı yok. Dileyen de yaratan da Cenâb-ı Hak. Biz bu ikinci gruba giren işlerden sorumlu değiliz. Yâni, âhirette boyumuzdan, rengimizden, ırkımızdan, cinsiyetimizden yahut dünyaya geldiğimiz asırdan sorguya çekilmeyeceğiz.

İşte soru sahibi bu iki fiili bir sayma gafleti içinde. Gelelim asıl büyük hataya: Adam, yaptığı bütün müspet işlere sahip çıkıyor, “ben yaptım, ben kazandım” diye göğsünü gere gere anlatıyor bunları... Ama, sıra işlediği günahlara, yaptığı hatalara, ettiği zulümlere gelince kadere yapışıyor: Kaderimde bu varmış, diye işin içinden çıkmaya çalışıyor. Evine giren hırsızı mahkemeye verirken kaderi unutuyor.

“Bu adam” diyor, “Benim evime girdi, şuyumu çaldı, buyumu gasp etti.” Hırsızın: “Ben masumum. Benim kaderimde soymak, bu zatın kaderinde de soyulmak varmış.” şeklindeki müdafaasına kızıyor, köpürüyor, çıldıracak hâle geliyor!.. Ama, sıra kendi işlediği günahlara gelince, utanmadan ve sıkılmadan o hırsızın müdafaasına sarılabiliyor!..

Böyle birisiyle, kader konusunu ciddî mânâda konuşmak mümkün mü? Gerçek şu: Biz her türlü işimizde, fiilimizde kaderin mahkûmu değiliz. İhtiyarî fiillerde, yani kendi irademizle yaptığımız işlerde serbest bırakılmışız. Bunu vicdanen biliyoruz. Bu fiillerde isteyen biziz, yaratan ise Cenâb-ı hak...

Zaten dünyaya imtihan için gönderilmiş olmamız da bunu gerektirmiyor mu? İmtihana giren bir aday dilediği salonda imtihan olamaz. İmtihanı istediği saatte başlatamaz ve sona erdiremez. Soruların puanlamasını kendi tayin edemez. Bütün bunlar, onu imtihan eden kimsenin tayini ve tespiti iledir. Fakat, imtihan başladıktan sonra, cevapları dilediği gibi verir. İmtihan süresince kendisine müdahale edilmez. Aksi hâlde buna imtihan denmez.

Şimdi, şu sorunun cevabını arayalım: İnsanlar bu dünyada kendi amel defterlerini diledikleri gibi doldurmuyorlar mı? İlâhî emir ve yasaklara uyup uymama konusunda serbest değiller mi? O hâlde, bu adamlar neyin davasını görüyorlar?!.. Bir yandan, işledikleri günahların sorumluluğundan kurtulmak için iradelerini inkâra kalkışıyor; diğer yandan, meselâ, pencerelerini taşlayan ve Allahın sorumlu bile tutmadığı, küçük bir çocuğu dövmekten de geri durmuyorlar. Bu sahne onları sorumlu kılmaya ve utandırmaya yetmiyor mu?

Bu soruyu soranlardan bazılarının Türkçe bilmediğinden söz etmiştik. Geliniz bu soruyu dilbilgisi yönünden inceleyelim: “Mâdem Cenâb-ı Hak, ezelî ilmiyle benim ne yapacağımı biliyor, öyleyse benim kabahatim ne?”

Bu cümlede iki tane fiil geçiyor: biri, “yapmak”, diğeri “bilmek”. Yapmak fiilinin öznesi: ben. Bilmek fiilinin öznesi: Cenâb-ı Hak. Yâni soru sahibi, “Ben yapıyorum, Allah da biliyor.” diyor. Ve sonra bize soruyor: Benim kabahatim ne? Ona nazikane şu cevabı veriyoruz: “Senin kabahatin o işi yapmak.”

••• Bu konuda Nur Risalelerinden Sözler adlı eserde şu tespit yapılır: “Kader, ilim nevindendir. İlim, malûma tâbidir. Yani nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa malûm, ilme tâbi değil.” İlim, “bilmek” ya da “bilgi” mânâsına geliyor. Malûm, “bilinen”, âlim ise “bilen”, yahut “bilgin”. Bu kaideyi bir misâl ile açıklamaya çalışalım. Meselâ, ben bir gencin fen fakültesinde okuduğunu bilmiş olayım. Bu bilgim ilimdir. Malûm ise, o gencin o fakültede öğrenci olduğu. İşte, benim ilmim bu malûma tâbidir. Yani o genç fen fakültesinde okuduğu için, ben de onu öylece bilirim.

Misâller çoğaltılabilir.

“Madem Cenâb-ı Hak benim ne yapacağımı biliyor,” denilmekle, Allahın âlim olduğu, soru sahibinin ise, o fiili yapacağı peşinen kabul edilmiştir. İşte o adamın, söz konusu fiili işlemesi malûm, Allahın, bunu ezelî ilmiyle bilmesi ise ilimdir. Ve bu ilim, malûma tâbidir.

Yukarıda, Sözlerden naklettiğimiz cümlelerin devamında da şöyle buyurulur: “Yani ilim desâtiri; malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinat eder.”

Bilindiği gibi, bir şeyi, bir hâdiseyi yahut bir fiili bilmek, onun fâili olmak için yeterli değildir. Bir misâl: Konuşmayı herkes bilir. Ama, bir insan bu işe teşebbüs etmedikçe ve konuşma fiilini işlemedikçe onun konuştuğundan söz edebilir miyiz?

Bir başka misâl: Allah Resulü (a.s.m.) İstanbulun fethini müjdelemiştir. Ama, “fetih” fiilini sultan Mehmet işlediği için “fatih” unvanını o padişaha veririz. İstanbulu, peygamber Efendimizin(a.s.m.) fethettiği gibi bir iddiada bulunmayız.

Demek ki, fâil olmak için fiili bilmek yetmiyor. Onu irade etmek, bizzat teşebbüs etmek ve işlemek gerekiyor. İşte Allah, insanın bütün amellerini, bütün fiillerini bilir. Ama, iradesini ve kuvvetini sarf ederek o işi yapan insandır ve her türlü sorumluluk da ona aittir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi; kul, kendi cüzi iradesini, -hayır olsun, şer olsun- hangi işe sarf ederse, Cenâb-ı Hak onu yaratır. İstemek kuldan, yaratmak Allahtandır. Fakat, bütün fiilleri Allahın yaratması, insanı sorumluluktan kurtarmaz... İnsana kuvvet ihsan eden, her türlü imkânı bağışlayan Allahtır. Kul bu imkânı, bu kuvveti onun rızasına aykırı olarak kullanırsa elbette sorumlu olur, suçlu olur.

Şöyle bir düşünelim: Bir emniyet mensubu, yetkisini ve silâhını kötüye kullanarak birisini haksız yere vursa, devlete mi katil denilecektir, yoksa o görevliye mi? Şüphesiz, katil o görevlidir!.. Şimdi bu görevli, “Ben o suçu devletin imkânlarıyla işledim. Ne kendi silâhımı kullandım, ne de kendi mermimi.” şeklinde bir özür beyan edebilir mi?

Not: Arkadaşlar Sorularınızı yalnızca bu bölüme yazınız..
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Cucu yazdı:Denilir ki insanlık Nuh'un 3 oğlu tarafından devam etmiştir.Sam, Ham, Yates.
Ham afrikalı vs Yates türk kafkas moğol vs sam ibraniler soyunu yaratmış,
Hz.İbrahim Sam soyundan yani ibranilerden onun da ibranili karısından bir oğlu ishak mısırli cariyesi hacer den de diğer oğlu ismail doğmuş.
İshakın oğullarından Hz.Davud, torunu Hz.süleyman, Hz.Musa, Hz.isa
doğmuş bunlar kardeş çocukları
İsmailin soyundan da Hz.Muhammed doğmuş.
Benim merak ettiğim baba bir, anne ayrı olsada hepsi aynı kandan.
o zaman bu din kavgası niye?
sonra düşünüyorum neden 4 kitap ve neden sadece ibraniler soyuna gelmiş.
Dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanlarada neden kitap gelmemiş.
Evren yaratılalı yaklaşık 15 milyar yıl geçmiş, dünya yaratılalı ise 4 milyar 600 sene
geçmiş. yaşam 35 milyon yıl önce dünyada var olmuş.
O zamandan bu zamana kusursuz bir yaradan eliyle yaratılan bu evren ve dünya
hiç değişmeden aynen devam ediyorda neden MÖ 300-500 de ortaya çıkan 4 farklı kitap var. Bu, yaradana karşı sil baştan yapmış diyerek yetersiz mi demek oluyor.
Kutsal kitapları farklı değerlendirerek amacını unutmuş olabilirmiyiz yoksa.


Peygamberler, Kuran-ı Kerimde ismi zikredilen 25 zattan ibaret değildir. Bir hadisin işaretine göre 124 bin peygamber gelmiştir. Bunların bir kısmına müstakil kitap verildiği gibi, bir evvelkinin kitabıyla amel edenler de olmuştur. Nitekim Musa aleyhisselamın kitabıyla Harun aleyhisselam da amel etmiştir. İsa aleyhisselamın kitabıyla Yahya ve Zekeriya aleyhimüsselamların da amel ettikleri gibi.

Bizim bilmemiz ve inanmamız gereken şudur: İlk peygamber Adem aleyhisselam, son peygamber de hazret-i Muhammed aleyhisselamdır. Bu iki peygamber arasında sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok peygamber gelip geçmiştir. Biz, Allah tarafından tavzif edilen peygamberlerin hepsine de inanıp, iman ediyoruz. İsimlerini bilmesek, muhitlerini tanımasak da onlar Allahın tavzif ettiği peygamberlerdir...

Cucu cevaptan da anlaşılacağı gibi sadece 4 kitap yoktur hepsi İslam olarak vahyolunduğu halde zaman içinde diğer kitaplar değiştirilmiştir.. Sadece Kuran ı Kerim harfine dokunulmadan Allah ın izniyle aynen kalmıştır ... Diğer kitaplarda bozulmadan kalan ayetler olmakla birlikte hepsinin hükmü son ve hak dinimiz ile kaldırılmıştır .

Maide 3 "İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim. "

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran:19)
buyurmuş Allah cc.


[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Cucu
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 470
Kayıt: 15-04-2005 01:07
Konum: bir bilsem...

Mesaj gönderen Cucu »

commando demişki 124 bin peygamber gelmiş bunların bir kısmına kitap verilmiş
yaşam bu 3 soydan türemiş ise ki kitaplar bunu söyler ham ve yates soyundan peygamberler ve kitapları varmı duymamış olabilirim.
bildiğim tüm peygamberler ve kitapları sam soyundan çünkü Hz.İbrahim
ile başlar Hz.Muhammed ile biter. Öncesi Nuh' dur öncesi Şit dir öncesi Ademdir.
Yer demir Gök bakır ee ortası....
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

XVIII. yüzyıl so­nunda ise Blumenbach, kafatası özellikleri hakkında yeni tezler ileri sürüyor, kafatasını tiplere ayırıyor ve insanlığı da beş ırk halinde ele alıyordu. Blumenbach'ın XIX. yüzyıl antropolojisini çok meşgul eden sınıflamasına göre, insan ırkları şunlardı : Kaf­kas ırkı; Moğollar; Habeşler; Amerikalılar; Malaylar7
Ham ve Yates soyları bunlardan hangisine giriyor bilmiyorum ama cucu F.Gülen in bir soruya verdiği cevapta dünyanın en ücra köşelerinde yerlilerin yaşantılarını inceleyenler mutlaka bir dini inançları olduğunu ve kendilerinden üstün görünmeyen bir varlığa tapındıklarını görmüşler. Buda demek oluyorki mutlaka zamanın birinde bu insanlara Allah ın var olduğunu fısıldayan peygamberleri olmuş ki secde ediyorlar kurban kesiyorlar çok küçük kırıntılar da olsa gercek dinden kalan birşeyleri yaşıyorlar..

Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez.Ve Biz,bir resûl göndermedikçe “azap edici” olmadık. (İSRA - 15)

Açıklama :Kavim resulleri bütün kavimlere ve bütün zaman parçalarında ardarda gönderilmektedir. Peygamberlerin (nebilerin) aralarında ise fetret devirleri (Peygambersiz devirler) var olduğuna göre bütün resullerin Peygamber olması mümkün değildir. Peygamberlerin yaşadığı devirlerde de, mevcut olmadığı devirlerde de bütün kavimlerde resuller hep var olmuştur. Kıyamete kadar hiç Peygamber gelmeyecektir ama bütün kavimlerde resuller hep mevcut olacaktır.

Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular. (En'am 130)

Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, hikmet sahibidir. (İbrahim 4)
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
salimcan22200
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 1100
Kayıt: 20-06-2005 22:58
Konum: edirne
İletişim:

Mesaj gönderen salimcan22200 »

abi bu konuda ne diyebilirim ki beni aşar ama yinede yazılanları okumayı sürdüreceğim
Did My Time
Kullanıcı avatarı
Cucu
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 470
Kayıt: 15-04-2005 01:07
Konum: bir bilsem...

Mesaj gönderen Cucu »

bir yaradan olduğunu kimse inkar etmemeli bence bu mükemmeliyet nasıl izah olunur bir yerlerde tüm evreni kuran gözeten biri var elbet
ilahi adalet başka nasıl işler.Yinede bi şeyler eksik mi acaba anlatılanlarda
İnsanlara baktığımda japonlarla norveçlilerin aynı ırktan gelmediği ayan beyan meydanda eminim dediğin gibidir 3 4 5 ırk farketmez.
ona bakarsan kızılderililer ve aborjin yerlileri ilk ilkel insan ırkı olarak
yazılıyor bazı yerlerde. denilene göre onlar kaba ırkmış, Nuh dan sonra
yeni ırk gelmiş.
bu kadar çok peygember bu kadar çok kitap çok fark demek değilmi
nasıl özüne ineceğiz ki
Yer demir Gök bakır ee ortası....
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

İslamiyet, bütün mevcudatın sahip ve yaratıcısı olan Yüce Allah’ın, alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed (a.s.m.)’e vahiy ile bildirdiği ve kendisine kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i indirdiği semavi ve en ekmel bir dindir. Çünkü, Kur’an-ı Kerim Allah’ın en son kitabı, Hz. Muhammed (a.s.m.) de en son elçisidir.

Kur’an’ın lisanında ve Müslüman’ların geleneğinde “İslam” ve “Tevhid” sözcükleri aynı anlama gelmektedir. Bunun içindir ki İslam, yalnız Muhammed ümmetinin dini değil, bütün peygamberlerin davası olan ilahi bir dindir. Nitekim, Kur’an-ı Kerimde : “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya’kub da : Oğullarım ! Allah sizin için bu dini(İslam’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz(dedi)”(Bakara Sûresi, 2 / 132) ayeti bu hakikatı teyid etmektedir.
Kur’an-ı Kerim ilim ehline ve akıl ve marifet sahiplerine din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor, bazı din ve mezhepler gibi aklı azletmiyor, tefekkür ehlini susturmuyor, körü körüne taklit istemiyor, insanları derin ve ince düşünmeye sevk ediyor. Bütün İlahi dinlerin tahrif olmadan önceki halleri, Özü, sözü, sonu.. İSLAM...





[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

IWAS yazdı:Bir de şu var. Mesela kur'an cebrail ile indir deniliyor. Ve inen ayetler yani o görmüş olduğumuz kalın kitap'ı (kur'an) isimlerini unuttum da normal insanlar ezberliyordu. Ne biliyorsunuz inanmayan biri geldi de orda onu farklı şekilde ezberledi, yada unuttu uydurdu orayı. Upgrade etme şansımız yok heralde değil mi kitabı?

Bence bu da dikkat edilmesi bir konu. Çünkü o zaman inanan insanların sayısı çok azdı bu kur'an da değil tarihi kitaplarda da yazıyor.


Cevap: Bilindiği gibi kelimeler manalara, edebî sanatlara zarf olurlar. Esas olan manadır, sanattır. Hepimiz Türkçe bildiğimiz halde kendi öz dilimizle yazılmış bir edebî şaheserin mislini niçin getiremiyoruz. Demek ki, hüner kelimelerde değil onu çok iyi kullanan ediplerin ilminde, sanatındadır. Arapça’nın Kur’an hakikatlerinin ifadesinde müstesna bir özelliği vardır. Özelikle kalp ve his alemine ait kelimeler onda çok zengindir.

Bununla birlikte hiçbir Arap edibi de kurana misil getirememiştir. Zira, Kur’anda Arapça’nın çok ötesinde bir kutsiyet vardır. Taklit edilemeyen, işte o kutsiyettir. Bu ise, Kur’anın Allah kelamı olmasında saklıdır. Belağat ilminin dahileri bu manayı çok iyi kavramışlar, bundan da öte tatmışlar, zevk etmişlerdir. Biz ise aynı manayı Allah’ın bir diğer kitabı olan Kâinat kitabından misaller getirmekle bir derece anlayabiliyoruz.

Elementler birer harf kabul edilirse, bu elementlerden insanlar bir takım eserler yaparlar. Allah ise aynı elementlerden insan yapar, hayvan yapar, ağaç yapar. İşte burada elementler ötesi bir ilahi sanat, bir ilahi kudret ve irade söz konusudur. İşte taklit edilemeyen de budur.

Kurânın Korunmasında Üçlü Metot


Kurân-ı Kerîm, başlangıçtan itibaren üçlü bir metodla korunma altına alınmıştır: Yazı, ezber ve kontrol.

1. Yazı: Resulullah (Aleyhisselâtü vesselâm), yukarıda belirtilen ilk uyarılar ve tecrübelerden sonra vahyin mekanizması hakkında yeterli bilgi edinmişti. Vahyin geleceği anı önceden hissediyordu ve bir katip çağırtarak vahyi yazdırıyordu. Mekke döneminde bu hizmeti daha çok Abdullah İbnu Sad İbni Ebî Sarh (radıyallahu anh) veriyordu. (1) Medine hayatında devreye önce Ubeyy İbn Kâb, sonra da Zeyd ibnu Sâbit radıyallahu anh girdi. Zeyd, bu işte el-Kâtib unvanını alacak kadar çok hizmet verdi ise de onun bulunmadığı durumlarda başkaları da vahiy yazma hizmeti vermiştir. (2)

Hemen belirtmekte fayda var: Vahyin gelişinde bir periyot ve önceden bilinen bir takvim, bir program yoktu. Bu sebeple Aleyhissalâtü vesselâm her an hazırlıklı ve tedbirli idi: Risalet hayatının en dağdağalı, en sıkıntılı safhası olan hicret esnasında bile katiplik yapacak biriyle (Hz. Ebu Bekir) beraber olmayı ve yanında yazı malzemesi bulundurmayı(3) ihmal etmemişti. Askerî seferlerinde, hatta askerlere verdiği istirahat anında bile kâtibiyle beraber oluyordu. (4)

Zeyd İbnu Sabitın (radıyallahu anh) şu açıklaması bir vahiy yazdırma hâdisesinin nasıl cereyan ettiğini gösterir: “Ben, Resulullah (aleyhissalâtü vesselâm) için vahiy yazardım. Ona vahiy indiği zaman üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, O imlâ ettirir ben de, beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Bu işten çıktığım zaman, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kurânın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini, artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: “Oku!” derdi. Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Sonra ben bunu halka götürürdüm.” (5)

Bu rivâyetten anlaşılan şu ki: Yazılan ilk nüsha Aleyhissalâtü vesselâmın yanında, hususî bir arşivde saklanmıyor, bundan, başka yazılı nüshalar çoğaltılmak ve ezberlenmek üzere, Zeyd İbn Sâbit beraberinde götürüyordu.

Bu durumdan hatıra gelebilecek: “Resulullahın gıyabında yapılacak bu çoğaltma sırasında bazı hataların araya girebileceği…” gibi menfi ihtimalleri, “ezber” ve “kontrol” sistemlerinin bertaraf edeceğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Zeyd İbn Sâbit (radıyallahu anh) vahiy konusunda çok hassas ve bizzat Hz. Ebu Bekirin beyanıyla son derece güvenilen birisidir.

2. Kurânın Ezberlenmesi
Kurânın vahiy kâtiplerince yazılan bu ilk nüshalarından çoğaltılıp ezberlendiği anlaşılmaktadır. Ve Kurân sûrelerini, Ashabın zaman geçmeden ezberlemesi söz konusudur. Çünkü vahiyler günde en az beş kere kılınan namazlarda okunuyordu. Ancak herkesin her gelen vahyi ezberlediği söylenemez. Bununla birlikte, bir çoklarının her gelen vahyi ezberlediği, çeşitli tarîklerden gelen rivâyetlerle sabittir. Az ileride ilk Kurân hâfızlarının isimleri ve sayılarıyla ilgili bazı açıklamalar sunacağız.

3. Kontrol (veya Arza)
Hz. Peygamber, yazma ve ezberleme sırasında, kasıtsız olarak bir kısım hataların yapılabileceğinin şuurundadır. Nasıl olmasın ki, insanın bir şey yazarken farkında olmadan bazı ilave ve atlamalar şeklinde hatalar yaptığı gibi, çok iyi ezberlediği bir şeyi, zamanla unutabileceği veya elinde olmayan ilaveler, eksiltmeler, ve hatta kelimelerde değiştirmeler yapabileceği de inkar edilemeyen beşeri bir zaaftır.

Şu halde vahyin asliyetini korumada en çıkarlı yol, ne ezbere ne de yazıya fazla güvenmeyip, yazıyı ezberle, ezberi de yazıyla kontrol etmektir. İşte Resulullahın buna baş vurduğunu görmekteyiz: Kurân tarihinde arza denen hâdisenin maksadı budur: Her Ramazanda, o Ramazana kadar gelen bütün Kurân vahiylerini Resulullah önce Hz. Cebrâile mukabele ettikten sonra, Mescid-i Nebevîde halkın huzurunda okuyarak, herkesin, ellerindeki yazılı nüshaları ve ezberlerini kontrolden ve tashihten geçirmelerine imkan vermiştir. Ve bu kontrol (arza) hadisesi Aleyhisselâtü vesselâmın hayatının son yılında iki kere yapılmıştır ki buna arza-i ahîre denir.

Arza-i ahîre, Kurân-ı Kerîmin asliyeti üzere kitaplaşmasında ve dolayısıyla bütünlüğünün korunmasında son derece önemli bir hadisedir. Çünkü bir kısım rivâyetler, Hz. Ebu Bekirin hilâfeti sırasında, Kurânın cem edilmesi çalışmalarında, arza-i ahîrede kontrolden geçen iki yazılı nüshanın esas alındığını göstermektedir ki, bu hususa ileride tekrar döneceğiz.

Kaynaklar:
1-İbn Hacer, Şihâbud-Dîn Ebul-Fazl Ahmed, el-Askalânî (v.852 h.), Fethul-Bâri, Mısır, 1959, 10/397.
2-İbn Hacer, Fethul-Bâri, 10/396–397, Heysemi, Nurud-Dîn Ali İbnu Ebi Bekr (v.807 h.), Mecmauz-Zevâid, Beyrut, 1967, 1/153.
3-İbnul-Esir,İzzeddîn Ebul-Hasen Ali İbnu Muhammed (v.630 h.),Üsdül-Gâbe,Kahire, 1970, 2, 332; İbn Hişâm, Ebu Muhammed, Abdul-Melik (v.218 h.), es- Sîre, Mısır 1955,1–2, 439.
4-Ahmed İbnu Hanbel (v.241 h.), Müsnedu Ahmed, 1313 Kahire baskısından ofset, 5/33;4, 109; İbn Hacer, el-İsâbe,fi Temyizis-Sahâbe,, Kahire, 1324, 1/442, Heysemî, a.g.e., 7/225.
5-Heysemi, a.g.e.,1/152.


Prof. Dr. İbrahim CANAN
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
IWAS
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 1961
Kayıt: 27-07-2004 15:27
Konum: Tekirdağ

Mesaj gönderen IWAS »

umduğum cevabı bulamadım commando üzgünüm benim için yeterli değil.. Ama gene de araştırman için teşekkürler.
Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek...
Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek...
Diyorsanız ki, okumasın
Kadınımız, kızımız;
Budur bizim alın yazımız...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir