Buralarda mevsim bahar, söylesene yâr!
Senin yüreğinde hangi mevsimin çiçekleri açar?
Buralar sensiz bana dar, dilim sanki olmuş bir lâl…
Hadi ağlayın içimdeki çocuklar, belki o zaman
Yüreğimde ki bu sevginin renkleri akar.
Saatimin pimi avuçlarıma düşerken,
Asılıyorsun kirpik uçlarımdan dudaklarıma.
Alacakaranlıklar çevrelerken etrafımı,
Sen çıkarak karşıma aydınlatıyorsun her bir yanı…
Gözlerinin ucuyla “ üzgünüm, dönmeliyim” de
Dedikten sonra gidiyorsun, kararlıca…
Ve yine karanlıklara mahkûm olan ben,
Aydınlığı yanında götüren sen…
Hangi şehrin bozgununa uğradım ki şimdi ben?
Böylesine acımaksızın yüreğimi talan etti.
İstanbul kıyamazdı bana, bense sana…
Sen İstanbul şehrinden olamazsın,
Olsaydın eğer;
İstanbul, beni bu denli üzmene izin vermezdi.
Söylesene yâr!
Sen hangi şehrin tohumundansın?
Atık sevdalara imrenirken buldum seni,
Zaten sevdamızı da atığa çeviren
Sen değil miydin ki?
Kanıksanmış şehrimin asileşen yanlısı oldum
Yalatırken gözlerimi aynalara…
Binlerce kez yalatsam da fayda etmez
Suretini bulmaya, yoksun…
Silinmiş ya suretin bir kere,
İstesen de var olamazsın.
Küçük bir kız çocuğu gibi salına salına yürümek
Ve saçlarımı rüzgârlarla arkadaş etmek isterdim.
Şimdi saklambaç oyunlarından çıksam...
Usulca arkanda belirginleşsem, sonra
Dayandığın duvara elimi dayayarak “Sobe” desem.
Çok merak ediyorum da, o an
Tebessümün olur muyum acaba dudaklarında?
Hadi öyleyse, her şeyi geri de bırakarak
Çocuklaşırcasına sobe oyunu oynamaya…