Ordu İle İlİŞkİ

Atamız hakkında güzel yazılar, hikayeler, resimler...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
beyazyele
Slow Friend
Slow Friend
Mesajlar: 22
Kayıt: 23-04-2008 12:01
Konum: Levh-i Mahfuz
İletişim:

Ordu İle İlİŞkİ

Mesaj gönderen beyazyele »

ORDU İLE İLİŞKİ

Şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekli idi.
Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanına 21 Mayıs 1919’da yazdığım bir kapalı telde: "Genel durumumuzun almakta olduğu korkunç durumdan pek üzgün olduğumu; ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan ödevini yakından, işbirliğiyle en iyi yapabileceğimiz kanısıyla bu son görevi kabul ettiğimi; bir an önce Erzurum’a gitmek isteğinde bulunduğumu ama Samsun ve yöresinin durumunun, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varmaya neden olabileceğinden, buralarda ister istemez birkaç gün daha kalmak gerekeceğini” bildirdikten sonra, “beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak konular varsa bildirilmesini” rica ettim.
Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve daha işin başında araçsız bırakılmış olan bölge yöneticilerinin yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir önlem alamaması, durumu güçleştirmişti.
Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba umduğumuz bir kişinin Samsun’a mutasarrıf olarak atanmasını sağlamak girişmekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanını geçici olarak Canik mutasarrıflığına atadım. Elden gelen bölgesel önlemlerin alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye ve yer olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girişildi.
23 Mayıs 1919’da Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanına: “Samsun’a geldiğimi ve kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve İzmir bölgesinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek istediğimi” bildirdim.
Bu kolordunun durumu ile daha İstanbul’da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara bölgesine trenle taşınması söz konusu idi. Bu yer değiştirmenin engellendiğini anlamış olduğumdan, İstanbul’dan ayrıldığım günlerde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan, kolordunun trenle taşınması gecikirse, karadan yürüyerek Ankara’ya gönderilmesini rica etmiştim. Bundan dolayı, söz konusu kapalı telyazımda: “Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankara’ya gelmeyi başarıp başaramayacaklarını” sordum. “Canik sancağı” üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne değin Samsun’dan karargahımla, bir süre için Havza’ya gideceğim ve her durumda Samsun’dan ayrılmadan önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi” yazdım.
Yirminci Kolordu Komutanından, üç gün sonra 26 Mayıs 1919’da aldığım yanıtta: “İzmir’den düzenli bilgi alamadıklarını, düşmanın Manisa’ya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, kolordunun Ereğli’de bulunan birliklerinin hepsini trenle taşınamadığından, karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak, yolun uzunluğu dolayısıyla Ankara’ya ne zaman ulaşacaklarının belli olmadığını” bildiriyordu.
Kolordu Komutanı yine bu telyazısında: “Afyonkarahisar’da bulunan 23. Tümenin, er sayısının pek az olduğundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz açtıktan sonra, Kastamonu ve Kayseri bölgelerindeki güvenliği bozan birtakım olaylar üzerine haberler gelmeye başladığını” bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu. (belge: 11)
27 Mayıs 1919 gününde Havza’dan, hem Yirminci Kolordu Komutanından ve hem de bu kolordunun bağlı olduğu Konya’daki ordu müfettişliğinden: “Afyonkarahisar’daki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanıldığını ve gücünün artırılıp artırılamayacağını ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü” sordum. (belge: 12,13)
Kolordu Komutanı, 28 Mayıs 1919’da sorduğum işler üzerine bilgi veriyor ve: “Düşman burulara girmeye kalkışırsa 23. Tümen, bulunduğu yeri bırakmayacak ve saldırıya uğrarsa, yerli halktan alacağı yardımla, kesimini savunacaktır” diyordu. (belge: 14)
Ordu Müfettişi de, 30 Mayıs 1919’da verdiği yanıtta: 23. Tümen, Karahisar’ın güvenliğini korumakla birlikte, düşmanın her türlü ilerleyişine, her türlü araçla karşı koyacaktır” diyordu. Bu araçların hazırlanmakta olduğunu ve Konya’da orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazırlamaya çalışıldığını; ancak, bu daha ad ve san konmadığını bildiriyordu.
Ben, müfettişliğe yazdığım telde: “Konya’da bir vatan ordusu kurulmakta olduğu üzerine bir takım haberler yayılmıştır; bunun içyüzü ve örgütü nedir?” demiştim. Böyle bir soruyu sormaktaki düşüncem, biraz da onları özendirmek ve uyarmak idi. Müfettişliğin verdiği son bilgi, bunun üzerinedir. (belge:15)
Kolordu Komutanı bu soruma: “Konya’da vatan ordusunun kuruluşundan haberim yok” yanıt vermişti.
Yirminci Kolordu ve Konya’daki Ordu Müfettişliği ile ilişki kurmam üzerine aldığım haberlerden tetikte bulunmayı ve uyanıklığı gerektiren noktaları 1 Haziran 1919’da Erzurum’da On Beşinci Kolordu ve Samsun’da Üçüncü Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlarına bildirdim. (belge:16)
Trakya’da bulunan kuvvetleri ve komutanlarını bilmiyordum. O bölge ile de ilişki kurmak gerekti. Bu düşünceyle, İstanbul’da, Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa’dan 16 Haziran 1919’da özel şifre ile (Cevat Paşa ile ayrıldığım gün gizli bir şifre kararlaştırmıştık) Edirne’de Kolordu Komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in nerede bulunduğunu sordum. Cevat Paşa 17 Haziranda yanıt verdi. “Cafer Tayyar Bey’in Birinci Kolordu Komutanı olarak Edirne’de bulunduğunu” öğrendim. (belge: 18)
Amasya’dan 18 Haziran 1919 günü, Edirne’de Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey ‘e kapalı telle yönergede başlıca şunları bildirdim: “Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazırlayan İtilâf devletlerinin yaptıklarını ve İstanbul hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz.
Ulusun yazgısını böyle bir hükümetin eline bırakmak, dağılmaya boyun eğmektir.
Trakya ve Anadolu’daki ulusal örgütleri birleştirmeye ve ulusun sesini bütün gürlüğüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sivas’ta birleşik ve güçlü bir kurul toplamaya karar vermiştir.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere İstanbul’da bir kurul bulundurabilir.
Ben İstanbul’da iken, Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüşmüştüm. Şimdi zamanı geldi. Gerekenlerle gizlice görüşerek hemen örgütler kurunuz ve benim yanıma da delege olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye değin, Edirne ili haklarının savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzalı bir belgeyi kendi imzanızla ve kapalı telle bildiriniz.
Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık benim için Anadolu’dan ayrılmak söz konusu olamaz.
Trakya’nın direnme gücünü artırmak amacıyla bu yönergeye şu bilgileri de ekledim: “Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün durumuna getirildi. Kararlar, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz koruyuculuğu altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler, Türklerle birleşti.” (belge:19)

YUNAN ORDUSUNUN MANİSA VE AYDIN ÇEVRESİNE GİRİŞİ
Bu tarihe değin Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerine de girdiğini öğrendim. Ama İzmir’de ve Aydın’da bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarını gösterir açık bir bilgiyi daha hiçbir yerden elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetlerin komutanlarına da birtakım buyruklar yazmıştım. Bunun üzerine, 29 Haziran’da, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey’in, iki gün önceki tarihi taşıyan, bir kapalı telini aldım.
56. Tümen’e İzmir’de Hurrem Bey adında bir kişi komuta ediyormuş. Bu komutan ve İzmir’deki iki alayın kılıç artıkları, subaylarıyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanya’ya götürmüşler. Bekir Sami Bey bu kılıç artıklarının komutasını üzerine almak için gönderilmiş.
Bekir Sami Bey 27 Haziran 1919 günü telinde, 22 Haziran 1919 günlü iki buyruğumu ancak 27 Haziran’da Bursa’ya vardığında alabildiğini söylüyor ve verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarda: “Ulusal amaçları gerçekleştirecek yeter araçları bulamadığımdan, tümenimi düzene sokmayı başarırsam daha iyi hizmetler yapılabileceği kanısında olduğumdan, 21 Haziran sabahı Kula’dan Bursa’ya doğru yola çıkmak zorunda kaldım. Bununla birlikte ve birçok engeller bulunmasına karşın, ulusal eylemlerin yurdun kurtarılması için çok gerekli olduğu düşüncesini her yana yaymayı başardım” diyor. Düşündüklerimin ve yaptıklarımın doğruluğuna sağlam inancı olduğunu bildiriyor ve bu konuda hemen işe giriştiğini; Çine’de bulunan 57. Tümene de buyruk vermekliğimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu. (belge: 20)

ULUSAL ÖRGÜTLER KURULMASI VE ULUSUN UYARILMASI
Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana dek Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerekliğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin baş neticelerine bildirdim.
Dikkate değer ki, İzmir’e ve daha sonra Manisa’ya ve Aydın’a düşman girişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulümler üzerine ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç yumruğa karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı göstermemişti. Ulusun, bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, kuşkusuz ulus için iyiye yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp eyleme geçirmek gerekli idi. Bu amaçta 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’da On Beşinci Kolordu, Ankara’da Yirminci Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliği’ne genelge ile şu yolda bildirme bulundum:
Ízmir’e ve daha sonra ne yazık ki Manisa’ya ve Aydın’a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler dindirilemiyor. Ulusun katlanamayacağı ve dayanamayacağı bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, pazartesi başlayıp çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek her yerde yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâliye etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı saldırıya ve düşmanlık gösterisine benzer davranışlardan sakınılması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.

ULUSAL GÖSTERİ TOPLANTILARI
Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmaya başlandı.
Yalnız sayılı yerlerde birtakım kuruntular yüzünden, duraksamalar olduğu anlaşılmıştır. Örneğin: On Beşinci Kolordu Komutanının Trabzon ile ilgili olarak gönderdiği 9 Haziran 1919 günlü kapalı telden “Gösteri toplantısı sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri hiç yoktan kötü bir olay çıkabileceği düşünülerek, gösteri yapılmasına verilmiş iken bu kararın uygulanmadığı.... gösteriyi düzenleyen kurulun toplantısında İstrati ve Polidis’in de bulunduğu” anlaşılıyordu.
Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal girişimler ve çalışmalarda kararsızca davranış ve Yunanlılara karşı yapılacak ulusal gösterilerle ilgili görüşmelerde İstrati ve Polidis Efendileri de bulundurmak gibi, girişimin ciddi olmadığını gösterecek gevşeklikler, kuşkusuz İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.
Verdiğim yönergedeki temel düşünceyi kötüye kullanacak denli ustalık gösterenler de oldu. Örneğin: Sinop’a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: “Türkler ilerleyip gelişemediyse bu, şimdiye değin iyi bir yönetime kavuşamamasından ileri gelmiştir. Türk ulusu, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak koşuluyla, Avrupa’nın gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yaşayabilir.”
Baylar, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 günlü bu andırının altındaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasının yanında gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bulup çıkarmama yaradı. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası ikinci başkanı olan kişinin imzası idi.

ULUSAL GÖSTERİLERİN YANKILARI
Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yaptığım günden üç gün sonra, yani Harbiye Nazırının 31mayıs 1919 günlü şu telini aldım:
İngiltere Olağanüstü Komiserliğinden Babıâliye bildirilip Harbiye Nazırlığına gönderilen nota örneği aşağıya çıkarılmıştır:
Bugüne değin gelen raporlardan, Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarından başka bir şey olmadığı bilinmekle birlikte, son noktada ileri sürülen olaylar üzerine özel soruşturma yapılarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.
31/5/1919 Harbiye Nazırı Şevket
Örnek
1- Sivas’ın bugünkü durumu ve adı geçen kentte ya da bu kentin yakınında toplanmakta bulunan Ermeni sığınaklarının esenliği üzerine en son olarak oldukça kaygı verici haberler aldığımı yüksek katılımı bildirmekle öğünç duyarım.
2- Bundan dolayı askerî komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve gözetilmesi için elden gelen bütün önlemlerin alınmasını kesin olarak belirten ve herhangi bir öldürme ya da kötü davranış olursa kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazırlığınca adı geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini katınızda rica ederim.
3- Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrıca gönderilmesini rica ederim.
4- Yurt içindeki düzensizlik üzerine yüksek katınızın haklı olarak ne denli kaygılı bulunduğunu bildiğim için yüksek katınızca ayrıca işbu (...........) uyulacağı kanısındayım.
5- Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindireceğini bildiririm.
Sivas vali vekilliğinden aldığım 2 Haziran 1919 günlü bir telyazıda da: “Bugün Dömanj (Demange) imzasıyla alınan telde “İzmir’e Yunanlıların girişi üzerine Aziziye’de Hıristiyanların ölümle korkutulduğu öğrenilmiştir. Bu ise uygun değildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine neden olur, anlamında bildirim yapılmaktadır...” denilmekte idi.
Gerçekte, ne Sivas’ta kaygı verici bir durum vardı, ne de Hıristiyanlar ölümle korkutulmuştu. Bunu, ulusça yapılmaya başlanılan gösteri toplantılarından kaygılanan ve bu amaçlarının gerçekleşmesine engel sayan Hıristiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini çekmek için, bile bile yaydıkları uydurma haberler olarak saymak gerekir. (belge: 22,23,24) Harbiye Nazırlığının nota örneğini içine alan teline verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım.
İstihbarat
Çok ivedidir. 3 Haziran 1919
Sayı 58
Harbiye Nazırlığı Yüksek Katına
Y: 2 Haziran 1919 şifre
Sıvas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonradan sığınanları korkutacak hiçbir olay geçmemiştir. Ne Sıvas’ta, ne de çevresinde kaygı verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi iş ve güçleriyle uğraşmaktadır. Bunu kesin olarak bilginize sunar ve inanmanızı dilerim. Şu duruma göre, İngiliz notasındaki haberlerin nereden çıktığını benim bilmem gerekir. Düşmanım İzmir ve Manisa’ya girişiyle ilgili acı haber üzerine Müslüman halkın yaptığı ve Hıristiyan azınlıklara karşı hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan kimi kişilerin olmaları düşünülebilir. İtilâf devletleri, ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça, ulus da yurt dokunulmazlığının kesinliğine güvendiklerinin baş göstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve iç acısını, ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi bu yüzden ortaya çıkacak olguların ve olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne bir komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düşünürüm.
Mustafa Kemal

Bu nota örneğiyle verdiğim yanıtın örneği bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara genelge ile bildirildi.
O günlerde İngiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça İngiltere’den yardım istenmesinin bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telle bildirildiğini ve bu teli etkisiz bırakmak için, ulusu gereği gibi aydınlatmakla yetinmeyerek hükümet katına başvurmaktan geri kalmadığımı da öğrenmiş bulunuyorsunuz. (belge:25) Bundan başka, 27 Mayıs 1919 günü “Türkiye-Havas- Reuter” adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrası ile ilgili olarak verdiği haberler arasında: “Bütün üyelerin düşüncesi, Türkiye’nin büyük devletlerden birinin yardımını sağlamak üzerinde toplanmıştır.” haberini yayması üzerine, Sadrazama: “Ulusun, bağımsızlığını korumaya kararlı olduğunu ve bütün kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını ve ulusal vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici tepkiler doğurduğunu” yazdıktan başka, bütün ulusa da bu durumu nasıl bildirdiğimi başka bir açıklama sırasında söylemiştim.
Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris’e, bilinen çağrılışı üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantı günlerinde birtakım demeçler vermiştim. Bu konuda düşünce ve davranışımın ne olduğunu açıklamak amacıyla şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım:

Şifre
İvedidir. Havza, 3.6.1919
Kişiye özel.
Samsun’da Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendiye
Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretlerine
Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendiye
Erzurum Valisi Münir Beyefendiye
Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine
Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendiye
Ankara’da Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine
Konya’da Yıldırım Birlikleri Müfettişi Cemal Paşa Hazretlerine
Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu komutanı Vekili Cevdet Beyefendiye
Van Valisi Haydar Beyefendiye
Fransa siyasal temsilci Bay Döfrans’ın (Defrance) sadrazamlık yüksek katına gelerek Osmanlı Devletinin haklarını konferansta savunmak için Paris’e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nazırlığının resmi bildirimlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. Ulusumuzun İzmir olayı üzerine gösterdiği ulusal dayanışma ve böylece bağımsızlığı koruma konusunda beliren kesin direnişinin sonucu olan bu şerefli durum övülmeye değer. Ama, bununla birlikte Yunanlılar İzmir iline girmekten alıkonulmuş değildir. Her halde ulus, haklarını bilir ve onu çiğnetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak ölesiye savaşa hazır olduğunu İtilaf devletlerine karşı göstermeyi ve tanıtlamayı sürdürdükçe adı geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarını tanır olacaklarına kuşku yoktur.
Sadrazam Paşa Hazretlerinin konferansta Osmanlı Devletinin haklarını savunmak için büyük çaba gösterdikleri doğaldır. Ancak, ulusça kesin olarak savunulması istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bağımsızlığı, ikincisi de yurtta çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.
Bu konuda, Paris’e gitmeye hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez oldubittiler karşısında kalabilir. Bu kaygıyı doğuran nedenler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını bildirmedi. Bundan, doğu illeri halkı doğal olarak üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şurası’nda da, hemen bütün kurulun, ulusal bağımsızlığın korunmasını ve ulus alın yazısının bir ulusal kurultay eline bırakılmasını istemelerine karşın, yalnız, hükümetin dayandığı İtilaf ve Hürriyet Fırkası adına, başkanı Sadık Bey İngiltere’nin koruyuculuğunu istemeyi yazılı olarak önerdi. Geniş bir Ermenistan özerkliği ve devletin bir yabancı devlet koruyuculuğunu kabulü konularında ulusal istekle bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleriyle yanında gidecek kurulun, ulus haklarını savunmada uyacakları ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarıda bilgilerine sunulan noktalarda kaygılanmaktan insan kendini alamıyor. Bundan dolayı, illerdeki ve illere bağlı yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak derneklerinin temsilci kurullarınca ve bu derneklerin kuruluşları tamamlanamayan yerlerde de Belediye Kurullarınca Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine telyazılarıyla başvurularak ulusal bağımsızlığın tam dokunulmazlığı ve ulus çoğunluğu haklarının korunması ilkesinin ulusun temel koşulu olduğu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açıkça duyurması istenmelidir. Ulusun bu davranışıyla, gidecek kurulun savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten ulusun isteği olduğu İtilaf devletlerince bilinecek ve doğal olarak daha çok önemle göz önünde tutulacağı için, kurulun görevini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere tez elden ulaştırılmasını ve bildirilmesini, yurdumuzun alın yazısı adına yüce ve yurtsever kişiliğinizden önemli rica ederim. Bu telin alındığı zaman bildirilmesini de rica ederim.
Mustafa Kemal



