ôLûMû ôzLemeyen a$kI anLayamaz

Aşk ve sevgi sözleri, sevgiliye haykırışlar.
Kullanıcı avatarı
sarı gelin
Angel
Angel
Mesajlar: 1249
Kayıt: 15-09-2003 13:39
Konum: TÜRKİYE

Mesaj gönderen sarı gelin »

ee bak bana cevap hakkı doğdu..doğru söylemişsinde beni teyide tmişsin,biz bunu yapıyoruz işte doğruda,kuralsız yapıyoruz...
tükenmek ve tüketmek kolay değil,senn bende beni çoğaltırken....
Kullanıcı avatarı
c|ost
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 1375
Kayıt: 06-05-2004 19:03
Konum: nereye...
İletişim:

Mesaj gönderen c|ost »

Çok iyi anladım sarı gelin.

O zaman konuyla ilgili söylecek bir iki lafım olsun. Ölümü özleyen aşkı anlayamaz. Aşk sadece hayata dair bir olgu mu ? Ruhani varlıkların aşkından da söz edilemez mi ? Ölüm gelince aşk biter mi ? Bu soruları sorduğum zaman kendime cevap alamıyorum. Ölümün ne denli soğuk veya ne denli sıcak olduğu konusunda bir fikrim yok. Ölümü özlemek veya aşkı yaşamak arasında bir ikilem yaşasaydım şayet, "yaşamıyor" olurdum.

Nefret'in yazıda bahsettiği mecazi anlamda bir yaklaşım ve o kendince bir şeyler aktarmış. Ölümü özlemek bir tabir sadece. Aşkın anlamaksa çok büyük bir dehliz. Yaşamayan bilemez derler ya, yaşamak lazım.

Aşkı yaşadım belki de aşkı yaşadığımı sandım ama her durumda içimde yaşadığım o tutkuya, o hazza aşk demek istiyorum. Sonuç olarak, tanımını bilmediğim iki kelime var ortada. Aşk ve ölüm. İşte bu büyük bir çelişki ve ikisinden birini gerçekten yaşasaydım o zaman kesin bir cevap verebilirdim.

Teşekkür ediyorum.
Kullanıcı avatarı
MARTI
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2223
Kayıt: 21-05-2004 03:43

Mesaj gönderen MARTI »

Ask yaandikca ne oldugu ögrenilen, bilinebilen bir olgudur.. Yine O'na Sordum isimli gönderdigim yazi geliyor aklima..

Ben ille de * kendi namima * diyorum ki, sevgi icin ugruna ölürcesine davranilmali, ama sevginin yasam ve özgürlük oldugu bilinebilmeli.
Kullanıcı avatarı
sarı gelin
Angel
Angel
Mesajlar: 1249
Kayıt: 15-09-2003 13:39
Konum: TÜRKİYE

Mesaj gönderen sarı gelin »

ikiside bilinmezdir bazen yada ikiside bir son...bazen ikiside özlenir,bazen ikiside beklenir,bazen ikiside hayatları alt üst eder,böler...ikisinede bir başlangıç lazımdır,ikiside yürekle ilgilidir..ikiside birilerinden birşeyler alır götürür geri getirmez...ikiside bazen umutsuzluktur.....
ama bazen insanı ölümün elinden aşk kurtarır...bazen aşkın elinden ölüm....
tükenmek ve tüketmek kolay değil,senn bende beni çoğaltırken....
Kullanıcı avatarı
MARTI
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2223
Kayıt: 21-05-2004 03:43

Mesaj gönderen MARTI »

Güzel ve derin bir tabir..
Kullanıcı avatarı
sarı gelin
Angel
Angel
Mesajlar: 1249
Kayıt: 15-09-2003 13:39
Konum: TÜRKİYE

Mesaj gönderen sarı gelin »

ee çok normal,çünkü baan ait:))
tükenmek ve tüketmek kolay değil,senn bende beni çoğaltırken....
Kullanıcı avatarı
MARTI
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2223
Kayıt: 21-05-2004 03:43

Mesaj gönderen MARTI »

:))
Kullanıcı avatarı
Alamut
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 1694
Kayıt: 16-09-2003 17:07
Konum: İstanbul
İletişim:

Mesaj gönderen Alamut »

Ah ah ah :)
Hani kurşun sıksan geçmez ya geceden...
Kullanıcı avatarı
MARTI
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2223
Kayıt: 21-05-2004 03:43

Mesaj gönderen MARTI »

E bu ah ahhhhhhhhhhhhh; ne icin idi?? :wink:
Kullanıcı avatarı
Kutcar
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 92
Kayıt: 28-06-2004 16:23
Konum: Ank
İletişim:

Mesaj gönderen Kutcar »

Bir insan. Kimseden nefret etmiyor. Yalnızca hoşlanmıyor. Kimseye aşık olamıyor. Yalnızca seviyor. Dünya neyse o. Olduğu gibi bir yer. Olmasını istediği yer değil. O bir gerçekçi. Gerçekler var, düsler var. İkisi birbirine girmiyor. İkisi de güzeller, ama ayrılar. Biri gündüzlere ait, öbüru gecelere. Birine dokunabiliyor, öbürünü ise yalnızca duyumsayabiliyor. İkisinin arasındaki ayrımın tam olarak nereden geçtiğini bilmiyor, ama değişikler. Zaman zaman dilediği oluyor, düşlerinin gerçek olmasını. Ya da gündüzlerin de düşlerinde dilediği gibi bir yer olmasını. Ama bu eninde sonuda bir dilek. Gerçeğin kendisi değil. Tatlı bir duygu yalnızca.

Sokağa çıkıyor ve çevresine bakınıyor ve sevmediği insanlar görüyor. Nefret etmiyor olması, sevmemesini gerektirmiyor çünkü! Apaçık sevmediği insanlar var. Onları görmemek için neler vermezdi! Onları görmek ne kadar anlamsız!

Ama keşke olmasalardı, demiyor. Çünkü varlar zaten. Yeryüzünden yokolmalarını istemiyor. Onlar için böyle bir duygu beslemiyor. Çünkü bu nefret. Bir insanın yokolmasını istemek. O yalnızca görmemeyi yeğliyor. Başını çeviriyor, yanından kaçıyor.

Ve yaşamında onlardan cok daha önemlisi, sevdikleri. Ne yazık ki kimse onun tarafından nasıl sevildiğini tam olarak bilemiyor hiçbir zaman. Bu onu üzüyor. Herkes ya aşk bekliyor, ya da... nefret? Ama o yalnızca seviyor ya da sevmiyor. Sevgi kutsal birsey degil, aşka dönüşmesine gerek yok. Yavaşça oluşup, sonsuza dek süren birşey.

Sevmemek de herkesin düşündüğü kadar korkulacak ya da kaçılacak birşey değil.

Dünyaya bakıyor, sevgi ne kadar çok soruna neden oluyor! Çevresinde kadınlar erkeklere aşık oluyor, erkekler de kadınlara. Ve birkaç saat içinde yitirme korkusu doğuyor. Sonra kavga etmemek için çırpınmalar başlıyor, dayanamayıp patlayanlar oluyor. Bir bakıyor, birbirini en çok seven iki insan birbirine en çok yalanı söyleyen iki insan oluyor. En çok seven insanlar en çok birbirlerinin yüreğini kıranlar oluyorlar. Sonra pişman olunan sözler, affedişler... onurlular ve onursuzlar doğuyor, ve son olarak da intikamlar başlıyor... ve hepsi her zaman için sevgi'nin çevresinde dolanmayı sürdürüyor. Gün geçiyor sevgiyle insanlar birbirini öldürüyor, birbirinden korkuyor oluyor. Sevgiyle mutsuzluklar başlıyor. Mutsuzlukların en büyüğü! Sevdigi icin intihar ediyor, sevdigi icin öldürüyor. Niye tüm bunlar?

Çünkü diyor kendi kendine, insanlar bencilce seviyorlar. Evet, kesinlikle ve kesinlikle bencilce seviyorlar. Birseşi yarım yamalak yapmaktansa hiç yapmamak daha iyi, oysa ki. Bunu babası, dedesi, geri gidebildiği kadar, tanıdıklarının tümü söylemişti ona. Bu düşüncesini arkadaşına açıyor. Arkadaşı gülüyor: "Elbette bencilce severiz!" diyor. "Kimse karşı tarafı mutlu etmek için onu sevmez!"

Oysa onun demek istediği bu değil. "Ama karşı tarafı da düşünmek gerekiyor!" demek geçiyor içinden, ama söylemiyor çünkü aslında demek istediği bu da değil. O ne kendi bencilliği için ne de karşı tarafın mutluluğu için seviyor. Demek istediği bu. O yalnızca seviyor. Bunu açıklayamıyor, ama bencillik ya da bir fedakarlik gibi birşey degil. Açlık gibi birşey. Nasıl açıklarsın ki?

Bir başladı mı diyor kendi kendine... ne diye bir daha kafamı yoracağım bununla? Ne diye hesaplara girişeceğim... kendi mutluluğumu düşüneceğim? Ya da onun mutluluğunu.

Bu düşünceler sevmekten vazgeçmeye doğru giden en kararlı adımlar değil mi sonuçta?

Ve ne diye sevmekten vazgeçsin? Sevmek tatlı bir duygu. Onun yaşama bağlılığı sevgiye olan bağımlılığı. Onu yitirmesi olanaksız.

Karşı taraf bu güvencenin farkında değil. Bu apaçık sevgiden habersiz. Ne onu, ne de kendisini ilgilendiren sevgiden. Ve yine en cok ikisini ilgilendiren sevgiden. Sevgi kutsal değil, diyor yine. Ne de sevdiğim kişi kutsal. Ne de sevdiğim icin ben kutsalım! Kutsallık? Tanrı kutsal! O da inananlar için. Ama yeryüzündeki hiçbir şey kutsal değil. Olamaz.

Aşk..! İşte yeryüzündeki kutsallık duygusu. Karşı tarafın kutsallığı. Bu yüce duyguyu barındırdığı için insanın kendi kutsallığı. Aslında ne kadar komik! Çünkü yok böyle birşey.

Ama herkes sevince aşık oluyor, aşık olunca bir gün geliyor, nefret etmeye başlıyor. Diyebileceği tek bir şey var "aşk, tamam kötü birşey değil. Ama gelip geçici. Çünkü kutsal birşey, ve kutsal birşey aslında olmayan birşey. Biz onu yarattığımız sürece var."

Aslında bunu lisedeyken bile biliyordu. Aşkın gelip geçici oldugunu. Ve bildigi birsey daha var simdi: arkasında arkadaşlık gizliyse iki insan her zaman mutlu olur, aşkta ve başka zamanlarda. Öbür tarafta yalnızca aşık olursa... o zaman ne acı! Çünkü aşk biter ve yabancılık başlar, mutsuzluk olur. Ya da aşk daha bitmeden delice yerlere götürebiliyor... Kutsallık ya, tapınma ya da kurban etme ister! Ama biz insanız... bize gereken şey yalnızca arkadaşlık. Sağlam ve derin bir arkadaşlık. Öyle bir arkadaşlık ki onu ne aşk yıkabilsin (ya da alıp göklere çıkarıp, yıldızların arasında kaybolsun), ne de başka birsey.
Hersey, aşk da dahil olmak üzere herşey, yalnızca onu daha da güzelleştirsin. Ve eğer bir gün bir arkadaşlıktan bir aşk doğacak olursa, aşkın bittiği yerde geriye arkadaşlığın kendisi kalsın.

Böylece insan hiçbir zaman sevdiği kişiden acı çekmez de... iyi günde de kötü günde de, arkadaşlıkta da aşkta da.

Herşey ne kadar basit aslında!...

Gerçi, diye düşünüyor, geriye bir acı kalır yine de. Ondan hiçbir zaman kurtulamam. En azından bu dünyada! Bu da sevdiği insanın ona sırt çevirmesi. Bu acıyı hepimiz biliriz aslında, ama yine de en çok o bilir. Aşk olmadığı için varı yoğu arkadaşlıktır çünkü. Bir diğer acı şey de sevdiğinin ölmesidir. Bu tür şeyler, her ikisin de ne kadar anlamsızdır. O yüzden ne çok acıyı bu iki şey verir, ve başka hiçbir şey bunların yanına yaklaşamaz.

2

Bir ikinci şey: O birini sevdiği için başkalarını görmemezlik yapmaz. Sevdikleri birikir ve sevdikçe yaşamı güzelleşir... sabahları daha mutlu uyanır. Hiçbir zaman kimse icin yaşamını feda edebileceğini iddia etmez, çünkü bu doğru değildir. Bunu yapabilmek için sevgisi uğruna kendinden geçmesi gerekir. Yine aynı kutsallık duygusu işte. Ve kalanları görmemesi gerekir. Aileler, arkadaşlar, hayvanlar, bitkiler, güneş, rüzgar, yıldızlar, dağlar, yaz, kış, toprak, müzik, pasta, su, çikolata... hepsini unutması gerekir. Hayatta! Bunları nasıl unutur? Tersine sevdiği zaman gözleri daha da açılır. Tüm duyuları açılır. Daha çok günese çıkmak ister, daha çok dağlara tırmanmak, denize girmek, müzik dinlemek, pasta, çikolata yemek ister. Ve ne olursa olsun, dünyada herkes ve herşey her zaman yerli yerindedir. Duygular onu yıkamaz. Onun duyguları devrimler yaratamaz belki, ama savaşlar da başlatmaz.

Kıskançlık taşır mı? Bunu sormamalıydınız çünkü doyasıya taşır, hem de hepimizden fazla taşıdığı olur. Tüm yüreğiyle ve varlığının her damlasıyla kıskanabilir. Kızarır, bozarır, öfkelenir, ve ağlar. Ve bunu kendi önünde, güvendiği tüm insanların önünde çekinmeden yapabilir. Oldukça neşeli ve güler yüzlü bir insan olsa da aynı zamanda utangaç ve sulugözdür yeri geldiğinde. Kıskançlığının gizleyemez. Ve dünyada en doğal şeydir aslında kıskançlık. Mantıklı değildir belki, ama "niye benim yanıma gelmiyor da o salağın yanında duruyor!"
Evet, belki de sevmenin bir üçüncü acı yanı bu. Öbür yanda, bir insanın duymayı hakedeceği en doğal duygu bu. Baskılardan, karanlık bir bilinçaltından doğan gurur ve kin duygularının tam tersine kıskançlık bilincinin yüzeyindedir, her an yaşar, her an taşar. Gurur ve kini taşımadığı için, ve dolayısıyla bunları yaşamının hiçbir başka duygusuna bulaştırmadığı için tüm duygular onun için doğal ve yerden göğe kadar haklıdır. Ne kadar çelişik olurlarsa olsun. Ne kadar acı verici olurlarsa olsunlar. Kıskançlık ve üzüntü, tıpkı sevinç ve coşku gibi bastırılamazlar. Ordaysa ordadırlar. İtiraf da edilemezler. Yalnızca söylenirler.

Utanç duygusu? Galiba bundan da epey var. En azından sık sık utandığı görülür. Çünkü utandığında anında yüzü kıpkırmızı olur, ya da utandığı şeylerden gözlerini hızlıca çevirmeye çalışır ama yine de onları görmeden edemez. Çıplak bir erkek görür, başını çevirir ama yan gözle ona bakmaya çalışır.
En utanç verici görüntü karşısında bile gözleri açıktır ve açık olduğu için utanır. Çoğu insan bir yere kadar birşeyler görüp utanırlar. Bir yerden sonra utanç çok büyürse insan utanç kaynağını büsbütün reddetmeye gider. Gururlu insanlar en utanılacak şeylerden en az utananlardandır. Gururlu bir aile babası çocuklarına karşı yanıldığı zaman onlara kızar -kendinden utanacağına. Bir generalin savaşmaktan utanmayacağı gibi, büyük bir şirket sahibi de çalışanlarına kazık atmaktan utanmayacaktır. O ise misafirliğe gidip yanlışlıkla çay bardağını kırınca yer gök birbirine karışır.

Gerçi sorunu çözebilir, bunun için gereken şey bir özürdür. Buna başka herkesten daha yeteneklidir. Ama sorunu bastırmaya, kendini haklı çıkarmaya başka herkesten daha yeteniksizdir.

Ölum? Ölüm de onun için olduğundan acı ya da kutsal birşey değil. Ölüm duygusunun kendisi onu korkutmaz. Ölen kişinin ayrılışın onu korkutur, ya da kendisinin bu dünyadan ayrılışı onu korkutur. Başka herkesten daha çok korkutabilir bunlar onu. Çünkü çoğumuzdan daha sorunsuz bir yaşamı olduğundan yaşamdan daha çok tat alır, yaşam onun için daha değerlidir. Kendisi bunun hicbir zaman farkında olmasa da. Ölümün kendisi bir endişe kaynağı değildir. Onu üzer. Başka herkesten daha cok üzer. Ağlar. Dürüstçe. Yaşamında değerli, en değerli şeyini kaybetmiştir çünkü. Bir daha eskisi gibi olmayacaktır yaşam onun için. Daha da kötüsü ölen kişi artık yaşamıyordur. Onu özleyecektir. Onu özleyeceğini bilir, o an onsuz bir yaşamı aklına bile getiremez. Bundan daha üzücü ne olabilir? Ama onda bizdeki ölümün kara yüzü, boşluğu yoktur yine de. Herşey yine yeryüzünde, aydınlıktadır. Ölümü kabullenir. Onu reddetmeye gitmez. Gittiğini düşünür ve "Bazen ölmediğini düşünüyorum," da der.

Hırs? Hırs yoktur, kendini kanıtlama sevdası olmadığı gibi. Bir anne olmayı ister, bir çocuğu dünyaya getirmeyi tatmak için. Sonra onu büyütüp güzel bir insana dönüştürmek için. En büyük hırsı belki buradadır. Yaşamak ve yaşatmak. Ama buna da hırs denemez. Bu da onun yaşamının, doğal ve sakin bir parçasıdır yalnızca. Hiçbir zaman ayrılamayacağı bir duygudur. Annelik duygusu. Bir doktor olmayı ister, insanları sevdiği için. Ya da itfaiye olmayi isteyebilir: insanların yanarak acı çekmelerine ve ölmelerine dayanamadığı için. Bir öğretmen olmak isteyebilir, çocukları sevdiği için ve onlara yaşamın değerlerini öğretip dünyayı ve yaşamayı onlara daha değerli göstermek için.


O benim yaşamımı değiştirdi. Bana insanı tattırdı. Kendimden ve yaşadığım dünyamdan utandım. Onun adına utandım. Böyle bir yeri haketmiyordu çünkü. O insan olmanın en doğal şey olduğu bir dünyayı hakediyordu. Sakin ve huzurlu ve hiçbir şeyin gizlenmediği bir dünyayı. Ben onun yanındayken öyle olmayı istedim. Ve belki başka birçok insana göre daha çok öyleydim. Ondan tek birşeyi sakladım: ona duyduğum sevgiyi. Bunu niye sakladım? Çünkü ben de başka herkes gibi sevdiğim birini yitirmekten kortum. En çok da onu yitirmekten korktum. Bu endişemi onda yeşertmek istemedim. Bundan utandım. Ama sonunda bunu saklayarak yanlışların en büyüğünü yaptığımı farkettim. Çünkü baskılanan sevgim, bende de sonunda aşka dönüştü. Ve o zaman çaresizce gidip söyledim. Bu her zaman olduğu gibi bir "itiraf"tı. Bir anlam veremedi. Ama zor durumda olduğumu görerek güldü ve sanırım acıdı bana. Ve sanırım yine de onun için hiçbir şey değişmedi. Arkadaşlığımızın bir aşk tarafından bozulmayacak kadar güçlü olduğuna güveniyor. Aslında ilk söylemem gereken şeydi bu belki. Onu ne kadar sevdiğim. O zaman aşık da olmazdım.

Herşey düşündüğüm gibiyse onu yine yitirmeyeceğim. Ve yine de yitirirsem eğer, bunun tek bir nedeni olacak: ona aşık olduğum için. O ona aşık olmamı istemeyecek. Çünkü bana aşık değil o, beni yalnızca seviyor. Belki benim ona aşık olmamdan daha çok seviyor o beni. Bana verdiği değer, benim ona verebileceğim değerin kat kat fazlası belki. Belki çevresindeki birçok insandan daha çok seviyor ve yanında olmamdan hoşlanıyor. Keşke ben de onu "yalnızca" sevebilsem..!
Bir umuttur yaşamak bil; seveceksin inadına, yüreğin kan ağlasa da güleceksin inadına
Zindanlara düşsen bile ateşlerde sönsen bile binlerce kez ölsen bile doğacaksın inadına
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir