Dervişlerin Halleri

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Dervişlerin Halleri

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

ÖLÜMÜN GÜZELLERİ

ResimKorktuğundan Emin
Enes Bin Malik (ra)’dan rivayet olunur ki: “Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam) ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona: ‘Kendini nasıl hissediyorsun? Diye sordu. Genç cevaben: ‘Ben Allah(ın affın)ı umarım ve günahlarımdan korkarım’ dedi. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: ‘Bu vakitte mü’min bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah Teala o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğundan emin kılar.” (Tirmizi, Cenâiz, 11; İbn Mace, Zühd, 31)

Bilinmelidir ki, evliyanın can çekişme anındaki halleri değişiktir. Bazısının üzerinde heybet hali, bazılarında ise ümid hali galip olur. Bazılarına ise o halde öyle şeyler gösterilir ki, bu hareketsizlik ve güzel bir güven içinde olmalarını gerektirir.

“Amel Defterim Dürülmekte…”
Ebu Muhammed el-Ceriri’nin şöyle dediği hikaye olunur: “Can çekişme halinde iken Cüneydi Bağdadi’nin (ks) yanındaydım. O gün Nevruz’a rastlayan Cuma günüydü. Cüneyd, Kur’an okumakla ve meşgul idi ve hatmini bitirmeye çalışıyordu. Ben:
- Ey Cüneyd bu halde dahi Kur’an mı okuyorsun? dedim.
- Kur’an okumaya benden daha layık (çok ihtiyacı olan) kim vardır? İşte ömrümün sayfası ve amel defterim dürülmekte, dedi.

Cemalini Ummak…
Ebu Muhammed Herevi’nin şöyle dediği hikaye olunur. Ebu Bekir eş-Şibli vefat ettiği zaman yanındaydım. Sabaha kadar şu iki beyiti okurdu:
Yüzünün nuruyla evimiz aydınlık, orada lamba ihtiyaç değildir.
İnsanlar deliller getirdikleri zaman, bizim delilimiz cemalini ummak olacak.

Hesaba Çekilmek
Bişr-i Hafi (ks) can çekişirken dediler ki ona:
- Ey Bişr, sanki hayatı istiyor gibisin. Buyurdu ki:
- Allah’ın huzuruna varmak şiddetli oluyor.
Bişr-i Hafi Hazretlerinin sözünden anlıyoruz ki, o ölüme; kudret ve azametiyle, Ehad ve Melik Olan Allah-u Zülcelal’in huzuruna çıkarak, hesaba çekilmek olarak bakıyordu.
Efendimin Huzuruna Varıyorum
Derler ki, Hz. Hasan (ra), can çekişme anında ağladı. Ağlama sebebini sordular. Buyurdu ki: “Görmediğim efendimin huzuruna varıyorum.”


“Yarın Dostlarıma Kavuşacağım”
Bilal-i Habeşi (ra) can çekişmeye başlayınca, hanımı ağlayıp: “Vah vah! Ne kadar hüzünlüyüm” dedi. Hz. Bilal dedi ki: “Yer hüzün yeri değil, belki sevinçliyim, yarın dostum Hz. Muhammed ve ashabına kavuşacağım.”

“Benim İçin Sen Varsın!...”
Sufilerden birinin vefatı yaklaşınca hizmetçilerine: “Ey Genç! Ellerimi Bağla, ve yüzümü toprağa bulaştır” dedi. Ve sonra, “ölüm yaklaştı bir günahtan istisnam yok, özür dileyecek bir özrüm yok, bekleyecek gücüm yok. Benim için sen varsın, benim için sen varsın!...” diye yakararak, bir çığlıkla can verdi. Hatiften bir ses işitildi. Şöyle diyordu: “Kul efendisine alçak gönüllülük gösterdi. Mevlası da onu kabul etti.”

Aşk Ateşi
Can çekişme halindeki bir sofiye, Allah’ın Zikrini telkin ettiler dedi ki: “Bunu bana nasıl söylersiniz. Ben Allah-u Teala’nın aşk ateşi ile yanmaktayım.”

Bir Beyitle Gelen Ölüm
Ebu Hatim Sicistaninin, Ebu Nasır Serrac’tan şunu rivayet ettiğini işitmiştim. Ebu Hüseyin Nuri’nin ölüm sebebi şu beyiti duymasıdır:
Seni seve seve, öyle bir menzile eriştim ki,
Akıllar bu menzile vardıklarında hayrete düşmüşlerdir.

Nuri bu beyiti duyunca, kendinden geçti ve sahrada şaşkın bir halde dolaşmaya başladı. Dolaşırken bir kamışlığa uğradı. Üst tarafı kesildiği için, kamışların keskin yanları ayağını parçaladı. Ve sabaha kadar ayağından kan aktı. Sabah olunca, sarhoş gibi kendinden geçmiş olarak aşkı ilahiden dolayı yere düşerek vefat etti.

“Niçin Gülmeyimki?”
Derler ki: Abdullah b. Mübarek vefatı sırasında gözlerini açıp güldü ve “Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar.” Ayetini okudu. (Saffat, 61)

Derler ki: Mekhul b. Ebu Müslim sabah akşam hüzünlü idi. Ölüm hastalığında ziyaretine gelen ziyaretçiler güldüğünü görünce sebebini sordular. Dedi ki: “Niçin gülmeyim ki, sakındığım şeyin ayrılığı yaklaştı, umduğuma ve arzuladığıma ulaşmam yakın oldu.”

Ölmek İçin Yer Var mı?
Sufilerden biri anlatıyor: “Mimşad Dineveri’nin yanındaydım. Fakir bir derviş gelip selam verdi. Selamına karşılık verdiler. Derviş: “Burada insanın ruhunu teslim edebileceği temiz bir yer var mıdır?” diye sordu. Bir yer gösterdiler. Orada çeşme vardı. Derviş o çeşmeden abdestini yenileyip, Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra Gösterdikleri yere vardı ve edeple uzandı. Baktık ki ruhunu teslim etmişti.

ResimKelime-i Şehadet
Fakirlerden (sufi) biri anlatıyor: “Yahya İstahri vefat edeceği zaman etrafında oturuyorduk, içimizden biri, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah de” dedi. Şeyh yattığı yerden kalkıp oturdu, birimizin elinden tuttu ve ona, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah de” diyerek kelime-i şehadet getirtti. Sonra bir başkasının da elinden tutup aynı şeyi söyletti. Bu şekilde orada bulunan herkese önce kendisi tekrar edip sonra onlara tekrar ettirerek ruhunu canana teslim etti…”

Şerrinden Emin Olunmayan: Dünya
Salihlerden birine: “Ölümü arzular mısın?” diye soruldu. Buyurdu ki, “Şerrinden emin olunmayan ile kalmaktan, hayır umulanın huzuruna varmak daha hayırlıdır.”

“Yarın Öleceğim”
Ebu Yakup Nehrecuri anlatıyor: “Mekke’de fakirin biri bir dinar getirip, ‘Ben yarın öleceğim, bu dinarın yarısı ile yıka ve kefenle, yarısı ile de kabrimi hazırla’ dedi.


İçimden ‘bu gencin aklından sorunu var galiba, Hicaz fakirliğinin üzüntüsü ile iç sıkıntısından böyle söyler dedim.’ Sonra dinarı alıp sakladım. Ertesi gün, gelip tavaf yapmaya başladı. Ardından bir köşeye çekildi ve yere uzandı. Kendi kendime, “ölmeye gidiyor herhalde” dedim. Yanına vardım, kımıldattım, öldüğünü gördüm. Sonra vasiyeti üzere defnettim.”

Ölüm
Ebu’l Hasan Müzeyyin anlatıyor: “Can çekişirken Ebu Yakup Nehrecuri’ye “La ilahe illallah de’ dedim.Tebessüm ederek, ‘Beni mi istiyorsun? Ölümün zevkini tatmayan, ölümü ve hayatı yaratan Zat’ın izzetine yemin ederim ki, şimdi benimle O’nun arasında izzet hicabından başka bir şey yoktur.’ Dedi ve o anda öldü.” Müzeyyin bu olayı hatırladığı her defasında ağlar ve sakalını tutup, “Benim gibi faydasız biri nasıl olur da Allah’ın evliyasına kelime-i şehadet telkin eder” derdi.

“Beni Uğraştırmayın…”
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi’den duydum. Ebu Bekir Razi’nin şunu anlattığını işitmiş. Zünnun Mısri’ye can çekişirken, “Bize nasihat et” dediler. O da, “Beni uğraştırmayın, ben O’nun lütfunun güzellikleri karşısında şaşkınlık içindeyim” dedi...

Ebu Osman Hiri demiş ki: “Ebu Hafsa ölmek üzere iken, ‘Bize ne öğüt verirsin dediler. Dedi ki; ‘Konuşmaya gücüm yok. Sonra kendisinde bir miktar güç müşehade edip halini görünce ona “Söyle de senden rivayet edeyim” dedim. O da, “İşlenen günahlara bütün kalbinizle kırgın olunuz” dedi…

DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

VERMEK AHLAKLARIYDI

Kendilerine verilen rızıklardan infak edenler, Rabblerinden bir hidayet üzeredir ve felaha erenlerin ta kendileridir. (Bakara;3-5)

ResimYenilmeyen Yemek

Dervişlerin -kaddesellahu sirruhu- bir ahlâkı da ihtiyaç sahibi kimseleri, güler yüzle karşılayıp kovmamaları, istekte bulunmasını, ihtiyacı olmasına yormaları idi.

İsa (Aleyhisselâm) şöyle diyordu: “İhtiyaç sahibi bir kimseyi, eli boş gönderenin evine melekler yedi gün girmez.”

Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de şöyle buyurmuştur: “Bazı yoksullar yalan söylememiş olsalardı, onlardan birini eli boş çeviren asla iflah olmazdı!” (Teberani)

Hasan-i Basrî (ks) şöyle der: “Allah Teâla, bazen bir kulu nimetlerine boğarak; onun sahip olduğu nimetleri ile kullarına karşı ne yapacağına bakar, eğer bu kişi insanlara istediklerini tam verirse mesele yok, vermezse nimetini çeker elinden alır.”
Bunun için öncekiler arkadaşlarına karşı pek hassas davranırlar ve verdiklerini kabul etmelerini, geri vermemelerini ısrarla rica ederlerdi.

Rivayete göre; bir keresinde Rey köylerinden birinde bulunan Ebu’l Hasan Antaki’nin yanına, otuzdan fazla misafir geldi. Ortaya serilen sofradaki ekmeklerle beş kişi bile doymazdı. Ekmekleri parçaladılar ve kandili söndürüp yemeğe oturdular. Yemek sofradan kaldırılınca gördüler ki, olduğu gibi duruyor. Herkes: “Ben yiyeceğime kardeşim yesin” diye düşündüğünden yemek hiç yenmemişti.

Hasan Basri’ye Hazretlerine sordular:
- Fakirler ve yoksullar çok arttı, kime yardım edeceğimizi şaşırdık, ne dersin? Cevap verir:
- Gönlünüzde kendisine karşı en çok merhamet uyananlara!..

Ahiret’e Amelleri Taşıyan Kimseler
Yine, Hasan Basri kendisinden bir şey isteyen ihtiyaç sahibi kimselere bir şeyler verdikten sonra: “Allah’ım bu bizden azık istiyor, biz de senden mağfiret diliyoruz. Senin bağışlamadaki cömertliğin bizim yardımdaki cömertliğimizden çok çok üstündür.” dermiş.

Bir gün ihtiyaç sahibi olan bir kimse Maruf-u Kerhi’ye el açarak bir şeyler ister. O sırada gönül tabibi Maruf Kerhi’nin yanında verecek hiç bir şey yoktur, çıkarır ayakkabılarını verir boş çevirmekten haya ettiği için ayakkabılarını verir.

Daha sonra o kimsenin verdiği ayakkabıları satarak parası ile ikinci dereceden bir ihtiyaç olan meyve aldığını duyunca, dilinden şunlar dökülür: “Allah’a hamd olsun, belki de o sırada canı meyve çekiyormuş. Biz de kendisine parasını vermiş olduk.”

Fudayl b. İyaz (ks) ise şöyle dermiş: “Ahiret azıklarımızı ücretsiz sırtlanıp, Allah’ın huzuruna taşıyan kimseler ne iyilik severlerdir.”

İbrahim b. Ethem (ks) zahitlik yoluna intisab etmeden önce, kendisine gelen ihtiyaç sahibi bir kimse olduğunda, o kimseyi alır ailesinin yanına götürür ve “mezardakilerin elçisi geldi, ölülerinize bir şeyler göndermek ister isiniz?” dermiş.

Çok Sadaka Verirlerdi
Onların bir başka ahlakı da ihtiyaçlarından artan her ne varsa, gizli-açık demeden sadaka olarak dağıtmaları idi. Eğer sadaka olarak verecek bir şeyleri yoksa, bu kez insanları incitmemek veya onlardan gelen eza ve cefalara katlanarak, sadaka sevabını elde etmeye çalışırlardı.

Eskiden, dervişler mal ve para biriktirmediklerinden, zenginlerden daha çok sadaka veriyorlardı. Bunun yanında iman ve tevekkülde zirvede olmaları sebebi ile mallarında da cimrilik yapmadıklarından dolayı, zenginlere oranla daha bir gönül hoşluğu içerisinde veriyorlardı.

Hz. Ömer Efendimiz (ra) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! İhtiyaç sahiplerimize yardım etmeleri için zenginliği, seçkinlerimize ver.”

Sufilerden biri, kardeşine söz gelimi ekmek, hurma veya papuç gönderir ve şu mesajı iletirmiş: “Biz senin böyle şeylere muhtaç olmadığını biliyoruz, bu jestimizle sana, her zaman gönlümüzde olduğunu bildirmek istedik”.

Abdulaziz b. Umeyr (ks) şöyle diyordu: “Namaz seni yolun yarısına ulaştırır, oruç hükümdarın kapısına vardırır, sadaka da seni hükümdarın huzuruna çıkarır. Servetlerimiz iyilik yapmamız için bizlere verilmiş emanetlerdir.”

Lokman (as) oğluna şu öğüdü vermiş: “Yavrum, bir hata yaptığında bir parça ekmek de olsa hemen sadaka ver.”

İyilik Yapmak Şiarlarıydı
Onların bir ahlakı da kardeşliklerine iyilik yapmak, onları sevindirmek için can atmaları, kardeşliklerini kendi nefislerine tercih etmeleri idi. Onlar birine yardım etmek istediklerinde ya da bir iyilik yaptıklarında, muhataplarının bu iyiliğe layık olup olmadığına bakmazlar ve “kardeşlerimiz iyilik yapılmaya ehil değilse, biz iyilik ehlinden değiliz” derlerdi.


Hz. Ali (radiyallahu anh) şöyle diyordu: “Nankörlerden biri de olsa iyilikte bulun, zira iyiliğin terazide, onun etmediği mukabil teşekküründen çok daha ağır basar.”Resim

Muhammed b. Hanefiyye’nin bir sözü: “İyilik yapan düşmez, düşse de kırılmaz.”

Abdullah b. Abbas’ın (radiyallahu anhu) bir sözü: “Kardeşlerinin gönüllerine sevinç sokan kişi, kendisine kıyamet günü Allah’ın azabından güvence verilen kimseler arasında yer alır.”

Değersiz Şeylerden İnfak Etmezlerdi
Rabi’ b. Haysem (rahimehullah) ihtiyaç sahibi kimselere kırık bir şey ya da eski elbise vermez, soranlara şöyle derdi: “Allah huzuruna amel defterim arz edilirken, onun rızası için beş para etmez şeyleri verdiğimin okunmasından haya ederim.”

Selefden birisi, borç almak için dostunun evine gitti ve kapıyı çaldı. Ev sahibi dışarı çıkarak geliş sebebini sordu. O da dört yüz dirhem borç almak için geldiğini söyledi. Ev sahibi içeri girerek dört yüz dirhemi alarak getirdi ve dostuna verdi.

İçeri girerken ağlıyordu. Hanımı ona:
- İtimatsız birine güvenmediğin halde borç verdiğin için pişman mısın? diye sordu. Adam:
- Hayır, ben ona değil, neden ben daha evvelden kardeşimin ihtiyacından haberdar olup, işini halletmedim, ta kapıma kadar gelip istemesine kadar sormadım! Diye üzüntümden ağlıyorum, dedi.


DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

ONLARIN NAMAZI BİR BAŞKAYDI…

Namazda Pirenin Isırmasını Hisseden…
Sumeyt b. Aclan -rahimehullah- şöyle diyordu: «Namazda pire ısırdığında bunun acısını hisseden Allah ile huzurda olduğunu nasıl iddia edebiliyor?»


ResimNamaz vakti girdiğinde Emirü'l Mü'minîn Hz.Ali (ra)’ın benzi atar, renkten renge girer, titrerdi. Kendisine bunun nedeni sorulduğunda Allah Teâlâ'nın:
«Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince o, tuttu) bunu sırtına yüklendi. Çünkü o, çok zulümkâr, çok cahildir.» (Ahzâb,72) mealindeki âyete imada bulunarak: «Bu anın, Allah’ın göklere ve yere teklif edip de onların bunu yüklenmekten kaçındıkları ama benim yüklendiğim emaneti yerine teslim etme anı olduğunu bilmiyor musunuz? Yüklendiğim bu görevin gereğini yerine güzelce getirebilecek miyim yoksa getiremeyecek miyim bilmiyorum, işte bende gördüğünüz değişikliğin nedeni bu endişemdir» der.

Hasan-ı Basrî (ks) şöyle öğütte bulunuyordu: «Dünya sevdalısının arkasında namaz kılmayın. Bizden öncekiler, birisinin namazında öteye beriye bakındığını duyduklarında, evine gitmiş olsa bile hemen onun yanına varırlar, Allah'ın azametine olan vukuflarından ötürü duydukları meselenin aslını sorarlardı.»

Bir keresinde Ömer b. Abdülaziz (ra) arkasında namaz kıldığı imamın lahin (Kur'ân harf ve kelimelerinin aslını bozacak şekilde nağme) yaptığını duyunca: «Cemaat fazileti olmasa idi arkanda namaz kılmazdım! Sen Arapça’yı âlimlerin huzurunda neden okumuyorsun?» diye de çıkışır.

Fazl b. Abbâs (ra) şöyle diyordu: «Doğrusu şu insanlara hayret ediyorum, bir çocuğum öldüğünde binlercesi gelip baş sağlığı diliyor, ama cemaati kaçırdığımda kimse gelip bana taziyede bulunmuyor. Yeminle söylüyorum, bir vakit cemaatte bulunmamam benim için yetişmiş, âlim ve sâlih bir çocuğumun ölümünden çok daha büyük bir musibettir.»

Muhammed b. Vâsi' (rh.a) arkadaşlarına şöyle diyordu: «Dünyadan iki şey istiyorum:
1-Eğrildiğimde beni düzeltecek Allah rızası için beni seven sâlih bir kardeş,
2-Yaşadığım sürece vakit namazlarını cemaatle kılmak.»

Şekîk el-Belhî (ks) arkadaşlarına söyle diyordu:
«Melûn şeytanı Ademoğlunun sadece iki davranışı öfkelendirir:
1-Vesvesesine aldırmaması,
2-Allah Teâlâ'nın zatı hakkında düşünmemesi.»
Kardeşim, nefsini denetle, durumunu gözden geçir, bak bakalım bu büyüklerin namazlarında hissettikleri hazzı ömründe bir kerecik olsun namazında hissetmiş misin?


(Onların hallerini öğrenmek insana ibadet aşkı veriyor değil mi? Onların namazı gerçekten bir başkaymış değil mi? İnsan: ‘Cennet onlara helal olsun!’ Demekten kendini alamıyor. Öyle değil mi?...)

Namazını Kıldın mı Diye Sorma!Resim
Bir keresinde bir adamın, Efendim Ali el-Havvas’a (ks): «İkindiyi kıldınız mı?» diye sorduğunu duymuştum. Efendim susmuş, bu soruya bir anda cevap vermemişti. Sonra adama:
-Bir daha bana böyle bir soru yöneltme, çünkü beni yalanın içine düşürürsün, zira namaz hareketine 'namaz' denilebilmesi için kulun namazının içinde, başından sonuna kadar Rabbi ile birlikte bulunmalı ve o sırada hatırında Allah sevgisi dışında bir şey olmamalıdır, sadece Allah'ın huzurunda olduğunu, kıraatını, rükû ve secdesini düşünmelidir, dedi. Adam:
- Peki size bu türden bir soruyu nasıl yönelteyim?
- Bana ‘İnsanlarla birlikte vaktinde oturup kalktın mı?’ diye sor.

Namaza Giderken Sadaka Vermek
Sahabeler (radıyallahu anhum) sabah namazına giderken karşılaştıkları ilk fakire bir lokma ekmek veya bir soğan veya bir tek kuru üzüm vermedikçe mescide girmezlerdi.

Yahya b. Muâz (ks) şöyle diyordu: «Dünyadaki dağların ağırlığına eş bildiğim tek dane sadaka olarak verilen danedir!»

Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: «Günah bir yerden (gayri meşru bir yoldan) bir mal elde edinen bununla yakınlarına iyilik yapsa veya bu malı sadaka olarak dağıtsa veya Allah yolunda harcasa, bütün bunlar toplanır kendisiyle birlikte cehennem ateşine atılır.»

Hz.Âişe (r.anha) şöyle diyordu: «Sizler verayı görmezlikten geliyorsunuz ama o en üstün ibadettir.»

Abdullah b. Ömer (ra) şöyle diyordu: «Namaz kıla kıla yay gibi, oruç tuta tuta kiriş gibi olsanız, Allah Teâlâ sizlerin bu ibadetlerini ancak şüpheli nesneler yaklaştırmayan; veranız varsa kabul eder.»

(Kaynak: İmam-ı Şa'rani; Gerçek Şeyhler ve Sahteleri (Tenbihü'l Muğterrin)

Adablara Dikkat Ederlerdi
Ümm Rûmân şöyle anlatır:
"Namazda sağa sola bakınırken beni Ebu Bekir gördü ve bundan öyle şiddetle men etti ki, ben nerdeyse namazdan çıkacaktım. Sonra şöyle dedi:
"Ben Resulullah (sav)'in şöyle buyurduğunu işittim; Sizden biriniz namaza durduğu zaman, sağıyla soluyla oynamayı bıraksın ve yahudiler gibi, sağ sola meyledip durmasın (sallanmasın). Çünkü namazda organların huzura ermesi, namazın kemalindendir.” (El-Câmiü's Sağir)

Sehl b. Abdullah (ks) der ki: “Kul, farzları tam yerine getirebilmek için sünnetlere ihtiyaç duyar. Sünnetleri ifâ etmek için de, nafile ibadetlere muhtaçtır. Nafilelerin tekamülü de adaba riayete bağlıdır. Dünyayı terk etmek de adab cümlesindendir.

Hz. Ömer Efendimizin (ra) minberden söylediği şu sözü Sehl'in (ks) söylediği ile aynı manadadır:
- Adam müslüman olarak ihtiyarlamıştır, fakat Allah için kıldığı tam bir namazı yoktur. Sordular:
- Bu nasıl olur? Hz. Ömer (ra) efendimiz şöyle cevap verdi:
- Namazda ki huşu ve tevazusu tam olmayan ve her şeyi ile Allah'a yönelmeyenin hali, budur.


Ebu Said el-Harraz'a sordular:
- Namaza nasıl girilir? Şöyle cevap verdi.
- O'na Teveccühün kıyamet günündeki yönelişin gibi olsun. O'nun (cc) huzurunda duruşun öyle olsun ki, aranızda bir tercüman bir aracı olmadan, o seni karşılıyor, sen de kimin huzurunda bulunduğunu bilerek O'na minacaat ediyorsun. Çünkü O, en büyük MELİK'tir.

Ariflerden birine sordular:
- İlk tekbiri nasıl alıyorsun? Şöyle cevap verdi:
- Allah-u Ekber dediğin zaman, ismi celalinin ‘elif’ harfi ile birlikte tâ’zim, ‘lam’ harfi ile heybet, ‘ha’ harfi ile murakabe ve kurb duyguları taşıman gerekir.

Amir b. Abdullah'a (ks) sordular:
- Namazda dünya işlerine dair aklınıza bir şey geliyor mu? Şöyle cevap verdi:
- Bana göre mızrakların altında kalmak, sizin namazda hatırladıklarınızı hatırlamaktan daha hoştur.

Bir başka Sufi'ye de:
- Namazda nefsin sana dünya işlerini hatırlatıyor mu? Sorulmuş, o da:
- Ne namazda ne de namazın dışında böyle bir şey olmaz, dedi.
Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Abbas (ra) şöyle der:
"Namazda hûşuun ölçüsü, sağında ve solunda bulunanla ilgilenmemek, hatta onların kim olduğunu bile fark etmemektir."
(Kaynak: Avarifü’l Me’arif, Şehabüddin Sühreverdi)

Onlar Nerede, Biz Neredeyiz?
Bizden önceki salihlerin, namaz anlayışı işte böyle idi. Verdiğimiz örneklerle Tasavvuf ehlinin ne titiz bir anlayışla; Allah'a kulluk yapmaya çalıştıklarını göstermeye çalıştık... Onlar da Allah'ın kuluydular, bizler de... Peki onlar nerede biz neredeyiz...
Sahi, biz namaz kılarken nerelerdeyiz?...


DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
unlegality
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 92
Kayıt: 01-10-2006 21:46

Mesaj gönderen unlegality »

Çok güzel hikayeler..... Ama benim takıldığım nokta , birisine yardım etmek ; eğer sokakta yalvaran , dilenen birini görsem hemen elimi cebime atıyorum ama aklıma gelen "gasp,şiddet,üç kağıtçı dilenci " haberleri ile duruyorum , onun yerine sokakta gördüğüm müzik çalan veya bir şeyler yapmayı dilenmeye yeğ tutanları yardım etmek için tercih ediyorum ......
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

unlegality yazdı:Ama benim takıldığım nokta , birisine yardım etmek
Bir mümin ve ya müminenin yardımı Allah rıza sı için olur.

Korkuya gelince esas korku Allah rızasını kaybetmek olmalı.

Gerçek yardım ihtiyacı olanları arayıp bulmaktır.

Tavsiye olarak;

-Belediyelerin v.b. kurumların aş evi tabirini kullandıkları yerlerden yiyecek ihtiyacını karşılıyan insanlar olabilir.

- Muhtarlara gidilip ihtiyaç sahibleri sorulabilir.

- Malum yardım kuruluşlarına bağış yapılabilir.'' hizmetlerini takip etmek gerekir ''

- Malum semtlerde dolaşıp gözlem yapılabilinir.

V.S. V.S. V.S.
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
Hükümdar
Slow Friend
Slow Friend
Mesajlar: 40
Kayıt: 16-10-2006 17:54
Konum: Bizemi Geleceksin?? :P

Mesaj gönderen Hükümdar »

Allah razı olsun...
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

ALLAH ’ IN AYETLERİNİ DUYUNCA BAYILINCAYA KADAR AĞLARLARDI

Anlatıldığına göre bir zengin güzel bir köşk yaptırmıştı. Onu hazır hale getirince, tanıdığı bir alimi götürüp onu gezdirdi. Alim, köşkü gezdikten sonra adama: “Köşkün çok güzeldir. Fakat bir kusuru vardır ki, bütün güzelliğini gölgelemiştir.” dedi. Adam telaşla: “Bu kusur nedir?” diye sorunca, alim şu şekilde cevap verdi:

“O kusuru şimdiye kadar hiç kimse giderememiştir. O, ölüp burayı terk etmektir.”



Dünya, bir saatten ibarettir. Bu dünyaya aldanıp baki olan ahiret hayatını tehlikeye atmak çok yanlıştır. Akıllı ve Allah-u Zülcelal'in rızasına talip olan kimseler, bütün bunlara bakarak, ölümü hatırlayıp, yolculuğunun uzunluğunu düşünerek, taat ve ibadete sarılarak, ahiret hayatı için hazırlık yapmalıdır.

Allah’-u Zülcelal’in rızasına merakı ve talebi çok fazla olan geçmiş büyüklerimizin hayatlarında bizler için büyük ibretler vardır.



Gördükleri Her Cenazeden Bir Ders Çıkarırlardı
Geçmiş büyüklerin -radıyallahu anhum ecmain- en ibretamiz ahlâklarından biri de bir cenaze gördüklerinde ibret alıp ağlamaları, ölümü çok ciddî bir vaka olarak değerlendirmeleriydi.



Ebû Hureyre -radıyallahu anh- teşyi edilen bir cenaze gördüğünde: «Var Rabbine git, biz de hemen ardından geliyoruz!» dermiş.

Mekhûl ed-Dimaşkî bir cenaze gördüğünde: «Sen şimdi git, biz de öğleden sonra geleceğiz! Gerçekten cenaze çok belâgatlı ve veciz bir öğüttür. Ama gafletimiz çok bayağı! Herkes tek tek gidiyor ama ibret alan yok!» der ve üç gün şuursuz dolaşırmış.



Useyd b. Huzayr şöyle diyordu: «Ne zaman bir cenaze görsem kendimin de oraya varacağını düşünürüm.» Anlatıldığına göre bu zat, bir cenazeyi gördükten sonra günlerce yiyip içmezmiş. Bir keresinde bir cenazenin defninde bulun­muş ve bayılıp düşmüş, evine teneşire koyarak getirmişler.

Mâlik b. Dinar iştirak ettiği kardeşinin cenazesinde ağ­lamış ve: «Vallahi kardeşimin vardığı yerin mahiyetini öğrenmedikçe yüzüm gülmez» demiş.



Cenazeler Onları Derin Düşüncelere Sevkederdi


A'meş'in -ks- bir gözlemi: «Bizler cenazelere katılıyorduk, herkesi büyük bir üzüntü kapladığından taziyelerimizi sunacağımız kişileri kestiremiyorduk.»

Aynı konuda Sabit el-Bunânî de şöyle diyordu: «İştirak ettiğimiz cenazelerde herkesin yüzünü maşlahıyla ka­patıp ağladığını görürdük.»



Bir keresinde İbrahim ez-Zeyyât ölüleri için sızlanıp du­ran bir grubun yanına vararak şunları söyler: «Aslında sizler kendiniz için endişe duyunuz, çünkü mevtanız üç önemli aşamayı geçti:

l- Ölüm meleğini gördü,

2- Ölüm acısını tattı,

3- Son nefesinde imansız gitme tehlikesinden kurtuldu



Kendi Kusurlarına Bakarlardı

Rivayete göre, Amr b. Zerr, bir keresinde halkın cenaze­sine katılmakta isteksiz davrandığı bir ayyaşın cenazesine iştirak eder. Adamı kabre koyduklarında Amr şu kısa konuş­mayı yapar: «Allah sana rahmet eylesin, muvahhid ola­rak öldün, halk senin aleyhinde konuşsa bile sen yü­zünü topraklara sürdün. Evet, sen günahları yığınla olan bir günahkârsın. Olsun... İçimizde günah işle­meyen, ma'siyetlere bulaşmayan kim var?»



Amr'in bu konuşması üzerine merhumun cenazesini ta­şıyanlar göz yaşlarını tutamazlar.

Öyle ise kardeşim bu hususları iyi belle, işaret edilen o büyükler gibi sen de cenazelerden kendine ibret al, çokça sız­lanıp göz yaşları dök, çünkü önünde vasfa sığmayacak kor­kunç geçitler bulunmaktadır.

İmansız Gitmekten Ödleri Kopuyordu

Geçmiş büyüklerin -radiyallahu anhum- bir başka ahlâkı da ölümü ve sekerât-ı mevt dediğimiz ölüm sarhoşluğunu her anışlarında, son nefeslerini kötü bir şekilde verebilmeleri (sû-i hatime) ihtimalinden dolayı, korkunç ıstıraplar çekmeleri idi. Hatta bu aşırı ıstıraplarından ötürü kendilerinden geçiyorlar, akılları başlarından gidiyordu.



Bu meyanda Ka'bu'l Ahbâr'ın şu rivayeti ne kadar an­lamlıdır: «Müjdeci Hz. Yakub'a oğlu Yusuf’un (aleyhimüsselam) hayatta oldu­ğu haberini iletince Hz. Yakub: 'Bu müjdene karşı sana verecek bir şeyim yoktur. Ancak sana şu duayı yapayım: Allah ölüm sancılarını kolaylaştırsın!' der.»

Bu vesile ile ben burada şu noktaya dikkat çekmek istiyo­rum: Geçmiş büyüklerden biri (ki Halife Ömer b. Abdül-aziz'dir), canının kolayca alınmasını istemeyip ölüm sancıları­nın ağır olmasını arzuladığını dile getirmişti. O, mü'min kişi­nin sevap kazanmasına vesile olan en son amelinin ölüm sancılarına katlanması olduğunu bildiği için temenni etmişti.



Pektabîî bu düşüncede olan zatın, ölüm sancıları art­tığında -maazallah- bu sancılara dayanamayıp son nefesini sû-i hatime ile noktalama ihtimali bulunanlar için duyulan bir endişeye kendisini kaptırmadığı anlaşılıyor. Bu zat (yani Halife Ömer b. Abdülaziz) şöyle diyordu: «Ölüm, insanın karnına ve her bir ucu bir damara saplanacak şekilde derinlemesine saplanan çok uçlu bir dikeni andırır. Şimdi ilgili birisi tutup dikeni çıkarırken öyle bir çeker ki kimi damarlar kopar kimileri kalır.»



Selmân-ı Fârisî şöyle diyordu: «Ruhunu teslim etmek­teki mü'minin alnının terlemesi, gözlerinden yaşlar bo­şalması, burun deliklerinin kabarması onun Allah'ın rahmetine mazhar olduğunun bir göstergesidir. Tam tersine boğulan kişi gibi hırıltılar çıkarması, renginin solması, dudaklarının kuruması da Allah'ın azabına uğradığının bir belirtisidir.»



Hasan-i Basrî, kardeşliklerinden birinin son nefeslerinde yanında bulunduğunda günlerce yiyip içmeden kesilir, üzü­lüp ağlar ve şöyle derdi: «Mü'minin şu üç hususu unut­ması yakışık almaz: Dünyayı, dünya nimetlerinin ge­çiciliğini ve ölümü.»

Süfyan es-Sevrî'nin yanında ölümden söz ettiklerinde artık günlerce kendisinden istifade edilmez, bir soru yöneltildiğin­de ‘bilmiyorum’ derdi. (sayfa; 95-96)

Ahirete meraklı olmak ve düşüncelerin merkezine ölümü yerleştirmek… hem korkmak hem hazırlık yapmak…

DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU


Kaynak ; Gülistan dergisi
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir