İğne ucu kadar sivri, bıçak sırtı kadar keskin bir çengelin;
herhangi bir uçurumun kenarında tutarsızca asılı kalan o garip tişörtünün..
ne denli basit bir penyeden yapıldığı detayını atlamadan..
Sırtında ki her hangi bir kemiğe dayandığını, her kımıldadığında biraz daha canının yandığını hissettiğinde..
Sırtından damlayan kanların akmasına,
kalbinin mi?
Yoksa basit bir sıyrığın mı izin verdiğine aldırmadan…
Çektiğin acının gözlerinden süzülen birer su zerreciğine dönüşmesine seyirci kalarak…
Söyle ne kadar yaşayabilirsin?
Üç yıl, beş yıl, bir ömür..?
Yıllar önce yapmam gerekeni yapıp, uçurumun o engin belirsizliğine bırakmak isterken kendimi…
Kulağımın dibinde beliren ses, “gitme kal” diye kucak açıyor sükunete..
Şöyle bir silkeleneyim,
kendime geleyim derken,
bunu başarabilirim derken..
o ses : “git” diyor…
Maziye takılan iki ezik yüreğe, biraz cam kırıkları saplanmış , biraz darbe almıştı oysa…
Şimdi tek isteğim..
Uçurumun sonunda ya da başında beni hangi süprizlerin beklediğini bilme değil!.
Çünkü düştümmm…
Kime ait olduğumu bilmediğim okyanusa yelken açabilmek için, yeterli güce sahip değilim..
Olamadım da bir türlü!
Sorun burada…
Akıntının beni sürüklemesine izin vererek, aldığım nefese şükrediyorum!!.
ve inan ki..
Güzelliğinin kıymetini bilmen için, beni görmemelisin.
....alıntı....