Kalplerin karardığı bir dünyada DOST'luk

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
selims
Slow Friend
Slow Friend
Mesajlar: 39
Kayıt: 05-11-2005 02:05
Konum: Seher Vakti yollardan

Kalplerin karardığı bir dünyada DOST'luk

Mesaj gönderen selims »

Gerçek Dostluk Fayda ve Menfaâti Paylaşabilmektir

Mevlâna’ya yakın müritlerden biri şöyle bir hikaye nakleder:

“Bir gün arkadaşımla birlikte gezmeye gidiyorduk. Uzaktan Mevlâna’nın tek başına gitmekte olduğunu gördük. Biz de ona ayak uydurarak onun peşinden takibe koyulduk. Mevlâna arkasına bakıp bizleri gördü ve:

–Siz arkadan yalnız geliniz, başka kimse gelmesin. Kalabalıktan hoşlanmıyorum. Benim halktan kaçışımın sebebi, onların el öpmek ve önümde eğilip saygı göstermek belâsından kurtulmak içindir, dedi.
Gerçekten Mevlâna herkesin onun elini öpmesinden ve önünde baş koymasından son derece incinirdi. Aşağı tabakadan olan insanlara ve talihsiz kimselere karşı büyük bir gönül alçaklığı gösterir, onların önünde eğilirdi. Bundan sonra Mevlâna yoluna devam etti, biraz ilerleyince bir virâneye geldik. Orada birkaç köpek birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş, uyuyorlardı.
Arkadaşım:
–Bu biçâreler arasında ne kadar güzel bir birlik vardır; ne güzel uyuyorlar ve birbirleriyle ne kadar da güzel sarmaş dolaş olmuşlar, dedi. Bunun üzerine Mevlâna:
-Evet, dedi; sen bunların arasındaki dostluğun ve birliğin ne kadar samimi olduğunu bilmek istersen, onların aralarına bir leş veya bir ciğer atıver. O zaman bu dostluğun nasıl bir dostluk olduğunu görürsün. İşte bu gördüğün dünya ehli ve dünya malına tapanların aralarındaki dostluk da böyledir. Aralarında bir garez veya menfaât olmadıkça birbirlerinin dostudurlar; fakat dünyalık bir şey aralarına girince nice senelik namus ve şereflerini boşa verirler ve aralarındaki tuz ekmek hakkını bir tarafa atarlar.”

Dostluk nedir?

Herhalde bir gösteriş, birine, aynı cinse, kadınsan erkeğe, erkeksen kadına karşı kendini beğendirme çabası, bir moda, bir gelgeç ruh hali değil... Sempati.. İlgi.. Bağlılık.. Yüceltme.. Taçlandırma... Sorumluluk duyma.. Yürekten algılama. Bakışlarla anlaşma. Ses tonuyla destek verme. Kesintisiz ilişki..

Kayıp olmaz, yitmez. Yoktan var olmaz bir duygu. Bunların hepsi biraraya gelip, zaman içinde gıdım gıdım birikerek dostluğun çimentosunu oluşturuyor. Gazetelerde okuyoruz. TV'lerde seyrediyoruz. Sağda, solda konuşmalarda adı geçiyor: Güzel yemek yeme dostu.. Edebiyat dostu. Türk Sanat Müziği dostu. Çocukların dostu.. Halkın dostu.. Dostluklar nasıl oluşuyor Unuttuk.. Bu hızlı kent hayatı dostluk duygusunu, aklımızdan aldı.. Yüreğimizden çaldı.

Nasrettin Hoca bir Cuma günü camide cemaate namaz kıldırmak üzere ezan okunsun diye bekliyormuş. Bir adam gelmiş. "Hocam" demiş! "Eşeğimi yitirdim..." Hoca da adama; "Şu namazı kıldıralım, senin eşeğin çaresine bakarız" demiş. Hoca namazı kıldırmış, vaazını vermiş ve cemaate dönmüş: "İçinizde hiçbir dostuyla bir bardak çay içip saatlerce konuşmamış, dostuyla sekiz saatlik yürüyüşe çıkıp hiç konuşmadığı halde sıkılmadan yürüyüşünü tamamlamamış ve komşunun kızına kem gözle baktı diye dost bildiği arkadaşını arkadaşlıktan silmiş biri var mı?" diye sormuş. Arka sıralarda saf tutmus, sümsük tipli biri parmağını kaldırıp,"Ben varım Hocam." demiş. Hoca eşeğini yitiren adama dönmüş, "Al bu adamı git, bundan büyük eşek olur mu? Yitirdiğin eşeğin yerine kullanırsın" demiş.

Dostun yoksa... Eşekten farkın ne? Olumsuz düşünür Sokrates'e öğrencileri sormuş: Dostluk nedir? Sokrates de onlara şu yanıtı vermiş; "Çocukluğumdan beri arzuladığım bir şey vardır. Kimi insan atları olsun ister... Kimi insan köpekleri. Kimisi altını, kimisi de şanı, şerefi; bense bir dostum olsun isterim..."

İnsan biriktiren yaratık... Şan, şöhret biriktiriyor... Süper zenginse boğazda villa biriktiriyor. Tablo biriktiriyor. Repoda para kasalarda naftalin kokulu döviz, antika biriktiriyor. Gençse plak, kaset, cd biriktiriyor. Yorgun bir ihtiyarsa namaz niyaz biriktiriyor. Bazıları da Kuledibi'nde Çukurcuma'ya, Üsküdar'da Eskiciler Çarşısı'na, Unkapanı'nda Horhor'a gidip; antika lambalar, cam şişeler, eski koltuklar, tesbihler, tombaklar biriktiriyor. Alimse kitap biriktiriyor. Cahilse kin biriktiriyor. Dost biriktirmeyi içimizde kaç kişi deniyor? Evet, kabul ediyorum , insan birçok kişiyle beraber mükemmel dost olamaz, tıpkı aynı zamanda birçok kişiye aşık olamayacağı gibi... Fakat cinnete düştük. Dost biriktirmeyi unuttuk.




ARKADAŞLIK-KARDEŞLİK HUKUKU

İnsan toplumsal bir varlıktır, tek başına yaşayamaz. Hele Müslüman bulunmaz dosttur, öyle olmalıdır. Uzun bir yolculuğa çıktığımız şu dünyada, yolculuk yaptığımız kişileri tanımak zorundayız. Yolda bizi arkamızdan hançerlemeyecek; dinimize, canımıza, malımıza, namusumuza saldırmayacak, bizi en az kendisi kadar düşünecek ve koruyacak arkadaşlar, kardeşler, dostlar edinmeliyiz. Edinmeliyiz ki, hayat anlam kazansın ve amacına ulaşsın.
Her şeyin bir ölçüsü var da kardeşliğin yok mudur? Bu ölçüleri görmeye çalışalım:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor:
"Kişi, dostunun dini ve ahlâkı üzerinedir. Öyle ise herhangi birimiz dostluk edeceği kimseye baksın"
Arkadaşlık (dostluk) edeceğimiz kimselerin özellikleri neler olmalıdır? Gazâli bu özellikleri şöyle sıralıyor:
"a Akıllı olmalıdır. b Güzel ahlâklı olmalıdır. c Fasık olmamalıdır. d Bid'ad sahibi olmamalıdır. e Dünyaya düşkün olmamalıdır."

Caferi Sâdık Rahmetullahı Aleyh beş kişiyle arkadaşlık yapılmamasını öğütlüyor:
1 Yalancı ile; ona inanırsan aldanırsın.
2 Ahmak ile; çünkü sana kârı dokunacak yere zararı dokunur.
3 Cimri ile; çünkü o, gerekli ihtiyacını bile senden esirger.
4 Korkak ile; çünkü o, bir lokmaya bile seni satar.
Kardeşlik (dostluk), ayrı bedenlerde çarpan tek kalp gibidir. Dünyada sahnelenen fakat senaryosunun ötelerde yazıldığı bir kurumdur. Dünyevi olan her şey onu bozar. Bu nedenle dünyevi olanların kardeşlik (dostluk) gibi kavramları yoktur ve olamaz. Her şeyin menfaate dayalı olduğu yerde yalnız alışverişten sözedilir, dostluktan değil.
Kardeşlik (dostluk) haklarını şöyle özetleyebiliriz:

KARDEŞLİĞİN BİRİNCİ HAKKI:

Mal hakkıdır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
"İki kardeş, iki el gibidir; biri diğerini yıkar" buyurmuştur. Genişlikte, darlıkta, servette, malda ortaktır. Onu kendi düzeyinde tutmalı, ihtiyacını kendisi demeden gidermelidir. Gerektiğinde malını bölüşmelidir. (Ensar örneği)
Onu kendine tercih etmelidir. Onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce düşünmelidir. Ashab'dan birisinin evine bir kelle gelir. O, komşusunun kendisinden daha muhtaç olduğunu düşünerek ona gönderir. Kelle böylece bütün mahalleyi dolaştıktan sonra tekrar kendi evine gelir; çünkü en çok muhtaç olan kendisidir. Bunun adı "Îsâr"dır, yani kendisi muhtaç iken başkasını tercih etmek. Allah için sevişmenin en üstün derecesi budur.

Hz. Ali:
"Dost ve ahbaplarla yediğim yirmi dirhem fakirlere verdiğim yüz dirhemden benim için daha sevimlidir." derken, dostlarla bölüşmeyi, fakire yardımdan üstün tutmaktadır. Cennet, Allah Celle Celaluhu'nun nimetlerinin dostlar tarafından bölüşüldüğü yer değil midir? Öyleyse dünyamızı neden cennet yapmıyor da ihtiras cehenneminde yanıp tutuşuyoruz?

KARDEŞLİĞİN İKİNCİ HAKKI:

Kardeşinin yardıma muhtaç olduğunu görüp onun istemesine meydan vermeden, yardımına koşmak ve kendi işini sonraya bırakmaktır. (Sen hele en yakınındaki kardeşinin yardımına koşmayı öğren, arkasından Irak'da Afganistan'da gelir.) Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem buyuruyor:
"Allah'ın yeryüzünde kabları var, onlar da kalpler. Bu kalplerin Allah Celle Celaluhu katında en sevimlisi (günahlardan) arınmış, (dinde) salahatli ve (kardeşine karşı) en yumuşak olanıdır.
"Üç gün üst üste gelip meclisime devam ettiği halde maddi bir istekte bulunmayan kimsenin, yalnız Allah rızası için gelmiş olduğunu anlarım" diyor bir İslâm büyüğü.
En güçlü insan kimdir biliyor musunuz? Allah'tan başkasından hiç ama hiçbir şey istemeyen insandır. Dünyaya ve dünyadakilere ne kadar muhtaçsanız o kadar dünyevi, yani korkaksınız. Dünya fânidir, fâniye gönül bağlayan korkak olmaz mı? Allah bakidir, Baki'ye gönül bağlayan neden korkar?

KARDEŞLİĞİN ÜÇÜNCÜ HAKKI:

Bu hak dildedir. Dostunun hoşlanmadığı sözlerden kaçınmalıdır. Dostluk anka kuşu gibidir, bir ürkütürseniz bir daha kapınızı çalmayabilir. Dostun gıybetini yapmamalıdır. Bu ruhlar âlemindeki sevgi köşkünü çatırdatır, hatta yıkabilir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Selem, kimsenin hoşuna gitmeyecek sözü yüzüne vurmazdı.
Dostun kusurlarını örtmek fakat iyiliklerini gizlememek gerekir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyuruyor:
"Gördüğü iyilikleri gizleyip, gördüğü kötülükleri açığa çıkaran kötü komşudan Allah'a sığının."
Hased işte budur ki, yakıcı bir ateştir.
Dost sır saklamasını bilendir. Onun yanında bir hata işlesen, hiçbir zaman, benim bu hatamı açığa çıkarır diye endişe etmemelidir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem:
"Bir adam etrafına bakınarak bir söz söylediği zaman, o söz (oradakilere) emanettir." buyuruyor. O halde dost, dostu için ağzını kontrol etmelidir.

KARDEŞLİĞİN DÖRDÜNCÜ HAKKI:

Sevgiyi, muhabbeti artıracak sözler söylemelidir. Arkadaşının hoşlandığı hususlar araştırılmalı, dil ile ona sevgisini anlatmalıdır.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem buyuruyor:
"Sizden biriniz kardeşini sevdiği zaman, sevdiğini ona duyursun."
İyi tanınmak istediği kişiler arasında onun iyiliklerini saymak, yani ona referans olmalıdır. Bunun yanında onu övenlerin övgülerini neşeli neşeli ona anlatmalı ve onu sevindirmelidir. Bizi en çok sevindiren şey, gıyabımızda birisinin bize arka çıkması, övmesi değil midir?

KARDEŞLİĞİN BEŞİNCİ HAKKI:

Arkadaşın hatalarını bağışlamaktır. Dostun bir hata işledi, bir günaha girdi diye onu terk etmemelidir. Belki sana en muhtaç olduğu an, günah işlediği andır. O zaman onun yanında olmak gerekir. Kendisine değil, işlediği günaha buğzetmeli; bir doktor gibi insana değil, mikroba düşman olmalıdır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyuruyor:
"Allah'ın en kötü kulları (yeryüzünde) koğuculukla (söz taşıma) dolaşıp, dost ve ahbapları birbirinden ayıranlardır."
Kardeşinin bir kusuru için yetmiş çeşit mazeret bulabiliyorsan, sen gerçekten dostsun. Birisi güzel diyor:
"Dostunun hoşuna giden taraflarını al, hoşuna gitmeyen kısımlarını at. Çünkü hoşuna gitmeyen taraflarını düzeltmeye ömrün yetmez."
Bir Hadis–i Şerif'te:
"Mü'min tez kızar, tez barışır." buyuruluyor. "Hiç kızmaz." denilmemiştir. Nitekim İmam Şafiî'de şöyle demektedir:
"Kızdırıldığı halde kızmayan eşektir. Gönlü alınmaya çalışıldığı halde rıza göstermeyen (barışmayan) şeytandır." Peygamberimizin Sallallahu Aleyhi ve Selem bir hadisi de şöyledir:
"Sevdiğin kimseyi biraz idareli sev, olabilir ki günün birinde sana buğzedici olur. Buğzettiğin kimseye karşı da aşırıya kaçma, olabilir ki günün birinde dostun olur."

KARDEŞLİĞİN ALTINCI HAKKI:

Dostun için hayır duada bulunmaktır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem:
"Bir kimse kardeşine, gıyaben dua ettiği zaman, bir melek: "Allah, sana da o dua ettiği gibi versin." der." buyurmaktadır. Yine bir başka hadislerinde:
"Kişinin, kardeşi hakkında gıyaben yaptığı dua reddolunmaz." buyurmaktadır.
Dua etmek, kardeşini sevdiğinin bir işaretidir. O dua vasıtasıyla kalpler ısınır, manevi kapılar açılır ve sonsuz mutluluk yolları görünür.

KARDEŞLİĞİN YEDİNCİ HAKKI:

Vefa ve ihlâstır. Vefa, ölünceye kadar ve öldükten sonra da ailesiyle muhabbeti devam ettirmektir. Sevgi, insanı sonsuza taşıyorsa sevgidir. Dünyaya dönük herhangi bir şey için oluyorsa bu ticarettir. Nitekim Arş–ı Âzam'ın gölgesinde barınacak olan yedi sınıf insandan birinin, Allah için sevişen ve bu sevgi ile birleşen ve ayrılan iki kişi, olduğunu Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Selem haber vermektedir.
Vefa, genellikle arkadaşlar arasında bir mevki ve makamla test edilir. Bugün çok iyi dost gibi gözüküp, yarın bir makama geldiğinde seni unutan insanın arkadaşlığından, dostluğundan söz edilemez. Altının ayarı mihenk taşında belli olur insanın ayrı da makamında ortaya çıkar. Makamların dostları olmaz, kulları olur. Bir makama geldiğiniz zaman çevreniz çoğalıyorsa, biliniz ki, eceliniz de onların elinden olacaktır. Karınca uçar uçmaz serçeye yem olur. Kanatları, karıncanın eceli olmuş olur.
Kim çok alkış alıyorsa onun dostu yoktur; çünkü dost sessiz ve mütebessim gelir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem'in, hayatı boyunca hiç alkışlandığını duyan okuyan var mıdır? Sadece Mekke müşrikleri ölülerini alkışla gömüyorlardı o zaman. Alkış, ölü gönüllerin son sesidir ve figan yüklüdür.

KARDEŞLİĞİN SEKİZİNCİ HAKKI:

Dostuna yük olmamak ve gereksiz tekliflerde bulunmamaktadır. Mümkün olduğu kadar kendi ihtiyaçlarını ondan gizlemelidir.
Dostluk sade olmalı, külfet getirmemelidir. Dostusu gelecek diye heyecana kapılmamalıdır. İnsanlar arasını açan bu tip protokol kurallarıdır. Gerçek dosttan çekinilmez ve utanılmaz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem buyuruyor:
"Ben ve ümmetimin müttaki olanları, külfet ve zahmet vermekten uzağız."
"Kişi, arkadaşının dini ve ahlâkı üzerinedir. Kendisine uygun gördüğünü sana uygun görmeyenin sohbetinde hayır yoktur." bir başka peygamber sözü. Ve dahası:
"Din kardeşine hakarette bulunman mümin kişiye kötülük olarak yeter." de O'nun sözü.
İnsanlarla güzel geçinmenin ve iyi insan olmanın elbette yolları vardır. Şöyle özetleyebiliriz:
Dost ve düşmanı güler yüzle karşılamalıdır. Her kese karşı zillete düşmeyen bir tevazû (tevazûun aşırısı kibirdir.) ve kibre varmayan bir onurluluk içinde bulunmalıdır. Bir toplumda hoşa gitmeyecek söz ve davranışlardan kaçınmalıdır. Güzel sözleri dinlemeli, fakat hayranlık göstermemelidir. (Karşı taraf kibre düşebilir.) Kendine ait olan şeylerden söz etmemelidir.
Varlığını, değil başkalarına, aile efradına bile bildirmemelidir; çünkü az ise onlar seni aşağı görür, çok ise ihtiyaçları tükenmez.
Hiddetli iken konuşmamak bir şeye karar vermemeli. Çok neşeli iken de vaade bulunmamalıdır.
Servetini, şerefinden üstün tutmamalıdır.
Amirlerinle oturduğunda onlara fazla ihtiyaç göstermemeli, onların yanında kimsenin dedi–kodusunu yapmamalıdır.
Boş sözlere kıymet vermemeli, ayak takımıyla oturmamalı, kötü sözleri duymamalıdır.
Kimseyi alay etmemelidir. Alay insanın onurunu kaybettirir. Alaycı, başkalarını küçük düşüren insanların yanına kimse gitmek istemez, herkesin bir onuru vardır.
Kimsenin başına gelene gülmemeli, birgün senin de başına gelebilir.
Ön yargılı olmamalıdır, bu insanın zindanıdır.
Adam gibi adam olmalı; Allah'a, O'nun istediği gibi kul olmalı, Peygamber'i örnek almalıdır.


Dostları Hatırlamak


Uzaklık mı?
O bizim için değil dost.
Biz 'yürek devleti'yiz ötelere uzanan...
Açarız avucumuzu,
Dostlarla o dem yürek yüreğe konuşuruz...
Gözyaşımız vardır bizi ayakta tutan;
Bir de gönül selâmımız...
Dost için geceleri tatlı uykumuzu böleriz,
Dost için secdeye kapanır dua ederiz.
Dostun muhabbetiyle gelir Hak selâmı,
Bize en güzel hediye dost kelâmı.


Nice güzellikleri paylaştık dostlarla. Nice değerin ve derinliğin farkına beraber vardık. Ömrümüzün en güzel, en taze, en saf yıllarında; insan olmanın güzelliklerini aynı pınardan yudumladık. Anamızdan atamızdan ilk ayrıldığımız zamanlarda gurbetteki garipliğimizi dostlarımızın yanında hafiflettik. Aynı evi, aynı odayı paylaşırken 'ben'lik canavarından kurtulup; ‘biz’ olmanın ne kadar tatlı olduğunu birlikte idrak ettik. Bugünün dünyasını kasıp kavuran; insanlığın özünü çürüten 'yalnızlık' hastalığından aynı mekânlarda aldığımız terbiyeyle kurtulduk. Hak armağanı ulvi hakikatleri, birlikte solukladık Üzüldüğümüzde beraber ağladık, sevindiğimizde beraber güldük. Ne kadar farklı yaratılmış olsak da, yitirilmiş cenneti yeniden kazanma yolunda aynı rüyayı gördük. Neler yaşamadık ki dostlarla... Biz onlarla, bedenimizle değil, yüreklerimizle aynı yolu yürüdük.

Bütün bu güzelliklerin kıymetini ise yıllar sonra ayrı düştüğümüzde fark ettik

Zaman rüzgâr oldu, yaprak gibi dört bir yana savurdu hepimizi.

Kimimiz Anadolu'ya dağıldı; kimimiz dünyaya açıldı. Kimimiz, ani ve acı bir sürprizle ahiret yolculuğuna erken çıkarak hepimizi şaşırttı. Dünya bu ya, telaşı-kargaşası derken koşuşturmaya daldık. Birbirimizden haber bile alamaz olduk. "Kimimiz doğuda, kimimiz batıda, kimimiz kuzeyde, kimimiz güneyde, kimimiz ahirette, kimimiz dünyada olsak da yine birbirimizle beraberiz." dedik, hiç unutmadık birbirimizi, hiç ihanet etmedik paylaştığımız yüce hakikate...

Ne kadar günahkâr olsak, dünyanın tozuyla-toprağıyla ne kadar bozulsak da, bulansa da gönüllerimiz, hep aynı sızıları duyduk, aynı pişmanlıkları yaşadık. İsraf ettiğimiz, kaybettiğimiz güzellikler karşısında birbirimizin dualarına dayandık. Sadece o dualarla ayakta kalacağımızı biliyorduk. Gecelerini bölen has dostlarımızın duası dünyada güvencemiz, aksiyon pusulamız, ahiret sigortamız olarak iman gücümüzü artırdı. O dualar ki; gönülden gönüle köprüler kurdu. Gözlerimize fer, gönüllerimize ve ruhlarımıza aydınlık kattı, kapılar açtı.

Yollarda yalpaladığımız, sarsıldığımız oldu. Çok defa uçurumun kenarından tam gayyâya yuvarlanacakken dostlarımız tarafından kurtarıldık. Kaç defa büyük günahların eşiğinden dostların bize gösterdiği hüsn-ü zannın utancıyla sıyrıldık:

"Ya Rabbi rızanı kazanmak için dostlarla çıktığımız bu yolda bizleri utandırma. Bizleri kaybedenler olarak huzuruna alma. Samimi dostlarımızın duaları hürmetine, Sen'in gerçek dostların hürmetine, bizi nefsimizin tuzağına bırakma. Bizleri rızan dairesinde buluşanlardan eyle ."

Zaman zaman -insanlık hali işte- şeytana uyduk, birbirimizle kavga ettik, birbirimize öfkelendik, tenkit ve su-i zan hastalığına düştük .

Kavgamız gayemizle çatıştı: "Kardeşlerimden rica ederim ki; sıkıntı ve ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim." diyen Hak dostunun cümleleriyle kendimize geldik. Bu hakikatler karşısında, yaptıklarımızdan vicdanen rahatsızlık duyduk, uygun bir zaman ve zemini gözleyerek karşılıklı konuştuk, anlaştık. Uzlaşmanın verdiği hafiflikle eskisinden daha fazla kaynaştık. "Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin." satırlarını aynı toplulukta okuduk, hatamızın farkına vardık, pişman olduk. Hatadan dönmenin fazilet olduğunu öğrendik. Üç günlük dünyanın kavgaya değmeyeceğini anladık.

Dostumuzun çaresiz kaldığı zamanlarda -üzüldük belki ama- bunu ona gerektiği gibi belli edemedik. Çaresiz kaldığında hakiki mânâda onun derdiyle dertlenemedik. Efendimiz'in (sas), "Kişi kendi nefsi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz." hadîs-i şerifinin gösterdiği ufukta her zaman birleşemedik. Üç günlük dünyanın dostlarla paylaştıkça tatlanacağını, umutların dostlarla paylaştıkça artacağını, ayrı kaldığımızda anladık.

Rabb'imiz, vahdaniyet ve ehadiyet sırrına binaen hepimizi farklı yaratmıştı. Kimimiz yumuşak mizaçlıydı, kimimiz öfkeli... Kimimiz az konuşurdu, kimimiz çok. Kimimiz karamsardı, kimimiz mütevekkil... Kimimiz en küçük bir olumsuzluğa tahammül edemezdi; kimimiz sabırlı... Kimimiz gayemiz için konuşmayı, koşturmayı severdi; kimimiz sessiz sessiz inlemeyi ve fazla ibadet etmeyi...

Allah bizi öyle güzel bir yerde birleştirdi ki; birbirimize bakarak eksiklerimizi tamamladık. Çünkü biz bir vücudun âzâları gibiydik. Varılacak menzil aynıydı; ama bu dergahta hepimizin yeri, vazifesi ayrı ayrıydı. Çarkın bozuk işlememesi, aramızdaki mutabakata (uyuma), karşılıklı anlaşmaya bağlıydı.

Parolamız muhabbet ve uyumdu, husumetle ve düşmanlıkla kaybedecek vaktimiz yoktu. Hâlık'ımız birdi bizim, Mâlik'imiz, Râzık'ımız, Mâbud’umuz bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, yüze kadar, bir, bir.. memleketimiz bir, vatanımız bir...

Zaman zaman, birbirimizi çok ihmal ettik.

İş-güç, çoluk-çocuk derken dostlarımıza hak ettiği değeri veremedik. Zaman oldu kendimizi dünyanın telâşına, kargaşasına, meşgalesine kaptırdık. Aramızdaki muhabbeti artıracak Hak selâmını bile dostumuzdan esirgedik. Nice bayram, nice özel gece geldi geçti, onları aramadık. Bir yerlerde karşılaştığımızda ise "İnan ki hep aklımdaydın; ama bir türlü arayamadım. Bu aralar o kadar yoğunum ki, işten güçten başımı alamıyorum. İlk fırsatta arayacağım." benzeri cümleleri kurarken utancımızdan yerin dibine geçtik, aslında söylediklerimize kendimiz bile inanmadık. Oysa sevdiklerimiz bize bir telefon, bir bilgisayar tuşu kadar yakındı. Çay-televizyon başında hesapsız şekilde israf ettiğimiz onca zaman diliminin yanında, programımıza haftada bir, can dostumuzu aramayı ekleseydik -ki bu bizim en fazla beş dakikamızı alırdı- ne kaybederdik. Veya vazifesi başında ahirete göçen bir kardeşimizin kabrine ziyarete gitsek; ailesinin, çoluk-çocuğunun hatırını gönlünü alsak, varsa ciğeri yanık anasının babasının duasından istifade etseydik, hayatımızdan bir şey mi eksilirdi?! Veya yoğunluğundan yakındığımız işlerimiz ters mi giderdi?! Şöyle bir düşünsek, etrafımıza baksak; değişik sebeplerle şimdi bizimle olmayan, hasta olan, sakat kalan, küskün-kırgın olan arkadaşlarımızın üzerimizde hiç mi hakkı-hukuku yok?! Bir gün kader aynı şekilde bizim de kapımızı çalabilir. Bizim aslî gayemiz, "insanlığı insanlığından haberdâr etmek, insanlığın özündeki değerleri iman hakikatleri ışığında ortaya çıkarmak, insanlığın kırık gönlünü tamir etmek, nerede bir mahzun gönül varsa el uzatmak"sa, bu, bugünkü halimizle tezat oluşturmuyor mu?!

Şunu asla unutmamalıyız: Biz birbirimizden çok şey öğrendik. Şükür bizi Yaratan'a ki -dostlarımız vesilesiyle- bize, kendine ulaşacak yolun ehemmiyetini ve o yolda yolcu olmanın inceliklerini öğretti.

Biz birbirimizden çok şey öğrendik.

Hasılı, birbirimizden öğrendiklerimizle hayata karşı koymayı, bizi bırakıp giden yalancı sevgiler, sevgililer karşısında Hakk'ın yıkılmayan duvarına dayanmayı öğrendik...

Belki açık açık ifade etmedik; ama bizler her şeye rağmen birbirimizi çok ama çok sevdik.

"Biz hasreti sevdik, çileyi sevdik, gözyaşıyla fidan büyütmeyi sevdik. O'nun rızası için derdi sevdik, dertlenenleri sevdik."

Tek başımıza zayıftık belki ama, birlikte güçlü olmayı, fırtınalara karşı koymayı öğrendik.

Dağlar gibi birbirimize yaslandık, omuz omuza dayandık. ‘Bir’dik, uzlaştık, anlaştık, yan yana geldik ve ‘yüz on bir’ olduk. Yarınlar için hep beraber zirveye diktik gözümüzü. Bu uğurda bin defa yenilsek de, düşsek de ayakta olanın elinden tuttuk, birbirimizin desteğiyle ayağa kalktık ve her defasında yeniden başladık.

Dost bizim için her zaman ayar düğmesi oldu. Çünkü o bizim için acısıyla tatlısıyla Hakk'a giden yolda, Allah emanetiydi.

...


Sehl bin İbrâhim şöyle anlatıyor:
İbrâhim bin Edhem'le dost idik. Bir keresinde ağır bir hastalığa tutulmuştum. Bunun üzerine İbrâhim bin Edhem, elindeki bütün her şeyi benim sıhhatim için harcadı. Sonra iyileşmeye başladım. Bir ara kendisinden canımın çektiği yiyecek bir şeyler istedim. Elinde bir şeyi kalmadığından merkebini satıp arzumu yerine getirdi. Sıhhate kavuştuğumda bir yere gitmek için merkep lâzım oldu ve:
"- Ey İbrâhim, merkep nerede?" diye sordum.
İbrâhim bin Edhem:
"- Sattık." dedi.
Sıhhatim yol yürümeye müsâit olmadığı için:
"- Peki ama şimdi ben neye bineceğim?" dedim.
O ârifler sultânı:
"- Sırtıma bineceksin, kardeşim!" dedi ve beni üç konak mesâfesi boyunca sırtında taşıdı.
KISSADAN HİSSE:
İzzet ve ikrâmla dolu, güzel ve iyi günlerde herkes dosttur. Ancak asıl dostluklar zor günlerde ortaya çıkar ve değeri hiçbir şeyle ölçülemez. Bu bakımdan velâyet sırrı, nice kötülüklerle dolu şu dünyâ günlerinde Allâh'a, Rasûlüne ve sâlih müminlere dost olmak ve onlarla dost kalabilmektedir.
Diğer taraftan bilhassa ihtiyaç içindeki mümin kardeşe yapılan ferâgât ve fedâkârlık, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini celbeder. Çünkü Cenâb-ı Hak kullarına karşı sonsuz bir rahmet ve merhamet sahibidir ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i de âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
"Şefkat ve merhamet ehline Rahmân olan Allâh da merhamet eder." (Ebû Dâvud, Edeb, 58)



DOSTLUKTAN MAKSAT



Abdullâh bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyâhatleri bitip ayrıldıklarında Abdullâh bin Mübarek içli içli ağlamaya başladı. Bu hâle şaşıran dostları:
"- Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzûn eden şey nedir?" diye sordular.
O kadri yüce Hak dostu, bir iç çekti ve nemli gözlerle:
"- O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hâllerini düzeltemedim. O bîçârenin ahlâkını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acabâ benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şâyet o, benden kaynaklanan bir hatâdan dolayı istikâmete gelmediyse, yarın hâlim nice olur!.." dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti.
KISSADAN HİSSE:
Dostluklar dâimâ mânevî açıdan faydalı bir maksat üzerine binâ edilmelidir. Buna göre sâlihlerle dostluk ve ülfet, onlardan istifâde için; sâlih olmayan ve hattâ noksanlıkları bulunan mânen zayıf kimselerle dostluk ve ülfet ise, onlara faydalı olabilmek için olmalıdır. Zîrâ mânevî faydadan uzak ve sırf gafletle örülmüş dostluklar, iki dünyâyı da mahvedecek bir zarar demektir. Ve bu zararın en hafifi dahî:
"Kır atın yanında duran, ya huyundan ya suyundan!" meselince bir âkıbet yaşatır.
Diğer taraftan noksan ve eksiği bulunan kimseleri istikâmete yöneltirken takip edilecek üslûp, menfî bir netice karşısında onları rencide etmek değil, acaba bende bir kusur var mı, diye nefsi muhâsebe etmektir. Zîrâ eğer bizden kaynaklanan hatâlar ve eksiklikler dolayısıyla muhâtabımızı doğru yola sevk edememişsek, bunun hesap ve vebâli çok ağır olur. Gâye, perde olmak değil, perdeleri açıp hakîkati gösterebilmektir.



ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.
Bu mesaja eklenen dosyaları görüntülemek için gerekli izinlere sahip değilsiniz.
[img]http://img98.imageshack.us/img98/9568/buyukresim9wc.jpg[/img]
hosted.filefront.com/kargili19
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir