İsmet Özel'in Son Kitabı: Kalın Türk

Yeni çıkan kitaplar ve severek okuduğumuz kitaplar hakkında yorumlar, paylaşımlar.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

İsmet Özel'in Son Kitabı: Kalın Türk

Mesaj gönderen commando »

Resim Önsöz

İlerki sayfalarda 1993 yılının Nisan ayında İzmir’de yaptığım konuşmanın metnini bulacaksınız. Bu konuşmadaki sözleri ardarda sıraladığım esnada henüz ne uçaklar New York kulelerine çarpmış, ne de Afganistan ve Irak işgale uğramıştı. Siyasî gelişmelerin anlamlandırılışı bugün olduğundan çok farklıydı. [1] Her farklı yönelim kendine elverişli bir zemin arar haldeydi. Çok şey çok kısa zamanda değişti. İktidar, ‘imperium’ dayattı ve her istediğini elde etti.

Bugün artık, XXI. yüzyılın gerekleriyle hemhal olmak çoğunluk tarafından olağan karşılanıyor. Öyleyse, on üç yıl önce, geçen yüzyılda yapılmış bir konuşmayı hatırlayıp hatırlatmanın ne yararı var? Müflis tâcir eski defterleri karıştırırmış.



Durumun arz ettiği manzara böyle ise, yandım demektir. Eski defterleri ne kadar karıştırırsam karıştırayım, eğer iflasa uğramışlığım bir vakıa ise, ne bana, ne de bu satırları okuyana geçmişte anlatılan hikâyelerin yardımı dokunabilir. Bakalım, kazın ayağı öyle mi? Eski defterlerdeki yazılar neler söylüyor? Ben mi iflas ettim; yoksa defteri birilerinin iflas edeceğine dair işaretlerle mi doldurdum? Fala baktıysam ve baktığım fal aynen çıktıysa bunun da sadra şifa olmayacağını gayet iyi biliyorum. Müflis tâcir değilim, cinci hoca değilim... Geriye ne kaldı? “Konuşan Katır”. Ben bir konuşan katır mıyım?


Ben uğradığı iflasın acısıyla kavrulan tâcirlerden biri değilim. Yetişme çağlarım kadîm Greklerin ve Romalıların ticareti hor görmelerinde hep imrenilecek, özenilecek bir taraf bulmakla geçti. Ne zaman ki, dikkatim ataların atası Yunus Emre’nin “Bezirgânım, metaım çok/ Alana satmaya geldim” beytine odaklandı, işte o zaman ticarete bakış açım değişti. Yunus Emre’nin anladığı ve bana anlattığı bezirgânlık, neyi olursa olsun, kime olursa olsun satmak değildi. Müşteriyi bulmak zahmete katlanmayı gerektiriyordu ve meta ile müşterinin buluşması katlanılan zahmete değerdi. Ticaret kıymetin takdir edilmesi bağlamında yüce bir eylemdi ve bunu bilmiş olmakla ticaretin başka türlüsünü kınama mazeretine sahiptik. İşbu başkalıkla malûl, zelil ticaretle benim bir bağım yok; müflis bir tâcir olmaktan kurtaran bağımsızlıkla yaşamam ferahlatıyor beni. 1993’de “medeniyetler çatışması” konulu bir konuşma yapmam, ne kendi siyasî ikbalime, ne de siyasî güç odaklarından birinin işini kolaylaştırmaya müteveccihti. Eğer bir siyasî mevkii ele geçirmek uğruna fikir serdedenlerden olsaydım on üç yıl önce söylediklerim bunlardır diyerek eski defterleri karıştırışımı müflis tâcirin tutumuyla benzeştirebilirdiniz. Ben bir mansıp kapmak için veya bir servete göz diktiğim için insanları sevke gayret etmiş olacaktım ve çabalarım boşa çıkmış olacaktı.

Memleket sathında iflas vak’a-i âdiyyedendir ve II. Osman saltanatından (1618) itibaren Türkiye böylesi “tüccar” taifesinin pazarıdır. Türkiye’nin düşmanları programlarını ilan ederler. Şâyia yayılır yayılmaz programın maddelerini ticaret konusu yapmaya hevesli “yerli” zevat zuhur ediverir. 27 Mayıs 1960 ihtilalinde 16 yaşındaydım. Demek ki benim hayatım bu kabil insanlara karşı savaşmakla geçti dersem, yalan olmaz. Karşıma rengârenk, binbir vesileyle çıkan böylesi insanlar, kamu nazarına komünistmiş gibi, Müslüman’mış gibi, Türkçüymüş gibi yansıyorlardı. Halbuki hiçbirinin elinden Türkiye düşmanlarının ajanı olmaktan öteye varabilecek bir iş gelemezdi. Benim işimin onlarınkinden ne bakımdan fark arz ettiği eserimde görülebilir. Onlar gibi, destek bulduğum takdirde Türkiye aleyhine bir programın uygulamasını hayata geçirmeye talip olanlardan biri olaydım, karşılanmamış talebimden dolayı bana müflis tâcir diyebilirdiniz. Halbuki ben, kalın Türk’üm.

Ben cinci hoca değilim. Erkenden ve sarahaten gördüm ki, bunu olmak başka herhangi birşey olmaktan çok daha kolay. İçlerinde kandırmacanın sığınılacak yegâne insanlık alanı olduğu duygusuyla yaşayan milyarlarca çaresiz insan kanmaya, kandırılmaya can atıyor. Ömrüm boyunca bir kişiyle karşılaşmadım ki kendisine sunulan teselliyi reddetmiş ve çare peşinde koşmaktan yorulmamış olsun. İnsanlığın belini ‘médiocrité’ büküyor. Herkes gündelik ilişkilerin yalanın ortaya çıkmamasıyla yürüyeceğini baştan kabullenmiştir. Dayanaksız uzlaşmalarla yaşamanın kolaylığıyla mest olmayan yok. Alkış almak, birdenbire kendi başına bir hedef oluveriyor. Çevremi gözlemledim. Komünist kıyafetiyle de, Müslüman kıyafetiyle de, Türkçü kıyafetiyle de cinci hoca mevkiini işgal etmeyi başarmanın birçok taktiğine vâkıfım. Cinci hoca olmak için, önce ciğeri beş para etmez birinin emrine gireceksiniz. Sonra sık sık iç geçirecek, anlaşılmaz şeyler mırıldanacak ve ahlayıp puflayacaksınız. Nihayet, size kim fal baktırdıysa, siz de ondan birşey koparacaksınız. Bütün bu süreci küçültücü sayarak kalın Türk olmam, benim cinci hoca mevkiine geçmeme mani olmuştur.

Elinden iş gelip de üzerinde toplum baskısı denilen şeyi hissetmeyen ve bu baskıyı bir biçimde etkisiz kılma çabası göstermeyen insan yok gibidir. Bir toplum baskısı, yani bir “ortalamaya rıza” dayatması her alanda kendini gösterir. İrili ufaklı cinci hocaların tümü “onlar beni aldatacağına, ben onları aldatayım” mantığını yürütür. Bu mantıkla hareket ettikleri için de geçerli mantığın eyyamcılık gibi belirmesine hizmette kusur etmemiş olurlar. Kalın Türk olarak benim dert saydığım, yükünü çektiğim şey, üzerimdeki toplum baskısını hafifletmeye, aldatmacanın belasını savmaya mâtuf değildir. Tıpkı şarap gibi aldanmanın ve aldatmacanın bir iyi, bir de kötü tarafından bahsetmek mümkündür. Bana aldatmanın gizliliği dert olmuştur. Sahiciliğe kavuşmak, mümkünse birini daha sahicilikle buluşturmak için çırpındım. Çırpındıkça çevikleştim ve kalınlaştım.

Müflis tâcir değilim, cinci hoca değilim... Geriye ne kaldı? “Konuşan Katır”. Ben bir konuşan katır mıyım? “Francis, Konuşan Katır” benim çocukluğumun, yani ellili yılların en meşhur mizah karakteriydi; resimli romanları, filmleri vardı. Konuşan ve aklı sahibinden daha çok şeye eren bir katır. Ne kadar inatçı olursa olsun, ağzına gem vurulmuş, gerektiğinde sırtına yük sarılan, ezik ve ezikliği kabullenmiş bir vicdan. Manipülasyona konu edilen vasıfları ne olursa olsun yine de bir vicdan. Bakın çevrenizdeki insanlara; hangisine bir vicdan olma niteliği yakıştırırsanız, katırlığa itiraz etmeyeceklerdir. Bana, konuşma nimetiyle taltif edilmiş bile olsa, katırlık dolmasını yutturmaya kalkışmayın: Nasıl müflis tâcir, cinci hoca değilsem, konuşan katır da değilim. Bilakis, insanların katırlaşmasına karşı durabilmek için elinden ne geliyorsa yapmaktan çekinmeyen biriyim.

Katırlık bahsini hafife almayalım. Gergedanlaşmaya benzemeyen bir olgudur bu. Katırlaşmaya uğrama belası gelişmenin önünü tıkar. Silsile itibariyle düşük olanın yüksek dereceli bir silsileden geleni döllemesinden yarar umduğumuz zaman ortalığı katırlaşma kaplayacaktır. Katır, ucuz olanın pahalı olanı kendine râm etmesiyle husule gelen bir üründür; ama kendisinden bir ürün sağlayamazsınız. Katır ne dölleyebilir, ne döllenebilir. Benim on üç sene önce söylediklerim herhangi bir katırın söylemeyi seçeceği şeyler değildi. Bu şeyler yeniden seslendirildiği zaman işitilebilecek özellikte olduğunu belli ediyor, giderek bir anlamı tamamlamak üzere gündem oluşturmaya yatkınlıkları da var.

Ses var; ama kulak nerede? Bir gündemi olmasını arzulayan kim? Türkiye olarak adlandırılan ülke Türkiyeliğinde ısrarlı mı? Bu sorular bizi acilen millet meselesine götürür. Oysa Türkiye’de “millet” tarifi yapılmamış, çerçeveden mahrum bırakılmış, muhteviyatı kasıtlı bir biçimde çapraşıklaştırılmış bir meseledir. Millet dolayısıyla bir mesele karşısında olduğumuzu biliyoruz; ama karşımızdaki meselenin ne olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, yerkürenin hangi siyasî şekle bürüneceği bahsini tertip edenlerin, aynı zamanda Türkiye’de yaşayanların ne şekilde davranacaklarına da etkili olduklarıdır. Yerkürenin bir sistem tarafından kuşatıldığını inkâr edemeyiz. Sermayenin göz açtırmaz hegemonyasını tesiste muvaffak olmasıyla yürürlükte kalan bu dünya sistemi, Türkiye’de yaşayan insanları müteaddit aşamalarda emri altına almıştır. Hayatiyeti sistemin emrinde olmakla sağlamayı gözetenler varsa, “millet” olmak onların mezarını kazacaktır. Millet olmaktan hayatiyet devşirenler çarkları kendi lehlerine çevirmeye güç yetirebilir. Sistemin işleyişinden yarar sağlayan toplumlar “millet” olma başarısına ermiş toplumlardır. Hiçbir milletin gökten zembille inmediğini, her toplum için geçerli olan bir millet olma süreci geçirildiğini hesaba katmak kaçınılmazdır. Dünya sisteminin gündemindeki Türkiye ile kendi gündemini oluşturmuş bir Türkiye, aynı şey değil. Birincisi için millete ihtiyaç yok, ikincisini ise sadece millet var edebilir. [2] Millet meselesine eğilmek, gözü kapalı sistem karşıtlığı yapılamayacağı gerçeğini yakalamanın ön şartıdır. Sistem karşıtlığı ifadesine başvurmak bir başka boyuttan haberdar olmak, belki de bir başka boyuta kavuşmak demektir.

O boyut olmadan kalınlık da olmuyor.


ŞULE YAYINLARI / Nisan / 2006
Alayköşkü Cad. No: 2-4 K:3
Tel: 212 528 23 57




İNCELMİŞ TÜRKLER ÇIT DİYE KIRILIYOR

Yeni kitabınız Kalın Türk’ün önsözünde “Elinden iş gelip de üzerinde toplum baskısı hissetmeyen insan yok gibidir” diyor ve “Ortalamaya rıza dayatması”nın devreye gireceğini belirtiyorsunuz. “Onlar beni aldatacağına ben onları aldatayım” tavrı gösteren bir “cinci hoca” tipinden söz ediyorsunuz. Türk aydını sizin nazarınızda cinci hoca mı?

İki kategoriyi tespit etmek lâzım. Birisi, ağzı açık ayran delisi yığını. Mesela, Avrupa’da kulağı küpeli, burnu hızmalı, uyuşturucu kullanan bir genç, Alman kültürünün baskıcı vasfına karşı söz söyleyen birisidir. Ama, Türkiye’de küpe ve hızma takan kimse, yalakalıktan başka hiçbir şey yapmıyordur. Çünkü ona, hakim bir kültürel zümre, yer açmak için böyle bir küçülmeyi kabul etmesi şartı koşmuştur. O da bu şarta rıza göstererek ve de adamdan sayılabilmek için böyle bir zavallılığa uğramıştır. Sürüyle sürüklenmeyi biz belki Tanzimat’tan beri yaşıyoruz. İkinci kategoride de, dikte eden unsurun ajanı pozisyonunda olan “biraz” kitap okumuş, ama “biraz”, buna çok dikkat edin, kimseler var. Yani hiçbir konuda uzmanca ve yetkin ifadelere kavuşamamış bir topluluk. Kimileri bunlara “aydın” diyor.

Kendinizi “Kalın Türk” olarak adlandırıyorsunuz nedir Kalın Türk?

Evet, çünkü Türkiye’de incelmiş Türkler var. Türkiye’de çıt deyip inceldiği yerden kopacak Türkler yaşıyor. Ben gevrek Türk değilim. Kalın Türk olduğumu söylüyorum. Şiir, sosyalizm, İslam dolayısıyla yaşadıklarım beni kalınlaştırdı. Ama sesim Davudi bir ses oldu mu? Mesele orada.

Yani?

Gavurlar; Tevrat’ta ve Kur’an’da adı geçen Hz. Davud’un temsilcileri artık kendileri olmadığını biliyorlar. Kendilerinin Golyat’laştıklarını biliyorlar. Şimdi bir Türk olarak sen Davut musun, değil misin? Mesele burada.

“Laik-Müslüman çatışması bir tezgahtır. Böyle bir şey yoktur, olmamalıdır da” diyorsunuz.

Tabii ki. Sözgelimi, diyorlar ki “Türkiye’de tarım çöktü.” Peki bu kadar yıl faaliyet gösteren ziraat fakülteleri ne iş yapıyordu? Bu ne mantıksızlıktır? Ziraat fakültelerinde, Türkiye’nin atılım yapmasına itiraz eden, karşı çıkan kimse yok gibi görünüyor. Kimse, “Kardeşim tarıma ne gerek var? Olmasın. Çürüsün, çöksün” demiyor, fakat gizlice bu oluyor. Laik - Müslüman çatışması göstermelik bir hadise, anlamsız.

Çatışma hiç mi yok?

Asıl çatışma, din gününe inananlarla inanmayanlar arasındaki çatışmadır. Yani Allah’a verilecek hesabı olduğuna inanan insanlar var, “Allah’a hesap vermek palavradır” diyenler var. Çatışma bundan ibaret.

Allah’a verecek hesabı olan insan, milliyetçi olmayı korkulacak bir şey olarak görmez. “Ben milletim için şunu yaptım” demek, Allah katında bizi utandıracak bir şey midir?

Evet… “Fundamentalist üç parmakla yemek yiyen ve bunu imrenilecek bir şey haline getirebilen kişidir” diyorsunuz.

Allah Resulü, Veda Hutbesi’nde ne diyor? “Size Kur’an’ı ve Sünnetimi bırakıyorum.” Müslümanlıkta ayrıca başka bir şey var mı? “Arap töresi ya da sizin parlak fikirleriniz sizi kurtaracak” diyor mu Veda Hutbesi’nde?

Sanırım, sizin Türklük teklifinizin, Kur’an ve Sünnete riayet anlamı taşıdığı tam kavranılmıyor?

Allah Resulü, cihada gitmeyip de onun masrafıyla mescit inşa edenlerin mescidine hiç gitmedi ve o mescit sonunda yıkıldı: Mescid-i Dırar. Ben diyorum ki, Türk olmak, İslamiyet’in ortaya çıkışından bu yana, kafirle çatışmayı göze almakla mukayyettir. Allah Resulü, cihada gitmedikleri için o insanlara ne münafık dedi, ne kafir dedi. Ama mescitlerine girmedi.

Yani biz insanların Müslümanlığına bir şey demiyoruz. Herkes Müslüman. Ama Türk olmak başka bir şeydir. Müslüman olmak Türk olmak demek değildir. Fakat Müslüman olmadan Türk olunmaz. Kafirler bize İslam’dan tamamıyla kopuk bir Türklük yutturdular. Böyle bir şey yok. Türk ırkı diye bir şey tarihin hiçbir döneminde yok. Ama varmış gibi yaptılar. Hâlâ işler böyle yürüyor. Bu yapay ve aşağılayıcı kimlik dayatmasına bir cevabımız olmalı. Müslüman kimliğimize ve ayırıcı vasfımıza sahip çıkalım. Bakın, Müslümanların çoğunluk teşkil ettikleri bütün ülkelerde İslam’ın görüntüsü kafirler tarafından özel olarak değiştiriliyor. Hoşgörü, temizlik… bunlar İslam olarak öğretiliyor çocuklara. Kelimetullah uğruna kılıç çekmek yok. Bu, İslamiyet’in Türk’ten, Türk’ün İslamiyet’ten koparılmasıdır. Kılıçsız, güçsüz, meydan okumak yerine sırıtan bir insan tipi üretiliyor. Çünkü, Türk’ten korkuyorlar. İnce, incelmiş Türk istiyorlar. Kraker gibi.

Kitabınız 1993 yılında İzmir’de yapılmış bir konuşmanın metni. Hayrete düştük. Bunlar söylenmiş, kayda geçmiş, insanlar bu sözlere şahit olmuşlar. Bu durumu siz nasıl izah ediyorsunuz?

Valla böbürlenmekten başka çarem yok. Çünkü siz benim Halkın Dostları dergisinde yazdığım yazıları okuduğunuz zaman da bazı hayretlere uğrayacaksınızdır. “Adam Müslüman da değilken, nasıl olmuş da bunları söylemiş?” diyebilirsiniz. Çünkü öyle başladık biz bu işe. İnsanlar, İsmet Özel’in değiştiğini söylüyorlar. Benim hayat maceram, değişmeme değil, duruşuma bağlı bir maceradır. Aynı yerde duruyorum. Nöbet yerimi terk etmedim.

Kalın Türk olduğunu beyan eden bir şair olarak, sohbetimizin sonunda ne diyeceksiniz?

Ben başkalarının da kalınlaşmasını öneriyor ve bekliyorum. İncelikten şikayetim var. Bugüne kadar incele incele geldik. Bizim incelmemiz başkalarına geçiş kolaylığı sağladı. Biz kalınken geçemiyorlardı. Tekrar kalınlaşmalıyız.

Çılgın değil, Kalın Türk

Kalın Türk’ün yazarı olarak, çok satanlar listesinden inmeyen Şu Çılgın Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben, Kalın Türk kitabının Şu Çılgın Türkler’le bir alakası olduğunu düşünüyorum.

Ne gibi?

Şöyle: Şu Çılgın Türkler, İstiklal Harbi’nin de, Cumhuriyet rejiminin de saptırılmış bir yorumunu sunuyor. Benim incecik kitabım bu yorumu itlaf eden bir pozisyondadır. 23 Nisan 1920, 30 Ağustos 1922, 29 Ekim 1923; bunlar birbirini mantık sırasıyla takip eden olaylar değildir. Bunu, Türkiye’de yaşayan, birazcık kafası çalışan herkesin anlaması lâzım. Bunlar bağımsız, mahiyetleri birbiriyle alakalı olmayan üç olaydır. Eğer bunların mahiyetini yüksek düzeyde bir senteze kavuşturmak istiyorsak, bu sentez asla Şu Çılgın Türkler kitabının sentezi değildir. TBMM’nin açılması, 30 Ağustos Zaferi ve Cumhuriyetin ilanı. Bunların manalarının da keşfedilmesi gerekir. Reddedilmelerinden bahsetmiyorum. Tam tersine bunlar müspet aşamalar olarak, birer kazanım olarak tekrar keşfedilmeli. Şu Çılgın Türkler’in yorumu, bu keşfi engelliyor.

Mazhar’ın şarkısını beğendim, hattâ bazen söylüyorum

Mahzar Alanson, sizin şiirlerinizden derlediği sözlerle bir şarkı besteledi. Kimileri beğendi, burun kıvıranlar oldu. Siz nasıl budunuz?

“Beraberiz yavrum” gibi sözler Mahzar Alanson’un. “Orman değiliz artık milli parkız” sözünü düzyazılarımdan çıkarmış. Zor Zamanda Konuşmak’tan sanırım. Mahzar Alanson yazdıklarımı izliyor. Onun benim şiirlerime ve düzyazılarına duyduğu ilginin değerli bir şey olduğuna inanıyorum. Yani öyle basit bir hayranlık değil. O yüzden de onun benim yazdıklarımı “kullanarak” bir şey yaptığını düşünmüyorum. Eğer bana şiirlerinden yararlanarak bir şarkı sözü çıkar deselerdi, bu Milli Park’tan daha iyisini yapamazdım. Bence çok uygun bir şarkı sözü olmuş. Milli Park, Mahzar Alanson’un tabii ki katkılarıyla oluşmuş bir İsmet Özel şarkısı. Hiç rahatsız değilim. Hattâ, bir önceki albümlerinde yer alan Ağlamadan adlı şarkıdan çok çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ve hit olacağını sanıyorum.

Beğendiniz yani?

Tabii ki. Hattâ bazen söylüyorum bile.

Minare, Türklüğün sembolüdür

Şu günlerde milliyetçiliğin yükseldiği söyleniyor. Sizce de öyle mi?

Hayır. Türkiye’de ne milliyetçilik yükseliyor, ne de millilik. Türkiye’de yükselen şey Hıristiyanlaşmadır. Türkiye’de, süratle, etnik ayrımcılık paralelinde Hıristiyanlaşma yükseliyor. Göreceksiniz bu, yaşarsak, beş sene sonra çok daha bariz bir şekle girecek. İstanbul’un Hıristiyan vasfı, bütün diğer vasıflarının önüne çıkarılacak. Şimdiden ilan ettiler: Kültür başkenti. Ne demek kültür başkenti?

Ne demek?

Burası Hıristiyanlığın ilk başkentidir. Bir süredir “dünya başkenti” de diyorlar. Constantine, Hıristiyan imparatorluğun başkenti yapmış burayı. İstanbul’a “kültür başkenti, dünya başkenti” demek, Müslümanların bu şehri alışına, biçimleyişine, benimseyişine direnç göstermektir.

Öyleyse?..

Bu şehir Türkler tarafından ele geçirildiği zaman, dünyada üstün kültürü Türklerin temsil ettiği bilinciyle bir değişime uğratıldı. Bu yolla “üstünlük Türklerdedir” mesajı bütün dünyaya verildi. Her tepeye bir cami yapıldı. İstanbul’un silueti minarelerle çizildi. Minare, biliyorsunuz ki bazılarına göre bidat-ı hasene olarak kabul edilir. Yani İslam kültürünün bariz göstergelerinden değildir. Minare, Türklerin dünyaya “İslam budur” diye kabul ettirdikleri şeydir. Minarenin, Türklüğün bir işareti olduğu hatırlanırsa ya da fark edilirse, insanlar bundan güç alacaklardır. Minare, kimliğimizin mimari belgesidir.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir