Kibris Meselesİ

Tüylerimizi ürpertecek yazılar, gerçekte yaşanmış korkunç olaylar, Efsaneler, Metafizik, Komplo Teorileri, Parapsikoloji.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
KuLL
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 55
Kayıt: 11-05-2006 11:07

Kibris Meselesİ

Mesaj gönderen KuLL »

KIBRIS MESELESİ
VE
ANNAN PLANI’NIN PERDE ARKASI

Kuzey Kıbrıs'ta gerçek çözüm, KKTC'nin bağımsız bir devlet olarak varlığını koruması, Türkiye ile bağının daha da güçlendirilmesi ve Kıbrıs halkının milli ve manevi bilincini artıracak güçlü politikalar yürütülmesidir.

Son aylarda gündemi meşgul eden Kıbrıs konusu, Türkiye’nin önüne, uzun süredir beklediği AB’ye üyelik için şart olarak konuldu. AB üyeliği ve Kıbrıs iki ayrı konu olmasına rağmen Yunanistan ve İngiltere gibi AB üyesi bazı ülkeler tarafından birbirine bağlantılıymış gibi gösterilerek aynı pakette gündeme getirilmesi ise gerçekte son derece hatalı bir yaklaşım.

Ada, Türkiye için neden önemli?

Kurtuluş Savaşı yıllarında Misak-ı Milli sınırları içinde Kıbrıs da bulunuyordu. Ancak bu tarihte Kıbrıs artık İngiliz egemenliğine geçmiş ve Türkiye Ada üzerinde herhangi bir hak talep edemeyeceğini belirtmişti. Bu nedenle, Türkiye 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar Kıbrıs konusundaki gelişmeleri uzaktan izleyebildi.

1821 yılında Yunanistan'da isyanın başlamasından sonra, Kıbrıs'taki milliyetçi Rumların başını çeken Kilise, bir isyan hazırlığına girişir. Fakat dönemin Osmanlı valisi bu isyan planlarını öğrenerek, isyancıların bir kısmını idam eder ve diğerlerini sürgüne gönderir. Bu kişiler 1821 yılı sonlarında Roma'da toplanarak ilk Enosis bildirisini yayınlarlar. Tüm Hıristiyan Krallarına çağrıda bulunarak, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı için yardımcı olmalarını isterler. 1878'de Osmanlı Devleti, Rusya'ya karşı diplomatik desteğin bedeli olarak Kıbrıs'ı İngiltere'nin "geçici yönetimi"ne bırakır.

Ada'yı Osmanlı hükümetinden kiralayan İngiltere, 1914 yılında Osmanlı Devleti'nin 1.Dünya Savaşı'na katılmasından yararlanarak, Kıbrıs'ı ilhak eder. Bu yönetim devri, bazı Kıbrıs Rumları arasında Enosis'in gerçekleşeceğine dair umutları artırır. Hatta bu durum, 1915 yılında İngiltere'nin Kıbrıs'ı Yunanistan'a teklif etmesiyle daha da somutlaşır.

Neticede, 1571'den 1914'e kadar, neredeyse 4 asır Türk hakimiyetinde kalan Kıbrıs, bir takım oldu-bittilerle elden çıkar; Kıbrıs ve Kıbrıs Türkleri'nin hayatında yeni bir dönem başlar.

Bu dönem Türkiye'nin NATO'ya girdiği yıllarda (1952) Kıbrıs'ın da Yunanistan'a bağlanma girişimleriyle sonuçlandı. 1950-55 yılları arasında Türkiye'nin Kıbrıs politikası, İngiltere yönetiminin korunması, bu statüde değişiklik olacaksa Türkiye'nin de söz sahibi olması gerektiği yönünde şekillenmiştir. 1958-60 yılları arasında ABD ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs'ın taksim edilmesi fikrini gündeme getirmiştir. Türkiye o dönemde İngiltere'nin Ada'da askeri ve siyasal varlığını Türklerin bir güvencesi olarak görmekteydi. Diğer yandan Rumların arasında İngiltere karşıtı haraketlerin artması İngiltere'nin Kıbrıs politikasında değişikliklere yol açtı. İngiltere, Türkiye'nin Ada politikasında söz sahibi olmasını desteklemeye başladı. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Türkler ve Rumlar görünürde eşit statülerde devlet yönetiminde rol oynamışlardır. Yunan kökenli terör örgütlerinin Kıbrıs Türkleri'nin güvenliğini tehdit etmesi üzerine 1960-74 yılları arasında Türkiye'nin Kıbrıs politikası, Ada'daki soydaşlarımızı "garantör devlet sıfatı" ile korumak olarak belirlenmiştir.

1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte daha önce dile getirilen Kıbrıs'ın taksimi konusu fiilen gerçekleştirilmiş olur. Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesi sonrası Kıbrıs Rum toplumu ve Yunanistan, konuyu milletlerarası platformlara yanlış aksettirmeye çalışmışlardır. Zaman zaman başarılı olan bu Rum-Yunan taktiği karşısında Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu, bir yandan, iki taraflı iki toplumlu bir federasyon fikrini savunurken diğer yandan da uluslararası siyasi temayüllere veya Kıbrıslı Rumların çeşitli adımlarına göre yeni siyasi kararlar aldılar. Bu kapsamda Kıbrıs Özerk Türk Yönetimi, önce Kıbrıs Türk Federe Devleti ve arkasından da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne dönüştü. Son zamanlarda Kıbrıs Rum halkının Avrupa Birliği'yle birleşme yönünde almış olduğu kararlar konuya yepyeni bir boyut kazandıracak mahiyettedir.

Kıbrıs Rum Bölgesi'nin AB'ne üye olması, bir taraftan Yunanistan açısından Enosis'in gerçekleşmesi anlamına gelmekte iken; diğer taraftan Kıbrıs sorununun taraflarından birisinin birleşik Avrupa devletleri arasında yer alacağı manasındadır. Böyle bir gelişmeye seyirci ve sessiz kalamayacağını açıklayan Türkiye ve KKTC, bu durumun gerçekleşmesi halinde Kıbrıs Türk Bölgesi'nin de Türkiye ile birleşeceğini ve bütünleşeceğini ilan etmişlerdir.


Kıbrıs İçin Gerekli Siyasi Tavır

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın son olarak hazırlayıp her iki ülke temsilcilerine göndermiş olduğu yaklaşık 150 sayfalık belgede KKTC için çok ciddi riskler bulunuyor. Hazırlanan belgede Kıbrıs Türkleri’nin egemenliğinin yer almaması, belgenin olduğu haliyle kabul edilmesi durumunda adada yaşayan Türkler’in en fazla 3 ila 5 yıllık bir süre içerisinde azınlık olarak nitelendirilip o şekilde bir muameleye maruz kalma durumlarının bulunması, Annan’ın raporunu kabul edilemez bir hale sokuyor. Ayrıca belgede belli bir orandaki Rum vatandaşlarının KKTC’ye ait bölgelere yerleştirilmesi de teklif ediliyor. Böyle bir durumda ise Türklerle Rumlar arasında 1960 yılında yapılan antlaşmada iki ayrı topluluk statüsünü korumak için alınmış bütün tedbirlerin ortadan kalkması ihtimali söz konusu. Daha kötüsü ise, iki halkın güvenle yaşayabileceği uygun zemin hazırlanmadan karma bir toplum modelininin uygulanmaya çalışılmasının geçmişte olduğu gibi çok zararlı sonuçlar doğurabilmesi ihtimalidir.

Böyle bir anlaşma hayata geçirildiğinde, pek çok Kıbrıs Türkü evinden ve işinden olacak, huzursuzluğa ve sıkıntıya maruz kalacaktır. Adada 1974'ten bu yana süren ve artık oturmuş olan yerleşimleri dağıtmak, insanları evlerinden çıkarmak, dirlik ve düzenlerini bozmak, kimseye yarar getirmez.

Türkiye'nin bu konudaki politikası, Milli Güvenlik Kurulu'nda da son derece isabetli bir biçimde ifade edildiği gibi, Kuzey Kıbrıs'lı Türklerin güvenliğini öncelikli amaç olarak belirlemek ve KKTC yönetimine destek olmak esaslarına dayanmalıdır. Kıbrıs Türk halkı, Türkiye'nin bir parçasıdır. Kıbrıs davası, milli davadır. Kahraman Türk Ordusu, 1974'teki Kıbrıs Barış Harekatı ile adadaki soydaşlarımızı radikal Rumların soykırım emellerinden korumuştur. Bu gerçekler hiçbir zaman gözardı edilemez. Adada Türk tarafını dezavantajlı duruma düşüren ve dahası güvenliğini riske eden çözümlere itibar edilemez.

Kıbrıs, Türkiye açısından büyük stratejik önem taşıyan bir noktadır. Kıbrıs üzerindeki denetimini yitiren bir Türkiye, Akdeniz'e çıkış imkanını da yitirmiş demektir.

Son yapılan MGK toplantısından da çıkan karar doğrultusunda Türkiye, Denktaş’ın ısrarla üzerinde durduğu, adada iki ayrı devlet bulunduğu gerçeğinin kabul ettirilmesi için çalışmalıdır. İki ayrı devletin oluşturacağı ortaklık devleti, dış ilişkilerde müstakil kararlar verebilecek, iç işlerde ise birbirlerinden bağımsız olacaktır.

Ayrıca Türkiye’nin garantörlüğünün de devam etmesi şarttır.

Annan Planı Neden Sakıncalı?

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın, hazırlamış olduğu rapor detaylı biçimde incelendiğinde, Türkiye’nin ve KKTC'nin ihtiyatlı tavrının haklılığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Görüşmelere zemin olması istenen raporda göze çarpan en ciddi sakıncalar Milli Güvenlik Kurulu toplantısında da ele alınmış ve ancak bunların düzeltilmesi durumunda Kıbrıs’ta muhtemel bir çözümün olabileceği vurgulanmıştır. Annan Raporu’nun Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin aleyhinde sonuçlar doğurabilecek yönleri şöyle sıralanabilir:

1. Raporda her iki ülke için sunulan haritaların kabul edilmesi durumunda, Türk kesiminin sınırları 1974 öncesindeki duruma geri dönecektir. Bu, Kıbrıs Türkleri için çok sakıncalı bir durum ortaya çıkaracak, örneğin Lefkoşa’dan Mağusa’ya gitmek isteyen bir Türk en az 4 kez Rum kontrol noktasından geçmek zorunda kalacaktır.

2. Adadaki Türk askerlerinin sayısının 10 binin altında tutulması, hem Kıbrıs Türklerini hem de Türkiye’yi olası bir tehlike karşısında tehdit altına sokacaktır.

3. 20 yıl içinde 60 bin Rum’un Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilmesi öngörülmüştür. Bu, Türk topraklarının dörtte birinden fazlasının Rum tarafına verilmesi, Kıbrıs’ın en stratejik bölgelerinin ve en verimli tarım arazilerinin Rumlara terk edilmesi, ayrıca 60 bin Kıbrıslı Türk’ün yerlerini yurtlarını bırakarak göçmen durumuna düşürülmesi demektir. Bu soydaşlarımızın nasıl yeniden yerleştirileceği, yaşayacakları mağduriyetlerin nasıl giderileceği, kayıplarının nasıl karşılanacağı soruları yanıtsızdır.

4. Türkiye’nin garantörlük haklarının ortadan kalkması veya kapsamının daraltılması da yine Türkiye ve Kıbrıslı Türkler için güvenlik açısından büyük sakıncalar içermektedir.

Bu nedenle KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ın Annan Planı karşısındaki eleştirel tavrı son derece haklıdır. Nitekim devletimizin yetkili makamları da Annan Planı'nın sakıncalarının bilincindedir ve bu nedenle Sayın Denktaş'a destek vermektedirler.

Sayın Denktaş, üzerine düşen ağır sorumluluğu yerine getirmeye çalışırken Kıbrıslı Türklerin hakları kadar onları kurtarmak için canını vermiş olan şehitlerimizin de hatırasını düşünerek hareket etmektedir. Aynı bilincin sadece belirli bir kesim değil, tüm Kuzey Kıbrıs halkı tarafından paylaşılması gerekir.


Lefkoşa Mitingleri ve Kimlik Erozyonu

Kıbrıs'ta yaşanan son gelişmeler, adadaki Türk toplumunda milli bilinç konusunda ciddi bir çözülme olduğu izlenimi vermektedir. Geçtiğimiz aylarda, Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın önderliğinde “ortak vizyon“ adlı oluşuma dahil 92 sivil toplum kuruluşunun katılımıyla Lefkoşa'da düzenlenen mitinglerde, "çözüm" çağrısı yapılmış, ancak haklı gibi gözüken bu çağrının altında bazı vahim mesajlar da verilmiştir. Mitinge katılanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığına dolaylı da olsa karşı çıkmışlar, adada Rumlar ile ortak bir yönetim kurulması ve Birleşmiş Milletler'in öne sürdüğü -ve Türk tarafının çıkarlarını gözetmeyen- planın itirazsız kabul edilmesi çağrısında bulunmuşlardır. Atılan sloganlarda "Avrupa Birliği vatandaşlığı" ön plana çıkmış, "Müslüman Türk" kimliği üzerinde en ufak bir vurgu yapılmamıştır. Mitinglerin sembolik manzarası da dikkat çekicidir: Sayın Denktaş'ın Bayrak Televizyonu'ndaki açıklamalarında da vurguladığı gibi, mitinglerde hiç KKTC bayrağı açılmamış, Türk bayrağı dalgalandırılmamış, bunların yerine Avrupa Birliği bayrakları tercih edilmiştir. Hatta son mitingde 1974 öncesinde var olan, Rum egemenliğindeki birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı açılmıştır ki, her ne kadar tepki üzerine indirilmişse de, bu hareket adadaki "Türk kimliği"nin devamı açısından endişe verici bir görüntüdür...

Bu mitinglere katılanların sayısının 30 bine kadar çıktığı yönünde tahminler vardır. Adanın Türk nüfusunun 150 bin civarında olduğu düşünülürse, bu rakamın oldukça kayda değer bir sayı olduğu görülebilir. Bu mitingleri ve bunlara katılan kitleyi görmezden gelmek, mümkün değildir.
Yapılması gereken, ortada ciddi bir "kimlik erozyonu" olduğu gerçeğini kabul etmek ve bunun çözümlerini aramaktır.
Bir kimlik erozyonunun yegane çözümü ise, o kimliği oluşturan değerlerin güçlendirilmesinden geçmektedir.


Kıbrıs İçin Kültür Kampanyası

İçinde yaşadığımız devir, dünya tarihinde daha önce bir benzeri bulunmayan "globalleşme" çağıdır. Basın, televizyon, internet, sinema gibi kitle iletişim araçları, dünyanın dört bir yanını birbiriyle her an buluşturmaktadır. Kültürler, daha önce hiç olmadığı kadar birbirleriyle içiçe girmiş durumdadır.

Böylesine bir dünyada bir milletin varlığını koruması için, hem global değerleri ve araçları benimsemesi, hem de kendi milli değerlerini çok iyi muhafaza etmesi gerekir. Bunun yolu ise, modern çağın araçlarını ve yöntemlerini kullanarak, milli ve manevi değerlerin yüceltilmesidir. Global kültürün öncüsü olan ABD bu politikayı kendi açısından oldukça bilinçli bir şekilde yürütmektedir: Amerikan filmlerinde çok yoğun biçimde gözlemlenen Amerikan milliyetçiliği herkesin malumudur. 11 Eylül'ün hemen ardından tüm ABD'ye Amerikan bayrakları, Amerika'nın milli ve dini değerlerini, Allah'a güvenini ifade eden sloganlar egemen olmuştur. Başta Başkan Bush olmak üzere, devlet adamları, verdikleri mesajlarda Amerika'nın milli ve dini değerlerini sürekli ön plana çıkarmaktadırlar.

İşte milli ve manevi değerleri yücelten böyle bir kültür kampanyasının, "kültürel erozyon" tehlikesiyle karşı karşıya kalan her yerde, özellikle de Kuzey Kıbrıs'ta ivedilikle başlatılması gereklidir. Kuzey Kıbrıs Türkü; sahip olduğu Türk kimliği, Müslüman kimliği ve Osmanlı mirası konusunda modern kitle iletişim araçlarıyla bilinçlendirilmelidir. Müslüman-Türk kimliğinin neden bir gurur ve şeref vesilesi olduğu, bu kimliği taşıyan insanların asırlar boyunca tüm dünyaya nasıl nizam verdiği anlatılmalıdır.

Bu kampanya çerçevesinde, Türk milli ve manevi değerlerini Kuzey Kıbrıs halkına daha güçlü bir biçimde yerleştirmek için:
Kıbrıs'ın tüm gazete ve dergilerinde ve Kıbrıs televizyonu Bayrak TV'de yoğun bir kültürel seferberlik yürütülmeli; Türk tarihi, Osmanlı tarihi, Müslüman-Türk ahlakı, 1974 öncesinde Kıbrıs'ta yaşanan olaylar, 1974'teki Barış Harekatı'nın Kıbrıs halkına kazandırdıkları gibi önemli konular; açık, anlaşılır, düzeyli ve kaliteli yazı ve yapımlarla halka anlatılmalıdır.
KKTC'nin dört bir yanında konferanslar düzenlenmeli, üstte sayılan konular halka yüz yüze anlatılmalı, halkın bu konudaki görüşleri değerlendirilmeli, soruları yanıtlanmalıdır.

Kuzey Kıbrıs halkını, mevcut yönetime küstüren birtakım hatalı politikalar ve uygulamalar varsa, bunlar da bir an önce düzeltilmeli, halkın KKTC'ye ve Türkiye'ye olan güvenini perçinleyecek sosyal politikalar geliştirilmeli, insanların sorunlarına çözümler getirilmeli, halk bu çözümleri "Güney'le entegrasyon"da aramaktan kurtarılmalıdırlar.

Bu konularda devletimizin ve KKTC'nin sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapması gerektiği ise açıktır. Devletimiz kuşkusuz gerekli politikaların belirlenmesi ve uygulanması konusunda gerekeni yapacaktır, ancak kültürel kampanyalar en iyi ve etkili biçimde gönüllü sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülebilir. Bu konuda tecrübe ve birikim sahibi olan vakıf ve dernekler, göreve çağrılmalı ve desteklenmelidir. Eğer bu çalışmalar başarılı ve etkili bir biçimde yürütülür, devletimiz bunun için gerekli desteği sağlarsa, o zaman Kuzey Kıbrıs'taki "kültür erozyonunun" da kısa sürede önü alınacaktır. Ve Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız, kendilerini Avrupa Birliği bayrağı açmaya iten yanılgıdan sıyrılarak, yeniden Ay-Yıldız altında onur, mutluluk ve güven bulacaklardır.


Annan Planı’nın Perde Arkasında Ne Var?

Annan Planı’nın bu derece taraflı olmasında şüphesiz Kıbrıs topraklarının İsrail'in "Tevratsal Sınırlar"ı içinde yer alması da etkili olmuştur. Daha doğrusu hem bu nedenle, hem de Filistin'e yönelik stratejik öneminden dolayı Kıbrıs, Siyonistler için tarih boyunca önemli bir konuma sahip olmuştur. İsrail'in kurulmasından önce Filistin'e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da askeri yönden ve istihbarat açısından değerli bir koz olarak görülmüştür.

Kıbrıs'a yönelik Yahudi ilgisinin ilk somut örneği, Osmanlı'nın Kıbrıs'ı fethi sırasında görülür. Çetin Yetkin'in “Türkiye'de Yahudiler” adlı kitabında yazdığına göre, o dönemde Saray'da danışman olarak bulunan eğitimli bir Yahudi olan Yasef Nassi "Kıbrıs Kralı" olabilmek istemiştir. Bundaki amacı ise, adanın "bir Yahudi yerleşim merkezi haline getirilmesi"dir. Yasef Nassi'den sonra adaya merak saran bir başka Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere Başbakanlığı koltuğuna oturan Benjamin D'Israeli olur. D'Israeli, çok sayıda Romanyalı Yahudi'nin Kıbrıs'a transfer edilmesini sağlar.

Ancak Kıbrıs'ın Yahudiler açısından taşıdığı önem, asıl olarak Siyonist hareketin ada üzerindeki talepleriyle ortaya çıkar. Siyasi Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild'e Temmuz 1902'de şöyle dile getirir:

“Kıbrıs'ı düzene sokmalıyız ve bir gün İsrail'in üzerine gitmeliyiz ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs'tan Müslümanlar gider, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satar, Atina'ya veya Girit'e göç eder. Filistin Yahudiler için çok küçük, bu nedenle Filistin'e yakın bir yer sağlamamız gerekiyor. Filistin'e Kıbrıs ve El Arish de dahil edilmelidir.” (Şükrü Gürel, Siyonist Plan ve Kıbrıs Milletlerarası Müstemleke Türk Yıllığı 1979, ss. 83-95)

Bu doğrultuda, Kıbrıs'taki Yahudi nüfusunu artırmak için çeşitli yöntemler denenir. 1897'de İngiliz Hükümeti'nin isteğiyle JCA (Jewish Colonization Association - Yahudi Kolonileşme Birliği), İngiltere'den 33 Rus Yahudi ailesini 3 koloni kurarak Kıbrıs'a yerleştirir.

1900-1906 yılları arasında da Siyonist önderlerden Warburg, Kıbrıs'ta Yahudi zirai yerleşimi ve köyleri oluşturulması konularıyla yakından ilgilenir ve JCA'yı bu amacında destekler.

İlerleyen yıllarda da Siyonist hareket, Kıbrıs'ı müstakbel topraklarına katma planları yapar. Roger Garaudy, bu planlara şöyle değiniyor:

“Daha 1937'de Ben Gurion, İsrail'in sınırlarını Kitab-ı Mukaddes'ten bakarak çiziyordu. Ona göre İsrail toprağı beş bölümden meydana geliyordu: Litani'ye kadar Güney Lübnan. Bu bölüme Ben Gurion 'Batı İsrail'in kuzey kısmı' diyor. Güney Suriye, Ürdün, Filistin, ki buna da 'İngiliz manda toprağı' diyor. Ve Sina. Ben Gurion kuzey sınırının da Suriye'nin Humus şehri yakınlarından geçmesini istiyordu. Zira (Tevrat'ın) 'Sayılar' kitabına göre (34/1-2-8), buranın 'Kenan' ilinin kuzey sınırı olması lazımdı. 'Kitab'a daha çok bağlı Siyonistler ise 'Hama' şehrinin bugünkü 'Halep' olduğunu ileri sürüyorlardı. Diğer bazıları ise bu şehrin Türkiye'de bulunduğunu iddia etmekteydiler... Haham Adin Shteinsalz, 'İsrail'in Kıbrıs adası üzerindeki tarihi hakları'ndan söz etmişti. 1956'da Ben Gurion, İsrail Meclisi'nde alkışlar arasında Sina'nın 'David ve Solomon krallarının krallığına ait' olduğunu ilan etmişti...” (Roger Garaudy, Siyonizm Dosyasi, ss. 31-32)

Kıbrıs üzerinde o dönemdeki en kapsamlı, en ayrıntılı ve en ırkçı Siyonist plan ise 1939'da yapıldı. Kıbrıs uzmanı, Dışişleri eski Bakanı Şükrü Gürel'in bildirdiğine göre, "Yahudi Sorununa Bir Çözüm" adını taşıyan bu plan, 11 Mart 1939'da üç Yahudi lider tarafından İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, Sömürgeler Bakanı Anthony Eden ve Amirallik 1. Lord'u Winston Churchill'e sunuldu. Gürel şöyle yazar:

“Bu plana göre Kıbrıs'taki Rum nüfusu boşaltılarak Selanik'in bir bölgesine yerleştirilecekti. Selanik'teki Yahudiler ise Kıbrıs'a aktarılacaktı. Böylece Kıbrıs'ta Yahudilere yer açılacak ve Selanikli Yahudiler, Kıbrıs'ta oluşacak yeni Yahudi topluluğunun çekirdeğini oluşturacaklardı. Tüm transfer giderleri Yahudi finansörler tarafından karşılanacaktı. Rumlar da Selanik'e transfer edilerek "Enosis" fikri yerine getirilmiş oluyordu. Bu yolla Rumlar da memnun ediliyordu. 1939'dan başlayarak Kıbrıs'ta Yahudi göçü kanunlaştırıldı ve uygulamaya geçildi.” (Sükrü Gürel, Siyonist Plan ve Kibris Milletlerarasi Müstemleke Türk Yilligi, 1979, ss. 83,95)

2. Dünya Savaşı sonunda da Kıbrıs, Filistin'e Yahudi transferinde bir aracı işlevi gördü. İngiltere, Avrupa'dan Yahudileri zorla gemilere bindirerek Kıbrıs'taki toplama kamplarına yolladı. Toplam sayıları 1946'dan 1948'e kadar 51.500 kişiydi. İsrail kurulunca bunlar topluca İsrail'e göç ettirildiler. Avrupa'dan getirilip Kıbrıs'a yerleştirilen bu Yahudiler, burada düzenli gruplar halinde eğitilmeye başladılar. Çoğu Araplarla savaşmak için kurulan silahlı Siyonist örgüt Haganah'a katıldı.

İsrail kurulduktan sonra da Kıbrıs Mossad açısından çok önemli bir yer haline geldi. Ronald Payne Israel's Most Secret Service (İsrail’in En Gizli Servisi) adlı kitabında şöyle yazıyor:

Hiç şüphesiz, Mossad ajanları Kıbrıs'ta çalışır haldeydi. Bu ada, II. Dünya Savaşı'nda istihbarat ve planlama konularında coğrafi bir merkez oluşturuyordu... Öbür taraftan da Kıbrıs'ta istihbarat servisine haber sağlayan bir İsrail büyükelçiliği vardı ki, Arap dünyasına yakın yerdeki Ada'yı dinleme merkezi olarak kullanıyordu. (Bilim Araştırma Vakfı, Kıbrıs İçin Gerçek Çözüm, 2003, İstanbul)

21 Eylül 1986 tarihli Nokta'da ise bu konuda şöyle yazılıyordu:

“Ada'da, Ada halkından çok casus yaşıyor ve bunların çoğunluğu da Mossad ajanları. Kıbrıs, İsrail'in bölgedeki gözü ve kulağı niteliğindeki en önemli organı durumunda. Mossad'ın yüzlerce casusu adada faaliyet gösteriyor... Ayrıca İsrail Larnaka ve Limasol limanları aracılığıyla Lübnan'daki Falanjistlere silah yardımında bulunuyor.”

Rıbhi Halloum'un, Palestine Through Documents (Belgelerle Filistin) adlı kitabında bildirdiğine göre, (sf. 61-62) Güney Kıbrıs Mossad'ın ana faaliyet alanlarından birini oluşturuyordu. 1972 ile 1988 arasında Mossad Güney Kıbrıs'ta dört önemli cinayet işlemişti.

Hürriyet'in 16 Mart 1981 tarihli sayısındaki bir haberde ise şöyle yazıyordu: “Güney Kıbrıs'ı üs haline getiren İsrail Gizli Servisi bazı üst düzey Rum liderlerinin de ortaklığı ile Lefkoşe'de bir şirket kurdu. Şirketin adı: Securities Services Ltd... Adresi ise, Archbishop Makarios Caddesi No: 15, Lefkoşe. Ticaret Yasası hükümlerine göre kurulmuş yasal bir ticari şirket... Bu şirket güvenlik ihtiyacı içinde olanlara özel muhafızlar sağlıyor. Bir Rum gazeteci ele geçirdiği belgelerle, bu şirketin gerçekte İsrail Gizli Servisi'nin bir kolu olduğunu açıklayıverdi... Mossad Ortadoğu'ya yönelik tüm istihbaratı bu şirket yoluyla sağlıyordu. Bu Mossad ajanı 'Rum pazarlamacılar' Arap ülkelerini dolaşıyorlar. Milyarder Arap şeyhlerine, hayatlarını korumak için çok iyi eğitilmiş muhafızların gerekliliği konusunda ikna edici sözler söylüyorlar. Milyarder Araplar, 'Ben kendi güvenliğimi kendim seçtiğim ya da kendi yetiştirdiğim muhafızlarla sağlarım' dedi mi, başka ikna yöntemlerini sahneliyorlar... Örneğin suikast girişimi filan gibi... Amaç milyarderi öldürmek değil tabii... Çevresindeki muhafızların beş para etmediğini ona göstermek ve hayatının tehlikede olduğuna inandırmak. Ardından çok yüksek ücretlerle korunmasını üstlenmek. Sonrası kolay, Amerika, İngiliz, Fransız, Avusturyalı çok özel koşullarla eğitilmiş korumalar artık milyarder Arapların yakın çevresindeler. Bu korumaların uyrukları değişik ama, aslında tümü İsrail asıllı. Dahası, İsrail Gizli Servisi'nin en yetenekli, en gözde ajanları.”

Tüm bunlar, Kıbrıs Rum Kesimi'nin pek çok açıdan İsrail için bir "koz" olduğunu göstermektedir. Bu nedenle de İsrail, çeşitli yöntemlerle Rumları desteklemiştir. Makarios döneminde kurulan "iyi ilişkiler", İsrailli 30 uzman gerilla eğitimcisinin Kıbrıs'ta ada Rumlarını gerilla savaşı konusunda eğitmesiyle gelişmiştir.

İki taraf arasındaki ilişkiler halen devam etmektedir. Buna silahlandırma da dahildir. 29 Şubat 1996 tarihli Milliyet'te yer alan "İsrail savaş sanayi yetkilileri, Rum temsilciler Meclisi Savunma Komitesi üyeleriyle temas kurarak, İsrail'in silah deposunu kendilerine açabileceğini bildirdiler" şeklindeki haber, bunun bir işaretidir.

Öte yandan ABD'de Kıbrıs sorununun "çözümü" için görev alan ve hemen her zaman Rumlardan yana tavır alan isimlerin ağırlıklı olarak Yahudi lobisine bağlı olmaları dikkat çekicidir. Ronald Reagan döneminde 3 yıl Kıbrıs özel sorumlusu olan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Haas, ABD'nin Kıbrıs Özel Koordinatörü Nelson Ledsky, Carter'ın Kıbrıs konusundaki özel temsilcisi Yahudi Clark Clifford, George Harris, CIA Ortadoğu Masası şefi Ellen Laipson ya da Richard Hoolbroke söz konusu İsrail yanlısı Amerikalı Yahudiler arasında ilk akla gelenlerdir.

Bu arada İsrail, son dönemde Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Avrupa Birliği'ne girmesi çabalarına verdiği destekle dikkat çekmektedir. Kıbrıs'taki iki ayrı devleti zoraki bir biçimde birleştirmek ve böylece adayı Rum egemenliği altına sokmak amacını güden bu plan, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın vurguladığı gibi, KKTC'ye karşı tasarlanan bir tuzaktır aslında. İsrail, işte bu planı desteklemektedir. Konu basına şu şekilde yansımıştır:

“İsrail hükümetinin, özel ilgi gösterdiği Kıbrıs sorununun Rum tarafı lehine çözülmesi için, anahtar olarak kabul edilen ülkeler nezdinde girişimde bulunduğu kaydediliyor. Atina, Bonn, Paris ve Washington'daki İsrail büyükelçilerinin Kıbrıs sorunuyla ilgili temaslarda bulunduklarını belirten Simerini, İsrail'in Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusunun ileriye götürülmesinin gerekliliğini savunduğunu yazdı. Tel Aviv'in, Kıbrıs'ın AB'ye kısa sürede katılması yönündeki ısrarının ardında bölgedeki güvenlik sistemini güçlendirme kaygısının yattığı bildiriliyor. Kıbrıs'ın AB üyeliğinin bölgesel güvenlik için uygun olduğu görüşünü taşıyan İsraillilerin... Türkiye'nin adanın kuzey bölümünü veya bütün Kıbrıs'ı denetleyebilecek bir çözüm şekline sıcak bakmadıkları ifade ediliyor. İsrail'in bu planının ardında, Türkiye'nin kendisi gibi bölgesel bir süper güç adayı olmasının yattığı ve Kıbrıs'ta Ankara varlığının yasallaşması halinde Tel Aviv'in bölgeye yönelik bütün planlarının altüst olmasından endişe ettiği kaydediliyor. Bu arada, Atina'daki İsrail büyükelçisinin de yoğun bir faaliyet içinde bulunduğu ve Yunanlı yetkililerle odak noktası Kıbrıs olmak üzere sık sık temaslarda bulunduğu bildirildi.”

Bu arada İsrail, "Türkiye ile yaptığı askeri anlaşmanın Kıbrıs Rum kesimini olumsuz yönde etkilemeyeceği ve güvenliğini tehlikeye sokmayacağı yönünde Rum yönetimine güvence" vermiştir.

Tüm bunlar, İsrail'in Ortadoğu stratejisi içinde Kıbrıs'ın da önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Dahası, İsrail'in, bu hedeflerin ifası için de kendisine ortak olarak Kıbrıs Rum Kesimi'ni seçtiği anlaşılmaktadır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerinde büyük baskılar uygulandığı şu dönemde, göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.

İşte bu nedenle Kıbrıs konusunda yürütülmesi gereken politika sadece siyasi ve diplomatik boyutta değildir. Ekonomik ve kültürel alanlarda da Kıbrıs Türkü'nü hem sosyoekonomik yönden kalkındırmak hem de milli ve manevi değerlerini güçlendirerek Türkiye'ye ve Müslüman-Türk kimliğine olan bağlılığını perçinlemek gerekmektedir. Bu konuda önemli bir görev de medyaya ve sivil toplum kuruluşlarına düşmektedir. Kıbrıs milli bir davadır ve herkesin bu davada milli çizgide hareket etmesi, devletimizin belirlediği politikalara destek olması gerekir. Kıbrıs Türkü, adadaki varlığını canı gönülden destekleyen, milli ve dini bir kardeşlik duygusu içinde kendisiyle tek yürek olup haklarını var gücüyle savunan bir anavatan görmelidir. Bu ruhu yaşamak ve yaşatmak, milletini ve devletini seven herkesin görevidir.



<<<<ALINTI>>>>
Kullanıcı avatarı
KuLL
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 55
Kayıt: 11-05-2006 11:07

Mesaj gönderen KuLL »

arkadaşlar biraz uzun biliyorum ama önemli bilgi olduğu için kısaltamadım......
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir