Bitki tohumunun ne işler yapacağını onu var eden içine kopyalıyarak
yaratmıştır.
Onun nasıl bir bitki olacağını, hububat ise nereye ekileceğini,kimler
tarafından biçileceğini, insanlara mı, hayvanlara mı yem olacağını
bilmeden dünyaya gelir.
h.z Allaha teslim olmuştur itiraz etmek
için aklı da yoktur.
Hayvanlar ise yemeyi içmeyi cinsi münasebet yapmayı bilecek kadar
akıl sahibidirler.
Ancak kimlerin emrine girmişlerse onların yetiştirmeleri ile onlara
hizmet ederler.
Dünya da sahibi tarafından proğramlı, geceyi gündüzü, mevsimleri,
meydana getirmesi için İlâhi emrini almış ona verilen süre kadar
bir robot misali dönmeye devam edecektir.
Neticede onu ısıtan ikinci robot olan güneşin de görevi sona erecektir.
Fakat biz insanlar robot değiliz, bizim aklımız var fikrimiz var
bizi yaratan bizden kulluk vazifesi bekliyor.
Bizi imtihan etmek için içimize şeytanın girmesine müsade ettiği gibi
alternatif olarak da melekleri bizim içimize sokmuştur.
Yani meydanı şeytana büsbütün bırakmamıştır.
Biz hayvanlar gibi değiliz biz iyiyi kötüyü ayırdedecek kabiliyette yaratıldık.
Hayvanlar hesaba çekilmeyecek toprak olun İlâhi emir ile toprak olacaklardır.
Fakat biz kaçacak delik bulamıyacağız tıpkı dünyada bitkilerin, hayvanların,
insanlara itiraz edemediği gibi, biz de hiç bir emre itiraz edemeyeceğiz.
Daha açık bir ifadeyle,bizler dünya hayatımızda istediğimizi yapabiliyoruz
ister inanır hz Allaha robot oluruz, istersek inanmayız bırakın şu işleri,
kim ölmüş te geri gelmiş hepsi eskilerin uydurduğu masal dersek
ikinci yaratılışımızda hayvanlar misali ahirette hiç bir söz hakkımız olmıyacaktır
sahibimiz biz nereyi hak ettik ise oraya koyacaktır.
Öyle akıllı insanlar var ki, insan yaratıldığı halde icraatları hep hayvan,
yesin içsin cinsi münasebet yapsın aklı hep o yöne çalışıyor,
İçindeki şeytanının yönetimine girmiş şeytanın robotu olunca
melekler de ondan ilgiyi kesmiş o halde ölmüş o haliyle dirilmiş
şimdi varın düşünün bu halde ikinci bedene girenleri.
Hani bu insandı aklı vardı fakat aklını şeytana kaptırdı hayvandan daha
beter duruma düştü.
Hayvan toprak olunuz ilâhi emri gelince toprak oldu kurtuldu
fakat insanın böyle bir şansı olmadığı için cehennemi boyluyacaktır.
Ey insan aklını kullan seni yaratan seni insan yarattı hayvan yaratmadı.
İsteseydi seni hayvan yaratırdı, yaratsaydı itiraz edebilirmiydin sen biraz
insafla düşünsen seni insan yarattığı için Allahına gece gündüz secde ederdin.
Çünkü sana şeref verdi insan suretinde yarattı bunun şükrünü yaptın mı?
Fakat şunu kafana sok sen onun elinde kuklasın sana mühlet verdi vaktin bitince
senden verdiği emanetini alacak,ikinci yaratılışta, dünyada domuz gibi yaşadı isen
domuz suretinde, ***** gibi yaşadı isen ***** suretinde, insan gibi yaşamış isen
insan suretinde yaratılacaksın.
Onun için aklını kullan da verilen nimetlerin şükrünü yap.
Ya diğer verdiği nimetleri yeme içme eş evlat ve zahir batin nimetleri saymakla
bitmez üstelik seni her hususta bilgi sahibi yaptı cahil bırakmadı seni bilgi sahibi
yapacak ilâhi kitaplar gönderdi.
Hele son dine inanmışsan Alemlere Rahmet Muhammed Mustafa s.a.v
Efendimize ümmet isen ne mutlu sana.
H.z Allah c.c cümlemize bu değerlerin kıymetini bilmemizi şükrümüzü yapmamızı
nasip etsin İnşaAllah.
Vel hamdü Lillâhi Rabbil Alemin.
Allahümme salli Alâ Seyyidina ve Nebiyyina Muhammedin Ve Alâ
Ali Muhammed..
Yalan, gurur ve kibir nedeniyle söylenir.Alışkanlık ile söylenir.
Alay etmek ve kızdırmak için söylenir.
Zor gelen bir işi yapmaktan kurtulmak için söylenir.
"Bilmiyorum" dememek için söylenir.
Yaşanan veya tanık olunan olayları abartmak için söylenir.
Kötülük yapmak ve aldatmak için söylenir.
Gösteriş yapmak için söylenir.
Çıkar ve gelir sağlamak için söylenir.
Bir tartışmada haklı çıkmak ve üstün gelmek için söylenir.
"Beyaz yalanlar" aldatmacası ile söylenir.
Yapmayacağını bildiği bir şeyi vaat ederken söylenir.
İnsanlardan korkup çekinerek söylenir.
Kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler'; Ki onlar, 'bilgisizliğin kuşatması' içinde habersizdirler.(Zariyat Suresi, 10–11
Bekir kardeşimizin Zemzem suyu haber yazısı bize
1995 yılında Hacc farızasını ifa ettiğimizde yaşadığımız
bir manevi hadiseyi hatirlattı.
Şöyle ki;
Beytullahı tavafımı bitirmiş Zemzem kuyusuna inmiştim.
Zemzem suyumu içmiş seccademi sermiş tavaf namazını
kılacaktım.
Sağ tarafımda bulunan bir hacı, Tavaf namazından sonra
iki rekat da Zemzem suyu için namaz kıl dedi.
Fakat böyle bir namaz şartı duymamış olduğum için
hiç ciddiye almamıştım.
Tavaf sahasından ayrıldım istirahate çekildim terlik torbamı
yastık yaparak yüzüm beytullaha dönük vaziyyette yattım.
Daha uykuya yeni dalmıştım ki etrafımı resmi kıyafetli
memur kılıklı insanlar sardı.
Bana, Su borcun var neden ödemiyorsun dediler ben ise
itiraz ediyor benim su borcum diyordum.
Yetkili memur ise bana çıkışırcasına kalk borcunu öde
Derken uyandım.
Kalktım oturdum aklıma bana zemzem suyu için de namaz
kıl diyen hacının sözleri geldi.
Hemen kalktım abdest tazeledim ve yine yüzüm beytullaha
dönük vaziyette yattım.
Daha gözümü kapatmıştım ki, baktım karşıdan ihramlı bir
hacı geliyor elinde de gümüş renkli bir tas içi Zemzem dolu
al şimdi içebilirsin dedi ve ben uyandım.
Bu hadiseden sonra her tavaf namazından sonra iki rekat da
Zemzem suyu için şükür namazı kılmayı ihmal etmedim.
H.z Allah şahidimdir ki bu hadiseyi yaşadım.
Bundan sonra hacca giden her rasladığıma bu hadiseyi anlatıp
Zemzem suyu için şükür namazı kılmalarını tavsiye ettim.
İşte bu mesajla da siz kardeşlerime de tavsiye ediyorum.
Şunu iyi bilelim ki h.z Allah c.c. bu mucize rahmet suyu için
şükür bekliyor.
Kim ölümü cok hatirlarsa ona üc sey verilir, Tevbeye acele etmek, kalbin kanaatkarligi ve ibadette faaliyetli olmak. Ölümü unutan da üc seyle cezalandirilir, Tevbeyi sonraya birakmak, ihtiyac duyulan yeterli olacak seylere razi olmamak ve ibadette tembellik etmek.
Davanin esaslar
1-AÇIK KALPLİYİZİ
nsanlara gayemizi açıklamayı, metodlarımızı gözlerinin önüne sermeyi ve gizlilik-kapalılık olmaksızın dâvamızı anlatmayı bir vazife biliriz.Dâvamız güneşin ışığından daha nurlu, sabahın beyazlığından daha açık, gündüzün aydınlığından daha parlaktır.
2-MÂSUMUZ
Müslüman kardeşlerin dâvasının tertemiz ve masum bir dâva olduğunu bütün Müslümanların bilmesini candan dileriz.Dâvamız şahsî çıkarları aşan, maddî menfaatleri küçümseyen, nefsî arzuları geride bırakan ve ALLAHü Tealânın İslama davet edenler için çizdiği yolda süratle yürüyen bir dâvadır: «De ki: —Benim yolum budur, ben ve bana uyanlar bilerek insanları ALLAH'a çağırırız. ALLAH'ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Ben ALLAH'a ortak koşanlardan değilim.»!')insanlardan bir şey istemiyoruz. Ne malda gözümüz var ne mükâfatta, ne şanda gözümüz var ne de şerefte. Mükâfatımızı ancak bizi yaratan ALLAHtan bekleriz
3-HAKİKATİ SEVERİZ:
İslâm milletini canımızdan daha fazla sevdiğimizi, kurban olmak gerekirse Müslümanların izzeti, şerefi, dini ve hedefleri uğrunda canımızı feda etmeyi kalpten istediğimizi, milletin bilmesini isteriz.Şüphesiz, Müslümanlara karşı kalbimizde beslediğimiz hadsiz-hududsuz sevgiler, hislerimize hâkim olan muhabbetler, geceleri uykumuzu kaybettiren, gözlerimizi pınara çeviren üzüntüler bizleri bu tutuma sevkat-miştir.Milletimizin bu vaziyetini gördüğümüz halde zelil(1) Yusuf Suresi: 108.olmayı kabul etmemiz veya ümitsizliğe düşmemiz asla mümkün değildir. Biz ALLAH yolunda kendimizden daha çok insanlık için çalışırız.Ey Müslümanlar!.. Biz devamlı sizinle beraberiz. Hiçbir gün aleyhinize olmayacağız...
4. LÜTUF VE İHSAN YALNIZ ALLAH'TANDIR:
Hiçbir iyiliği kimsenin başına kakmayız. Herhangi bir lütufta bulunduğumuzu da iddia etmeyiz. ALLAHü Tealânın şu kelâmına iman ederiz: «Bilâkis sizi imana erdirdiği için ALLAH size minnet eder. Şayet sâdık iseniz.»(-)Temennimiz odur ki, kalp gözleriniz hakikata açılsın da, ne olduğumuzu göresiniz. Sizlere karşı sevgi, saygı ve fedakârlıktan başka bir şeyimizin olmadığını idrak edesiniz. Düştüğünüz bu vaziyete karşı acı ile kıvrandığımızı müşahede edesiniz.Ancak, ALLAH'ın bunları bilmesi bizim için kâfidir. Zira kalblerin anahtarı O'nun elindedir. Doğru yola kavuşturan, hakikate yardım eden O'dur.«ALLAH'ın doğru yola erdirdiğini saptıracak hiçbir kimse yoktur.» (?)(2) Hucurat Suresi: 17(3) Zümer Suresi: 38
5. DÖRT SINIFLA KARŞI KARŞIYAYIZ:
Bütün insanlardan temennimiz, bize karşı şu dört guruptan biri olsunlar.a) İnanan: Dâvamıza inanan, sözlerimizi tasdik eden, prensiplerimizi beğenen, dâvamızı hayırlı gören ve O'na tam kalbiyle sarılan kişiye tavsiyemiz şu olacaktır:Hemen bize katıl, bizimle beraber çalış ki, mücahidlerin sayısı artsın. Hakka davet edenlerin sesi yükselsin. Zira amelsiz imanın bir değeri yoktur. Sahibini yolunda kurban olmaya sevketmeyen bir inançdan asla faide beklenemez. Önceki Müslümanlar, imanlarıyla amel etmişlerdir. 'ALLAH'ın kalblerini hidâyete kavuşturduğu Selef-i Salihin ALLAH'ın paygemberine tabi olmuşlar ona iman etmişler, İslâm yolunda hakkıyla cihad etmişlerdir. Bu zâtlar için ALLAH'ın en büyük mükâfatı vardır. Bunlar kendilerine tabi olanların sevapları kadar da mükâfatlara nail olacaklardır.
b) Kararsızlar (Müteredditler):Bizim hakkımızda henüz bir karara varamayanlar, sözlerimizin ihlâslı ve faideli olduğunu öğrenemiyenler, bize karşı tereddüt ve kararsızlık içindedirler.Bu guruptan olan insana tavsiyemiz şu olacaktır: Sık sık bizimle görüş uzak ve yakından eserlerimizi oku. Cemiyetlerimizi ziyaret et, kardeşlerimizle tanış. Böylece —ALLAH dilerse— şüphe ve tereddüdünü yeneceksin. Mutmain olacaksın. Nitekim, senden önce Resulullah' (S.A.V.)a tabi olan kararsızlar, bu şekilde hareket etmişlerdi.
c) Menfaatçılar:Sadece maddî menfaat karşılığında iş yapan ve gayretini şahsî çıkarları için sarfeden başkalarını düşünmeyen şahıslara cevabımız şu olacaktır:Kusura bakma. Bizde ALLAH'ın sevabından başka bir mükâfat yoktur. Bunu da ancak ihlâs sahipleri kazanır. Ayrıca mükâfaat olarak cennet vardır. Bunu da hakikî iman sahipleri kazanır.Bizler malî yönden fakir, şeref yönünden zengin kimseleriz. Kendimizi kurban etmek, elimizdeki her şeyi ALLAH yolunda harcamak adetimizdir.Dilediğimiz ALLAH'ın rızasıdır. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır.Eğer ALLAHü Tealâ bu gibi menfaatperestin kalbini aydınlatır, cimrilik kâbusunu gönlünden çıkarırsa, ALLAH'ın katında kabul olunan şeylerin daha hayırlı ve daha devamlı olduğunu anlayacaktır. O da, ALLAH'ın Ordusuna katılacak, Âhirette ALLAH'ın vereceği mükâfatlara kavuşmak için, bu dünya hayatının geçici malını sarfe-decektir:«Sizin yanınızda olanlar tükenir. ALLAH'ın katında olanlar ise sonsuzdur.»Şayet bu adam menfaatçılığında devam ederse; canında, malında, dünyasında, âhiretinde, hayatında ve ölümünde ALLAH'ın hakkı bulunduğunu inkâr ederse AHah böylelerine asla muhtaç değildir.Peygamber Efendimiz'e biat ederken Resulullah' (S.A.V.) dan sonra liderliğin kendilerine verilmesini «şart» koşan menfaatçılar da bunlar gibiydiler. Resulullah (S.A.V.) bunlara şu âyet-i celile ile cevap vermişti: «Yeryüzü ALLAH'ındır. Kullarından dilediğini oraya vârisi kılar. Hayırlı netice ALLAH'tan korkanlarındır.»(r)
d) Karşı çıkanlar:Bize karşı sû-i zanda bulunanlar bizlere ancak siyah gözlükle bakarlar. Bizden bahsedilince, asılsız iftiralarla gerçek dışı konuşurlar. Gururlarını yenemezler, batıl inançlarından dönemezler. Bu tip insanlar için duamız şu olacaktır.ALLAH'ım! Bize ve onlara hakkı hak gösterip hakka tabi olmayı, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçınmayı nasip eyle. Bizi ve onları hidâyete eriştir...Dualarımızın kabul edilmesi, ümidlerimizin gerçekleşmesi ALLAH'ın elindedir. ALLAHü Tealâ Peygamberine bir gurup insanlar hakkında şu âyet-i celîleyi indirmiştir:«Muhakkak ki, sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Ama ALLAH dilediğini hidâyete erdirir. Hidâyete erecekleri en iyi O bilir.»(")
Bu tip insanların bize dönmelerini, dâvamıza inanmalarını temenni ederiz. Bunlara karşı tutumumuz Hz. Mustafa (S.A.V.) nın bizleri irşad ettiği yol olacaktır: «ALLAHım!.. Sen ümmetimi affet. Çünkü onlar bilmiyorlar.» Bu hadis-i şerifi, Buhari, Müslim ve ibn. Mace rivayet etmişlerdir.İşte insanların, bize karşı zikrettiğimiz dört gurubun birinden olmasını diliyoruz. Müslümanların gayelerini idrâk etmeleri, Hak yolunu seçmeleri ve hedeflerine vâsıl olmaları için seçtikleri yolda başarılı adımlar atmalarının vakti çoktan gelmiş ve geçmektedir.Gaflete dalmak, hayallere kapılmak, körükörüne itaat etmek, her bağırana tabi olmak Müslümana yakışmaz.«De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, hazırladığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış-verişiniz ve hoşlandığınız yurtlar sizin için ALLAHtan, O'nun peygamberlerinden ve ALLAH yolunda cihad etmekten daha sevgili ise O halde ALLAH emrini gönderinceye kadar bekleyin. ALLAH fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.»(9)Bizim dâvamız asla ALLAHa ortak koşmayı kabul etmez. Çünkü o ALLAH'ı «bir» tanıma esası üzerine kurulmuştur. ALLAH yolunda yokolmaya hazır olanlar ancak davamızı yaşayabilecektir. Buna katlanamayan ise mücahidlerin sevabından mahrum kalacaktır. Cihaddan geriye kalanlarla beraber olacaktır. ALLAH, dâvası için bu tip kişilerin yerine başka bir millet getirecektir.
6. ALLAH YOLUNDA YOK OLANLARIZ:
Dâvamızı, her yönüyle idrak edenler, uğrunda canını, malını, vaktinrve sıhhatini bahşedenler ancak bu dâvaya yakışır. Milletimizin bu gerçeği bilmesini arzu ediyoruz. ALLAH'u Tealâ bir ayet-i celîlede şöyle buyuruyor:«ALLAH mü'minlere karşı mütevâzi, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü bir millet getirir. Ve onlar ALLAH yolunda savaşırlar. Hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler . Bu, ALLAH'ın bir lütfudur. Dilediğine verir.»
7. METODUMUZ GAYET AÇIKTIR:
Biz insanları apaçık, belirli, herkes tarafından kabul edilen bir dâvaya çağırıyoruz. O da islâmdır. Bütün insanlar, bu dâvayı pek iyi tanımakta, buna iman etmekte, üstünlüğüne inanmakta; huzur ve saadetlerinin, kurtuluş yolunun yalnızca islâm'da olduğunu bilmekledirler.Tecrübeler bu fikri desteklemektedir. Tarih de islâm nizamının kıyatnete kadar baki kalmaya lâyık olduğuna ve bütün varlıkları ıslâh edeceğine hükmetmektedir.
8. İMÂN ANLAYIŞIMIZ ŞUDUR:
İslâmî esaslara iman etme hususunda milletimizle aynı olmamıza rağmen, milletimizin imanı uyuşuk, uykuya dalmış bir imandır. Milletimiz imanlarının icabını yerine getirmemektedir.Biz Müslüman kardeşlerin imanı ise alevli, kuvvetli, uyanık ve canlıdır. Biz şarklıların şaşılacak bir psikolojisi vardır. İman ettiğimiz bir fikri insanlara anlatırken onlar bizim inancımız uğrunda malımızı, canımızı feda edeceğimizi, her türlü zorluklara katlanacağımızı, dağlar devireceğimizi, ya yok olacağımızı veya inancımızı gerçekleştireceğimizi sanarlar.Ne yazık ki, söz bitince, onunla beraber her şey de biter. Herkes imanını unutur. Düşünmeyi bırakır. Artık inancı uğrunda çalışmayı düşünmez, imanı yolunda en basit bir cihadı bile yapmaya çalışmaz. Hatta o derece gaflet ve uykuya dalar ki —bilerek veya bilmeyerek— dâvasının aleyhine çalışır. Onu yıkmaya gayret eder.Bir fikir adamını veya bir iş adamını aynı günde bir saatte imansızlarla beraber imansız, diğer bir saatte ise ibadet edenlerle beraber âbid görmek insanı güldürecek kadar acaip değil midir?İşte bu zillet, bu gaflet, bu uyku, bu şaşkınlık bizleri, milletimizce kabul edilen iman dâvasını yeşertmeye, yeniden uyarmaya sevketmiştir.
9. ÇEŞİTLİ DÂVALAR:Müslüman kardeşlerin dâvasının sağlam esaslar üzerine kurulmuş bir dâva olduğunu tekrar ediyorum.Günümüzde gerek doğuda gerek batıda çeşitli dâvalar, çeşitli prensipler, çeşitli ideolojiler ve çeşitli doktrinler vardır. Herbiri birtakım insanların aklını çalmış ve herbiri için birtakım insanlar çalışmaktadır. Herkes dâvası için çeşitli propagandalara başvurmakta, insanların gözüne kendi dâvasını güzel göstermeye çalışmakta ve dâvasının üstünlüğünü, güzelliğini iddia etmektedir
10. GÜNÜMÜZDEKİ DÂVA ADAMLARI:Bugün dâva sahipleri, dünkülerinden çok daha farklıdır. Günümüzde dâva sahipleri kültürlü, yetiştirilmiş, hazırlanmış kişilerdir, özellikle batıda durum budur.Her ideoloji için eğitilmiş gruplar bulunmaktadır. Yaymak istediği ideolojinin kapalı taraflarını açıklamaya çalışır, iyi yönlerini izah eder. ideolojisi için propaganda ve neşriyat yolları icad eder. ideolojisini insanlara aşılamak için en kolay en yakın ve en okşayıcı Yolları araştırır.
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatin bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını,
zamanla öğrendim…
İnsani öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük
bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu
öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni
aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini…
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün
kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin
kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu
öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını
öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akil unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Aslında çok uzak gibi durmasına rağmen en yakın gerçek...
Hepimiz, her an onunla yüzleşmek durumundayız. O, yani ölüm, işlerinizin yoğun ve bir sürü meşgaleniz ve yapmanız gereken, yetiştirmeniz gereken çok acil, önemli işlerinizin olduğu bir Pazartesi günüde yakanızdan tutabilir. Ya da güzel ve huzurlu bir hafta sonu geçirmeyi düşünür, bekler ve hazırlanırken de...
Belki peşinden koştuğumuz türlü Dünyalıklara ulaşamadan da... Ve özellikle emellerimize de ulaşamadan ecel bizim ensemizden muhakkak tutacak...
İnsanı, ebedi mekanı olan ahiretten ve yaradanı Allah'dan en çok uzaklaştıran, unutturan ve nisyana sürükleyen Dünya hayatının zıddı olan ölümü unutmamak ve onu hatırlayarak nefsimize gem vurmak için; bu başlık altında her gün ölümü hatırlayalım inşallah, her gün saniyelere sıkışmış bir tefekkür ile bile olsa ölümü analım
Bilmiş ol ki namazda huzur ve huşunun şart olduğunu emreden pek çok deliller vardır. Yüce ALLAH şöyle buyuruyor: “Beni anmak için namaz kıl.”1 Bu emrin zahiri vücuttur. Gaflette bulunmak zikre tes düşer. Bütün namazları gaflet ile geçen bir insan, namaz da ALLAH’ı nasıl hatırlamış olabilir? Yüce ALLAH yine şöyle buyuruyor: “ Ve gafillerden olma.”2 Bu ayeti celile yasaklamadır. Ve gafletin haram olduğunu bildirmektedir. Başka bir ayette şöyle buyurulur: “Ta ki dediğinizi (okuduğunuzu) bilene kadar namaza yaklaşmayın.”3 Bu ayet-i celile, sarhoşun namaza yaklaşmaktan men edilmesinin sebebini bildirmektedir. Tamamen dünya düşünce ve vesvesesiyle namazını kılan kimse de aynı hükümdedir. Çünkü o da bu gaflet içinde olduğu için ne söylediğini, hatta kaç rekât kıldığını bile unutur. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur: ”Namaz ancak zillet ve tevazudur.” Yine Peygamberimiz(sav): “ Nice namaza kılanlar var ki, onların namazdan nasibi, yorgunluk ve zulmetten başka bir şey değildir.”4 Hiç şüphesiz bu ifadeyle gafillerin namazını kastetmiştir. Hadiste bildirildiği gibi namaz kılan kimse, Rabbine münacat etmektedir. Gaflet ile söylenen sözlerin münacat olmayacağı meydandadır. Bunun açıklaması şöyledir: Mesele insan zekâtını gafletle verse de, yerine gelmiş olur. Çünkü o gerçekte isteğe aykırı ve nefse ağır gelen bir ibadettir. Oruç ta bunun gibi, gerçekte ALLAH’ın düşmanı olan şeytanın dostu ve aleti olan nefsin gücünü ve boş arzuları kıran bir ibadettir. Gaflet ile olsa bile yine bu faydayı sağlar. Hac da aynı şekilde ağır ve yorucu bir ibadettir. Haccın gereklerini yaparken, kalp ister hazır olsun ister olmasın, nefse elem veren mücahede kendiliğinden hâsıl olur.
Namaza gelince; namazda ancak zikir, kıraat, kıyam, rükû, sücut ve kuud vardır. Zikir ALLAH’u Teala ile karşı karşıya geliş ve ona münacat gizli bir yalvarış ve anlaşmadır. Çünkü namazın iki amacı vardır: Bu amaçtan biri muhavere, diğeri münacattır. Mide ve şehvet oruç ile, beden hac zahmeti ile, kalp sevdiği maldan ayrılıp zekat vermekle imtihan edildiği gibi, dili de ses ve harf ameliyle imtihan etmektir.
Bu kısımda şüphe yoktur. Zira gafletle söylenen boş laflar dolayısıyla olan imtihan, amel imtihanı değil, belki bunda gözetilen harflerdir. Gönüldeki anlamı kalıba dökmeyen harfler konuşma sayılmaz. Gönüldeki anlamı harflerin ifadelendirmesi de ancak kalp huzuru ile olur. Gafil kişi:
“Bizi doğru yola hidayet et.” Demekle bunun bir yalvarış ve dua olduğunun bilincine varmazsa neyi istemiş olabilir? Hele bunu alışkanlık haline getirdikten sonra, dilini hareket ettirmekte ne güçlük vardır? İşte zikirlerin hükmü budur.
Şüphe yok ki, okuma ve zikirden maksat, hamdetmek, övmek, yalvarmak ve dua etmektir. Burada muhatap olan şüphesiz ki ALLAH’tır. Kalbi gaflet perdesi ile örtülü olduğu halde manen ALLAH’u Teala’yı görüp müşahede etmeden ve muhatabından gafil olarak, dilini yalnızca adet olsun diye hareket ettirmek, kalbi cilalandırmak, ALLAH’u Teala’nın zikrini tazelendirmek ve iman bağını güçlendirmekten çok uzak kalır. İşte zikir ve okumanın hüküm budur. Kısacası, zikir ve kıraatteki bu özelliklerin inkarı mümkün değildir.
Rüku ve sücuda gelince: bunlardan amaç, hiç şüphesiz ALLAH’ı ululamaktır. Eğer gafletle yapılan rüku ve sücudun ta’zim olduğu kabul edilseydi, önünde put olduğunu bilmeden secde eden kimsenin puta ta’zim etmiş sayılması veya duvar ardına secde edenin duvara ta’zim etmiş olması caiz olacaktı. (Bunlar ta’zim sayılmayacağına göre gafletle yapılan secde de ta’zim sayılmaz.) Bunlar ta’zim sayılmayınca da ortada beden hareketinden başka bir şey kalmaz. Kendisiyle imtihan kasdedilen meşakkatten sonra dinin direği sayılan, iman ile küfrü ayıran, hac ve diğer ibadetler üzerin takdim edilen, yalnız bunun terk edilmesiyle öldürülmesi vacip olan namazdan bir şey kalmaz.
Görüşüme göre namazın taşıdığı bu ehemmiyet, yalnız zahiri bir ibadet olması bakımından değil, belki, buna münacat olmasını da eklemek lazımdır. Oruç, zekat, hac ve benzeri ibadetler üzerine takaddüm eden, bu münacattır. Hatta serveti harcamak demek olan kurbanlar üzerine takaddüm eden yine bu takvadır.
Nitekim yüce ALLAH şöyle buyurur:
“Onların (kurbanların) ne kanı ne de eti ALLAH’a ulaşır. ALLAH’a ulaşan ancak sizin takvanızdır.” Yani kalbimizi kaplayıp sizi emre uymaya sevk eden sıfattır. Bizden istenen eğer buysa, hareketlerinde bir ehemmiyet olmayan namazda hüküm nasıl olur? İşte bu anlattıklarımız, mana bakımından namazda kalp huzurunun şart olduğuna delildir.
Ebu Talip Mekke’nin Kut’ül-Kulub’undan geçen ve Süfyan-i Sevri’den naklettiğine göre, Bisr İbn Haris: “Huşu ile kılmayan kimsenin namazı fasiddir.” Demiş v eHasan-ı Basri’den “Huzursuz kılınan namazın, sevaptan çok ukubete sebep olduğu” rivayet edilmiştir. Yine Muaz İbn Cebel: “Kılarken sağında ve solunda olanları bilmeye çalışan kimsenin namazı namaz değildir.” Diye rivayet etmiştir. Peygamber efendimiz:
“Çok kimseler var ki, kıldığı namazın altı da, hatta onda biri de kendisi için yazılmaz. Ancak bilerek huzur ile kıldığı kısım yazılır.” Buyurmuştur. Basralı Abdülvahid b. Zeyd şöyle demiştir: “Kul için, ancak bilerek huzur ile kıldığı namazın sevabının olduğu konusunda alimler birleşti.” Vera’ sahibi olan fakihlerden buna benzer sayılmayacak kadar çok rivayet vardır. Bu hususta doğru olan, şer’i delillere müracaat etmektir. Hâlbuki kalp huzurunun şart oluşundaki deliller ortadadır. Şu kadar var ki, zahiri teklifte fetva, halkın kusurları nispetinde takdir edilir. Fetva makamı için bütün namazda kalp huzuru şart koşmak mümkün değildir. Halkın çoğu tam bir kalp huzurundan acizdir. Buna ancak bazı kimselerin gücü yeter. Bu zaruret nedeniyle, namazın tamamında kalp huzurunu şart koşmak mümkün olmazsa tamamen terk de edilemez. Hiç olmazsa az bir kısmında kalp huzurunun bulunması zarureti vardır. Bununla beraber, gaflet ile kılan, hiç olmazsa zahiri fiile başvurmuş, bir an olsun kalbini hazır kılmıştır. Nasıl böyle olmasın, abdestsiz olduğunu unutup namaz kılan kimsenin abdestsiz olması hasebiyle ALLAH katında namazı batıl iken, kusuru ve özrü nispetinde de olsa amelinin mükâfatını alıyor. Bu ümit ile beraber bir lahza olsun kalbi hazırlayan ile tamamen terk eden elbette bir olamaz. Bununla birlikte fukahanın gafletiyle de olsa sıhhatine fetva verdikleri hükümlere kimse muhalefet edemez. Yukarı da işaret edildiği gibi bu, fetva zaruretindedir. Namazın inceliklerine vakıf olan kimse, gafletin ona zıt olacağını bilir.
Kısacası kalp huzuru, namazın ruhudur. Bunun en az derecesi de tekbir anındaki huzurdur. Artık bundan da azı olursa helak demektir. Ne kadar çoğalırsa namazın cüzleri arasına ruh da o kadar yayılır. Nice hareketsiz diriler var ki, onlar ölü hükmündedirler. Yalnız iftitah tekbirinde huzur olup, diğer bölümleri gaflet ile geçen namazda son nefeslerini yaşayan hasta gibidir. ALLAH’u Teala’dan güzel yardımlar isteriz.
1 – Hz. Ebu Bekir2 – Hz. Ömer
3 – Hz. Osman
4 – Hz. Ali
5 – Hz. Sad Bin Ebi Vakkas
6 – Hz. Zeyd Bin Sabit
7 – Hz. Talha Bin Ubeydullah
8 – Hz. Zübeyr Bin Avvam
9 – Hz. Ebu Ubeyde Bin Cerrah
10-Hz. Abdurrahman B. Avf
Bizde gündeme getirip tartışan yok ama, Batı dünyası, hele de Katrina kasırgasının ardından yaşadıklarını unutmayan Amerikalılar şaşkınlıkla izliyor Japonları.
Aslında en çok bizim üzerinde düşünüp tartışmamız lâzım.
O kadar büyük bir felâket yaşadılar, görüntülerde başı kesik tavuk gibi sağa sola saldırırcasına koşuşan yok.
Salya sümük ağlaşıp "Nerede devlet ? Yardım isteriz, şunu isteriz, bunu isteriz" diye cazgırlık eden yok.
Yardım dağıtım noktalarına saldıran yok.
Raflarında çok sınırlı miktarda mal kalmış olduğunu bilmelerine karşın dükkânlar önündeki kuyrukları bozup da cam çerçeve kırarcasına kapılara saldıran da yok , yağmalamanın görülmemesi ,
Katoliklere ait bir web sitesinde Japonlar Hristiyan olmamasına karşın nasıl bu kadar ahlâklı olabiliyor ? sorusu ortaya atılmış. O soruyu sormak Hristiyanlara mı düşer ? Sorsak biz sorarız.
Gerçekten, peygambersiz ve kitapsız Japon toplumu nasıl bu kadar üst düzey insanî nitelikler gösterebiliyor ?
Bir uzmanın açıklaması şöyle:
Japon ahlâkı, günah ve günah anlayışından kaynaklanan korkuya değil, çevreden utanma temeline dayanır.
Örf ve Ananeye dayalı asla vazgeçmedikleri aile terbiyesi .
Ahlâklı olmak için asgariden bir adet peygamber bir adet de din kitabı gerekmediğini uygulamalı olarak ispatladılar.