Halifenin Şehrinden Gelen Adam
Gazze'de, Merc-i Zuhur kampındaki sürgünden yeni dönmüş ihtiyar bir İslamcı lideri görmeye gittik. Ak sakallı, ak sarıklı, ak cübbeli, pırıl pırıl pırıl bir adamdı.
"Demek İstanbul'dan geliyorsunuz" dedi duygu dolu bir ses tonuyla; "Halifenin şehrinden."
"Evet efendim."
Beni asırlardır görmediği bir kardeşini kucaklar gibi kucakladı. Her Filistinli gibi, Abdülhamid'in siyonistlere verdiği malum dersi anlattı hemen. Hilafeti, Osmanlı'yı çok özlediklerini söyledi.
Arafat'la Rabin arasında imzalanan barış anlaşması hakkında ne düşündüklerini sordum. Anlaşmayı tasvip etmediklerini, İsrail'e karşı mücadelelerini sürdüreceklerini, fakat FKÖ'deki kardeşleriyle aralarındaki ihtilafı asla savaş sebebi saymayacaklarını söyledi.
Yarım saatlik bir mülakattan sonra gitmek için müsaade istedik. "Mümkün değil. Kadınlar yemek hazırlıyor" dedi; "Birlikte yemek yiyelim, sonra gidersiniz."
"Allah razı olsun. Oldukça yüklü bir programımız var. Müsaade edin, gidelim."
Bir süre daha yemeğe kalmamız için ısrar ettiyse de, nafile.
"Bari bir dakikacık daha bekleyin" deyip, odadan çıktı. Geri döndüğünde yanında torunu olduğunu tahmin ettiğim küçük bir çocuk vardı. Beni işaret ederek "Bak oğlum" dedi çocuğa, "İstanbul'dan misafirimiz var. İstanbul'u biliyorsun, değil mi? Halifenin şehri. Haydi, halifenin şehrinden gelen misafirimizi kucakla."
Çocukla kucaklaştık.
Gitmek üzereyken ev sahibimiz ertesi gün bir miting düzenleyeceklerini söyledi. "Gelirseniz şeref verirsiniz" dedi.
Geleceğimize dair söz verdik ve sözümüzü tuttuk:
Miting alanında kadınlarla erkekler ayrı tarflarda duruyor, lider kadro kalabalığın önünde sandalyeler üzerinde oturuyordu. Konuşma kürsüsüyle aralarında 5-6 metrelik bir mesafe vardı.
Program başlamadan birkaç dakika önce miting alanına geldik. Kürsünün yanından geçip kalabalığa doğru ilerliyorduk ki, lider kadronun ayağa kalktığını ve ellerini bize doğru açtığını farkettik. Aralarında bir gün önce görüştüğümüz adam da vardı. Meğer halifenin şehrinden misafir 'olay'ını hepsine anlatmış. "Ehlen ve Sehlen" dediler coşkuyla. Beni sırayla kucaklarken "İstanbul" ve "Halife" kelimelerinin sıkça geçtiği şeyler söylediler. O esnada bunları tercüme ettiremedim; gözleri nemlendiğini göre duygusal şeylerdi...
Osmanlı olmanın ne demek olduğunu galiba o gün anladım.