'Dünyanın Yan Etkileri'ne tanıklık etmek...

Yeni çıkan kitaplar ve severek okuduğumuz kitaplar hakkında yorumlar, paylaşımlar.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Alamut
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 1694
Kayıt: 16-09-2003 17:07
Konum: İstanbul
İletişim:

'Dünyanın Yan Etkileri'ne tanıklık etmek...

Mesaj gönderen Alamut »

Resim 'Ütopya: Hayali Ahali Projesi’ adlı araştırma kitabıyla da tanınan Akın Sevinç’in ikinci öykü kitabı ‘Dünyanın Yan Etkileri’ Can Yayınları’ndan çıktı. Yazarın, ilk öykü kitabı ‘Hayat Belirtisi’nden başka, çeşitli seçkilerde yayımlanmış öyküleri bulunuyor.

Kitaptaki 12 farklı öykü, tüketim ideolojisinin yan ürünü olarak ortaya çıkan bilgi çağı, iletişim çağı gibi çok kullanılır kavramlara göndermeler yaparak, iletişimsizliği merkez alıyor. Sokakta, evde, mahallede veya şehirde, dünyanın herhangi bir zamanında ve mekanında yaşayan sıradan insanların, birbirleriyle ilişkileri arasındaki kırılmalar, Sevinç’in öykülerini birbirine bağlıyor.

Dünyanın ötekisi, ötekinin dünyası
“Eleştiri doğru mesafede durma işidir” der Walter Benjamin. Peki o zaman, ‘Dünyanın Yan Etkileri’ne öyle ya da böyle mâruz kalmanın insanoğlunu getirdiği “yer” hangi mesafedir ki, duruşun doğru ya da eğri, yamuk, yanlış konumlarını imler? Eleştirel bakış, insanoğlunun yaşama karşı bağışıklığını çoğaltır mı? “Mümkün dünyalar”, doğru ile yanlış arasındaki kararlı ikiliklerin, bunlar arasındaki uzaklığın yok edilmesiyle mi sağlanır?
“Dünya yaşantısı” söz konusu olunca, bu soruların eksilmesi kuşkusuz çok güç. Çünkü, bu sorular sorulur sorulmaz ‘Dünyanın Yan Etkileri’ açıklanamazlık özelliğiyle de mühürlenir. Bu durumun, insanı gelip bıraktığı nokta, Akın Sevinç’in öykülerinde olduğu gibi, bazı şeylere benzeyebilir, bazı durumları andırabilir, kendinizin ya da tanıdığınız birinin yaşantısıyla örtüşebilir, bazı olaylar üzerinden deneyimlenebilir. Benjamin’in söylediği de bu mealdedir; eleştirinin olmazsa olmaz eşiği “diyalog”, bakış mesafesinin doğru konumuna ilişkin ipuçları verir. İnsanın yaşamak mesel’ini kendine mâl etmekten sakınması, “varlığının ötesi” diye adlandırabilecek bir coğrafyayı biçimler.

O coğrafya, doğrulanabilirler kadar, yanlışlanabilirlerin de yan yanalığına dayanır. İkiliklerin bir çelişki olarak değil, birbirini yok etmeden yol alması, aslında dünyanın bir tür vasiyetnamesidir. ‘Dünyanın yan etkilerine karşı durmak’ ya da ‘alışmak’ diye bir şey yoktur gerçekte; her yaşantının takıldığı bu yer, insanın başka türden coğrafyalara mecburiyetini, böylelikle çoğullaşmasını sağlamaz mı? Öteki durum, öteki yer, öteki insan, kendiliğinden bir çoğulluk barındırır. Akın Sevinç’in sıradan insanlarının eksilmesi, cisimsel arzular uğruna, bu çoğulluğun yitirilmesinde, ‘öteki’ ile temas yüzeylerinin azalmasında düğümlenir.
Kendisinden öte tarafta duran öteki, insanın kendi içinde besleyip büyüttüğü, yaşamak umudunu çoğalttığı, çeşitli raflara, çekmecelere kaldırdığı, hapsettiği ya da geri alıp özgürleştirdiği ‘öteki hayat[lar]’ için de bir anahtardır. Tahammül, diyalog, iletişim gibi zincirleme değerlerin vazgeçilmez olduğu dünya yaşantısı, insan varlığının ötesinde bir yer kaplar; öteki ile hakiki temasın deneyimlerine dayanır. Akın Sevinç, kitabıyla ilgili yaptığı bir yorumda, “İletişim çağı adı verilen bir çağda yaşıyoruz ama iletişimden habire uzaklaşan, kendimizi daha az paylaşan bireyleriz” derken, insanın, insandan bu ayrılışının dolaylı yollardan insanın kendisine daha çok değmesinin bir yolu gibi görünebileceğine işaret eder: “Diyalogların giderek azaldığı, araçlarla ya da kendimizle olan ilişkimizin arttığını söylemek mümkün.”

‘Dünyanın Yan Etkileri’ni deneyimlemek
İnsanın kendisine değme noktalarını çoğaltması, kuşkusuz edebiyat, öykü, deneme ülkesine girmesinin yollarını açabilir, bu yolları derinleştirebilir. Ancak öte taraftan bu bir “ölüm dansı”dır. Her yazarın beslendiği ‘Dünyanın Yan Etkileri’ meseli, kendini dışa karşı yalıttıktan sonra, dolaylı yollardan kendisinin kırılganlığını, başkalarıyla yaşarken yaşamanın kendisinin ne güç bir iş olduğunu, yaşamı kendi gidişatına bırakmanın beraberinde nasıl bir yok oluşu getirdiğini imleyen sonsuz bir eylem alanıdır; ‘kendinden geçme’, ‘kendinden ayrılma’ hallerine ait parçaların bütüne dönüşüdür.
Bir yazar, bilinçdışının ya da bilinçaltının yaralarıyla inşa ettiği yapıtı aracılığıyla diyalog kurar okuyucusuyla. Okuyucuya olan fiziksel uzaklığı ne olursa olsun, bu ilişki mesafesizdir. Kuşkusuz yazar olmak gibi, okuyucu olmanın da anahtarı kimseye hazır olarak verilmez. ‘Dünyanın Yan Etkileri’ni bir anlamda yapıbozumuna uğratmak, alt anlamlarına nüfuz etmek, satır aralarında gezinmek sadece yazarın değil, okuyucunun da yaşam ödevidir.
Akın Sevinç’in uğraşı, insan[lar]ın maruz kaldığı etkileri, sanki bir yerlere yerleştirebilirmiş, belirsizlikleri belirliliğe dönüştürebilirmiş, çoğulluğu hissettirebilirmiş gibi göstermesi, dünyanın yan etkilerini ele vermesi anlamına gelir ki, bu da okuyucunun donup kalabileceği bir ilişkiyi, bir kimliği deneyimleyebilme olasılıklarını arttırır.

Ancak öte yandan, öteki’nin bakış noktasını seçebildiğini ya da üretebildiğini zannetme hali, ‘dünyaya karşı külyutmazlık’ adına sürekli olarak uyanık kalmak telaşı gibi bir tehlikeyi de içinde barındırır. Yara-bere almamak için kenarda durma hali ve sürekli uyanık kalma hali, ne yazık ki insanoğlunu ‘Dünyanın Yan Etkileri’ne karşı korunaklı hâle getirmez. Çünkü, Oscar Wilde’ın söylediği gibi ‘önce korktuklarımız gelir başımıza’. İnsanın olup bitene karşı kendini korumaya, öteki’yle [ister insanın kendi içindeki öteki olsun, isterse gündelik hayatta değmek zorunda kaldığı herhangi bir insan] ilişkiden kaçmaya, ondan uzak durmaya çalışmaya yeltenmesi ‘son hakikat’ olma iddiasını taşıyan bir totaliterlik yanılsamasından öteye gidemez... Akın Sevinç’in kahramanlarının birbirleriyle ilişkilerinin art anlamlarında gezinen kaygı verici geri çekilmeler ya da kalabalığın değerlerine teslim olmalar, insanın kendisini statik, devinimsiz bir zaman ve mekanda hapsetmesidir. Hakikat hapsedilebilir mi?

Hakiki yaşam olanağı...
Hakikat görüntülerini çeşitli atmosfer oyunlarıyla yeniden-üreten gerçek zamanlı ya da kurgu-zamanlı teknolojiler, acısız ağrısız yaşamın, ilişkilerin, zamanların, mekanların müjdesini verirken, hakiki yaşam olanağı gün geçtikçe cılızlaşmakta. Ekranın karşısında deneyimlenen yaşantılar ile ‘Dünyanın Yan Etkileri’ bertaraf edilmeye çalışılırken, Akın Sevinç’in öykülerindeki insanlarda belirginleşen sinsi öfkeler, vurdumduymazlıklar, kaygılar modern yaşamın sonuçları. Her gün çeşitli araçlarla, dünyanın herhangi bir yeri ve zamanından akan resimlere duyduğumuz yabancılığın, aslında birbirimize ama en çok da kendimize duyduğumuz ‘yabancılık’ olduğunun ‘adressiz’liği, artık kaçınabilecek tüm dünya etkilerinin adresi olur. Çünkü, Kafka’nın bir aforizmasında dediği gibi insanın kendini “dünyanın acılarından uzak” tutabilmesi, her ne kadar bir özgürlük gibi görünse de, kaçınabileceği “bir acı varsa işte bu da belki bu kendini uzak tutuştur.

Kimsenin birbirini dinlemeye tahammül edemediği modern kent yaşamı deneyimleri, insan-mekan-zaman çatışmalarına dönüşür Akın Sevinç’in öykülerinde. Yaşamsal zayiattan sayılabilecek kadar sıradan olaylar, 12 öykünün temelini oluşturur. Her gün sil baştan bir gelecek icadının zamansallığında yalpalayan bir ‘dünya insanı’nın adresi, yazarın öykü kahramanları gibi, ister bir büyücü, ister bir katil, bir muhasebeci, bir belediye otobüsü şöförü, ya da bir yazar-çizer entelektüel olsun; ister rüyada, isterse apaydınlık bir günde, değişmez: ‘Dünyanın Yan Etkileri’nin adresinde toplanır, her biri.

Herhangi bir zaman ve mekandaki
‘yapboz yolculuklar’
Akın Sevinç, dünyanın herhangi bir zamanında ve mekanındaki, herhangi bir insanın hayat mesellerini anlatırken, insan-insan, insan-kendi ve insan-dünya ilişkilerinin gerçekte birbirleriyle nasıl halvet olduğuna işaret eder. Bu nedenle, Mikado oyunu gibidir onun öyküleri; içinden çekilecek herhangi bir çöp parçası bütünün dinamik iç dengesini bozar. 12 öykünün, her noktasının kendisine olan uzaklığı değişmez. Saf bir karşılaşma, çarpışma ya da buluşma gibidir. Olaylar, mekanlar ve zamanlar kendi örgüsünü dokurken, Akın Sevinç onların içinde tortulaşan atık ürünleri mercek altına alır; onları, hiçbir şeyin zayiattan sayılamayacağı bir yerde konumlandırır. “..[İ]şte kaybettiklerine ve kaybettiklerinin farkında bile olmadıklarına” der, ilk öyküsü ‘Kartiy’de. Kaybedilen yaşantıların fotoğraflarından kurduğu bellek kayıtlarını, düşlerden rüyalardan beslenen bir resim madenine dönüştürür.

Zamanın saatine karışmak
Bu nedenle, aslında Akın Sevinç’in yaptığı, zamanın ve mekanın saatine karışmaktır. Onun saatinin başkalarınınkinden farklı bir zaman göstermesi, kuşkusuz yazarın özgürlüğüdür. Birileri, bir yerlerde saati durmadan düzeltirken, kendi zamanına uydurmaya çalışırken, o bu müdahelelerin cisimsiz izlerini sürer. İnsanların kendi içlerinde yadsıyamadıklarını, nasıl da yadsıyorlarmış gibi gösterdiklerine ve bu nedenle de dünyalarından kovmak istediklerinin, nasıl da farklı farklı suretlerde yaşamlarına yerleştiklerine tanıklık eder. Böylelikle, bu izlek, aslında güvenli istasyonları olan bir yol olmaktan çıkar, karşılaşmalardan, çarpışmalardan görülen zararlardan beslenen bir yolculuğa dönüşür. “Yolcuyumdur hep” der Akın Sevinç, ‘Yolcu’ adlı öyküsünde; “Pazartesileri Ortaköy’de, salıları Lundgren ağacında, çarşambaları kalabalıkta, perşembeleri köydeki bahçede, cumaları amcama yazdıklarımda, Cumartesi Can’ın çizdiklerinde.”

Ne ötede, ne de beride...
“Dünyayla arandaki savaşımda, dünyanın yanında ol” diyen Joseph Kafka ile öykülerine başlayan Akın Sevinç, son öyküsü ‘Öte beri’ ile, insanın dünya geçmişinden kalan kök salma, düzen kurma, kesinlik iddiası gibi ölümsüz olmanın her türlü mirasını rahatsız etmeye soyunur. Kendi deyişiyle, “ölümsüz mağaralıları didik didik” eder. Çünkü ölüme, hazırlıklı olmak değildir insanın derdi; geleceğini önceden haber vermeyen kaba saba ölüme alışık değildir insan, Maurice Blanchot’nun dediği gibi. Yaşam ile ölüm karşısındaki ikiliğin külliyatını inşa ettikleri gibi, ‘yaşamda ısrar etmenin’ de mirasını oluşturan yazarlar, felsefeciler, sanatçılar ya da din adamları, ölüm ülkesine bir iniş yapmışlardır ama, ‘aynı olanın ebedi dönüşü’, hiçbir şekilde, şimdiki zamanın dönüşmesine, kendi kendine dönüşmesine imkan vermeyecektir. Çevirdiği takvim yapraklarında, doğum ve ölüm, yanyana, sırt sırta vermiş görünse de, yaşama imkan veren doğum sonrasının zamansallığını kurmaya, tarihi ters yüz etmeye soyunur Sevinç. Bu nedenle, zamanın şimdiki zaman olarak gerçekleşmesini mutlak varlığın temeli olarak gösteren idealist Hegel, bu süreç içerisindeki mutlak yok oluşu, “ebedi dönüş” söylemiyle kurtaran Nietzsche, ölümsüzlük meseline dalmış Borges gibi, ölüme karşı ‘yaşamak’ duvarlarını ören 20. yüzyıl filozofu Paul Tillich de, hatta ve hatta ölüm ve yaşam arasındaki hassas teraziyi daima bir ayarda tutabilen yazar Cortazar, oyunu ölmekten yana kullanan Pavese ile, dünyayı bekleyen gelecek tehlikeleri öngören Bradbury ve modern dünyanın ölüm maskesi giydirdiği, savaş zayiatı müzisyen Debussy de, Sevinç’in bu son öyküsünün konukları arasında yer alır.


*************************A L A M U T*****************************
ntvmsnbc
Hani kurşun sıksan geçmez ya geceden...
kutver
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 346
Kayıt: 03-10-2004 18:24
Konum: BizimPortal`dan

Mesaj gönderen kutver »

İlnginç...
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir