Biri, bir şey, belki sadece bir parmak ucu yatak odamın, tüm evin, çocukluğumu dizlerime nakşeden sokağımın, yaşadığım şehrin, sevdası yediveren gül ülkemin, hatta sanki tüm evrenin ışıklarını söndürdü.
Karanlıktı... Ruhumu teslim alma gayretindeki dişi bir güçten; yani beni herkes ile aynılaştırmaya çalışan bir aşktan kaçıyordum! Yardan kaçıyordum, uçsuz bucaksız yarlara düştüm, haziran bulutlarına çarpıp dikey bir boşluğa zıpladı bedenim!
Suskunluğa inat büyük bir görüntü gürültüsüyle açtı fonda lila rengi bir çiçek, bir anda oldu her şey, ellerimi, yüzümü, tüm ruhumu boyadı gürültüyle açan lila rengi çiçek. Mosmor bir şenlik işte! Mosmor bir beden, lila bir kimlik düştü bahar çimenlerine, toprak kokuyordu... Ya toprak kendinden bildi bedenimi, ya bedenim çağrısına boyun eğilesi toprağı bildi kendinden ya da ikisi birden! Eski bir dostu bilinmedik bir coğrafyada kucaklamanın keyfiyle sarıldı bedenim toprağa ya da toprak bedenime. Bütün renkler avuçları patlarcasına alkışlıyordu bu buluşmayı, lila hariç, o türküsünü söylüyordu. Ah lila, güzelim lila, kopartırcasına söküp aldı toprakla sevişen bedenimi olduğu yerden! Tam da zamanında yaptı bunu lila, yoksa tepeden tırnağa toprak kokacaktı bedenim. Çimenlere tutundum, asırlık çınarlar gibiydi çimenler, tutunmama hiç kızmadı çimenler; çünkü yeşil de alkışlıyordu lilayı!
Kaçmıştım! Kaçmayı başarmıştım! Lilanın teklifsiz yardımıyla dikmiştim bu zaferin bayrağını kişisel tarihimin tepelerine. İlgisiyle beni silikleştirmeye çalışan dişi güçten kaçmıştım. Yalnızca sahiplenmeye çalışan bir abukluktan değil sanki içimdeki dişi güce sahip olma hırsıyla kavga etmeye de kaçmıştım. O kadarı da olsun artık. Çok iyi biliyordum ki, üremeyi sevda zanneden yanımı törpülemeyi unutan hafızamın oyunu değildi bu!
Gün ışığı çağırdı tenimi, tenim mosmor, kalbim lila... Bütün bedenim yıkandı da gün ışığıyla kalbim hala lila!
Çimenlere basmayınız levhası yerindeydi ama üstünde ‘Mutluluktan yazmaz insan’ diye bir uyarı vardı. Yutkundum. Bir aşağı gitti adem elması bir yukarı. Bütün uyarılarla dalga geçen ilk gençlik yıllarımı özledim, hani yasaklamanın yasak olması gerektiğini düşündüğüm yılları, silahların oyuncaklardan bile kaldırılması gerektiğini düşünecek kadar safdilli olduğum zamanlarımı özledim.
Mutluluktan yazmaz insan...
Alkışı kesti bütün renkler, lilanın sesi titredi. Balık pulu büyüklüğünde bir leke belirdi kalbimin lilasında. Mutluluk sahil kasabasının havasında asılı duran iyot kokusuydu, karasal bir iklimdeydim ‘Mutluluktan yazmaz insan’ darbesini aldığımdan bu yana.
Sonra.
Hiç.
Sonrası hiç.
Her sonraya alışıldığı gibi bunu da kanıksadım; yani uyandım, şimdi başlıyordu asıl rüya.
Nevzat TEKİN