Yaşayan Müze

Kültür ve sanat haberleri
Cevapla
Kullanıcı avatarı
g_burcak_s
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 165
Kayıt: 12-07-2006 16:03

Yaşayan Müze

Mesaj gönderen g_burcak_s »

Türkiye'nin ilk ve tek sanayi müzesi... ... yarışıyor.

1994 yılından bu yana faaliyet gösteren Rahmi Koç Müzesi'nin ikinci ve daha kapsamlı bölümü, 10 Temmuz 2001'de, çok sayıda ünlünün katıldığı görkemli bir galayla açıldı. Rahmi Koç, müzenin yeni bölümünü heyecanla ve düşlediği şeyi gerçekleştirmenin gururuyla tanıttı.

Çocukluğunda başlayan "koleksiyon yapma" alışkanlığının meyvelerini topluyordu ne de olsa... Babası Vehbi Koç'un, Almanya'dan getirdiği elektrikli trenle başlamıştı bu hobi. O günden itibaren, mekanik ve endüstriyel objeleri özenle toplamış ve biriktirmişti. Yıllar geçtikçe bu koleksiyon o kadar genişlemiş ki, hiçbir yere sığmaz olmuş.

Koç Topluluğu 1950'lerde sanayiye atılınca, dünyanın büyük sanayi kuruluşlarıyla görüşmeleri de yoğunlaşmış. Rahmi Koç, bu şirketlerin, ilk ürünlerinden başlayarak, ürettikleri her örneği topladıkları bir müzeleri olduğunu görmüş. Onlara çok özenmiş ve böyle bir koleksiyona sahip olmak istemiş. Ancak, bu konuda danıştığı yabancı uzmanlar, bu tür müzelerin sanayicilerden başka kimsenin ilgisini çekmeyeceğini söylemişler. Ama, bu fikrinden asla vazgeçmemiş. Yurtdışı gezilerinde teknik ve endüstriyel müzeleri gezmeye başlamış.

Münih'teki Deutsches Museum ve Londra'daki Science Museum’u çok beğenmiş. Ama, Detroit'teki Henry Ford Müzesi'ni gördüğü anda bütün koleksiyonunu bir çatı altında toplamaya karar vermiş. Düşüncesini iyice olgunlaştırdıktan sonra, arkadaşlarına da açmış ve hepsinden olumlu tepkiler almış. Hemen harekete geçerek uygun bir yer aramaya başlamışlar. Rahmi Koç, oyuncak otomobil ve trenlerle başladığı koleksiyonunu, her daldan farklı teknik eserlerle zenginleştirmeyi sürdürmüş. Eserleri seçerken özel bir kriter gözetmediğini belirtiyor, hoşuna giden, ruhunu okşayan, kendisine hitap eden bütün objeleri toplamış.

Bu arada, Koç Holding'in Turizm ve Hizmetler Grubu başkanı ve şu anda müzenin yönetim kurulu üyesi Dr. Bülent Bulgurlu, araştırmalarının sonucunda, Haliç kıyısında Tekel'e ait bir ispirto deposunun bulunduğunu öğrenmiş. Gidip binayı incelemişler. Temelleri 12. yüzyıla dayanan ve 1730'larda, Osmanlı döneminde donanmaya çıpa ve döküm parçaları yapan "Lengerhane"den çok etkilenmişler. Osmanlılar'da, gemiyi sabitlemek için denize atılan zincir ve zincirin ucundaki çıpaya "lenger", yapılan yere de "Lengerhane" dendiği için, yapı bu adla anılıyordu. 1950'lerde Tekel tarafından tütün deposu olarak kullanılan bina, 1984'te büyük bir yangın geçirmiş ve o tarihten itibaren kendi haline terk edilmiş. Ancak, bahçesi ispirto deposu olarak kullanılmayı sürdürmüş.

Bina, Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından 1991 yılında satın alınmış ve 1993'te aslına uygun olarak onarılmış. Anıtlar Kurulu, tarihi eserlerin restorasyonunda büyük titizlik gösterdiğinden fazla bir değişiklik yapılamamış. Eserler binaya uyumlu hale getirilmek zorunda kalmış, bu da sergileme işleminde büyük zorluklar yaşatmış.

2.100 metrekarelik alana sahip müze, 13 Aralık 1994'te ziyarete açıldı. Türkiye'nin ilk ve tek sanayi müzesi büyük ilgi gördü. İkinci sınıf eski eser olan bu yer, koleksiyonun esas çekirdeğini barındırıyor. Gerçek boyutlarda buharlı makineler, ilginç lokomotifler göz dolduruyor. Bilimsel aletler ve astronomiyle ilgili eserler insanın merak duygusunu kamçılıyor. Eski hesap makineleri, telekomünikasyon ile ilgili parçalar ve seyir aletleri, teknolojinin nasıl da baş döndürücü bir hızla ilerlediğini gösteriyor. Ayrıca, denizcilik alanında çarpıcı model eserler de sergileniyor. Aralarında, eskiden Yeni Cami'nin önünde siyah-beyaz fotoğraf çeken körüklü bir fotoğraf makinesi bile var. Bazı günlerde bu makinenin ustası, müzeye gelerek ziyaretçilere nasıl çalıştığını gösteriyor ve fotoğraflarını çekiyor. Dikkatlerin üstünde yoğunlaştığı bir başka obje de bozuk para basan makine... Haftada bir gün darphaneden gelen bir görevli, makineyi ziyaretçilere tanıtıp, nasıl çalıştığını gösteriyor.


Zamanla, müze koleksiyonu iyice genişlemiş; ancak, sergi alanları yanıt veremez duruma gelmiş. Tam o sıralarda, yani 1996 yılında, müzenin karşısında yer alan tarihi Hasköy Tersanesi'nin özelleştirilmesine karar verilmiş. Tersane satın alınarak restore edilmiş. Birçok şehir hattı vapuru ve küçük teknelerin bakım ve onarımlarının gerçekleştirildiği tersanenin tarihi kızak ve kalafat tezgâhı çalışır duruma getirilmiş. 1,5-2 yıl süren hazırlık döneminin ardından, müzenin yeni bölümü 10 Temmuz 2001 tarihi itibariyle ziyarete açıldı.

Hazırlık aşamasının kısa oluşu nedeniyle kataloglama işlemleri henüz yapılmamış, yani eserlere ait envanterler tam olarak çıkarılamamış. Ancak, Dr. Bülent Bulgurlu, kesin bir rakam verememekle birlikte, yaklaşık 4.000 civarında objenin sergilendiğini belirtiyor. Sergilenemeyip, depoda bekleyen objelerin dışında... Keza, depodaki eserlerle bir müze daha açılabileceğini belirtiyor Rahmi Koç. Eserlerin müzeye taşınması ise başlı başına bir iş. Müzenin Haliç'in kıyısında yer almasına karşın köprüler açılmadığı için deniz yolu kullanılamamış.

Eserlerin karayoluyla taşınması ise bir dizi özel işlem, yüklü bir maliyet ve günler gerektirmiş. Eserlerin müzede ne şekilde sergileneceğini Dr. Bülent Bulgurlu belirlemiş. Sıralama ya da yerleştirme işlemleri yapılırken, eserlerin konusu, yaşı, renk uyumu gibi birtakım kriterler gözetilmiş. Bulgurlu da meraklı bir koleksiyoncu olduğunu belirtiyor; ancak, konuyla ilgisi bununla sınırlı değil. Açık havada, müzenin Haliç'e bakan kıyısında sergilenen balıklar, bizzat Dr. Bülent Bulgurlu tarafından tasarlanmış. Bu özgün eseri testere, demir testere, kürek, çapa gibi aletlerin parçalarını kullanarak yapmış Bulgurlu.


Müze'nin bahçesinde 1800'lü yılların sonlarına ait bir çarşı canlandırılmış. O dönemin ayakkabı tamirhanesi de bu çarşı içinde
Müzedeki birbirinden orijinal eserler, insanı içinde bulunduğu ortamdan çekip alıyor ve merak duygusunu kamçılayan, yaratıcı düşünceleri depreştiren tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Yaşamımızın her alanında belirgin olarak hissettiğimiz "küreselleşme", burada da göze çarpıyor. Farklı tarihlere, ülkelere, kültürlere ve ilginç öykülere sahip, birbirinden özel eserler müzede bir araya getirilmiş. Ne de olsa müzenin kendisi de çok özgün...

Yaşayan, canlı ve asla tozlanmayacak bir müze. Çünkü, bütün objeler çalışır durumda. Giderek her şeyin sanallaştığı, dolayısıyla dokunarak, hissederek yaşamanın önem kazandığı günümüzde, bize tarihi objeleri canlı olarak yaşama olanağı sunuyor. Burada bütün eserlere dokunabiliyor, düğmeye basarak nasıl çalıştığını görebiliyor ve hemen orada deneyler yapabiliyorsunuz.

Rahmi Koç'un Henry Ford Müzesi'nden etkilenmesinde, müzenin eğitici olmasının rolü büyük olmuş. Aslında, Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'nın kurulmasının temelinde de bu fikir yatıyor. Dr. Bülent Bulgurlu, müzenin kuruluşunda eğitici ve yaşayan bir müze olmasına çok dikkat ettiklerini belirtiyor. Bu özellik, yurtdışındaki birçok örneğinde yok. "Ne-nasıl çalışır?" ve "Dene öğren" bölümlerini tamamen eğitim amaçlı kurmuşlar. Müzenin girişinde, sol tarafta "Historium" adını verdikleri ilginç, büyük bir küre göze çarpıyor. Bu küre, bilimsel buluşların tarihini anlatıyor. Üzerinde icatların temsili görüntüleri var. "Historium" da Dr. Bulgurlu'nun balıkları gibi özgün bir tasarım, yani atölyelerinde özel olarak çalışılmış. Öğrenciler için bu bölüme özel bir derslik kurmuşlar. Burada icatlar hakkında bilgiler veriliyor; ardından da öğrencilere mini bir test uygulanıyor. En iyi puanı alan öğrenci bir armağanla ödüllendiriliyor.

Müze, gençleri ve öğrencileri hem eğitmeyi hem de eğlendirmeyi amaçlıyor. Ziyarete gelen çocuklar, önce hoş bir şok yaşıyorlar. Birçok yerde, özellikle de müzelerde alışkın olmadıkları şekilde, rehberler tarafından, eserlere dokunmaları konusunda teşvik ediliyorlar. "Ne-nasıl çalışır?" bölümünde, çamaşır makinesi, buzdolabı, bulaşık makinesi, bilgisayar, kasetçalar, video gibi günlük yaşamımızda büyük yer kaplayan cihazlar sergileniyor. Ancak, görmeye alıştığımız şekilleriyle değil. Cihazların dışları şeffaf malzemeyle kaplanmış ya da kesitleri alınmış. Dolayısıyla içlerindeki en hassas ayrıntı bile görülebiliyor. Bir katalitik sobada, düğmesine basıldığı zaman, gazın tüpten çıkarak nasıl ısıya dönüştüğüne tanık olabiliyorsunuz.

Hemen üst katta bir de "Dene öğren" bölümü var ki, gerçek bir canlı laboratuvar; çocuklar ve öğrencilik yıllarında kitaplardan okudukları deneyleri canlı yaşamak isteyen yetişkinler, fizik ve kimya gibi pozitif bilimlere ilişkin kuralları, buradaki malzemelerle canlı olarak uygulayabiliyorlar. Bu bölümde yer alan deney düzenekleri de Dr. Bülent Bulgurlu tarafından tasarlanmış ve atölyede uygulanmış.

Eserleri, gerçek boyutları ve orijinal halleriyle görmek heyecan veriyor insana. Tersanenin önünde, açık havada sergilenen buhar makinesi, dünyanın en büyük buhar makinesi. Bu eser, Rahmi Koç'un da gözdelerinden... Hurdaya ayrılarak Aliağa'da kesime geldiği bir sırada haberdar olmuşlar ve gidip almışlar. Büyük zorluklarla monte etmişler. Tuzla'daki tersanelerinde yapılan restorasyon işlemi 1,5 yıl sürmüş. Günümüzde artık buhar gücü kullanılmıyor. Ama makine, elektrik enerjisi kullanılmasına karşın, sanki buharla çalışıyormuş gibi işliyor. Dünyada bu büyüklükte başka bir örneği yok.

Patent modellerinin sergilendiği bölüm de ilgi çekici. Eskiden icatlar için patent alınırken, bir de örnek model teslim edilirmiş. Bu modellerin korunması zorlaşınca, patent alma işlemi için çizim ve mikrofilmler istenmeye başlamış. Depolarda üst üste çürümeye terk edilen patent modelleri de açık artırmayla satışa çıkarılmış.frmtr

Rahmi Koç, müzayedelerden ve antika satıcılarından hoşuna giden patent modellerini alarak biriktirmiş ve müzenin yeni açılan bölümünde bunlar için özel bir yer ayırmış. Dr. Bülent Bulgurlu, modellerin içinde, Edison'un, elektrik üretimini sağlayan jeneratör modelinin ayrı bir değeri olduğunu ve ileride bu maketi özel bir yerde, ayrıca sergilemeyi düşündüklerini belirtiyor.

Türkiye'de sanayi ve teknoloji 30'lu yıllarda gelişmeye başladığı için, ülkemizde uzun bir tarihi geçmişe sahip değil. Bunun yanında birçok obje de yakılmış, eritilmiş ya da satılmış. Bu nedenle ülkemiz, teknolojik ürünler açısından oldukça zayıf. Müzedeki eserler, çoğunlukla dışarıdan, özellikle de Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa'dan temin edilmiş.

Bazı eserler, tamamen bir demir yığını halinde bulunmuş. Bunların restorasyon işlemleri, esere göre değişse de, yaklaşık 1-1,5 yıl sürmüş. Müzenin kadrosunda yer alan 5-6 yabancı uzman, sadece restorasyon işlemiyle ilgileniyor. Gerektiği takdirde, yurtdışından başka yabancı uzmanlar da getirtiliyor. Rahmi Koç Müzesi'nin sahip olduğu bu ekip, Türkiye’nin "museum quality" (müze kalitesinde) standartlarında restorasyon bilgisine sahip tek uzman ekibi.
Restorasyon, pek çok ayrıntıyı içeren hassas bir işlem. Uzmanlar işe başlarlarken, önce bir araştırma yapıyorlar; objenin orijinal fotoğraflarını buluyorlar. Sonra bütün parçalar sökülüyor. Eksik parçalar, orijinaline sadık kalınarak, dönemin tekniğiyle yeniden yapılıyor ve monte ediliyor. Sonra, eserin çevresel koşullardan etkilenmesini en az düzeye indirecek işlemlerden geçiriliyor, boya ve parlatma işlemi de tamamlanarak obje mutlaka, ama mutlaka işler duruma getiriliyor.

Örneğin, ayrı bir bölümde yer alan zeytinyağı imalathanesi, şalter kaldırıldığında hemen çalışmaya başlıyor. Nadir Araser'in hibe ettiği bu fabrika, uzun yıllar Bademli'de faaliyet gösterdikten sonra tamamen aslına uygun olarak müzeye taşınmış. Çalıştırma düğmesinin üstüne asılan bir pano, fabrikanın nasıl işlediğini şematik olarak açıklıyor. Fabrika, o dönemde Yunanistan ile ortaklaşa kurulmuş. Türkiye'de ilk yerleşmiş sanayi dalı, zeytinyağı fabrikasıydı. Yine yan tarafta ayrı bir bölmede yer alan marangozhane de, yanına geldiğiniz zaman çalışmaya başlıyor.

Dışarıda, tersanenin orijinal gemi kızağının üzerinde Tekel'in eski gemilerinden biri duruyor. Kızağın altından akan sular, müze alanını ikiye bölüyor. Karşı taraftaki bahçede, 1800'lü yılların sonlarına ait bir çarşı canlandırılmış. O dönemin ayakkabı tamirhanesi, bitkilerin şifalı ilaçlara dönüştürüldüğü eczane, demirci ve saatçi dükkânları, çalışanların içtikleri sigaraya kadar aslına uygun olarak tasarlanmış.

Müzenin iç mekânında ise denizcilik bölümü yer alıyor. Erol Usta'nın Ayvansaray'daki sandal yapımevi, 1932 yılındaki haliyle müzedeki yerini almış. Bir köşede sergilenen misinalar, insanda dokunma isteği uyandırıyor. O noktada şöyle bir soru beliriyor: Herkesin rahatça dokunup, çalıştırabildiği onca obje nasıl korunuyor acaba?
Dr. Bülent Bulgurlu, objelerin korunma işleminde iki konuya dikkat ettiklerini belirtiyor: ziyaretçilerin zarar görmemesi, eserlerin zarar görmemesi. Marangozhanede olduğu gibi, çalışan cihazların ziyaretçilere zarar verebileceği noktalara yarım bölmeler yerleştirilmiş; patentlerde olduğu gibi, minyatür eserlerin zarar görebileceği alanlarda ise cam muhafazalar kullanılmış.

Müze, güvenlik amacıyla alarm sistemiyle donatılmış. Uyarı sistemi, yangın, deprem gibi felaketleri de kapsıyor. Ayrıca bir de kapalı devre kamera sistemi bulunuyor.
Kayıkhanenin yanındaki bölmede, Kadıköy-Moda tramvayı ve müze tarafından restore ettirilip ilk kez sergilenen Abdülaziz'in "Saltanat Vagonu" bulunuyor.

Müzenin girişindeki açık alanda ise, İstanbul'daki ve aynı zamanda dünyadaki ilk metro sisteminin buhar makinesi ve vagonu sergileniyor. Buhar makinesinin çalışmasıyla, kayış harekete geçiyor ve kayışa bağlı vagonu yukarıya çekiyor. Bu arada, yanındaki rayda bulunan ikinci bir vagon da aşağıya iniyor.

Müzenin büyük ilgi toplayan bir başka bölümü de, otomobillerin sergilendiği alan. Çoğunluğu Erdoğan Gönül tarafından müzeye bağışlanan otomobiller, iki ayrı bölümde sergileniyor: 1955'e kadar antika otomobillerin bulunduğu bölümde, otomobil sanayiinin başlangıcı olarak alınan Ford T modeli göze çarpıyor. O güne kadar otomobiller elde üretiliyormuş. Ford T ile birlikte, bant üstünde üretime, yani seri üretime geçilmiş ve daha fazla insan otomobil satın almaya başlamış. Bunlar arasında, ilk buharlı otomobil ve Barış Manço'nun Rolls Royce'u da yer alıyor. Diğer bölümde 1955 sonrası otomobiller sıralanmış.
Kısa süre öncesine kadar günlük hayattan da tanıdığımız kağnılar ve faytonlar da ayrı bir bölümde toplanmış.

İlk örneklerinden bugüne bisikletler, motosikletler, bebek ve özürlü arabaları da başka bir bölümde... Müzede ayrıca, bilimsel ve teknik bilgilerin edinilebileceği bir kütüphane var.
Müze, öyle birkaç saatte gezerek bitirilebilecek bir mekan değil; bu nedenle acıktığınız takdirde yemek yiyebileceğiniz bir restoran ve bir içki alabileceğiniz antik İngiliz pub'ına uğrayıp dinlenebilirsiniz. Müzenin ayrıca büyük toplantılar için kullanılabilecek, son teknolojiyle donatılmış büyük bir konferans salonu var.
Müzedeki eserlerin çoğu Rahmi Koç'un kendi koleksiyonundan. Müzenin girişinde yer alan F-104 S Starfighter savaş uçağı gibi diğer bir kısım objeler ise, süreli olarak verilmiş ya da bağışlanmış.

Müze yönetiminin, gelecek için birçok özel projeleri var. Örneğin; Haliç'in kıyısında, Marmara Denizi balıklarını yaşatan bir akvaryum kurmak istiyorlar. Çünkü insanlarımızın, Marmara'nın türü ve sayısı gittikçe azalmakta olan balıklarını yeterince tanımadıklarını düşünüyorlar.

Diğer planları; eğer belediye güzergâh gösterirse ray döşeyip, 60-70 yolcu kapasiteli minyatür bir buharlı trenle dört kilometrelik bir tur düzenlemek. Bütün denemeler yapılmış. Belediye onayladığı takdirde, ziyaretçilere müzenin önünden çıkarak Sadabad'a kadar uzanan bir gezinti yaptırmak istiyorlar.

Şu sırada restorasyon işlemleri süren bir denizaltıyı eylül-ekim aylarında sergilemeyi hedefliyorlar. Uzun süre Türk donanmasına hizmet vermiş bu denizaltı, hizmet dışı kalınca, müze yetkilileri donanmaya başvurarak talepte bulunmuşlar. Müze müdürü, denizaltıyı Haliç'e getirip, müzenin önüne rıhtıma bağlayacaklarını ve bunun yaşayan bir denizaltı olacağını belirtiyor. Ayrıca, Haliç'te küçük buharlı motorlarla geziler düzenlemeyi amaçlıyorlar.

Müzeyi, yılda yaklaşık 150.000 kişi ziyaret ediyor. Dr. Bülent Bulgurlu, Rahmi Koç Müzesi'nin dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında ilk beş içine girebilecek düzeyde olduğunu belirtiyor. Müze, 1996 yılında "Museum of the Year Award" (Avrupa Müzeleri Konseyi Ödülü) özel ödülüne layık görülmüş.

Dr. Bulgurlu, müzeler arası değerlendirmeler yapılırken çok özel kriterler bulunduğunu söylüyor. Koleksiyonun genişliği, sergileme tarzı, eserlerin bakımları, ilk hallerine yakınlıkları, enderlikleri ve insanda yakınlık duygusunu doğurup doğurmadığı gibi unsurların yanı sıra, park yeri olanağı, günlük ihtiyaçların tamamını karşılayabilecek düzeyde olması, güvenlik konusu ve tekerlekli sandalyeyle ulaşım olanağının bulunması da çok önemsenen ölçütler arasında. Rahmi Koç Müzesi'nde, özel asansörle ulaşım dahil, tekerlekli sandalyeyle çok rahat gezilebiliyor. Dr. Bulgurlu, şimdi iki müze arasında doğrudan ulaşım sağlamak istediklerini ve bu konuda Belediye ve Anıtlar Kurulu'yla görüşmeler yaptıklarını belirtiyor. Kabul edildiği takdirde, iki bina arasındaki yolun üstüne bir tüp geçit kurmayı planlıyorlar.

Müze yönetim kurulu üyesi Dr. Bülent Bulgurlu, bu kadar özel ve dünya standartlarına sahip bir müzenin ülkemize daha çok ödüller kazandırabilmesi için, Belediye ve Anıtlar Kurulu'nun desteğine ihtiyaç duyduklarını vurguluyor.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir