Asırlar önce ak sakallı, nûrânî sîmâlı bir adam varmış. Zühd ve takvâ sahibi olan bu zat, kendi hâlinde sâkin bir hayat yaşarmış. Halkın sevip saydığı bu muhterem zâtın ilginç bir âdeti varmış. Kendisine ölüm haberi verildiğinde, hemen çoğunlukla, Yuh olsun dermiş. Halk bunun sebebini bir türlü anlayamaz, bu muhterem kişinin bazı kimselerin ölümünden sonra, Yuh olsun demesinin sırrını bir türlü çözemezmiş. Ama hiç kimse, bununla ne demek istediğini sormaya cesaret edemezmiş. Mutlaka bir hikmeti olduğunu düşünürler, böyle faziletli bir ihtiyarın mânâsız bir davranış yapmayacağına inanırlarmış.
Elbette her nefis ölümü tadacak, bizim Yuhçu Baba da, vakit saat gelmiş, Hakkın rahmetine kavuşmuş. Haber kısa zamanda yayılmış. Herkes, cenazesinin kalkacağı câmiye koşmuş. Cenâze namazı kılınmış, Yuhcu Baba omuzlara alınmış. Tam mezara doğru götürülürken, halkın arasından birisinin aklına merhumun meşhur âdeti gelmiş. İçinden, O herkese Yuh olsun derdi. Ben de onu söyleyeyim diye geçirmiş. Hemen arkasında da, Sana da yuh olsun deyivermiş. Demesine demiş ama, o zamana kadar olmayan bir şey olmuş. Omuzlardaki tabut sallanmaya başlamış. Taşıyanlar omuzlarından kayacağını sanarak daha bir sıkı sarılmışlar. Derken tabutun kapağı yavaşça açılmış, Yuhçu Baba, nûrânî yüzüyle sözü söyleyen adama bakmış. Adamın heyecandan yüreği ağzına gelmek üzereymiş. Yuhçu Baba, Eğer ben de onlar gibi hayatı boşuna çiğnemiş, dünyada âhireti kazanamamışsam, bana da yuh olsun deyivermiş. Arkasından tabutuna uzanmış, kapak örtülmüş. Kalabalıktan hiç kimse ağzını açamamış. Sükûnetle cenâzeyi kabre götürmüşler, defnetmişler.
Evet, hayatımız akıp gidiyor. Acaba bize Arkamızdan NE DİYECEKLER ?