İSTANBUL’A GERİ ÇAĞRILIŞIM

Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 haziran 1919’da Harbiye Nazırı’nın beni İstanbul’a çağırdığını ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin isteğiyle ve niçin çağırıldığımı, devlet büyüklerinden bir kişinin bildirdiğini daha önce yaptığım bir açıklama sırasında söylemiştim. Bu bilgiyi veren devlet büyüğü, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış yazışmaların bir bölümü herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da görevimden çekildiğim güne değin değişik Harbiye Nazırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile süregelmiştir .
Anadolu’ya geçerli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordularını birlikleriyle ilişki ve bağlantı sağlanmış ve halk elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusça örgütlenme düşüncesi yayılmaya başlamış. İşler, artık bir komutan kimliği ile yürütülüp yönetilemeyecekti. Yapılan çağrıya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütleri ve eylemleri yönetmeyi sürdürdüğüme göre, kişisel olarak, başkaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişim ve yürütümlerin köklü ve sert olacağını sezinlemek güç değildi. Bundan dolayı girişim ve yürütümlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve yansıtacak bir kurul adına yapılması çok gerekli idi.

SİVAS’TA GENEL BİR ULUSAL KONGRE TOPLAMA KARARI
Bunun için, 18 haziran 1919 günü Trakya’ya verdiğim yönergede altını çizdiğim bir noktanın uygulanması zamanı gelmiş bulunuyordu. Anımsarsınız ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirerek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sıvas’ta genel bir ulusal kurultay toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Beye 21/22 haziran 1919 gecesi Amasya’da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı :
1 . Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2 . İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3 . Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
4. Ulusun durumu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5. Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sıvas’ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
6. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7. Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8. Doğu illeri adına 10 temmuzda Erzurum’da bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sıvas’a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sıvas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar. (belge: 26)
Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, çoktan vermiş ve dört gün önce Trakya’ya bildirmiş olduğum bir kararın Anadolu’ya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve giz dolu yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.
Bu noktanın aydınlanması için isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.
Baylar , o karalama işte şu kağıtlardır , dört maddeliktir , içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır . Bir de, görevi dolayısıyla, kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Bey’in (şimdi İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmaylarımdan bildirim işleriyle görevli Hüsrev Bey’in (şimdi elçi), askeri makamlara şifre eden emir subayım Muzaffer Bey’in ve sivil katlara şifre eden bir sivil görevlin imzaları vardır. Bundan başka daha birtakım imzalar vardır .
Bu İmzaların bu karalamaya konması güzel bir talih ve rastlantıdır.
ADINI SAKLAYAN BİR TANIDIĞIN AMASYA’YA GELMESİ
Daha Havza’da bulunduğum sırada, Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir kapalı tel aldım. Bu tel : ‘‘Tanıdığınız bir kişi kimi arkadaşlarla İstanbul’dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz ?’’ anlamında idi. Sanki bir bilmeceyi andıran bu tel beni hem pek çok ilgilendirdi hem de şaşırttı. Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanım yanımda. Tel de kapalı teldir. Öyleyse neden adını kapalı olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Epeyce düşündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Ama Fuat Paşa’yı yakından görmek; bölgeleri, çevreleri düşünceleri üzerin-de görüşmek bence çok istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telin uyandırdığı düşünceyle kendisine şu ricada bulundum: ‘‘ Ankara ‘dan ayrıldığımızı belli etmeyecek düzenle-meleri ve önlemleri aldıktan sonra ad ve kılık değiştirerek birkaç gün için ivedilikle yanıma geliniz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.’’
Gerçekten Fuat Paşa dediğim gibi Havza’ya doğru, yola çıkar. Ama birtakım zorlayıcı nedenlerden dolayı, hemen Havza’dan ayrılıp Amasya’ya gitmek zorunda kalmıştım. Fuat Paşa Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir. İşte böylece 21/22’de Amasya’da yanımda bulunuyor. Adı kapalı telde bildirilmeyen kişi de Rauf Bey idi.
İstanbul’dan ayrılmak üzere evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey oraya gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve İstanbul’da iken yakalamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir kimselerden işitmiş, onu bildirdi. Ben İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı yeğledim ve yola çıktım. Kendisine de, önünde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey gerçekten İstanbul’dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış; ama benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’le buluşmak istemiş ve İzmir savaş boyuna daha yakın bir yerde daha etkin ve daha yararlı olacağını sanarak Bandırma Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde, halkın içgücünü bozulmuş, durumu öldürücü ve korkunç görmüş.
Hemen adını değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye-Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankara’ya Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana baş vurmuş. Pek güzel ama, adını saklayarak beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan, Üçüncü Kolordu Komutanım olup Samsun Mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sıvas’a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için buyruk vermiştim. Bölgesinde geziye çıkmış. Buyruklarıma bile karşılık alamıyordum. En son, o da bir rastlantıyla, o gün gelmişti.

RAUF VE REFET BEYLERİN KARARSIZLIĞI
Şimdi imza işine gelelim: Ben yazının yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey , konuk olduğundan bu yazıya imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel anı değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir konuda açığa vurduğu düşünüş ve duyuş biçimi bana çok acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşa’ya Refet Bey’in çekinme nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Bey’i oldukça sıkı bir sorguya çekince Refet Bey yazıyı eline alarak kendine özgü bir im koydu. Öyle bir im ki bunu bu yazıda bulmak biraz zordur.
Buyurun, isteyen inceleyebilir .
Baylar, gereksiz gibi görülebilen bu açıklama, sonraki yıllar ve olaylarla ilgili birtakım karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.
Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askeri katlara şifreli olarak gönderildi. Bundan başka, İstanbul’da bulunan kimi kişilere de gönderildi. Ama, bu kişilere ayrıca. bir de genelge niteliğinde mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı: Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafıa Nazırı idi), Sulh ve Selamet Fırkası Başkanı Ferit Paşa (sonra-dan Harbiye Nazırı oldu) Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktalan özet olarak yineleyeceğim.
1- Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.
2- Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3- Gerçekte, acı olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, İstanbul’daki karşı akımlar ve ulusal erekleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulus yararına aykırı propagandalardır. Bunun cezasını yurdumuzun nasıl çektiğini pek çok görmekteyiz.
4- Artık İstanbul Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.
5- Size düşen özveri pek büyüktür. (belge: 27 )
ALİ KEMAL BEY’İN GENELGESİ

25 hazirana değin Amasya’da kaldım. Anımsarsınız ki, o günlerde Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmİ işlerin yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi konusunda kapalı ile bir genelge yayımlamıştı.
23 haziran 1919 gün ve 84 sayılı olan bu genelge, ilginç bir anlayışı gösterir belge olduğu için, olduğu gibi bilginize sunacağım:
Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in 23.6.1919 gün ve 84 sayılı şifresinin açılmış örneğidir.
‘‘Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasını o ölçüde bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba göstermesine karşın, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Reddi İlhak dernekleri gibi, Karesi ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı haksız yere kırdırmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen buyruk dinlemez, saygısız ve yasadışı kurulan birtakım kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılgılarını yönetimde de artırdı. Adı geçenin İstanbul’a getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çıkarılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir. Bu yönergeye uygun iş görmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda görevli olsun. halktan olsun. her Osmanlıya düşen en büyük ödev, barış konferansınca alınyazımız üzerine karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek; akıllıca ve öngörüşlü davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklarını gözetmeksizin herkesin yaşamını, malını, ırzını korumakla uygarlık dünyası karşısında bu yurdu bir daha lekelememek değil midir?”

http://www.ktu.edu.tr/arastirma/uam/nutuk2.html
Bu mesaja eklenen dosyaları görüntülemek için gerekli izinlere sahip değilsiniz.
Allah, pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.

10- Yunus Suresi 100
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir