EZİLENLERİN ÇİLESİ
İnsanların bazılarının içine düştükleri maddi yoksulluk çukurunun derinliği ne kadar büyükse, manevi değerler de o denli büyük derinlikte boğulmaya yakındırlar. Bu, öyle acımasız ve vicdansız bir ilişki biçimidir ki, varlıklı olmayan ya da kendi yaşamını amorti altına alamayan her talihsiz birey; sefih zenginlere, birer zevk aracı ya da sapık eğilimlerin denek tahtası olmakla birlikte, içinde bulunduğu çaresiz durumdan alçakca faydalanma fırsatını sonuna kadar kullandırma olanağını da tanımak zorundadır.
Çaresizliğin beslediği onur yoksunluğu, bireyin ruhunu ele geçirir ve manevi değerlerden örülü toplum duvarını, bir dinamit gibi uçurur. Yaşamak zorunda bulunan birey, olağan koşullarda bulamadığı ekmek parçasını hırsızlık eyleminde aramaya zorlanır... Hırsızlığı eline yüzüne bulaştıran fukara, ruhuna bulaşan bu zifiri, demir parmaklıklarda temizlemeye mecburdur... Adalet, mülkün temeli olacağı yerde, mülk adaletin temeli olur... Kapitalizmi bu yüzüyle tanıma fırsatı bulamamış masum ve saf vatandaş; vatan, millet, sakarya edebiyatının yer çekiminden bir türlü kurtulamaz...
Bu çizgilerin oluşturduğu çirkin tablo, birilerinin şükür nedeni olmakla birlikte, "durumu kurtarmış" ailelerin çocuklarına ve gençlerine birer ibret öyküsü de olur." Ne kadar insanız?" sorusuna; kaçamak bakışlar göz kırpar; "derin" fetvalara olanca dikkatiyle kulak kesilen "bilge", bu soruya sağardır. Düşkün olupta namuslu geçinmeye çalışanlar örnek gösterilir, ve onların çektiği acılara ahiret sabrı yüklenir. Sebat ve sessizlik dolu yaşam öyküleri takdir ve hürmet görürken, düşünce ve felsefe aşağılanır...
Bu dünyada insanca paylaşımı, siyasi ve iktisadi dille önerenler, aşağılık bir üslupla yadsınır, onların varlığından uğursuzluk ve bereketsizlik dersleri çıkarılmakla kalınmaz, onlara, cehennemde tasnif gören birer kurbanlık gözüyle bakılarak, sevinçle, iç dünyalarının da ferahlatılması sağlanır...
Birilerinin sözde namus eksikliği, diğerlerinin "soylu" namusuna sınır olur; bunlar, Allah'ın peşin cezaya bağladığı sefiller olmanın yanında, diğer "cennetliklere" şeytanın karşıtı olmakla onur ve şeref te kazandırırlar...
Cennetin hülyalarında aklını yitiren erişmiş meczup, cennete gitmek için yapılan ibadetlerin ve mücaadelelerin kendi için olduğunu unutur, bunun da bir tür çıkar ilişkisi olduğunu anlamaz.
Bir çok toplumsal ilişkiyi açıklayan çıkar, yadsınır; kendisinin de etrafında döndüğü çıkar ekseninin belirleyiciliğini görmemek için, özsaygısını yitirmek pahasına gözlerini saklar...
İzin verin, bayanlar, baylar!... İzin verin!...
Ben, cenneti kazanmak adına onurumu ayaklar altına alamam!
Beni, aç-susuz yoksulumla; beni yetimimle; beni açlıktan ağlayan bebeklerin göz yaşlarıyla yalnız bırakın!...
Evet beyler, beni; insanlık onurunu cennet değerine takas edenlerden uzak tutun! Kurtuluşu cennette arayanlar; bu dünyaya aldırmayanlar; uzak durun benden..!
Siz! Sırat köprüsünü şimşek hızıyla geçenler! beni hiç merak etmeyin, acımayın bana, bir avuç yoksulun gözyaşıyla, sürüne sürüne cehenneme giderim ben; onların gözyaşlarıyla serinler, ağıtlarıyla avunur, açlık davalarında yargılanırım..!
Onların acıları, sefaleti kalkan olur bana, cehennem ateşinden korur beni! çocukların gülümsemesinde güler; onlarla ağlarım, zulme çaresiz kalanların derdiyle yalnızlığımı paylaşırım..!
Sahte terazinin kefesinde tartılan ey ahmak! cennetin, senin olsun!
Beni, cehennemin en amansız acılarında, onurumla yalnız bırak, uzak dur benden!
CHEHAMO...