Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.... Öyle öğrettiler bize.
Küçüktük, ufacıktık. Mini mini ellerimizle en büyük Türk’ü yazdık saman sarısı yapraklı defterlerimize. Bayramlarda evlerimizin pencerelerini kana boyadık al bayraklarımızla. Hüzne kesilmiş sarı kasımpatlarını taşıdık okul bahçelerine.
Dağ başını duman almıştı ,gümüşten derelerimiz vardı durmadan akan. Uzaklarda gitmediğimiz,gidemediğimiz köylerimiz,yatmasak da kalkmasak da bizim olan evlerimiz vardı.. Bayram yerlerindeki atlı karıncalar ,dönme dolaplar hep bizimdi.
Resmi törenlerde geçen tankları alkışladık gururla. Uçaklarımız kulaklarızı yırtarcasına geçerken üstümüzden göğsümüz kabardı hep.
Açık alnımızla her savaştan çıktığımızı ve her yaştan on milyon genç yarattığımızın şarkılarını söyledik , ağlayarak.
Mektuplar yazardık uzaktaki dostlara,akrabalara. Gelen cevaplar okunurken , yazan kişi ile ilgili anılarımızı yaşardık yeniden... Gözlerde nem...sağlık duaları ederdik sessizce...
Şekerler kutulara sığmazdı arife günlerinde. Mendiller ,küçük para kesecikleri hazırlanır dururdu. Giysilerimiz, pabuçlarımızsa baş köşede ... Bayram sabahlarında bir başka olurduk hepimiz.
Kaçmazdık bir yerlere.
Kurbanlar kesilirken, içimizde kurban hüznüyle ,sevinci bir arada yaşardık. Koçun gözleri bağlı ,öyle yatıp beklerken salavatı ve bıçak meshederken boynunu içimiz titrerdi.
Kavurmanın kokusu sarınca ortalığı burun kıvırmazdık.
Otuz milyona ulaştığımızda aynı heyecanla aynı marşları tekrarladık durduk,altmış milyona ulaştığımızda da.
Şehitler verdik yüzyıllar boyu. Geçmişi gururla andık...ama şu son on beş yılda şehit verdiklerimize döktüğümüz gözyaşları kadar akmamıştı belki yaşlarımız. Vatan sağ olsun dedik içimiz titreyerek. Mezar taşlarını okşadık evlat yerine. Çiçekleri daha bir hüzünle derdik ama hep mağrurdu eğilmeyen başımız.
Dalgalan sen de şafaklar gibi nazlı hilal,
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal mısralarında hep gururlandık. Milli marşımız okunurken nerede olursak olalım hazır ola geçerdik hep. Göğsümüz kabararak yüksek sesle biz de katılırdık marşa.
Saman sarısı yapraklı defterlerimiz beyaza döndü sonraları. Gazeteleri kaplarken defterlerimize, kırmızı,mavi yağlımsı kağıtlara döndük. Zaman hızla geçip defterlerimizin mavi, kırmızı yağlımsı kağıt kapları cicili bicili resimlerle süslü kalın kuşe kağıtlara dönüşürken,bize de bir şeyler olmaya başladı usuldan.
Komşu ziyaretleri yerini önce telesafirliğe bıraktı,sonraları o da kalkıverdi. Bayramları hediye edilen mendiller,küçük para keseleri de kaybolmuştu nedense. Telefonla bayram kutlamaları, evde yokuz mesajları çoğaldı yıl be yıl. Mektup yazmayı unutalı ise sanki asır olmuştu.
Cumhuriyet balolarında hala onuncu yıl marşları okunuyor. Belki o günleri anımsayanların gözlerinden birkaç damla yaş da dökülüyordur. İstiklal marşı okunurken hazır ol durumuna geçenler de yok eskisi gibi. Herkes kendine bir mazeret buluyor o anda.
Gazeteciler ,kameramanlar resmi törenlerde marşımız okunurken görev gereği resim çekmek adına marşa hürmeti zaten çoktan unutmuşlardı.
Kurban bayramları gitgide daha fazla zehir oluyor artık. Ekranlara hayvan severlerin itirazlarının yanına,katliam manzarası adı altında sunulan görüntüler de eklendikçe, tadı kaçar oluyor o mistik havaların.
Biz bu vatanın uğruna olduk da feda....