Sizin hiç çalınan bir kapınız oldu mu, kendinizi hayatın akışına kapıp koy vermişken?
Etrafınızdaki sessizliği hüzünlü melodilerle paylaşırken hiç umar mıydınız, günler aylar sonra o kapının yeniden çalınacağını ve ardından içinizi ısıtan bir gülümsemeyle karşılaşacağınızı?
Daha önce içinizi ısıtan gülüşe benzemiyor bu sefer ki ama… o sımsıcak gülümseyiş hüzünle bakıyor bu kez size… size yansıtmamaya çalıştığı bir hüzün… ve siz de bir gülümseyişle şekillendiriyorsunuz hemen yüzünüzdeki maskeyi… O’na belli etmemeye çalışarak…
Yüreğinize kandan gözyaşları akarken kıyamıyorsunuz o hüzünlü gülüşe… Dışa dökülen göz yaşlarınızı yeniden yüreğinizin derinliklerine akıtmaya çalışıyorsunuz…
Önceleri denizler oluşturan bu kan denizi o kapı çalınıncaya kadar bir dere halini almıştı oysa yada öyle olduğu sanılıyordu… Halbuki hiç fark edilmemiş o çatlak, gülümsemedeki hüznü algılayana dek…
O sımsıcak gülümsemeyi nasıl hüzünle boğduğunu gördüğünde genişler kapatmaya çalışılan çatlak… Sil baştan kan denizine döner minik dere… Akar akar akar… İstemesen de….
Anlayamaz insan, o gülüşü görmek eksik olan bir yanını mı tamamladı yoksa unutmaya çalıştığı acıyı mı körükledi…
Bunca zamandır yaşananları öğrenmek acaba ne kadar genişlemesine sebep oldu çatlağın…
Yada bundan sonra yaşayamayacağını anladığı şeylerin neler olduğunun farkına varmak… Kaybedilenleri kavramak…
Merak eder sorarım, acaba zamanla kapanır mı bu çatlak? Hiç sanmıyorum… Hatta eminim…
Ne bende ki çatlağın kapanacağına ne de O’nun çatlağının kapanacağına ihtimal bile vermiyorum….
Çünkü ikisi de benim eserim ….
16 Ağustos 05
ZiNDaN