Ah… çocuk!
vakitsiz açan ,bir çicçek tarlası gibi yüreğin
beyaz kardelenler, sarı papatyalar
bükmüş boyunlarını ip - ince boynundan
güneşe bakıyorlar...
her iç çekişte
dünyanın bütün çiçekleri kanamada
bütün kuşları havalanmada
umudun evi yok, sevincin adresi
neylersin çocuk...
ah…. çocuk!
vereceksen, rüzgarlara ver sesini, tomurcuklara
baharı muştulasın yarınlara
mümkünü yok artık, gittiğim her yere
soluk yüzünü taşıyacağım
ve seni her düşündüğümde
çağımın utancını yaşayacağım ah! çocuk
[size=150][color=blue] Amma da sevdim bana ait olan yanlızlığımı, hiç birinizi sevmediğim kadar..[/color][/size]
Aşıklar güneş doğarken gözyaşı dökerler… Sabır, tevekkül ve teslimiyet içinde… Sabır kavuşamamanın verdiği acı için… Tevekkül sevgilinin verdiği acılara karşı… Teslimiyet, “Ben seninim” diyen duyguların verdiği hal…
Yanaklardan damla damla süzülen yaşlar kavrulan ruha serinlik verir…
Sonra dua…
Eller sevgiliye açılır, sevgiliye kavuşmak için… Zaman çarkının hızı kesilir…
Sessiz bir dinleyişe geçer kainat…
Sessiz bir yalvarışa şahit olur güneş…
…
Aşkı tarif etmek çok zor…
Çünkü aşk kimini veli eder…
Kimini de deli…
…
Servi ağaçlarının altında kaç aşık yatıyor? Bilinmez…
Lâkin ölüm gelecektir…
Belki de bu satırları okurken…
Ya kavuşturmak için…
Ya da ayırmak için…
…
Neyse…
Belki ben anlatamadım…
Ama anlatanlar var… Mesela Yunus:
“Ölürse ten ölür, aşıklar ölesi değil…”
Veya Nedim:
“Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim,
Bir peri suret görünmüş, bir hayâl olmuş sana…”
[size=150][color=blue] Amma da sevdim bana ait olan yanlızlığımı, hiç birinizi sevmediğim kadar..[/color][/size]