İsrail GAP'ı Gapıyor mu?

Tüylerimizi ürpertecek yazılar, gerçekte yaşanmış korkunç olaylar, Efsaneler, Metafizik, Komplo Teorileri, Parapsikoloji.
Cevapla
mavizeybek
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 50
Kayıt: 27-08-2006 14:30
Konum: okimato
İletişim:

İsrail GAP'ı Gapıyor mu?

Mesaj gönderen mavizeybek »

GAP'TA AKBABALAR UÇUŞUYOR

Yahudilerin arz-i mev'hum (ya da onların deyişiyle 'arz-ı mev'ud) üzerinde devlet kurma çalışmalarını 20. Yüzyılın başlarında hızlandırmaları İngilizler başta olmak üzere büyük devletlerin himayesinde olmuştur. Bu hedefin tahakkuku için Siyonist teşkilatlar kurup zengin gelir kaynakları temin ettiler. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması için çalışıyordu. Yahudiler, 1870 senesinden itibaren Filistin toprakları üzerinde ziraî yerleşme merkezleri oluşturmaya başladılar. Daha çabuk ve kesin bir yerleşme yapabilmek için Herzl, Sultan Abdülhamid'le görüştü ve ondan Filistin'de bir cumhuriyet kurmak için izin istedi. Buna karşılık Osmanlı Devletinin bütün borçlarını ödeyeceklerini bildirdi. Bu isteğe karşı Abdülhamid Han, tarihe altın harflerle geçecek şu cevabı verdi: "Ben, bir karış dahî olsa toprak satmam. Zîra bu vatan bana değil, milletime âittir. Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldâr kılmıştır!"

Herzl, Osmanlı'nin sözde dostu Alman İmparatoru Kaiser 2. Wilhelm'den de özel olarak destek görmüştür. Kaiser, Herzl'e 'Büyük müttefikim Sultan Abdülhamid Han'ın Filistin üzerindeki hükümranlik hakkına riayet etmeniz şartıyla benim yardımlarıma güvenebilirsiniz' demiştir. (Bkz. N.N.Tepedelenlioglu, 'Ilan-i Hürriyet ve 2.Abdülhamid Han, s. 57, 1960, Yeni Çigir Kitabevi). Ne hikmetse, Alman subaylar da benzer bir şekilde düşünüyor olmalılar ki, Osmanlı subaylarıyla güya omuz omuza İngilizlere karşı Filistin'de 'savaşırken', General Allenby'nin Kudüs'ü 'fethettiği' haberi geldiğinde sevinmişlerdir.

2. Abdülhamid'in, başkâtip Tahsin Paşa'ya Theodor Herzl'i savuşturduktan sonra söylediği, 'Göreceksin, beni bu adam devirecek, eğer o deviremezse beni kimse deviremez!' sözleri çok geçmeden İttihatçılar ve Emmanuel Karaso eliyle gerçekleşirilmiştir.

Kurulan İttihatçi hükümet, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dair kanun çikarttı. Yahudiler geniş topraklar alarak üzerlerine tapuladılar. Sultan Abdülhamid Han'ın şahsi arazisi gizli bir intikam duygusu ile ihaneten ve kelepir fiyatına Yahudilere satıldı.

Herzl, 1897 yılında Basel'de yapılan Siyonist Kongre'de; 'Kuzey sınırlarımız Fırat'a kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na (Nil nehri). Sloganımız, David ve Solomon'un Filistini olacaktır' diyordu.

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, 'Musul-Kerkük Dosyası' kitabında bugün GAP bölgesi içinde kalan topraklarla ilgili projeyi şu ifadelerle değerlendiriyordu:
"Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Almanya da Berlin-Bağdat demiryolu projesi ile Musul üzerinde tasarruflarda bulunmak istemişti. Bölgede petrol bulunmasından sonra İttihat Terakki Cemiyeti içinde Riza Tevfik ve Dr. Nazım Beyler gibi üyeler ekonomik potansiyeli olan bu bölgeye Musevi göçmenler yerleştirmeyi düşünmüşlerdir. Bu takdirde Filistin'i İmparatorluktan koparmaya azmetmiş Siyonistlerin Osmanlı Musevileri üzerindeki nüfuzu azalmış olacaktı. Çünkü İttihatçılar Musevilere yurt diye Musul'u sunmaktaydılar. Bu alış-verişten Osmanlılar da kârlı olacaktı. İttihatçılar Osmanlı azınlıkları içinde en fazla Musevilerin devlete sadık olduklarını düşünüyorlardı. Musul'a yerleştirilmeleri ile buraya hem ekonomik canlılık getirecek hem de yabanci güçlere bilhassa İngilizlere karşı da bir nevi set oluşturacaklardı."( s.167)

Öke'nin oldukça 'iyi niyetle' aktardıığı bu tarz göç projelerinin uygulanmak istendiği dönemde daha sonra tavizsiz Türkçülüğün ve Kemalizm'in babası olacak olan Yahudi Moiz Kohen (Tekin Alp), İstanbul Yahudilerini temsilen 1909 yılındaki 9. Siyonist Kongresi'nde Osmanlı ülkesine (Filistin ve Güneydoğu Anadolu bölgesine) yönelik göçle ve yapılması gerekenlerle ilgili şöyle konuşuyordu:
'Gerçekten de dağınık bir göç bir çok sakıncaları beraberinde getirebilir; en önemlisi de, anti-Siyonizmin ortaya çıkması olasılığıdır. Eğer gerçekten bu göçü istiyorsak, şimdiye kadar Filistin'de uyguladığımiz kolonileştirme sistemini devam ettirip geliştirebiliriz. Ülkemizde, geniş ve verimli sayısız bölge vardır. Buralarda çevreleri Yahudi köyleriyle çevrili kentler kurulabilir. Böyle bir yerleşim düzeninde anti-Siyonizm yaşam şansı bulamayacaktır, çünkü bu bölgelerde yalnızca Sami ırkından gelenler yaşayacaktır. Dolayısıyla hiç kimse Yahudilerin zenginliğini kıskanamayacağı gibi onların gelişmesinden de zarar görmeyecektir. Aksine onların çalışkanlığına hayran olacaklar ve onları örnek alarak onlardan yararlanmaya çalışacaklardır. İşsiz topraklarda birden bire modern uygarlığın araçlarıyla donatılmış kentlerin ve onun gerektirdiği yaşamın yükselmeye başladığını gören Osmanlı mülkünün dostları, bu çalışkan komşularını kutlayacaklar ve bu yükseliş onlara ilerlemenin hırsını verecek ve yolunu gösterecektir.' (Rifat Bali, Musa'nın evlatları, Cumhuriyetin Yurttaşları, İletişim Yay., İstanbul, 2001, sahife: 73-74)

Yine aynı kitabın 75. sayfasından, Santo Semo adlı bir Bulgar Yahudisi mühendisin 'Mezopotamya' konusunda yaptığı bir konuşmadan Selanikli İttihat ve Terakki yöneticilerinin 'son derece' rahatsız olduğunu öğreniyoruz. Santo Semo, Osmanlı hükümetinin Irak'ta tesis etmeyi planladığı bir sulama projesi için davet edilen İngiliz mühendislik heyetinde yer alıyormuş. (Rifat Bali, Musa'nın evlatları, Cumhuriyetin Yurttaşları, İletişim Yay. 75)

Doç. Dr. Ramazan Özey, Altınoluk dergisinin Ağustos 1997 tarihli sayısındaki yazısında İsrail'in kuruluş felsefesini şu şekilde özetliyordu:
'Filistin'de, toprak satın almak için kurulan bir baska teşkilat ise, 1882'de kurulan PICA'dır. (Palestine Jewish Colonisation Association, Filistin Yahudi Kolonizasyonu Birliği). PICA, Baron Edmond de Rothschild'in ve diğer Yahudi zenginlerinin sağladığı maddi desteklerle, Filistin'de sürekli toprak satın aldı. 1920'ye gelindiğinde, Yahudi örgütlerinin elinde bulunan toprak parçası 65.000 hektarı bulmuştur. Toprak alımı, zor şartlar taşımasına rağmen, o kadar hızlı gerçekleşti ki, 1946'da, Yahudilerin elinde bulunan arazi varlığı 162.486 hektarı bulmuştu. Bu arazilerin tamamına yakını, Filistin topraklarının en verimli bölgelerini ( Esdrelon ovası, Taberiye gölünün kıyıları ve Hayfa çevresi) oluşturuyor ve Filistin Tarım alanlarının % 40'ını teşkil ediyordu. Yani, Yahudi Devleti'nin kurulması, toprak mülkiyeti olarak gerçeklesmiş, sadece resmen tanınması için siyasi zemin gerekiyordu.'

FERRUH SEZGİN NE DİYOR?

Ferruh Sezgin'in Yeni Hayat dergisinin 45. Sayısında, 1998 yılında yayınlanan makalesinde ise toprak meselesi ve Güneydoğu'ya İsrail'in aşırı ilgisiyle ilgili ilginç bilgiler veriliyordu:

'Arthur Hailey'in "Ekabir" adlı romanı (daha sonraları "Başbakan" adıyla da yayımlandı) siyasi-kurgu türünün klasikleri arasında kabul edilir. Kitaptaki olaylar, Soğuk Harp'in en civcivli yıllarında yavaş yavaş yaklaşan Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesi karşısında ABD ile Kanada'nın birleşmesi senaryosu üzerinde akar gider.
ABD'nin bu birleşmeden amacı; harp sırasında kendi toprakları nükleer kirlenmeye maruz kalacağından, Kanada'nın temiz kalacak uçsuz bucaksız ve bakır topraklarını harp sonrasında "yeni tarım üretim alanları" olarak kullanabilmektir. Benzetmek gibi olmasin ama, komşunun bahçesinden mal çalmak gibi bir şey. Kanadalılar, radyasyonsuz topraklarından elde edecekleri tertemiz ürünleri satıp zenginleşmeyecekler, onun yerine Amerikalıları doyuracaklardır. Bu kadar akıllı olanlar sadece Amerikalılar mı?
Değil... Sözgelimi, İsrailliler de en az Amerikalılar kadar akıllı. Onların gözü de "başkalarinin çöplüğünde"; hem de bizim çöplükte. 1994 yılı başında, İsrail Cumhurbaşkanı Weizmann Türkiye'ye geldiğinde, bizim GAP'ı boş yere mi ziyaret etmişti? Hayır... Ülkesinin gelecekteki tarım alanları olarak tasarladıkları yerleri dünya gözüyle şöyle bir görebilmek için güneydoğu illerimize kadar uzanıvermişti. Milli ülküsü olan her devlet gibi İsrail'in politikaları da, resmen telaffuz edilmese bile gayet tabii ki, "sınırların genişletilmesi" üzerine kurulu olacaktır. Ne var ki, İsrail'in, gelişmiş askeri teknolojisi sayesinde siyasi-askeri hedeflerini ele geçirirse dahi, halihazir nüfus azlığı sebebiyle, ulasacağı coğrafyaları sürekli denetimi altinda bulundurabilmesi mümkün görünmüyor.
Sorunun çözümlenmesi teorik yönden kolay: Çare, "20 milyonluk bir İsrail'i gerçeklestirebilmek"; o zaman, bu (optimal miktar kabul edilen) nüfustan çıkacak askeri güç ile "Nil'den Fırat'a büyük ülke"yi baştan sona denetim altına almak kolaylaşacak. Ama, bunun uygulanabilmesi çok zor: Bu kadar nüfusu nasıl besleyecekler?
İsrailliler'in bunun kolayını da buldukları söyleniyor: İddia edilen, 20 milyonluk Yahudi nüfusunun ihtiyaçlarının "Türkiye'nin GAP'ıyla ve Türkiye'nin sularıyla karşılanması"nın planlanmış olduğu. Eh, günahları boyunlarına; ama iddialar doğruysa, komşunun gözü bizim çöplükte demektir.

BAŞBAKANLIK GENELGESİ!

Önümde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığının 26 Ekim 1994 tarihli bir genelgesi duruyor. Genelgede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun kendisine has yapısı gerekçe gösterilerek, bölgede -aynı yukarıdaki protokoldeki gibi- "toplu çiftlikler"in, "merkezi köyler"in ve "aile işletmeleri"nin kurulmaları öngörülüyor.
Gelin, perde arkasını biraz eşeleyelim: Bunları acaba kimler çalıştıracak; daha doğru bir ifadeyle, bunlar acaba kimlerin nezareti altında çalışacaklar?
Bu sorunun cevabı hazır... 1994 Ekim'inin son haftasında, Kanal-D'deki "azınlıklar" konulu Rüstem Batum Show'da Türkiye Musevi cemaati temsilcisi -yanılmıyorsam, cemaatin önde gelen isimlerinden Nesim Levi- "Türkiye'den İsrail'e göç etmiş Yahudi ailelerinden bir kısmının Türkiye'ye geri dönerek Urfa yöresine yerleşmekte olduklarından" söz etmişti. Bu haber, çok kısa bir süre sonra doğrulandı: GAP bölgesine sistematik biçimde, Yahudi nüfusu yerleştiriliyordu. Ardından, İsrail, elini veren Türkiye'nin kolunu da kapmaya başladı: Osmanlı yönetimi sırasında Filistin'de toprak kiralamak istemelerine benzer biçimde, günümüzde de GAP'ta kendi şirketlerine toprak tahsis edilmesini talep ettiler. Ancak, mevzuata takıldıklarından amaçlarına ulaşamadılar. Bu sefer, kendilerine müzahir olabilecek bazı tanınmış Türk holdinglerini paravan olarak kullanarak, "kiralama" veya "Türk şirketleriyle ortaklıklar kurma" gibi kanuna karşı hile yollarını zorlayarak amaçlarına ulaşmayı denediler. Bunda başarısız olduklarını ileri sürebilmek hayli zor; zira GAP üretime geçtiğinde hangi ülkeye hizmet edeceği daha bugünden tartışma konusu. Kısacası, bütün bunlar havada kalan iddialar değilse, komşunun gözü bizim çöplükte.

Çatışma gerçekten kaçınılmaz olacaksa, bundan galip çikabilmenin birinci şartı rakibi doğru tanımaktır. Aşağı satırlarda özetlenen "Ankara Belgesi" Yahudiler'in, menfaatleri için gerekli olanı hiçbir komplekse kapılmadan yapacak bir kıvraklığa sahip olduklarını gösteren karakteristik bir örnektir.

YAHUDİ VE NAZİ İTTİFAKI!

Bir "Yahudi-Nazi ittifakı"nın mümkün olabileceği hiç akla gelir mi?.. Bu, çok kişi nazarında, bir kıyamet belirtisi dahi olabilir. Fakat, gelin görün ki, Filistin'e yerlesmiş Yahudiler, hem de Avrupalı Yahudiler'in fırınlarda ve gaz odalarında yok edildikleri günlerde, Nazi Almanyası ile ittifak kurmayı "Siyonist menfaatler"in icabı olarak görmüşler ve bunun gerçekleştirilmesini de Berlin'e tereddütsüz teklif etmişlerdir. Schoenman'ın kitabında, İsrail'in eski başbakan ve dışişleri bakanlarından İzak Şamir'in, İrgun adlı meşhur Yahudi tedhis örgütü hesabına faaliyet gösterdiği dönemde -1941'de- Nazi yönetimine yapmış olduğu bir askeri anlaşma teklifinden de söz edilmektedir. Teklif, harp sonrasında, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği belgeleri arasında ele geçirildiği için "Ankara Belgesi" olarak isimlendirilmektedir. Ankara Belgesi'nde, İrgun, Üçüncü Reich'a şunları teklif etmektedir: "Yahudi asıllı kitlenin Avrupa'dan çikarılması, Yahudi sorununun çözümlenmesinin ön şartıdır. Bunun gerçekleşmesi ise bu kitlelerin anavatanları Filistin'e yerleştirilmelerine ve tarihi sınırları içinde bir Yahudi devletinin kurulmasına bağlıdır. İrgun, Alman Reich'i ile onun yetkilerinin Almanya'daki Siyonist faaliyetler ile Siyonist göç planları konusundaki iyi niyetlerinin bilincinde olarak şu görüşlere sahiptir: "
1- Alman düşüncesine uygun olarak kurulacak "Yeni Avrupa Düzeni" ile İrgun tarafından temsil olunan "Yahudi milli hedefleri" arasında asgari müşterekler bulunması mümkündür.
2- Yeni Almanya ile İbrani âlemi arasında bir işbirliği de mümkündür.
3- Milli ve totaliter temeller üzerine oturacak bir Yahudi devletinin Alman Reich'ıyla yapılacak anlaşma çerçevesinde kurulması, gelecekte, Orta Doğu'daki Alman menfaatleri için de gereklidir.
4-İrgun, Yahudi milli menfaatlerinin Alman Hükümeti tarafından tanınması şartıyla, halihazır savaş sırasında Almanya'nın yanında aktif olarak yer almayı teklif eder." Şamir kanalıyla yapılan teklifin tercümesi şu: İrgun, Ankara Belgesi ile, Yahudi devletinin kurulmasının desteklenmesi şartıyla "Naziler'in Avrupa Yahudileri'ni yok etmesinin unutulacağını" resmen beyan etmektedir. "Şeytanla ittifak" diye bir şey varsa, herhalde bundan baskası değildir.

Şeytanla ittifakın mimarı ve 1940'lı yılların İrgun teröristi İzak Şamir, İsrail Dışişleri Bakanı unvanını taşıdığı 1983'te Brüksel'de yaptığı bir basın toplantısında kendisine yöneltilen "Türkiye'deki Kürtçülük faaliyetlerine İsrail nasıl bakmaktadır?" sorusunu "Bu, kendi topraklarında bağımsız olmak isteyen bir halkın sorunudur... Kürt topraklarını işgal altında tutan ülkeler hiç söz dinlemediklerinden, söz konusu halk da amaçlarına ulaşamamaktadır" biçiminde cevaplandırarak, Türkiye'yi nasıl oluyorsa, kendi topraklarını işgal altında tutmakla" suçlamıştır. Türkiye'nin, İsrail'le daha yakın ilişkiler kurmaya zorlandığı şu günlerde, İsrail yetkililerini en çok sinirlendiren iki şeyden birincisi Şamir'in sözlerinin kendilerine hatırlatılmasıdır. İsraillileri sinirlendiren ikinci şey ise çok daha zor yenilir yutulur cinstendir: 1991 yılının İsrail Dışişleri bakanı David Levy, Amerikalılar'ın Kuzey Irak'a yaptığı gıda yardımlarını değerlendirirken, "ABD'nin Kürtler'e yiyecek yardımı yapmasının, olsa olsa, aç karnına değil tok karnına ölmelerine yarayacağını; ABD'nin Kürtler'e yiyecek yerine silah yardımı yapması gerektiğini" söylemiştir.

İsrail, Kürt devletinin kurulmasını Türkiye'ye kabul ettirme politikasını, gerisinde kendisinin bulunduğu bazı "illegal operasyonlar"la takviye etmeye başlamış da olabilir mi? Böyle olabileceği ve Türkiye'nin yeni bir tuzağa daha düşmek üzere olduğu, 1994 Mart ayı başlarında, Türkiye'nin "üst düzey bir yetkilisi" tarafından açıklandı. Söz konusu açıklamada sıralanan iddialar şunlar:

İsrail, teknolojisini ve uydu imkanlarını kullanarak Irak-Türkiye petrol boru hattının güvenliğini sağlamak için, Türkiye'den iki kere talepte bulunmuştur.
Türkiye İsrail'in ilk talebini reddetmiş, bunun üzerine boru hattı PKK tarafından kundaklanmaya başlanmıştır.
PKK'nın bu eylemlerinden sonra, İsrail talebini tekrarlamıştır. Bu arada PKK da eylemlerini devam ettireceğini ilan etmiş olduğundan, Türkiye'deki (zevahiri kurtarma peşinde olan) bazı yetkililer İsrail'in ikinci talebine sıcak bakmaya başlamışlardır.
Türkiye'deki (milli olma niteliğini koruyabilen) bazı çevrelere ve kurumlara göre ise İsrail'in talebi ile PKK'nin kundaklama eylemleri arasindaki ilişki "son derece manidar"dir.
Türkiye 1993-94'te terörün hızlı estiği dönemde kendi topraklarından geçen boru hattının güvenliğini İsrail'e emanet etme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Neyse ki, bir yandan boru hattından petrol sevkiyatının bir türlü başlayamaması, diğer yandan da TSK'nın PKK terörünü bir ölçüde denetim altına almış olması gibi etkenlerin yan yana gelmesi anlaşma ihtimalini suya düşürdü.

- BİR BAŞKA BELGE:
YAHUDİLER SİYASETLE İLGİLENMEZ Mİ?

Şimdi bir başka belge ile karşı karşıyayız. Hedefe kilitlenmiş Siyonistlerin nasıl ustalıkla taleplerini dile getirdiğini görüyoruz.
"Osmanlı Arşiv Belgelerinde Filistin Sorunu ve Siyonizm" merhum Ziya Uygur'un bir kitabının ismi. 92. sayfadaki 2. Abdülhamid'e dönemin önemli sîmâlarından Misel Nevlenski adlı bir Musevi tarafından gönderilen bir mektup tarihi nitelikte:

"Museviler adına olarak hâk-i pây-i humâyun-i mülûkâneye çesitli teklifler arzetmiştim. İzzet Beyin ma'ruzatımı zât-ı şâhâneye arzettiğini bilmiyordum. Fakat bugünkü durum arz ettiğim düzenlemenin kabûlüne daha müsaittir. Hükümet-i seniyyenin mâli durumu Musevi sermâyedarının yardımı olmadıkça düzeltilemeyecektir. Bu sermayedarlar ise Osmanlı Hükümetinin idaresi altında olarak Filistin'in bir kısmında sömürge kurma müsaadesinden başka bir şey istemiyorlar. Cedd-i celilüsan cenab-i padişahı Sultan Selim-i Han hazretleri vaktiyle Batı Musevilerinin Osmanlı İmparatorluğuna gelmelerine müsaade etmişlerdi bu kez zat-i şahane de Musevilerin bu mes'elesini hallederse hiç bir zarar görmezler, çünkü Yahudiler politika ile asla uğraşmazlar diğer taraftan hükümet-i seniyye müsaade vermediği takdirde Yahudiler maksatlarına başka yoldan, başka vasıtalar ile nail olacaklardır! Yahudilerin akıllı, servet sahibi olduklarını ve basınla da iş görebileceklerini düşünmelidirler. Zaten Anadolu'da mülkleri bulunan İngilizler bunları Yahudilere teklif ediyorlarsa da Museviler bu hususta doğrudan doğruya zât-ı şâhânenin olurunu elde etmeyi tercih etmektedirler. Surasini nazar-i dikkate almalıdır ki, zat-ı şahane Yahudilerin dileğini uygun buldukları takdirde cihanin en büyük kapitalistlerinin mâlî yardımını, hem de Avrupa'nın Musevi elinde bulunan en büyük gazetelerinin manevi yardımını elde etmiş olacaklardır. Bu da özellikle şu zamanda küçümsenerek bakılacak şey değildir.
Viyana fi 23 Mart 1897,
Sira Numarasi: 1138
Tarihi: 29 Sevval 1314
Misel Nevlenski"

Şanlıurfa eski Valisi Şahabettin Harput'un Başbakan Ecevit'in konvoyunu vilayete sokmadığı gibi pek önemli bir gerekçeyle (!) görevden alınış hikayesini hatırlayanlar tebessüm edeceklerdir. GAP bölgesinden toprak alımı konusundaki sözleri onun ipinin çekilmesine ve merkeze kaydırılmasına neden oldu: 27 Eylül 2000 tarihinde medyada yer alan yeni bir demecinde Şahabettin Harput, 'GAP gizli açık ortaklıklarla satılıyor' diyordu. Harput, GAP bölgesindeki toprakların yabancı ülkelere özellikle de İsrail'e satılmasına karşı direndiğini ve 'belli güçlerin' bu yüzden kendisini yerinden ettiklerini belirtiyordu.

Aksiyon dergisinde yayınlanan bir dosyada ise GAP İdaresi, 67 İsrailli firmanın bölgede yatırımcı olarak faaliyet yürüttüklerini belirtiyordu. 67 İsrailli firmanın bölge esrafıyla 'ince ilişkilere' geçerek toprak alımında bulunduğu, konudan MGK'nın rahatsız olduğu kaydediliyordu.

Koç-Ata GAP'ta

Koç Topluluğu ve Ata Şirketler Grubu, Harran Ovası'nda Türkiye'nin en modern süt ve et entegre tesislerini İsrail'li firmalarla 2 yıl süren çalışmalar sonucunda hayata geçirdiler.

Eylül, 2000 bilgilerine göre, İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, GAP kapsamındaki altı baraj ve sulama projesi için açılan ihaleyi İsrailli firmaların kazandigini açıklıyordu. 30 firma arasından seçilen altı İsrailli grubun, değeri 600 ila 800 milyon dolar arasında değişen projelerin inşasına bu yıl sonunda başlayacağı belirtiliyordu. İhaleyi kazanan firmalar arasında, İsrail'de, inşaat ve mühendislik altyapıları alanında isim yapan Ashtrom, Merhav, Soleh Boneh ve Tahal şirketleri bulunuyordu.

GAP İSRAİL'İN KARA SEVDASI


GAP Projesi'nin bölge ülkelerinin baskıları nedeniyle Dünya Bankası tarafından finanse edilmeyişi, İsrail'in çeşitli finansman ve teknoloji aktarımı teklifleri ile Türkiye'nin önüne çıkmasını sağladı. İsrail GAP'a ilgisini bölgede arazi alımlarıyla göstermiş, tarımsal işbirliği adı altında birçok İsrailli uzman bölgeyi ziyaret etmişti. Arazi alımları ise hâlâ son hızla devam ediyor ve İsrail'in bu bölgeye yönelik uzun vadeli plânları adım adım ilerliyor. Tarımsal işbirliğinin üzerinde ısrarla duran İsrailli uzmanlar, 90'lı yılların başında Türk Tarim Bakanligi'nda bir "Israil Masasi" olmasi talebinde bile bulunmuşlardı. İsrailliler GAP'la ilgili bütün gelişmelere açık olduklarını 1993 yılında Gaziantep Ticaret Odası'nı ziyaretlerinde de belirtmişlerdi. 20 kişilik İsrailli grup GAP'la ilgili bu ziyaretlerinden çok olumlu sonuçlar aldıklarını da söylemişlerdi. İsrail daha sonra kendi Tarım Bakanlığı'nda GAP'ın ön fizibilite çalışmaları için 300 bin dolar tahsis ettiğini bildirdi. Ayrıca Türkiye'deki devlet çiftliklerinin özelleştirmesi çalışalarında, İsrail Tarım Bakanlığı yine işbirliği önerdi. Milliyet, 13 Haziran 1995 tarihli "GAP'a Uluslararası İlgi Artıyor" başlıklı haberinde İsrail'in GAP'a yaptığı yatırımları konu edinmişti. Bu dönemde İsrailli finans şirketleri GAP'a kredi sağlama yarışına girerken, zirai firmaları bölgede incelemelerde bulunmaya başladılar. Bu dönemden sonra görüşmelerin sayısı hızla arttı. Ağustos 96'da ise İsrail Tarım Bakanlığı GAP bölgesinde arazi alımı için başvuruda bulundu. İsrail'in projeye ortak olabilme çabaları, Türkiye-İsrail ikili görüşmelerinin halen önemli bir gündem maddesini oluşturuyor. İsrail'in eski Ankara Büyükelçisi David Granit de İsrail'in tarımsal işbirliğine hazır olduğunu belirtiyor, İsrail'in sulama ve deniz suyunu kullanılır hale getirme teknolojisindeki üstünlüğü sayesinde "GAP için ideal bir ortak" olabileceğini söylüyor ve ekliyordu: "GAP gibi bilinçli bir bölgesel plânlamayı öngören, yöre halkına refah getirecek bir projeye tam destek veriyoruz." (Amberin Zaman, "Kaçınılmaz Ortaklık", Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 1, Sayı 3, Sonbahar 1994, shf. 130-32.)

İsrail'in bir sonraki Büyükelçisi Zvi Elpeleg de GAP hayranlarındandı. 'İsrail'in suya ihtiyacı olduğunu, Türkiye'nin ise su açısından şanslı bir ülke olduğunu" belirten Elpeleg "gelişmiş bir sulama sisteminin kurulması ve bunun tarımda kullanılması durumunda GAP bölgesinin California olacağını" da öne sürmüştü. (Yeni Yüzyıl, 4 Mart 1996.) Türkiye ziyareti sırasında GAP projesini yerinde gören Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann'in da projeye İsrail'in katılımını önermişti. Basındaki haberlere göre, "Fırat Nehri üzerine 21 adet baraj yapımını öngören bu entegre tarım-sanayi projesi, Weizmann'i çok etkilemiş"ti. (Amberin Zaman, "Kaçınılmaz Ortaklık", Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 1, Sayi 3, Sonbahar 1994, shf. 130-32.)

Öte yandan, "Mossad hesabına çalisan iş adamı" olarak tanınan Shaul Eisenberg de GAP'a yatırım yapmaya hazırlanıyordu. Eisenberg'in varlığı ile gündeme gelen "Mossad baglantısı", İsrail'in "tarımsal işbirliği" kavramı ile daha da güçleniyordu. Çünkü "tarımsal işbirliği" görüntüsü, Mossad'ın üçüncü ülkelerle kurduğu baglantıların kamuflâjı olmuştu her zaman. Eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky, "Mossad, diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi Güney Afrika'ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları ya da diplomat görüntüsü altında ajanlarını yerleştirdi" diye yazarken buna dikkat çekiyordu. (Victor Ostrovsky & Claire Hoy, By Way of Deception, ss. 150-51.)


SON SÖZ: Bu konuda biz belgeler onlar da toprak devşirmeye devam edecek. Bu ülkede gerçekten 'zinde güçler' ve etkileri var mı, önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Hazırlayan : Mustafa Aydın
Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir