Serdar Yıldırım Hikayeleri

Şiir, roman, öykü, deneme, eleştiri, inceleme.
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

KARAGÖZ İLE HACİVAT: HAMAMA GİREN TERLER
Karagöz: Dün salı hamamına gittim. Çok soğuktu. Üşüdüm.
Hacivat: Olur mu Karagözüm, hamamda üşünmez. Hamama giren terler, derler.
Karagöz: Ama ben hamama gittim. Üşüdüm.
Hacivat: O zaman hamamcı külhanı yakmamış.
Karagöz: Külhan hamamı yakmamış mı? Keşke yaksaydı da hamam kül olsaydı.
Hacivat: Öyle demedim Karagözüm, hamamcılar külhanı yakar. Odun ateşinde hamam ısınır. Kirin kabarınca kese olursun.
Karagöz: Kirim kabarmadı. Çeşmelerden akan su soğuktu.
Hacivat: Ben o hamamı bilirim. Galiba sen erken gittin. Külhandaki ateş harlamamıştır.
Karagöz: Külhan ateşi yakmış, hamam kül olmuş. Demek ben çıktıktan sonra hamam yandı.
Hacivat: Hamam falan yanmadı. Uyduruyorsun Karagözüm.
Karagöz: O zaman hamam külhanı yakmış.
Hacivat: Yanma yok. Hepsi yalan, uydurma. İnsanları kandırıyorlar.
Karagöz: Beni kimse kandıramaz. Hamam yanmış mı? Külleri savrulmuş mu?
( Hacivat konu kapansın diye mecburen he der. )
Hacivat: He yanmış, külleri savrulmuş.
Karagöz: Savrulmuş külleri, ötmez bülbülleri.
Hacivat: ....
Karagöz: Hamamın külleri, öttü bülbülleri.
Hacivat: ....
Karagöz: Hamamın bülbülleri, öttü külleri.

SON
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

KARAGÖZ İLE HACİVAT: İKİ ELİN NESİ VAR
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: Dur Karagözüm, nereye böyle?
Karagöz: Oh, sen miydin Hacivat. Ben de seni arıyordum.
Hacivat: Beni mi arıyordun?
Karagöz: Evet, sizin eve gidiyordum.
Hacivat: Bizim eve mi? Ama bizim ev o tarafta değil ki.
Karagöz: Ya ne tarafta?
Hacivat: Bu tarafta. Ters yöne gidiyorsun.
Karagöz: Ters yöne mi?
Hacivat: Belki de az önce bizim evin önünden geçtin.
Karagöz: O zaman beni neden uyarmadın?
Hacivat: Aman Karagözüm, evde değildim ki.
Karagöz: Bir daha aradığımda evde ol.
Hacivat: Sen de aradığında haber ver. Eve gelirim.
Karagöz: Hacivat, bugün bir atasözü öğrendim.
Hacivat: De bakalım , söyle.
Karagöz: Bir elin nesi var, iki elin takkesi var.
Hacivat: Böyle atasözü olmaz.
Karagöz: Nasıl olmaz, var işte.
Hacivat: Sen bunu kimden duydun, Karagözüm?
Karagöz: Adamın biri söyledi.
Hacivat: Söylemiş ama yanlış söylemiş, sonu yanlış.
Karagöz: Sonu mu yanlış? Bir elin nesi var, iki elin tekkesi var.
Hacivat: Yanlış.
Karagöz: İki elin teknesi var.
Hacivat: Takkesi, tekkesi, teknesi falan yok.
Karagöz: ....
Hacivat iki elini birbirine vurur. ( Hani clap, clap )
Karagöz: Buldum, iki elin alkışı var.
Hacivat: Çok yaklaştın, alkışı ses olarak söyle. İki elin sesi gibi.
Karagöz: Buldum. Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
Hacivat: Hah, şimdi doğru söyledin. Değil mi ya? Doğrusu bu.
Karagöz: Ben onun öyle olduğunu biliyordum. Kafamı karıştırmasan doğrusunu söylerdim.
Hacivat: Kafanı ben mi karıştırdım.
Karagöz: Artık size gitmeme gerek kalmıadı. Gitsem de evde bulamazdım. Belki yarın bulurum seni. Haydi, hoşça kal, Hacivat.
Hacivat: Güle güle Karagözüm.

SON

-------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: SÜR EŞEĞİ BURSA'YA
Hacivat, Karagöz'ün kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
Hacivat: Selam Karagözüm, gel tartışalım.
Karagöz: Taşlaşalım mı? Ne gerek var. Hangi taş büyükse git kafanı ona vur.
Hacivat: Öyle demedim. Tartışma başlatalım yani münakaşa edelim.
Karagöz: Münaşaka ne demek? Cevizli lokum olmasın?
Hacivat: Yok pastırmalı yumurta.
Karagöz: Paspaslı yumurta mı? Yumurta paspasın üstünde mi pişti?
Hacivat: Hayır, laf olsun diye bir şeyler söyle. Fikir yarıştıralım.
Karagöz: Ha öyle söylesene. Geçti İnegöl'ün pazarı sür eşeği Bursa'ya.
Hacivat: Kırk yılda bir laf ettin ama doğrusunu söyleyemedin.
Karagöz: Yanlış laf ettiysem, doğrusunu sen söyle?
Hacivat: Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye.
Karagöz: Sen zor gidersin eşekle Bursa'dan Niğde'ye.
Hacivat: Bursa'dan Niğde'ye neden gideyim?
Karagöz: Demin dedin ya geçti Bursa'nın pazarı sür eşeği Niğde'ye.
Hacivat: Bravo sana, tartışmayı nereden nereye sürükledin.
Karagöz: Öyle olduğu doğrudur. Adım Karagöz. Adamı gözünden anlarım. Değer biçerim.
Hacivat: Bana ne değer biçtin, hemen söyle?
Karagöz: Benim paramla beş para etmezsin.
Hacivat: O zaman dört para ederim. Ama sen benim gözümde hiç para etmezsin.
Seni gidi beni bilmez seni diyen Karagöz Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz peşinden koşar ama yetişemez. Daha sonra Karagöz evine döner.

SON

-------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKSI
Hacivat: Karagözüm, senin evde fazla saksı var mı?
Karagöz: Evde sakız var.
Hacivat: Sakız değil, saksı. Çiçek dikecektim.
Karagöz: Saksıya çilek mi dikeceksin?
Hacivat: Saksıya çilek dikilmez.Çilek bahçeye dikilir.
Karagöz: Senin bahçe çilek dolu o zaman.
Hacivat: Yok Karagözüm, ne çileği ne bahçesi?
Karagöz: Çilek kokulu çilek, bahçe armut bahçesi.
Hacivat: Armut da nereden çıktı?
Karagöz: Hamam kesesinden çıktı.
Hacivat: Hamam kesesinden ne çıktı?
Karagöz: Örümcek.
Hacivat: Örümcek mi çıktı?
Karagöz: He ya örümcek.
Hacivat: Örümcek sonra ne oldu?
Karagöz: Kaçtı, yakalayamadım.
Hacivat: Bir daha kaçırma?
Karagöz: Neyi kaçırmayayım?
Hacivat: Keçileri şey yani örümceği.

SON

---------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: EN BÜYÜK KARAGÖZ
Hacivat gelir, kapıyı çalar. Karagöz pencereye çıkar.
Hacivat seslenir: Karagözüm, senin evde çaydanlık var mı?
Karagöz: Gerdanlık hanımın boynunda.
Hacivat: Hanımın boynunda olan nedir?
Karagöz: Gerdanlık. Var mı diye sordun ya.
Hacivat: Gerdanlık demedim, çaydanlık dedim. Anla işte misafir geldim.
Karagöz: Safir gerdanlık mı? Bizimkisi o kadar pahalı değil.
Hacivat: Aç Karagözüm, aç
Hemen kapıyı aç
Çay demle içelim
Sohbet edelim.
Karagöz pencereden Hacivat'ın yanına atlar.
Sus, Hacivatım sus
Hemen şimdi sus
Kavgalıyız hanımla
Anla halimden.
Halden anlayan Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. Karagöz duvardan tırmanır, pencereden eve girer.
Karagöz'ün Hanımı sorar: Kimdi o, Hacivat mıydı?
Karagöz: He ya Hacivat. Gelmiş kafa ütülüyor. Neşesi yerinde. Tuzu kuru tabi.
Hanımı: Onun tuzu kuru da seninki yaş mı?
Karagöz: Aramızda iki yaş fark var. Ben büyüğüm!
Hanımı: Sen herkesten büyüksün. Haydi, gel sofraya. Şu bulguru kaşıkla, daha da büyü.
Karagöz sofraya oturur. Bulgura çala kaşık girişir. Bir tencere bulgur pilavını bitirir. Üstüne yayık ayranı içer. Sonra yatar uyur. Bu güzel hikaye de burada sona erer.

SON


-----------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÇAM YARMASI
Ayla ile Bursa Kapalı Çarşı'da Kozahan'a gittik. Açık çay bahçesine oturduk, çay içiyorduk. Ayla cep telefonumla bir fotoğrafını çekeyim, dedi. Çekti. Bir daha, bir daha çekti. Fotoğrafları Facebook’a koyayım, dedi. Ben, tamam, dedim. Fotoğrafımın altına çam yarması ile birlikteyim, diye yaz. Bu sırada Karagöz ile Hacivat yanımıza gelmiş de haberimiz yokmuş.
Karagöz: Çam yarması değil de biber dolması yaz, dedi.
Hacivat: Olur mu Karagözüm, patlıcan musakka yazsın.
Karagöz: En iyisi yaprak sarması yazsın.
Bu müthiş ikili beni dolmalara doldurdular, yapraklara sardılar. Oysa benim çorbam iyi olur, deyince kahkahalarla güldüler. Ayla da onlarla birlikte güldü. Karagöz ile Hacivat gidince Ayla, iyi ki geldiler, bize neşe verdiler, dedi. Bu hikaye de burada bitti.

SON

---------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: SATILIK AKIL
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Karagöz: Selam Hacivat.
Hacivat: Selam Karagöz.
Karagöz: Hacivat bana on akçe borç versene.
Hacivat: Aman Karagözüm, on akçeyi ne yapacaksın?
Karagöz: Pazarda adamın biri, kiloyla akıl satıyor.
Hacivat: Akıl para ile satılmaz.
Karagöz: Ya ne ile satılır?
Hacivat: Akıl doğuştandır, sonradan elde edilmez.
Karagöz: Kilosu bir akçe.
Hacivat: Senin aklın var ya Karagözüm.
Karagöz: Var ama yetmiyor. Daha akıllı olmak istiyorum.
Hacivat: Alıp da faydasını gören var mıymış?
Karagöz: Köylü tarlada ırgatmış. Akıl almış, okumuş, kadı olmuş.
Hacivat: Başka.
Karagöz: Adamın oğlu akılsızmış. Oğluna akıl almış. Şimdi çalışıyormuş, yakında evlenecekmiş.
Hacivat: Vay canına! Doğru mu bütün bunlar?
Karagöz: Doğru. Komşularıyla konuştum.
Hacivat: Olay gerçek ha.
Karagöz: Yürü Hacivat, bitmeden şu akıldan alalım.
Hacivat: Bana bir kilo al, kendine de bir kilo al.
Karagöz: Yetmez, bana bir kilo yetmez. On kilo alacağım.
Hacivat: On kilo mu? Sen o kadar akılla aya gidersin.
Karagöz: Aya da giderim, güneşe de giderim. Yeter ki daha akıllı olayım.

SON
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ BİLMECE SORUYOR
Karagöz: Hacivat bir bilmecem var.
Hacivat: Sor Karagözüm, sor da bileyim.
Karagöz: Bir elin sesi var, iki elin nesi var.
Hacivat: Bilmeceyi yanlış sordun. Bir elin nesi var, iki elin sesi var diyecektin.
Karagöz: Laf kalabalığını bırak Hacivat. Sen benim sorduğuma cevap ver.
Hacivat: Bir elin sesi olmaz ki.
Karagöz: Olmaz mı? Bak orta parmak baş parmak nasıl da şıklıyor.
Hacivat: Ama bu atasözü, değişmez ki.
Karagöz: Değişti işte. Atasözüydü oldu şimdi Karagöz sözü.
Hacivat: O zaman bilmecenin cevabı ne?
Karagöz: Hay kabak kafa. İki elin nesi alkıştır, alkış.
Hacivat’ın sarımsak yemiş bülbüle döndüğünü gören Karagöz bu fırsatı kaçırmak istemez. Hacivat’ı perişan etmeye kararlıdır.
Karagöz: Bir diğer bilmecem de şu: Ak akçe ne içindir?
Hacivat: Bundan kolay ne var. Ak akçe kara gün içindir.
Karagöz: Bilemedin.
Hacivat: Ne bilemedim mi?
Karagöz: Ak akçe Karagöz içindir.
Beyninden vurulmuşa dönen Hacivat’ın gözlerinin karardığını gören Karagöz, O’nu tutar, yavaşça yere oturtur. Biraz kendine gelince yeni bir bilmece sorar: Çivi çiviyi ne yapamaz?
Hacivat: Soruyu yanlış sordun. Çivi çiviyi ne yapar diyecektin. Çivi çiviyi söker.
Karagöz: Bunu da bilemedin. Çivi çiviyi sökemez.
Hacivat: Sökmesi gerekir.
Karagöz hazırlıklı gelmiştir. Cebinden iki çivi çıkarır. Birini yerdeki taşla tahtaya çakar. Öteki çiviyle uğraşır, çiviyi sökemez.
Hacivat sağa sola bakar. Bir tanıdık gelse de şu Karagöz’ün dilinden beni kurtarsa der. Gelen giden yoktur. Su almış kayık gibi yan yatmış Hacivat’ın yanına çömelen Karagöz son darbeyi vurur: Söyle bakalım Hacivat: Kendi düşen ne yapar.
Zorlukla konuşan Hacivat: Kendi düşen ağlamaz, der.
Karagöz: Hayır, kendi düşen ağlar. Dün benim oğlan koşarken düştü ve ağladı.
Bunun üzerine Hacivat sırtüstü düşer. Bayılmıştır. Karagöz savaş kazanmış bir komutan edasıyla omuzlarını gerer, Hacivat’ı orada bırakır ve evinin yolunu tutar.

SON

-----------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: GEL KEŞKÜL YİYELİM
Hacivat Karagöz’ün evinin kapısını çalar, Karagöz kapıyı açar.
Hacivat: Aman Karagözüm, koş gel. Hanım keşkül pişirdi. Gel keşkül yiyelim. Ağzımız tatlansın dilimiz ballansın.
Karagöz: Yazın şu sıcağında Eşkel’de ne işin var?
Hacivat: Eşkel demedim Karagözüm, keşkül dedim. Keşkül pişti, soğuk düştü. Gel bize keşkül yiyelim.
Karagöz: De git Hacivat, iyi diyorsun da ben yüzme bilmem ki.
Hacivat: Eşkel’i boş ver, keşküle gel. Gel Karagözüm, gel gel.
Karagöz: Eşkel’e gideriz, gezip döneriz. Yüzme bilmem, denize girmem. Bunu iyice kafana sok.
Hacivat: Senin için, balık gibi yüzer dediler.
Karagöz: Gençken öyleydi, sonradan yüzmeyi unuttum.
Hacivat: Ama yüzme unutulmaz ki.
Karagöz: Unuttum diyorsam unutmuşumdur. O kadar.

SON

--------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: TAHTA KAŞIK
Hacivat Karagözün evinin önüne gelir:
“ Aman Karagözüm, koş gel. Pazardan tahta kaşık aldım. “
Karagöz pencereye çıkar: Bizim evde bulaşıkları hanım yıkar.
Hacivat: “ Aman Karagözüm, koş gel. Tahta kaşıklar bak gel. “
Karagöz: “ De git Hacivat, bulaşıkları yıkıyorsan kime ne. “
Hacivat: “ Bulaşık demedim, kaşık dedim. Pazardan tahta kaşık aldım. “
Karagöz: “ Tahta kurusunu kaşıkla mı ezdin? O kaşıkla bana yemek mi yedireceksin?
Hacivat: “ Aman Karagözüm, etme eyleme. Ben öyle bir şey söylemedim. “
Karagöz: “ Seni gidi beni bilmez. Çağırayım zaptiyeleri de seni falakaya yatırsınlar. “
Hacivat: “ Dur, zaptiyeleri çağırma. Gel bize gidelim, ayran içelim. “
Karagöz: “ Lafı karıştırma, bayrama daha çok var. “
Hacivat: “ Yeni halı aldım, üstünde yatarız. “
Karagöz: “ Demek beni çalı üstünde yatıracaksın? Her yanıma diken batar. “
Hacivat: “ Pazardan iki tavşan aldım. Görmeye gidelim. “
Karagöz: “ Pazar günü Keşan’a mı gidiyorsun? “
Hacivat: “ Şey yani evet, dayım hastalanmış. “
Karagöz: “ O zaman bir an önce git. Hasta ziyareti deyince akan sular durur. “
Hacivat, Karagöz’ün evinin önünden koşar adım uzaklaşır. Geçen sene Karagöz’ün çağırmasıyla gelen kendisini falakaya yatıran zaptiyeler aklına gelir. Tabanları sızlar. Bırak iki günü iki ay Karagöz’ü arayıp sormaz.
SON

-------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜREŞ
Hacivat: “ Gel Karagözüm, güneşlenelim. Öğle sıcağı iyice bastırdı. “
Karagöz: “ Güreşelim mi? Tamam güreşelim. “
Hacivat: “ Güreşelim demedim, güneşlenelim dedim. “
Karagöz: “ Ben senden korkmam Hacivat. Yoksa sen benden korktun mu? “
Hacivat: “ Ben hiçbir şeyden korkmam bilirsin. Sen benden korktun mu? “
Karagöz: “ Bre Hacivat, senden niye korkayım? 60 kilo ya çekersin ya çekmezsin.”
Hacivat: “ Doğru korkmazsın. Yıllar önce şu Pınarbaşı Meydanı’nda 70 kiloluk halinle 120 kiloluk Hulusi’yi paramparça ettiğini gözlerimle gördüm. “
Karagöz: “ Az görmüşsün. Ne insan azmanlarına şu meydanın çimenlerini yoldurdum. “
Hacivat: “ Keşke geçmişe dönebilsem ve senin güreşlerini seyredebilsem. “
Karagöz: “ Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi benim. “
Hacivat: “ Onun orası öyle de gelecekte seni pes ettirecek güreşçiler çıkar. O güreşçi seni hamur gibi yoğururken hiç yalvarma Hacivat gel kurtar beni diye. “
Ben kimseye yalvarmadım sana mı yalvaracağım diyen Karagöz, Hacivat’ın elini yakalar. Hacivat gözlerini kapatır. Karagöz kaldırdığı gibi Hacivat’ı yere vurur. Yaz günü taşlaşmış topraktan bir toz bulutu yükselir. Hacivat’ı yerde hareketsiz gören adamlar, yardıma koşar. Hacivat’ı kucakladıkları gibi yakındaki hekimin evine kuş gibi uçururlar. Hekim , Hacivat’ın göğsünün sol tarafına uzun süre baskı yapar ve sonunda Hacivat kendine gelir. Etrafına bakınır, Karagöz orada yoktur: “ Aman ağalar, Karagöz’e güneşlenelim dedim, güreşelim, dedi. Sonunda beni bu hale getirdi. Bunun gençliğinde bir boğayı kaldırdığını gördüm. Boyu iki buçuk arşındır. ( 1.70 cm. ) Ama bir o kadar da yeraltında vardır. Karşısına çıkacak olanlar bunu iyice düşünsün. “

SON

-----------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: SİNEK ÇORBASI
Hacivat: “ Karagözüm, gel bize gidelim, süt içelim. “
Karagöz: “ Süt mü? Ne sütü? “
Hacivat: “ Süt işte, inek sütü. “
Karagöz: “ Git başımdan Hacivat, sinek sütü içilmez. “
Hacivat: “ Sinek sütü demedim, sağır kulaklı, inek sütü dedim. “
Karagöz: “ Sinek sütü içilmez ama çorbası güzel olur. “
Hacivat: “ Çorbası mı? Neyin çorbası? “
Karagöz: “ Sinek çorbası. Dün içtiydin, güzel dediydin. “
Hacivat: “ Ben sinek çorbası falan içmedim. “
Karagöz: “ Dün çorba içerken tabağına sinek düştü. “
Hacivat: “ Eee.. “
Karagöz: “ Sen bir kaşıkta sineği yuttun. “
Hacivat: “ Aman Karagözüm, uyarsaydın, çorbanda sinek var deseydin. “
Karagöz: “ Benim öyle dememe vakit kalmadan sen sineği mideye indirdin. “
Hacivat: “ Sinek şimdi neremdedir? “
Karagöz: “ Dünden beri hiç dışarı çıktın mı? “
Hacivat: “ Çıktım, hem de iki kere. “
Karagöz: “ O zaman sinek sende değildir, gökyüzünde uçuyordur. “
Hacivat: “ Neyse kurtuldum ya şu sinekten. Keyfim yerine geldi. “

SON

---------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: PENCEREDEN BAKSAN NE GÖRÜRSÜN?
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: “ Karagözüm, sana bir soru sorayım da bil. Benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
Karagöz: “ Tencerede ne varsa onu görürüm. Dolma, pilav gibi. “
Hacivat: “ Tencere demedim, pencere dedim. “
Karagöz: “ He öyle söylesene. Sokak görürüm. “
Hacivat: “ Başka. “
Karagöz: “ Ev görürüm. “
Hacivat: “ Başka. “
Karagöz: “ Adamlar, kadınlar görürüm. “
Hacivat: “ Başka, başka. “
Karagöz: “ Gökyüzü, bulut görürüm. “
Hacivat: “ Bilemedin. Keşiş Dağı’nı ( Uludağ ) görürsün. “
Karagöz: “ Hacivat, senin pencereden Keşiş Dağı görünmez ki. “
Hacivat: “ Görünür, görünür. Ben her gün görüyorum. “
Hacivat kafasını sağa çevirip bakar. Üç adam gelmektedir. Biraz sonra adamları çevirip, göz kırpar ve sorar: “ Benim evin penceresinden Keşiş Dağı görünür, öyle değil mi dostlar? “
Adamlar: “ Evet, görünür, derler ve gülerler. “
Hacivat: “ Bak gördün mü, görünüyormuş. “
Karagöz: “ Hayret, ben neden göremedim acaba? “
Bunun üzerine adamlar, kahkahalarla güler. Karagöz alay edildiğini anlar. Ders vermek için, Hacivat’a döner: “ Hacivat, benim de sana bir sorum var. Sen benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
Hacivat: “ Bahçe görürüm, insan görürüm, ev görürüm, “ der ama Karagöz bunu kabul etmez. Karagöz’den kaçan bir Hacivat görürsün der ve Hacivat’ın üstüne atılır. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz, gel buraya, diye bağırarak Hacivat’ı sokaklarda kovalar. Evinin önüne gelen Hacivat kapının açık olmasından yararlanıp eve dalar, bahçeye çıkar. Peşindeki Karagöz’ün nefesini ensesinde hisseder. Son bir hamleyle bahçedeki tuvalete girer ve kapıyı kapatır. Hacivat’ın oturduğunu gören Karagöz, korkak seni, şimdi de alaycı konuşsana der ve evden çıkıp gider.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

Kardeşlik Hikayeleri
SIRTLAN ZOBO
Sırtlan gruplarının dışladığı, aralarında barındırmadığı Zobo adındaki sırtlan bir şehrin çok yakınlarına gelmişti. Çayırın ortasında toparlak bir şey dikkatini çekti. Bu neydi? Zobo, onu kokladı. Burnuyla ittirdi. Yuvarlanıyordu. Biraz daha, biraz daha derken, o yuvarlandıkça, Zobo zevk aldıkça, oyun sürdü. Daha sonra oyunu bıraktı. Yorulmuştu. Çimenlere yattı. Uyuyakaldı.
Zobo gürültüye uyandı. Tatlı tatlı gerindi. Anında gerinmeyi bırakıp büzüştü. Vitesi geri taktı. Geri geri gitti. Az sonra çalıların arasında görünmez oldu. Ama görüyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bu dünyanın sahipleri yani insanlar, o yuvarlanan şeyin peşinden koşuyordu. Arada bir durup bağırışıyorlar sonra yine oyuna devam ediyorlardı. Tahta direklerin arasında biri o yanda, biri bu yanda, iki insan sabit bekliyordu. Eğer vuruş direklerin arasından geçerse gool diye bağırıyorlardı. Galiba bunlar iki ayrı takımdı ve maç yapıyorlardı. Bunları düşünürken toparlak şey yuvarlandı ve yanına geldi. Zobo fırladı, topu burnuyla ittirdi, ayaklarıyla vurdu, sahanın ortasına geldi. Zobo'yu görünce önce korkan insanlar, sonra alıştılar. Gol atınca onu alkışladılar. Koştu, koştu, insanlarla çoştu, başroldeydi ve kalıplaşmış bir takım fikirleri kırmak mümkündü.
Sonra insanlar gittiler, Zobo yalnız kaldı. Daha sonraki günlerde çok bekledi insanlar gelir diye ama kimse gelmedi. Güçlü çenesiyle ısırarak topu patlattı. Ses yüksek frekanslıydı, çok korktu. Hızla koşarak oradan uzaklaştı. Dağlara gitti. İnsan yapısı top patlıyor ve korkutuyordu. Demek ki, insan da patlar ve korkuturdu. Bunun üzerine bir daha insanlarla karşılaşmamaya söz verdi.

SON

---------------------------------------------------------

PANTER
Panterin biri, bir ovanın ortasına bakkal dükkanı açmış. Özellikle su, sulu gıdalar ve et satışları çok oluyormuş. Panter bire almış, ona satmış. Parasına para katmış, zengin olmuş. Ovada yaşayanların eğitim eksikliği panterin dikkatini çekmiş. Bakkal dükkanının karşısına ticaret okulu yaptırmış. Pek çok yavru hayvan bu okulda okumaya başlamış. Ticaret dersine panter girerek ders vermiş. Onlara ticaretin kurallarını, ticarette nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini öğretmiş.
Bir yıl sonra okul ilk mezunlarını vermiş. Yavru ayı, yavru kurt, yavru tilki... şimdi kocaman olmuşlar. Mezun olur olmaz ovadaki tek ticarethane olan bakkala yönelmişler. Panter, suyu, eti kaça alıp kaça satıyor, araştırmışlar. Okulun masraflarını karşılamak için, karını giderek artıran ve bire alıp yirmiye satmaya başlayan panterden şikayetçi olmuşlar. Orman mahkemesi panteri suçlu bularak hapse atmış. Panterin ilk ziyaretçileri öğrencileri olmuş. Toplu halde gelen öğrenciler panterden özür dilemişler. Panter onları sessizce dinlemiş.
Ertesi gün panteri odasına çağıran hapishane müdürü, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz, deyince, panter, ne demezsin, demiş. Hem biraz fazla iyi yetiştirmişim. Ticaret gelişsin, bölge kalkınsın derken, bu gidişle ticaret yok olacak.
Hapishane müdürü: " Yok canım, öğrencileriniz bakkalı işleteceklermiş. Ticaret neden yok olsun? "
Panter: " Bakın ben sıfırdan zirveye çıktım. Sıkıntılar yaşadım, fırtınalara göğüs gerdim. Onlar hazıra kondular. Paraşütle zirveye çıktılar. Küçük bir esinti karşısında direnemezler. Zirvede tutunamazlar. "
Aradan bir ay geçmemiş. İflas eden bakkal dükkanı kapısına kilit vurmuş. Okul zaten kapanmış, öğrenciler dağılmış. Kuraklığı yaşayan ovada bir damla suya hasret kalınmış. Ova mahkemesi davayı gözden geçirmiş ve panteri serbest bırakmış. Panter bakkal dükkanını yeniden açmış. Dükkan müşterilerle dolup taşmış. Panter kar marjını artırarak bire alıp elliye satmaya başlamış.
Panter okulu da açmış. Yeni öğrencilerine ticaret dersi vermeye başlamış. Derslerinde girişimci olmanın yararlarını ve girişimcinin korunması gerektiğini vurgulamış. Bir daha panteri hiçbir öğrencisi şikayet etmemiş.

SON

----------------------------------------------------------------

ANNE KANGURU
Bir kanguru varmış. Kesesinde yavrusunu taşırmış. Zamanla yavru büyümüş, keseye zor sığar olmuş. Ayrılık vakti gelmiş, çatmış.
Anne kanguru: " Benim güzel yavrum, artık büyüdün, kocaman oldun. Ayrılacağız, sen yoluna ben yoluma. "
Bunun üzerine yavru kanguru: " Anne, ne olur beni bırakma. Ben sensiz ne yaparım? "
Anne kanguru: " Ama canım, ben senin kadarken çoktan yalnız kalmıştım. Canımı dişime taktım, zorlukları alt ettim, hayatın kötülüklerine göğüs gerdim. Savaştım ve kazandım. "
" Anneciğim, canım benim. Ne olur, bir süre daha seninle kalayım. Gelişeyim, güçleneyim. O zaman hızlı koşarım. Dingolar, ( Avusturalya'da yaşayan bir köpek türü. ) beni yakalayamaz.
" Güzeller güzeli, Esat'ım benim. Aman, ağzından rüzgar alsın. Seni dingolara teslim etmem. Gerekirse birkaç ay daha sana bakarım. "
Ertesi gün yavrusuyla birlikte otlamakta olan anne kanguru ilerden gelmekte olan dingoları görmüş. Dingolar geliyor deyince yavru kanguru annesinin kesesine girmiş. Hızla kaçmaya başlayan anne kangurunun peşine dingolar takılmış. Giderek yaklaşmakta olan dingolardan kurtulamayacağını anlayan anne kanguru, yavrusuna şöyle demiş: " Esat, dingolar yaklaşıyor. Şu köşeyi dönünce ağaçların arasına seni bırakacağım. Yere yat, sessizce bekle. Ben peşimdekilerden kurtulunca seni almaya gelirim. "
" Tamam oldu. "
Biraz sonra hafifleyen anne kanguru dingolarla arasını giderek açmaya başlamış. Sonunda dingolar, anne kangurunun peşini bırakmışlar. Anne kanguru çok uzaklardan geniş bir yay çizerek yavrusunu bıraktığı yere sabaha karşı gelebilmiş. Aramış, taramış, çalı diplerine, ağaç kovuklarına bakmış, bağırmış, yavrusu yokmuş. Günler sonra yavrusunu bulmaktan ümidini kesmiş ve ağlayarak bölgeyi terk etmiş. Yavrusunu başka bölgelerde arayacakmış.
Annesi Esat'ı bırakalı birkaç saat olmuştu ki, oradan geçmekte olan kanguruların kralı, Esat'ı görmüş ve yanına almış. Yavrusu olmayan kral, Esat'ı tahtının varisi olarak yetiştirecekmiş.
Böylece aradan on yıl geçmiş. Yaşlanan kral tahtını Esat'a bırakmış. Esat, kral olmuş. Kanguruları doğruluk ve adalet ilkelerine bağlı kalarak yönetmeye başlamış. Kralın evlatlığı Esat'a tahtını bıraktığı haberini duyan anne kanguru çok heyecanlanmış. Yeni kral acaba onun yavrusu olabilir miymiş? Adı da yaşı da aynen tutuyormuş.
Anne kanguru saraya gitmiş. Görevlilere durumu anlatmış. Görevliler, olanları krala söyleyince kral hızla koşarak saray kapısında yaşlı gözlerle bekleyen annesine sıkıca sarılmış.
Esat uzun yıllar krallık yapmış. Annesini yanından ayırmamış. Bu zaman süresince kangurular çoğalmışlar. Dingolarla çetin bir uğraş içine girmişler ve onları yenmişler. Sayıları azalan dingolar, uzak diyarlara göç etmişler. Böylelikle kangurular dingo korkusu olmadan yaşamaya başlamışlar.

SON

-------------------------------------------------------------------

LAMA VE PUMA
Güney Amerika Kıtası'ndaki And Dağları'nda bir lama yaşıyormuş. Bu lamanın adı Heman'mış. Heman bazen sürüyle birlikte otlar, bazen yalnız gezermiş. Hayat güzelmiş, yaşamak güzelmiş, otlamak güzelmiş. Nereden gelmiş bilinmez bir puma ( Dağ aslanı ) ortaya çıkmış. Puma avlanmaya başlamış. Lamalar sağa sola kaçışmışlar ama puma her defasında bir lamayı yakalamış. Lamalarda bir korku, bir telaş; geceleri bile uyuyamaz olmuşlar. Bir pumanın karnı doyacak diye yüz lama can pazarında, doğru mu bu?
Aradan yıllar geçmiş. Puma belası birkaç günde bir tepedeki mağarasından inerek lamaları avlamış. Son yedi yılda yedi yavrusu olan Heman'ın yavrularını puma almış. Heman, seneye yavrulamak istemiyormuş. Nasılsa puma kapacak diye öteki lamalara da yavru yapmamalarını söylemiş. Belki o zaman puma açlıktan ölürmüş.
Günlerden bir gün Heman tepedeki mağaranın önünde oynaşan dört puma yavrusu görünce, bela bir iken yakında beş olacak. Bunlar bir büyürse vah bana, vahlar size, demiş arkadaşlarına. Yandık ki hem ne yandık, soyumuz kuruyacak, demiş arkadaşları.
Bir yıl sonra avlanmaya başlayan beş puma kısa sürede lamaları kırıp geçirmiş. Geriye sadece Heman kalmış. Heman koşarak zirveye çıkmış. Ulu Kartal Kondor'a seslenmiş. Kondor gelmiş. Heman olanları anlatmış. Yardım dilemiş. Kondor, Heman'a acımış. Dileğini kabul etmiş. Sonraki günlerde pumaları birer birer avlamış. Heman oralardan çok uzaklara giderek başka bir lama sürüsüne katılmış. Aradan zaman geçmiş bir yavrusu olmuş. Pumasız ortamda yavrusunu büyütmüş. Birlikte kırlarda özgürce koşup oynamışlar.

SON

Fikir: Serhat Yıldırım
Yazan: Serdar Yıldırım
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

HİKAYE YAZARI ÖMER SEYFETTİN İLE SERDAR YILDIRIM
Tarih 4-Ağustos-2023 Bursa'da bir kitap mağazasında çok değerli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin ile beraberim: " Sayın Ömer Seyfettin, bakın burası üç katlı bir kitap satış mağazası. İçinde binlerce kitap var.
Ömer Seyfettin: " Ya Serdar, beni buraya neden getirdin? Ben 1920 yılını hatırlıyorum. O zamanlar 36 yaşındaydım. İstanbul'da bir lisede öğretmenlik yapıyordum. "
" Evet doğru, bunları ben de biliyorum ama sizin bilmediğiniz bir şey var. 1920 dediniz. O zamandan şimdiki zamana 103 yıl geçti. 103 yıl sonra siz neredesiniz, hikayeleriniz nerede? "
" Ben o hikayeleri yazdım, durdum. Bir İstanbul gazetesinde bunlar her gün tefrika halinde yayınlanırdı. Biliyor musun Serdar, yurdumuzu düşmanlar istila ettiğinde ben subaydım. Çanakkale taraflarında askeri ciple gidiyorduk. Gökyüzünde bir yazı belirdi. Fethun karib. ( Çanakkale’ye cephesini ziyarete giden heyeti edebiye içerisinde bulunan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları fevkalade bir hadiseyi Müjde adını verdiği hikayesinde anlatmıştır. Gün ağardığında heyet gökyüzünde ince bir duman ile “fethun karib” yazdığını müşahede etmiştir. Fethun karib, yakın bir fetih anlamındadır. ) 1915 yılı başlarıydı. Ne oldu? Neler oldu? Yolda gelirken ben Türküm dedin. Türkiye Cumhuriyeti dedin. Türkiye Cumhuriyeti'ne bravo da Osmanlı ne oldu? Bırak Osmanlı İmparatorluğu'nu Anadolu ne oldu? "

" Mustafa Kemal 19-Mayıs-1919 tarihinde Samsun'a çıktı. "
" Bunu biliyorum. "
" Türk Ordusu ve Mustafa Kemal bir buçuk yıl Sakarya Irmağı doğusunda konuşlandı. Mustafa Kemal onlara savaş öğretti. Türk Ordusu Mustafa Kemal önderliğinde ileri atıldığında yunan askerleri şehirleri, köyleri yakarak kaçtı. Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Tarihe ismini altın harflerle yazdırdı. "
" Mustafa Kemal adını daha önce defalarca duymuştum. Cumhuriyet yıllarına ömrüm vefa etmedi. Şu an çok sevinçliyim ve çok mutluyum. "
" Mustafa Kemal kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 10-Kasım-1938 'e kadar 15 yıl bu görevini devam ettirdi. 24 Kasım 1934 yılında Atatürk soyadını aldı. Artık O Mustafa Kemal Atatürk'tü. "
" Serdar, Atatürk hakkında kitaplar var mı burada? "
" Evet var. "
Atatürk kitapları reyonuna gittik ve Ömer Seyfettin'e kitaplarda yazılanları okudum. Her iki dakikada bir Ömer Seyfettin tarafından, Atatürk ayakta alkışlandı. Daha sonra birlikte Ömer Seyfettin kitapları reyonuna yöneldik. İki elime birer kitap aldım. Bakın, dedim, bu kitapta Kaşağı hikayeniz var. Bu kitapta da Kütük hikayeniz bulunuyor.
Ömer Seyfettin: " Vay benim canlarım, ciğerlerim. Aradan 103 yıl geçmiş ve hikayelerim unutulmamış. Bir yazar aradan 50 yıl geçmiş ve hatırlanıyorsa unutulmamış demektir. Artık o yazar olmuştur. Ey Serdar Yıldırım, ben artık yazar oldum mu? "
" Evet oldunuz, hem de çok değerli, unutulmaz bir yazar oldunuz. "
" Yaşasın, ben şimdi çok mutluyum. "
Ömer Seyfettin tansiyon ve şeker hastasıydı. Atina'da 10 ay esir kaldı. İstanbul'a geldikten sonra tansiyon ilaçları kullanmaya başladı ama şeker ilacı yoktu. 6 Mart 1920 yılında aramızdan ayrıldıktan 2 yıl sonra şeker ilacı icat edildi. Şu şeker ilacını 4-5 yıl önce icat etseydiniz olmaz mıydı? Ömer Seyfettin size nice yeni hikayeler armağan ederdi.

SON
Serdar102
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 63
Kayıt: 29-05-2023 20:06

Re: Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

MAGOSA ZİNDANINDA NAMIK KEMAL İLE BİRLİKTEYİM
Zaman gezgini olarak 150 yıl önceye gitmeyi düşledim ve Kıbrıs'ta bulunan Magosa zindanında olmayı istedim. Namık Kemal yerde, taş üstünde oturuyordu ve beni görünce ayağa kalktı. İlerici, çağdaş fikirlerle donanmıştı ve bir devlet yönetiminin tek bir kişinin tekelinde olmasını istemezdi. Bana seslendi: " Dur bakalım, aslanım, sen de kimsin böyle? Burada ne işin var? "
" Ben, gelecekten geldiğimi, söyledim. Tarih 9-2-2024. Adım Serdar Yıldırım, dedim.
Namık Kemal: " Bak bu çok iyi. Yüz bilmem kaç yıl sonrasından geçmişe dönülüyorsa insanlık çağ atlamış demektir. Ben şimdi burada olmamı özgürlük, bağımsızlık, halkın kendi kendini yönetmesi dememe borçluyum. Arkadaş, sen boş biri değilsin ama dolu biri de değilsin. Senden şüphelendim. Doğrusu ne ise, sen onu söyle. "
Serdar: " Her sözünüzün altına imzamı atarım. Hepsi doğrudur. Boş değilim ama dolu da değilim. Bir gün dolduğumda dinamit gibi patlayacağım. "
Namık Kemal: " Ben patladım da ne oldu? Sonradan kendimi bu zindanda buldum. Sen patlama. Sessiz ve derinden git. Bakışlarından anladım. Sen bana saygı duyuyorsun. "
Serdar: " Sizin fikirleriniz gelecek nesilleri etkiledi. Bu fikirlerden etkilenen çağdaş özgürlük savaşçıları, Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bunu başardı. Osmanlı sizden 35 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti oldu. "

Namık Kemal: " Kardeşlik, gel yamacıma sokul biraz. Ben aylardır bu taş üstünde yatıyorum. Sen bir süre burada otursan güç kaybına uğramazsın. "
Serdar: " Vatan Yahut Silistre adındaki tiyatro oynanırken, sizi yakaladılar ve göz hapsine aldılar. Senaryosunu sizin yazdığınız bu oyun neden bazı kesimlerin işine gelmedi? "
Namık Kemal: " Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Padişah 1. Abdülaziz'in hafiyeleri geldi ve seni bu oyundan ötürü tutuklamak zorundayız, dedi. Ben bağırarak oynanan tiyatronun konusu hakkında konuşmaya başlayınca iki adım gerilediler. Konuşmam bitince bileklerime kelepçe takmadılar. Öylesine karakola götürüp gözaltına aldılar. Sonrası işte bu Magosa ve zindan. "

Serdar: " Ben padişahın yerinde olsam, sizi yönetim üstünde tutar, devlet yapardım. Değişen çağa ayak uydurur, Osmanlı İmparatorluğu'na çağ atlatırdım. Böyle gelmiş böyle gider olmaz. Diğer devletler koşarken, Osmanlı'ya yürümek yakışmaz. Yakışmadı zaten. "
Serdar: " Ey vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal. Gelin şöyle dışarı çıkalım. Çayırda yürüyelim. "
Namık Kemal: " Aman Serdar, sen ne diyorsun? Burası babanın çiftliği değil. Öyle istediğin zaman dışarı çıkamazsın. Sen istedin diye bu iş olmaz. "
Serdar: " Sayın Namık Kemal, ben istediğim zaman biz dışarı çıkarız. Ben istemedikçe onlar bizi göremezler. Buyrun önden siz yürüyün. Ben sizi takip ederim. "

Serdar Yıldırım'ın öz benliği, Namık Kemal'in silüeti dışarı çıktı. Magosa Zindanı' nın karşısı çayırlık, çimenlikti. O yöredeki veya o ülkedeki güç sahipleri, defalarca uyarılmalarına karşın, yanlışlarından dönmüyorsa bunda bir sorun var demektir. Cumhuriyet ve özgürlük demeleri için, daha bir süre beklemek gerekir. Bunlar sonradan Cumhuriyet'in ve kişisel özgürlüklerin rahatını gördükçe biz neden bu fikirlere karşı çıktık diye kendilerine kızacaktır.
Namık Kemal çayırda, çimende yürüdü, koştu. Bazı zamanlar, ben O' na yetişmekte zorlandım. Sonra bir ağacın dibine oturduk.
Ben: " Sayın Namık Kemal, ben gelecekten geldiğime göre, sizin daha sonraki yaşantınız hakkında bilgi sahibiyim. Siz isterseniz bunları anlatayım. "
Namık Kemal: " Aman Serdar, ne demek? Kim öğrenmek istemez geleceğinin nasıl olacağını? Anlat bakalım, ben hep burada mı kalacağım? "
" Siz ne kadardır buradasınız? "
" 2.5 yıl oldu. "
" Burada 8 ay daha kalacaksınız. Sonrasında kurtulacaksınız. "
" Neden? "
" Çünkü sizi buraya atan padişah 1. Abdülaziz tahttan indirilip yerine 5. Murat gelecek. O da pek çok tutuklu gibi sizi serbest bırakacak. Midilli Adası'na mutasarrıf tayin edileceksiniz. "
" Bak bu çok iyi. Demek ki, ben bu zindanda çürümeyeceğim. "
" Siz Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra da Vatan Yahut Silistre sahnelenmeye devam etti. İlk 2 ay süresince bu oyun 47 defa oynandı. Daha sonra İzmir ve Selanik'te üç yıl içinde 500 defa sahnelendi. "
" Ya Serdar, biliyor musun, iyi ki geldin. Bana sevinç ve huzur verdin. Buradan kurtulup özgürlüğe adım atacağım günleri bekler oldum. "

Daha sonra Namık Kemal'e yaşadığım güne gitmeyi teklif ettim. Saniyesinde evet dedi ve evimde belirdik. Namık Kemal evin salonunda sağa sola bakındıktan sonra, Serdar, bu ne değişik bir ev? Bu, şu, o bunlar nedir?
" Bu buzdolabı, şu çamaşır makinesi, o televizyon. Şaşırmakta haklısınız. Bunlar sizin zamanınızda yoktu. Hepsi sonradan icat edildi. Buyurun bu odaya geçelim. Orada internet var.
" Geçelim bakalım. Yeniliğe meraklıyım. Sen de beni şaşırtmaya devam et. "
" Sayın Namık Kemal, bu internet. Televizyon gibi. Televizyonda başkaları oynatır, sen seyredersin. İnternette sen oynatırsın başkaları seyreder. Bakın az sonra ekranda görünecek. Namık Kemal yazıyorum. Görüyor musunuz, sizin resimleriniz ve hayat hikayeniz çıkıyor. Ben sizin kadar meşhur olsam başka ne isterim. "
" Gerçeği söylemek gerekirse sen benim kadar meşhur olamazsın. Gelecek nesillerin beyninde benim kadar iz bırakamazsın. Sen bir kartal olsan her yıl aynı yerde yuva kurardın. Ben her yıl değişik bir yerde yuva kurdum ve ilk yuvamı özlemedim. "
" Görsellere giriyorum, resimleriniz çıkıyor. Sizden 150 yıl sonra resimleriniz gözlerde, gönüllerde. "
" Aradan bir buçuk asır geçmiş. Dünya eskiyi özler, geleceği gözler olmuş. Ey Serdar Yıldırım, senin amacın nedir? Neden beni rahatsız ettin? "
" Benim amacım, yaşadığım çağ insanına Namık Kemal adındaki kaliteli bir beyin yapısının tanıtımını yapmaktı. O yüce bir beyindir ki, şiirden kapı açmış, hikaye derken, roman yazmaya yönelmiş. Ben de işe şiirden başladım. Şiir öksüzdür, arayan soran olmaz. Sonra masal, hikaye yazmaya yöneldim. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim. Anlatılmak istenen, kısa ve öz olarak anlatılmalı. "

" An geliyor ki, 5-10 sayfa hikaye yazmak yetmiyor. Olayı kesin, kati ve detaylı anlatmak gerekiyor. Belki okuyucu hikayedeki karakterin saç şeklini, şapkasını, giyimini, kuşamını merak edecektir. Sen hikaye yazarken bunları aklına getirmez misin? "
" Tabii ki getirmem. Konuyu kısa keserim. Sonuçta, okuyucunun beyninde ne, neden, niçin ve sebep kalır. Bence 4 sayfalık hikaye 200 sayfalık romana bedeldir. "
" Eee sıktın ama? Durup dururken kendini övüyorsun. Konu ben değil miyim? Aynı davranışı tekrar edersen, seninle öyle bir kavgaya tutuşurum ki, dünya gelse seni kurtaramaz. Padişah bile benden korktuğundan bu zindana attırdı. "

Aradan bir dakika geçti. Sertleşen havayı Namık Kemal yumuşattı: " Evde çay var mı, çay? Bir çay demle de içimiz ısınsın. "
" Evet var. Beş dakikada çayınız hazır olur. Yanında yiyecek bir şeyler de getiririm. Şu an evin ikinci katındayız. Siz isteyin ben pencereden aşağı atlarım. "

Dünya tarihi boyunca pek çok fikir ve düşünce sistemi insanları etkilemiştir. Bunların bazıları kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise, uzun ömürlü olmuştur. Gelecek yüzyılları şekillendirmiştir. Fakir biri, çağının çok ilerisinde fikirler öne sürse de taraftar bulamamıştır. Tarihin karanlıkları arasında kaybolup gitmiştir. Adam zengindir. Taraftarı, inananı çoktur. Bunların fikirleri bin yıl sonrasına bile ulaşır. Böyleleri dünya tarihinde vardır. İnsanlar, zengini sever. Zenginlik hayranlık uyandırır. Saraylar, köşkler, yalılar vardır. Bunlar hayatlarını sorunsuz yaşar. Alamama durumları yoktur. Parasıyla değil mi, her şeyi alırlar. Gün gelir geleceklerini satın alırlar. Sonunda bize ayrılan zaman doldu. Ayrılık vakti geldi. Magosa zindanına geri döndük.

Namık Kemal: " Serdar, gel gitme, dedi. Burada benimle kal. "
Serdar: " Ama, dedim, Sayın Namık Kemal burada kalamam. Daha önce de bizimle burada kal diyenler oldu. Onlarla birlikte kalsaydım, size gelemezdim. Şimdi burada kalırsam geleceğe gidemem. En uzun paylaşımım sizinle olan olacak. Varın izin verin ben gideyim ve yaşadıklarımızı insanlara ulaştırayım. İnanın sevenleriniz milyonları aşacaktır. "
Namık Kemal: " Dediğin gibi olsun, varsın taraftarım çok olsun. Özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Namık Kemal diye araştırma yapsınlar. Acısını biz çektik sefasını onlar sürsün. O dediğin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu kaybetmesinler. "

Bebeklik çağları hariç ağlamayan Namık Kemal'in göz pınarlarından iki damla yaş süzüldü:
" Ama, dedim, ağlıyorsunuz? "
" Yok be Serdar, gözüme bir şey mi kaçtı, nedir? Beni rahatsız etti. Ben aylardır bu Magosa zindanındayım. Hep aynı gardiyan ve aynı sessiz gemi. Bu gardiyan benimle bir kelime konuşmadı. Yasakmış! Var git yoluna internet midir nedir, bu hikayeyi hazırla ve okuyucunun ilgisine sun. "
Sonunda Namık Kemal ile vedalaştık. Evime geri döndüm. Şimdi tarih: 9-5-2024. Ben 90 gün uğraştım bu hikayeyi hazırladım. Okurlar, en çok 9 dakikada okur, bitirirler. Bu onların çabukluğundandır. Onların arasından çıkanlar, Namık Kemal'i benden çok daha iyi anlatacaklardır.

SON
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir