İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yeli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, "hiç anlayamadım, niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik? " Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; "Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik..." Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve "niye" ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inkalar'ın yaşlı torunu. Çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. ... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz ,spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Evet kimi zaman bunlara sahip oluyoruz ama ruhumuz yanımızda olmadan
AkıLSızLar Hırsızların En Zararlılarındandır; Zamanınızı Ve Neşenizi ÇaLarLar..
Hayatı öğrenmeyi düşünmeyen insanların oluşturduğu bir toplumuz.
Bir yerde okumuştum, cumbalı evlerin yapılma mantığına bir açıklama getiriliyordu.Cumbalı evlerde yaşayan kadınların, erkeklerin sokaklardan gelen geçenleri daha rahat izlemeleri amaçlanmış olabilir deniyordu yazıda. Kim bilir belki de doğrudur. Artık kaç kişi penceresinden başını uzatıp seyreyliyor ki etrafı? O da başka bir keyiftir halbuki.
Kanıyla canıyla hayatı izlemek varken seyreden bir toplum oluyoruz. Evet, seyrediyoruz dünyayı ama bir ekranın ardından. Televizyonların, bilgisayarların ardından bakıyoruz dünyaya.
Dokunmayı unutan insanların oluşturduğu bir toplumuz. Herşeyde her yerde bir acelecilik. İlişkiler bile alelacele. Doya doya dokunmadan bir gecede tüketilen ilişkilerle dolu yataklar.Çocuklarımıza bile doya doya dokunamıyoruz. Büyüdüklerinde ise çok geç kalmış oluyoruz.
İşitmeyen, sağır insanların dünyasındayız.Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlerin sayısı artıyor. Umarsız, duyarsız , dünü geleceği belirsiz bugünlük insanlarla paylaşıyoruz hayatı.
Ruh mu? Bedenle şekillenen ,farkındalıklarla beslenen ruh mu bize yetişecek? Gülerim buna... çok geç kaldık çok!