Bu sancılı soluklar kaldı geriye,
Kamışlıkta inleyen acı bir rüzgar gibi..
Sırı erken dökülmüş aynalar tanımlar bakışımı,
Sular mı çekildi..?
Anlamı ne bu kum sonsuzunun..
Belki dalgalarda nabız vururdu yaşamanın ahengi..
Fırtınaların bile şimdi bildim kıymetini.
Issızlığa terk edilen bir kayık gibi,
Unuttum..
Nasıldı denizin rengi..?
Unuttum,nasıldı umut..?
Belki bir ikindi günüydü,
Ölümünü bekleyen dam dibindeki ihtiyarın yüzünde,
Karlı zirvelerle tanımladılar ki onu ;
Ki onu kovalamaklara yaşamak dendi..
Aşılmaz duvar oldu uzaklığının pusu,
Kirli ve yalınayak çocukların,
Kahrolan gülüşlerinde yakaladılar..
Ve her seferinde on beşine varmadan işledi ilk cinayetini..
Gecenin karanlığında söndü mumu,
Ve yıldızlar kadar ırak,titrek,imkansız..
Oysa koyun koyuna uyunmalıydı kardeş ve sevgili gibi..
Bilmedim nasıldı umudun kokusu..
Kendimin celladı oldum her şafak sökümünde..
Gördüm ki hepimiz katiliz haksızlığa sustukça..
Aşk diye piyasaya sürülen her cendere,
Son kalan insan yanlarını yağmalarken coşkuların..
Gördüm ki ilanı aşklarla başlar aşkın ölümü,
Ve herkes birbirini yiyor,neon ışıklı evlerde..
Su nasıl vuruyorsa kıyıya cesetleri,
Gül bülbülü unutuyor kuruduğu yerde..
Ve hep sordum kendime ;
Hep sordum..
Su nasıl yıkar kendini..?