Pencerelere baktığımızda eğer siyah perdeler görürsek üzülüyoruz. Başımız öne düşüyor. “Nasıl başka bir renge boyayabiliriz biz bu perdeleri?” sorusu koşarak geliyor düşüncelerimize. Ve yazıyoruz...
Biri çıkıyor karşımıza. Saçları dalgalı, beyaz kazaklı, isteksiz adımları. “Boş bir hayat” mırıltısı yükseliyor dudaklarından. Gözlerimiz nemleniyor. “Hayatın anlamla dolu olduğunu nasıl anlatabiliriz?” sorusuna takılıyoruz o an. Ve yazıyoruz...
Yazmanın bir yetenek olduğunu kabul ediyoruz elbet, lakin okumayı bilmek de bizce bambaşka bir yetenek.
Okuma gibi bir eylemden söz edebilmek için, bize neler gereklidir? Bu soruya vereceğimiz en kısa cevap, galiba "Akıl, göz, alfabe bilgisi ve elbette yazılı bir metin" olurdu herhalde. ‘Okuma’ eylemi ‘yazma’ eyleminin izini sürer çünkü; ancak yazılanlar okunur. Bu ‘yazı’ ise ya kitap, dergi, gazete misali ‘matbu’ bir yazıdır; ya da mektup, pusula veya hat türünden el yazıları...
Birde , yaşamı okumak vardır ki bu her kişinin değil , er kişinin harcıdır...
Çağların bilgeliğini ara , ancak dünyaya bir çocuğun gözleriyle bak.