Köşe Yazıları

Şiir, roman, öykü, deneme, eleştiri, inceleme.
Kullanıcı avatarı
DiLeMmA
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3422
Kayıt: 02-02-2005 00:28

Köşe Yazıları

Mesaj gönderen DiLeMmA »

Sevdiğimiz , beğendiğimiz köşe yazılarını bu başlıkta toparlayabilirsek ; gazete okumayı sevmeyen arkadaşlarımıza katkıda bulunmuş oluruz değil mi ? ;)

Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca..
Kullanıcı avatarı
DiLeMmA
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3422
Kayıt: 02-02-2005 00:28

Mesaj gönderen DiLeMmA »

Ortoreksia nervosa olabilir miyim?

Masamda altı demet nergis, bir turşu kavanozu içinde “itişe kakışa” koku saçıyor.

İtişe kakışa diyorum çünkü o kadar yoğun ki kokuları sanki benim göremeyeceğim kadar küçük hareketlerle kafalarını sallıyorlar, birbirlerini dirsekliyorlar, “ben daaa çok kokucaam, hayır ben daaa çooook kokucaaam” diye manyak gibi bağrışıyorlar, birbirleri itip kakıyorlar... Gibi..

Hakikaten inanılmaz.. Bir demet nergis, üstelik çoktan toplanmış, mezatlarda oradan oraya atılmış, onun teneke kutusundan bunun teneke kutusuna, onun elinden bunun eline geçmiş halde bu kadar kokuyorsa, tarlalarında ne vahşice kokuyordur kim bilir.. İnsan toplarken baygınlık geçirebilir.. Zararlı mıdır acaba?

Nerede geldi bu nergisler? Manita Bey getirdi az önce... Yaptığım enfes üstü kremalı kereviz çorbamı yeterince içmeyip, bozulup atılmasına vesile olduğu için duyduğu mahcubiyetle..

Ulan iyice anne gibi oldum.. Yemek yapıyor sonra da yenmediği için fırça çekiyorum millete...

Anne gibi olsam gene iyi. Ekşili köfte falan yapardım o vakit.

Ben ne yapıyorum? Kereviz çorbası.

Neden? Sağlıklı diye.. Kereviz bilinen zeytinyağlı yemek olarak yenmiyor bari çorbayla kakıttırayım.. Hesabı.

Hadi kendin sağlıklı beslenmeye çalışıyorsun, bir şey diyen yok, el alemin çocuğunu niye buna zorluyorsun?

Cevap: Ortoreksia nervosa.



***

Benim uydurduğum bir kelime değil.. Steven Bratman diye bir doktor kardeşimiz icat etmiş kelimeyi. (Elbette Amerikalı) “Sağlıklı yemek takıntısı” diye çevirebiliriz. (“Orthos” doğru, “orexis” iştah, “nervosa” da bozukluğu demek. İnternette “Orthorexia Nervosa” diye de arayabilirsiniz)

Henüz tıbbi bir tanım değil. Ancak kullanımı giderek yayınlaşıyor. Kişi hastalanmamak maksadıyla sağlıklı besleneceğim takıntısına kapılıyor ve yediği her şeyin sağlıklı olup olmadığını incelemeye başlıyor. Bütün zamanını yiyecek paketlerinin üzerindeki etiketleri okumakla, sağlıklı nasıl yemek hazırlarım diye düşünmekle, internette ha bire yiyeceklerle ilgili bilgi toplamakla, dükkan dükkan gezip kafasına sağlıklı diye yatan yiyecekleri toplamakla, ertesi gün ne ile besleneceğini planlamakla geçiriyor. Sağlıksız olduğunu düşündüğü şeyleri yediği zaman suçluluk duyuyor, bu nedenle dışarıda yemek yemeği kesiyor, sürekli evde kendi hazırladığı yemekleri yiyor, arkadaşlarına veya ailesine bile yemeğe gitmiyor. Sonra yiyecekleri, besin değeri kaybolmasın diye çiğ yemeye başlıyor, meyveleri kendi toplamaya kalkıyor.

Bir süre sonra hadise uç noktalara varıyor ve “onda şu var, bunda bu var” diyerek hiçbir şey yiyemez hale geliyor. Sabahtan akşama organik brokoli veya ekolojik ayva geveleyip duruyor. Ve aynı anoreksikler gibi hızla kilo verip sonunda hastalanıyor ve hatta ölüyor!

İnanılır gibi değil ama olmuş yani böyle bir şey. Sağlıklı besleniyorum derken ölmek!!

En büyük belirtisi de başkalarını sağlıksız beslendiklerinden dolayı eleştirip durmak!

Ve yazmıyor ama insanları kereviz çorbası içmeye zorlamak da bir başka belirti olmalı..

Oy oy oy!

Üstelik arkadaşım “ortoreksia nervosa hakkında ne düşünüyorsun?” mesajını tam ne zaman attı dersiniz?

Ben organik ürün üreticisi ve satıcısı City Farm’dan tepeleme dolu iki torba bakliyatla çıkarken!!!

Peee...

Efendim? “Organik da ne?” mi dediniz? Hiç duymamış olayım, hiç duymamış olayım!!!


*Tuğçe BARAN Vatan Gazetesi 16.01.07
Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca..
Kullanıcı avatarı
DiLeMmA
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 3422
Kayıt: 02-02-2005 00:28

Mesaj gönderen DiLeMmA »

TC şartlarında Amerikan çevre önerileri olur mu?

Küresel ısınma, susuzluk, kaynakların hunharca kullanımı gibi konularda her geçen gün daha çok köşe yazarı bir şeyler yazıyor.. Haşmet Babaoğlu’nun son derece çarpıcı “ su” yazılarından sonra (umarım dikkatle takip ediyorsunuzdur, Türkiye’nin “uygunsuz gerçeği”ni de o yazıyor çünkü) dün de Can Ataklı’yı gördük kervanda.. Benim de bir hafta önce izleyip yazdığım Al Gore’un “Uygunsuz Gerçek” filmiyle ilgili benzer güzel bir yazı yazmış.. Konu mühim, yüz bin kere de tekrar edilse yeridir.. Hadise, entel gazetelerin, haber eksikliği çektiklerinde araya sıkıştırıverdikleri bir mevzuu olmaktan ÇOK ŞÜKÜR çıktı..

Çıktı evet ama merakım şu: Haşmet Babaoğlu’nun dediği gibi “felaket telalığı” yapmaktan öteye gidebiliyor muyuz gerçekten? Bütün bu yazılar, bütün bu “bakın suyumuz bitiyor, bakın dünyamız ısınıp duruyor” uyarılarını içselleştiriyor muyuz yoksa yine Haşmet’in dediği gibi “depresif bir kayıtsızlık” mı yaratıyoruz?



***

Bir cevap teşkil eder mi bilemiyorum ama gazetemizin internet sayfasındaki son anket sorusu şu: “Küresel ısınmaya karşı ‘bireysel olarak’ yapabileceğiniz bir şey olduğuna inanıyor musunuz?”

Cevapların ezici çoğunluğunun “hayır” olmasını beklerken baktığım sırada yüzde 67,12 oranında “evet” cevabı gelmiş.

Demek ki yol da gösterilmesi lazım.. Evet ama Amerika, Avrupa şartlarında yol göstermek ne kadar mantıklı tümüyle şüphe içindeyim

Can Ataklı mesela, Al Gore’un filminde önerilen kişisel önlemleri yazmış köşesinde:

Toplu taşımayı tercih edin, ampullerinizi tasarruflu olanıyla değiştirin, ağaç dikin, ambalajı az ürünler tercih edin, lastiklerinizin havasını tamamlayın..

Soruyorum şimdi.. HANGİ TOPLU TAŞIMA?!?!?!

Macaristan’dan 20 yıl önce ithal edilen ve ithalat sırasında bir acayiplik olduğu için HÂLÂ plakaları olmayan, dünyanın en “çevre zararlısı” IKARUS marka otobüsler mi?

Veya yine süper yakıt harcar, yine bir çevre zararlısı o çok sevdiğimiz vapurlar mı?

Veya en küçük bir çevre bilinci olmayan minibüsler mi?

Dizel trenleri de dahil edersek..

28 kilometrelik metrocuğumuzdan söz etmiyoruz herhalde değil mi? Bizdeki toplu taşıma naha yukardakiler! Burası Almanya değil.

Şunu demek istiyorum. Toplu taşıma iyi güzel ama (halk zaten bunu yapıyor) dünyanın en kirletici araçlarıyla olursa bunun bir manası olur mu? Hoca (yani belediye) posurunca cemaat ne yapar söylemeye gerek yok değil mi..

Amerikan önerilerini sıralarken TC şartlarını düşünmek lazım.


Vatan Gazetesi
Tuğçe Baran (02.02.2007)
Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca..
Kullanıcı avatarı
barbar
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2770
Kayıt: 05-11-2006 21:23
Konum: Ordan Burdan

Mesaj gönderen barbar »

Derin devlet nerede?


TARTIŞACAK konu yaratmakta ustayız ya... Sorun çözmeyi beceremeyince tartışacak sorun üretiyoruz.

Son olarak "Derin devlet nedir?" tartışmasına kilitlendik.

Bu sorunun yanıtını bilene biz rastlamadık.

Önce "derin devlet" konusunu ortaya atan Başbakan Tayyip Erdoğan’dan başlayalım.

Başbakan, Kanal 7 TV’deki "İskele Sancak" isimli programda:

"Derin devlet tanımına katılmıyorum diye bir şey yok. Niye olmasın? Osmanlı’ya dayanıyor. Gelenekten gelen bir şey. Bunu minimize etmek, mümkünse yok etmek, bunu başarmak önemli" diyerek tartışmayı başlattı. Sonra tanımlamayı biraz daha netleştirdi:

Derin Devlet Başbakan’a göre, bir bakıma "kurumların içindeki çeteleşme" imiş. Bu düşüncesini de Etiyopya gezisine katılan gazetecilere, uçakta söyledi. "Bu tür bir yapı var. Bugüne kadar bu tür bağlantıların üzerine gidilemediği için bedelini hem millet, hem devlet olarak ödedik" dedi. Eğer yasama, yürütme ve yargı el ele verirse sonuç alınabileceğini vurguladı.

Gazetelerde izlemişsinizdir. Bu sözler üzerine "derin devlet" kavramını tanımlamayan nerdeyse kalmadı.

Sayın Süleyman Demirel’e göre "derin devlet, normal devletin raydan çıkmış hali" imiş. "Kökünde ya devlet yıkılırsa?" korkusu yatarmış. O yüzden birileri harekete geçmek gereğini duyarmış. İşte "derin devlet" denen şey, "Devleti biz kurtaralım" diyenlermiş.

Sayın Kenan Evren’in de Demirel’in tanımlamasına benzer bir açıklaması var. "Devlet zaaf gösterirse, derin devlet müdahale eder... Etmiştir... Kimse (12 Eylül 1980 müdahalesi öncesinde bize) ’Paşam müdahale etmeyin’ demedi. Bilakis, ’Edin... El koyun’ denildi" diyor. (Bu alıntıların kaynağı 1 Şubat 2007 tarihli Zaman gazetesidir.)

Görüldüğü gibi, derin devlet kavramını herkes, faili meçhul cinayetlerden, Susurluk çetesine ve Şemdinli olaylarına kadar aklına takılan hangi olay varsa onunla açıklıyor.

Derin devlet nedir, var mıdır, yok mudur, in midir, cin midir, biz de bilmiyoruz. Ama yapılan tanımlamalardan anlıyoruz ki, bilmeseler de insanlar belirli noktalarda birleşiyorlar:

Önce "hukuk tanımayan" bir güçten söz ediliyor. Ama bu gücü kimileri "devletin -veya vatanın- yüksek menfaatlerini koruma" iddiası, kimileri "devlet içinde çete kurup çıkar sağlama" çabası ile açıklıyor. Birincisi "hükümet darbesi" yapmayı "derin devlet"le açıklıyor, ikincisi "devlet gücünü kullanarak çıkar sağlamayı" derin devletin marifeti sayıyor. Derin devleti, çıkar amaçlı çete kuran kamu görevlileri sanıyor.

Derin devletin var olduğunu iddia etmek aslında, "ülkemizde hem etkin şekilde görev yapan hem de her kararının, her eyleminin hesabını veren, bir başka deyişle SAYDAM bir devlet yok" demektir.

Çünkü aksi halde kimse ne çeteleşebilir ne de darbeciliğe soyunur.

Derin devleti o nedenle kapı arkasında aramayalım. O, bizi yönetenlerin zaafında yatıyor.

Oktay Ekşi/Hürriyet gazetesi
Never let me alone !!
Kullanıcı avatarı
barbar
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2770
Kayıt: 05-11-2006 21:23
Konum: Ordan Burdan

Mesaj gönderen barbar »

Devleti görünce kaçın...


SUÇ örgütleri ele geçirildiğinde, devlet yakalanıyor.

Devletin suçluları yakalaması daha normalken, bir örgüt çökertildiğinde, bir de bakıyorsunuz ki enselenen devlet...

(.....)

Diyelim ki gümrüklerde bir akaryakıt kaçakçılığı ortaya çıkartılıyor, suçlananlara bakın:

- Genel Müdür Vekili.

- Bölge Başmüdürü.

- Müşteşar.

- Bakan.

Acarkent’te ormanın çalınması suçu işleniyor, bir orman yağması örgütü çökertiliyor diyorlar, zan altındakiler:

- Orman bölge görevlileri.

- Belediye.

- Bilirkişiler.

- Devletin hukukçuları.

Hrant Dink suikastından hemen sonra zan altında kalıp da durumu kötü olanlar:

- Trabzon Emniyet Müdürü.

- Trabzon Valisi.

- İstanbul Emniyet Müdürü.

- İstanbul Valisi ve Yardımcısı.

- Polis.

Yolsuzluklardan, yağmalardan cinayetlere kadar...

Ne zaman bir suç işlense, sanıklar arasında devlet kurumları ve adamları yerlerini alıyorlar.

Son birkaç yılda böyle karşımıza çıkan "devletin adamlarını" bir araya toplasanız, bu arkadaşlardan en az iki devlet kurulur.

Peki; bu nasıl devlet?..

Böyle devlet olur mu?..

Bizim başımız derde girdiğinde "devlet" sanıp koştuğumuz devletin kurumları ve devletin adamları bunlar.

Ortaya çıkan her suçun içinde mutlaka ve mutlaka; devletin adamları, koltukları, makamları, görevlileri çıkıyorsa...

Bu kadar kirletilmişse devlet...

Bu kadar elden-ayaktan çıkmışsa...

Her suç örgütü ele geçirildiğinde, devletin bir kısmı yakalanıyorsa...

Ve gidecek başka devletimiz yoksa...

Bizler ne yapabiliriz?..

Devleti görünce kaçmaktan başka...

Bekir Coskun/hurriyet
[ resmi görüntülemek için tıklayın ]
Never let me alone !!
Kullanıcı avatarı
EcCeNtRiC
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 6915
Kayıt: 21-06-2004 13:49
Konum: izmiR

Mesaj gönderen EcCeNtRiC »

ŞÜKRET EY TÜRK KADINI


Atatürk Türk kadınlarına haklarını verdi!' Kaç kez işittik yukarıdaki cümleyi, bilhassa kadınlardan. Türkiye'de değişik yaş gruplarından ve mesleklerden kaç kadın, 1920'ler ve 30'lardaki reformlar sayesinde Türk kadınlarının 'mücadele etmesine gerek kalmadığına' inanır. Batılı kadınlar 'hakları verilmediğinden bizzat almak' durumunda kalmışlardır. Bizde ise, haklar siyasi elit tarafından verildiğine göre 'almaya' gerek kalmamıştır. Yukarıdan aşağıya modernleşmeye ve devlet merkezci sistem anlayışına alışkınız ne de olsa; kadın hakları hususunda da aynı alışkanlıklar devam ediyor. Devlet verir nafakamızı, ötesini sorgulamak nankörlük addedilir.
Bu sebepten, şükreden bir tavır içinde donduk kaldık kuşaklardır. Türkiye'de kadınlar seçme ve seçilme hakkına Fransa'daki kadınlardan bile erken kavuştu. Şükret! Türkiye'de kadınlara aile hukuku ve boşanma ve velayet hususlarında ne kadar erken verildi hakları. Şükret! Kadınlar doktor, akademisyen ve pilot oldular, hatta kadın başbakanımız bile oldu geçmişte. Şükret! Şükretmezsen eğer 'feminist' zannederler, maazallah. Feminist kelimesi ise hem sağ hem sol kesimin gözünde neredeyse küfürle eşdeğer. Her ideolojik cenahın otomatik olarak karaladığı, küçümsediği bir kavram feminizm. Bu konuda en büyük genellemeleri yapabilenler ise, feminist teoriler ve hareketler hakkında en az bilgiye sahip olanlardan çıkar.

OECD'nin istihdam raporlarında Türkiye'ye dair çarpıcı, acı bir tablo sergilendi. Kadınların işgücüne katılımları açısından en sonuncu sırada yer aldık yüzde 27'lik bir oranla. Daha da düşündürücü olan 1990'dan bu yana çalışan kadın oranındaki belirgin bir azalma olması. Kadınların işsizlik oranında ise Türkiye yüzde 10'luk bir oranla Çek Cumhuriyeti ile beraber yedinci sırayı aldı.

Sayılar düşündürücü ama ampirik (empiricist) verilerden ziyade, değiştirilmesi zor olan zihniyetler. Düşünce kalıplarımız! 1980 sonrasını analiz eden siyaset bilimciler Kemalistler-İslamcılar ikileminden bahsederken, iki kesimin ayrılıklarını irdelediler hep, benzeşen yanları üzerinde durmadılar genellikle. Kadına bakış. Cinselliğe bakış. İdeolojik uzaklık illa da bu meselelerde uzak olmak anlamına gelmez. Siyasetin de siyasetçilerin de söylemleri erkek egemen bir dil. Daha bu hafta TBMM'de DYP'li bir milletvekili, CHP'yi AK Parti'nin 'altına yatmak' ile itham etti. Bu zihniyet nereden geliyor? Bu kafa yapısı?

Ne cinselliğimizle barışığız ne de kadınlarımızla. Şimdi bu yazıyı okuyan tüm kadın okurlara bir sual: Bizleri söylemleriyle aşağılayan Türk erkeklerinin, arkası olmayan, savunmasız, çoğu zaman fuhuşa sürüklenen Rus, Moldavyalı, Azeri hayat kadınlarına nasıl davrandığını düşündünüz mü? Merak ettiniz mi? Onları kız kardeşiniz addettiniz mi? Yoksa onlar 'namussuz' siz 'namuslu' olduğunuz için araya bir perde mi çektiniz?

Meclis kürsülerinde, sokaklarda, kurumlarda kadınlar horlanıyor. Bunları yapanlar bizim eşlerimiz, babalarımız, oğullarımız. Bizler tınmıyoruz, alınmıyoruz. Başka başka kadınlar alınsın. Biz niye alınıyoruz ki diyerek, gaflet uykumuzdan uyanmak istemiyoruz. Niye uyanalım ki, nasıl olsa haklarımız verildi bize, hem de Fransız kadınlarından bile evvel! Ne güzel! Şükret ey Türk kadını!


ELİF ŞAFAK
[i]*Her yeni başlayan macera
Heyecan dolu çilek kokar.. ;) [/i]
Kullanıcı avatarı
EcCeNtRiC
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 6915
Kayıt: 21-06-2004 13:49
Konum: izmiR

Mesaj gönderen EcCeNtRiC »

HEPİMİZ ERMENİ MİYİZ?

Pazar günü Malatya'da oynanan Malatyaspor-Elazığspor maçı...
Tribündeki Elazığsporlu taraftarlar "Ermeni Malatya" sloganı atıyor. Çünkü Hrant Dink Malatyalı...
Ardından bir pankart açılıyor:
"Ne Ermeniyiz, ne Malatyalıyız. Biz Elazığlıyız. Türkiye sevdalısıyız."
Bunun üzerine Malatyasporlular "PKK dışarı" diye bağırıyor.
Küfürleşme, arbedeye dönüşüyor.
Sonuç:
3'ü polis 10 yaralı...
***
Aynı günün gecesi Pop Star Alaturka programı...
Bülent Ersoy yarışmacılardan birini fırçalıyor. Fırçalarken sivri dilini ırkçılık kavanozuna batırıp çıkarıyor:
"Öyle bir söyledi ki, Ermeni üstüme geliyor zannettim" diyor.
Sonra da Dink'in cenazesinde atılan "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını eleştiriyor. Eleştiri cümlesi şu:
"Ben elhamdülillah Müslümanım! Bedenim teneşire de gelse 'Ermeniyim' demem."
***
Dink'in cenazesinde "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı atanların anlatmak istediği, karşı çıktığı şey tam da buydu işte:
Bazıları "Ermeni" sözcüğünü küfür niyetine kullanıyor. Bu ırkçı yaklaşıma karşı Ermenilerin yanında saf tutmak; onların hassasiyetini paylaşmak, bir insanlık görevi...
Eminim aynı topluluk, ASALA Türk diplomatlarını kalleşçe vurduğunda "Hepimiz şehit ailesiyiz" diye yürürdü; çünkü burada asıl mesele "Ermeni olmak" değil, mağdurun yanında durmak...
***
Şimdi milliyetçilik bayrağı altında Ermeni düşmanlığı yapanlara şunu sormak isterim:
"Malazgirt Savaşı'nı Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyor muydunuz?
"İstanbul'un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberiniz var mı?
"Çanakkale'de Mustafa Kemal'in yanında savaşan Ermeni askerlerin adlarını biliyor musunuz?
"Atatürk'ün bugün kullandığımız alfabeyi Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a hazırlattığını ve sonra ona Dilaçar soyadını verdiğini biliyor muydunuz?"
Son bir soru:
Bir Ermeni dostuna bu soruları soranın, Alparslan Türkeş olduğunu biliyor muydunuz?
O Türkeş'in, 600 yıllık Türk-Ermeni dostluğunu diriltebilmek için Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan'la buluştuğunu, Ermeni askerlerin Azeri topraklarından çekilmesi şartıyla Ermenistan'la diplomatik ilişki kurulmasını savunduğunu ve 1915'te ölenlerin anısına, Türk-Ermeni sınırına bir anıt dikilerek Ermenistan'a bakan yüzüne Türkçe, Türkiye'ye bakan yüzüne Ermenice "Verdiğimiz acılardan dolayı üzgünüz" diye yazılmasını bile düşündüğünü biliyor muydunuz?
Bu tavırdan bugünün milliyetçilerinin alacağı bir ders yok mu?
***
Bir daha yazalım:
Bizler "Türkler, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Aleviler" diye ayrılmıyoruz birbirimizden...
Bizler "vicdan sahipleri" ve "vicdansızlar" olarak ayrılıyoruz.
Bir yanda ırkçı, duyarsız, vicdansız Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Müslümanlar, Hıristiyanlar...
Öte yanda komşusunun acısını kendi acısı bilen, onun yarasına merhem süren, vicdan sahibi Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri...
Tasnifi böyle yapmazsak, sonunda hepimiz kaybederiz.


CAN DÜNDAR
[i]*Her yeni başlayan macera
Heyecan dolu çilek kokar.. ;) [/i]
Kullanıcı avatarı
barbar
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2770
Kayıt: 05-11-2006 21:23
Konum: Ordan Burdan

Çocuklara ’öldürmeyi’ öğretiyorlar...

Mesaj gönderen barbar »

GOLDİ; su tasını, yemek kabını, gezi tasmasını kendisi taşırdı oradan oraya. Aşı zamanı geldiğinde "aşı karnesini" ağzına alıp Veteriner Tıp Merkezi’ne kendisi gidiyordu.

Dün ona bakan veteriner hekimler ağladılar.

Çünkü Goldi’yi öldürdüler.

Sadece Goldi değil, son günlerde Ankara’nın birçok yerinde belediyeler tarafından toplu hayvan katliamları yapılıyor.

Or-an bölgesinde de o gece 40 kadar köpek kayboldu. Arkadaşımız Sevgili Deniz Biliroğlu’nun haberine göre, birkaçının karlar arasındaki cesetlerini buldular sahipleri, zehirle katliam yapanlar öbürlerini toplayıp götürmüşlerdi.

Goldi de kendi evinin bahçesinde ölmüştü.

Bu bölgede devlet adamları, büyük bürokratlar ve milletvekilleri otururlar.

Yani; Hayvan Hakları Yasası’nı çıkartan ve uygulamakla görevli olanlar...


Ben sormaya devam ediyorum:

Türkiye’de her gün oluk gibi kan akıyor. İnsanlar birbirlerini öldürüyorlar durmadan.

O eli tabancalı-bıçaklı suçluların çocukluklarında bir köpekleri, bir kedileri olsaydı, böyle sevgisiz mi büyürlerdi?..

Dili olmayan bir canlıyla dostluk kuran çocuk, büyüdüğünde dili olan hemcinsleriyle hayda hayda iletişim kuramaz mıydı?..

Bir canlıyı sevmenin, korumanın, ona kıyamamanın ilk dersi değil midir; çocuklara bir kuşu, bir kediyi, bir köpeği sevdirmek?..

Ama siz; "huzur ve sükûneti sağlama şartı olarak" çocuklara "öldürmeyi" gösterirseniz...

Bu ülkede akan kan nasıl durur?

Cinayet, dehşet, ölüm nasıl biter?

Goldi ve öbür köpeklerin-kedilerin sahibi çocuklar günlerdir ağlıyorlar. Birçoğu hálá bir umut, kayıp dostlarını arıyorlar Ankara’nın ara sokaklarında.

İşte böyle başlıyor; yok etmenin, acımasızlığın, merhametsizliğin ve yaşama saygısızlığın öyküleri. İşte böyle yerlerde yetişir; gaspçılar, kapkaççılar, eli bıçaklılar, katiller, caniler.

Aslında; büyükler çocuklara "öldürmenin kötü bir şey olmadığını" tebliğ ediyorlar, anlamıyor musunuz?

Bu büyüklerden çok daha bilinçli Goldi gözümün önünden gitmiyor; ağzında aşı karnesi, bir kapının önünde bekliyor...
hürriyet/Bekir Coşkun
Never let me alone !!
Kullanıcı avatarı
barbar
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2770
Kayıt: 05-11-2006 21:23
Konum: Ordan Burdan

Mesaj gönderen barbar »

ABD nasıl mahcup oldu?..


DUYDUNUZ; Abdullah Gül’e göre ABD’liler çok "mahcup" oldular.

Bu nasıl oldu bilemiyoruz. Gül’ün mü tespiti, yoksa şöyle olmuş olabilir mi:

Gül, Condoleezza Rice’ın bürosuna girdiğinde, Rice koltuğunda dizlerinin üzerine eğilmiş, eliyle yüzünü kapatmıştı mahcubiyetten.

Gül, "Ben geldiiiimmm..." dedi.

Rice, elini yüzünden çekmeden, iki yana sallanmaya devam ederek "Oldu işte, oldu işte..." diye adeta inledi.

Gül:

"Bu kadar mahcubiyet hissetmeyin lütfen... İnsanlık hali, hepimiz hata yaparız... Önemli olan hatayı düzeltmek, işte biz de Türkiye’de Atatürkçü olduk netice itibarıyla... İbrahim Hakkı Hazretleri buyuruyorlar ki....."

İşte o an Rice, "Ohhh Abdullah..." diyerek mahcubiyetini attı...

*

Böyle olmuş olabilir mi?..

Düşünün siz; arkadaşların "strateji ortağı" ABD, kuzey sınırımızda yıllardır adım adım bir Kürt devleti kuruyor...

Bunu perdelemek için PKK’ya göz yumuyor ve PKK o bölgeden destek alarak durmadan kan döküyor... PKK’nın tüm silahları, cephaneliği, haberleşme sistemi ABD malı...

Kerkük, ABD’nin şemsiyesi altında Türkmen kenti olmaktan çoktan çıktı...

Ve "strateji ortağımız", düşman askeriymiş gibi Türk askerini basıp başlarına çuval geçirebiliyor...

Türkiye’deki iktidar onurlu tavır koyacağına, yine de gidip kapı kapı "destek" dileniyor.

*

Yoksa benim minik senaryom şöyle mi oldu aslında:

Rice’ın kapısı açıldı, ama içeri giren yok... İki görevli içeri Gül’ü ittirdiler, ama o bir eliyle yüzünü kapatırken öbür eliyle kapının pervazına yapışıp girmemek için direndi.

Rice, "Niye girmiyor?" diye sordu.

Görevli:

"Mahcubiyetten."

Rice:

"Söyleyin girsin..."

Görevli:

"Girmiyor..."

Rice:

"Bırakın gitsin..."

Görevli:

"Gitmiyor..."

[ resmi görüntülemek için tıklayın ]
Bekir Coşkun/hürriyet
Never let me alone !!
Kullanıcı avatarı
barbar
Best of TurkiyeForum
Best of TurkiyeForum
Mesajlar: 2770
Kayıt: 05-11-2006 21:23
Konum: Ordan Burdan

Mesaj gönderen barbar »

Dövüş köpeği...


GÖRÜNTÜLERDE köpek dövüşü...

Şereflikoçhisar civarında bir arazide, biri beyaz, iki köpek birbirlerini parçalıyorlar. Çevrelerini sarmış belki yüz kişi (ki bunlar bahis oynayanlar) çığlıklar atıyorlar.


Dövüşen iki köpeğin hemen yanında bir çocuk var, aşağı yukarı on yaşlarında.

Niçin çocuk?..

Çünkü beyaz köpek, çocuğu çok seviyor
.

Onu dost kabul etmiş, onun zarar göreceğini sanıp aklınca onu koruyor ve öbür köpeği var gücüyle parçalamaya çalışıyor.

Sonunda yeniliyor beyaz köpek.

Beyaz tüyleri kıpkırmızı, ölmek üzere... Ama çocuk yanına yaklaşınca, bakıyor ve kuyruğunu sallıyor.

*

Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet Dergisi’nde bir "Hayvan Hakları Bildirisi" yayınladı.

Deniliyor ki:

"Resulullah dövüştürmek için hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır. Horoz, deve, boğa, köpek, koç dövüştürmek hep bu yasak içinde yer alır.

Bunlar hayvanlara eziyet etmektir ve hayvanlara eziyet etmek kesin olarak dinimizde suçtur.

Bütün hayvanlar insanlarca, gözetilme, bakılma ve korunma hakkına sahiptir....."


*

Diyanet İşleri Başkanlığı’na tüm hayvan dostları, tüm çocuklar, tüm iyi insanlar, tüm canlılar adına teşekkür etmeliyim.

Kendisini başka bir köpeğe parçalatan çocuğa yine de kuyruğunu sallayan beyaz köpek; aslında bize yaşamın en anlamlı mesajını veriyor.

İnsanların sadece "hayvan" saydığı canlının, o akıl almaz dostluğunu, sevgisini, sadakatini...

İhaneti aklına bile getirmeyecek kadar dürüstlüğünü...

Dostu çocuğa karşı görevini yapmış olmanın huzurunu...

Hiçbir insanın (özellikle canlıların kanı aktıkça çığlık atan insanların) asla sahip olamayacağı kadar saflığını-temizliğini anlatıyor bizlere.

Ama biz...

Biz anlamıyoruz.

Ne din adamları bize anlatabiliyorlar, ne gözümüzün önündeki akıl almaz dersleri görebiliyor insanoğlu.

Dört bir yandan sadece yok etmenin çığlık sesleri geliyor.
Never let me alone !!
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir