Sahabeler [Peygamberimiz (s.a.v.) Görenler]

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Sahabeler [Peygamberimiz (s.a.v.) Görenler]

Mesaj gönderen commando »

Ümmü Ümare Hazret-i Nesibe bint Ka'b (r.anha)

Künyesi Ümmü Ümâre olan Hazret-i Nesibe, bilhassa Uhud Gazvesi'nin en fedâkâr kahramanlarındandır.
Uhud Savaşı'na katılışını ve orada başından geçenleri şöyle anlatır:
"-Bir kırbaya su doldurarak Uhud yolunu tuttum, Müslümanların durumunu görmek ve susuz yaralılara su dağıtmak istiyordum. O sırada Müslümanlar üstün durumdaydılar, fakat sonra kafirler üstünlüğü ele geçirmeye başlayınca Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve selem-'in yanına koştum ve O'na saldıran kafirlerin karşısına dikildim."
Artık o su dağıtan bir kadın değil, ok ve yayıyla savaşan bir mücâhide idi. Düşmana saldırır saldırmaz birkaç yerinden yaralanmasına rağmen, savaşın sonuna kadar Allâh Rasûlü'ne siper olmuş, kocasını ve çocuklarını da her fırsatta cesaretlendirip teşvik etmiştir.
Düşmanlar, Peygamber Efendimiz'e hangi istikametten saldırırsa, hemen zevci ve oğullarıyla oraya koşuyorlar ve düşmanı ilk olarak göğüslemek için adeta yarış ediyorlardı.
* * *
Hazret-i Nesibe anlatmaya devam eder:
"-Kılıçla, okla müşrikleri uzaklaştırmaya çalışırken yaralandım. Resûlullah'ın yanında on kişi ya var, ya yoktu. Ben, oğullarım ve kocam Resûlullah'ın önünde çarpışıyor, müşrikleri O'ndan uzaklaştırıyorduk. Bir ara Resûlullah, kalkanımın olmadığını gördü ve yanındaki birisine:
"-Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışan şu kadına bırak!" buyurdu. O adam kalkanı bana verince düşmana karşı daha emin adımlarla ilerledim.
Bize ne yaptılarsa süvariler yaptılar. Aslında Uhud'da biz yaya, onlar atlı olduklarından zorlandık, eğer onlar da bizim gibi yaya olsalardı gerçek savaş neymiş, o zaman anlaşılırdı.
Biri at üzerinde gelip savaşınca onun hücumunu kalkanla savuşturuyordum. Benden başkasına doğru gitmek için döndüğünde de atının ayaklarına kılıcımı sallayıp kesiyordum. At yere yıkılınca, Peygamber Efendimiz, oğlum Abdullah'a:
"-Ey Ümmü Ümâre'nin oğlu! Annene, annene yardım et!" buyuruyordu.
Abdullah, Uhud günü sol kolundan yaralanmış, Resûlüllah Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve selem-'de
"-Yaranı sar!" buyurmuştu. Bunu duyan Hazret-i Nesibe, belinden bir miktar bez çıkarıp yarayı iyice sardı. Resûlüllah ise bu manzarayı seyrediyordu.
Nesibe yarayı sardıktan sonra oğlu Abdullah'a:
"-Kalk, kafirlere karşı savaşa devam et!" dedi. O'nun bu sözü üzerine Resûlüllah Efendimiz:
"-Ey Ümmü Ümâre senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?" buyurdu.

O sırada Hazret-i Nesibe'nin önüne bir kafir çıkageldi. Bunu gören Allah'ın Elçisi:
"-İşte senin oğlunu yaralayan buydu." dedi. Hazret-i Nesibe yerindem fırlayıp adama yetişti ve onu ağır bir şekilde yaraladı. Resûlüllah -sallallâhu aleyhi ve selem- dişleri görünecek kadar gülümseyerek:
"-Allah Teâlâ'ya hamd olsun ki, seni düşmana muzaffer kılıp gözünü aydın etti. Haydi oğlunun intikamını aldın!.." buyurdu.
* * *
Bu savaşta, İbn Kamiyye isminde bir müşrik Peygamber Efendimiz'e saldırmış ve onu mübârek başından yaralamıştı. Bunu gören Hazret-i Nesibe, İbn Kamiyye'ye saldırmaya başladı.
Hazret-i Nesibe bu savaşta oniki-onüç yerinden yara almıştı. Ama bunlardan en ağırı İbn Kamiyye'nin boynunda açtığı yaraydı.
Resûlüllah Efendimiz bu sefer Abdullah'a, annesinin yarasını sarmasını emredip:
"-Allah, ev halkınızı mübarek kılsın! Senin annenin makâmı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah, size rahmet etsin." diye onlara duâ etti. Öyle ki bu yara bir sene tedaviden sonra ancak iyileşmişti.
* * *
Bir gün Nesibe Hatun, Peygamber Efendimiz'e;
"-Ya Resûlüllah! Allah'a dua et de cennette sana komşu olalım!" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Habibi, ellerini yüce dergâha kaldırdı ve:
"-Allah'ım! Bunları, Cennette bana komşu ve arkadaş et!" diye dua etti. Bu duâdan sonra Ümmü Ümâre:
"-Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok." buyurdu.
İşte O ve O'nun gibiler "Asıl hayat ahiret hayatıdır!.." düşüncesiyle, her şeyini Allah ve Resûlü uğruna fedâ etmeye hazırdı.
Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve selem- onun bu fedakârlıklarını anlatmak üzere:
"-Uhud günü sağıma baksam Nesîbe, soluma baksam Nesîbe, her tarafta onu görüyordum." buyurmuşlardı.
* * *
Hazret-i Nesibe'nin gazâlara olan iştiyakı, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in vefatından sonra da devam etti. Nitekim Hazret-i Ebûbekir zamanında Yemâme'de Müseylemetü'l-Kezzab adında yalancı biri, peygamberliğini ilan etmişti. Bunun üzerine Mü'minlerin emîri ona elçiler gönderdi. Bu elçilerin içinde Ümmü Ümâre'nin oğlu Habîb de bulunuyordu.
Müseyleme, Habib'i, kendisine gönderilmiş bir elçi olduğu halde işkence ederek öldürdü. Müslümanlar bu haberin Hazret-i Nesîbe'yi üzeceğini düşünerek, kendisine söylemeye çekindiler. Bir vesileyle bunu duyan Nesibe Hatun:
"-Elhamdülillâh, ben de şehid anası oldum!" diye sevindi. Bundan sonra da Halid b. Velid ile birlikte Müseyleme'nin üzerine giden orduya katıldı. Yaşı altmışı geçtiği halde:
"-Müseyleme'nin ölümünü göreceğim!" diye yemin etti.
Elinde kılıç, yanında öbür oğlu ile birlikte hücum etti ve neticede Müseyleme, Hazret-i Vahşî tarafından öldürüldü.
Hazret-i Nesibe bu savaşta da bir çok yerinden yara aldığı ve kolunun birini kaybettiği halde; "Ey Mücahidler vurun, Allah aşkına vurun." diye seslenerek askerleri coşturuyordu.
Ömrünü Allah ve Resûlü uğruna cihatlarla geçirmiş olan Hazret-i Nesîbe -radıyallâhu anhâ-'nın ne zaman vefat ettiği belli olamamakla birlikte, Medine'de vefât ettiği ve Bâkî kabristanlığına defnedildiği bilinmektedir.
Rabbimiz, bizlere de O'nun cesaret ve kahramanlık ruhundan hisseler nasip eyleyip, bu büyük dâvânın yüceltilmesinde hizmetkâr kılsın!...
Âmin.
Hazret-i Nesibe hakında...
Gazalarda gösterdiği cesâret ve kahramanlıklarıyla meşhur olan bu hanım sahabe, Hazrec kabilesine mensup olup Medine'nin ileri gelen ailelerindendir. Babası Mâzin b. Neccar, annesi ise Rebâb bint Abdullah'tır. Tahmînen miladî olarak 573 yılında doğmuştur.
Akabe biatlarına eşi Zeyd b. Asım ile beraber katılmış ve müslüman olmuşlardır. İlk müslüman olan Medineli iki hanımdan biridir.
Hazret-i Nesibe, hicretten sonra meydana gelen Uhud, Hayber, Mekke'nin fethi ve Huneyn gibi savaşlara katılmış; Umretü'l-Kaza, Hudeybiye Antlaşması, Veda Haccında bulunmuştur.
Hazret-i Nesibe, Bedir savaşına katılamamış, ama oğulları Abdullah ve Habib'i bu cihada yolcu etmiştir. Bedir dışındaki bütün gazalara ise âilece iştirak etmişlerdir.
Kocasının vefatından sonra, Hazret-i Nesibe, Guyeyye b. Amr'la evlenmiş, bu zâttan Temim adlı bir oğlu ile kızı Havle dünyaya gelmiştir.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Ebû Hüreyre

Çok hadis rivâyet eden meşhur sahâbî.

Adı, Abdurrahman b. Sahr; künyesi, Ebû Hureyre'dir. Câhiliye döneminde ismi Abdüşşems idi. Hz. Peygamber onu, Abdurrahman (bazı rivâyetlere göre Abdullah, hattâ başka isimler de ileri sürülmektedir) diye adlandırdı (el-Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, Beyrut, t.y, III, 507). Ne sebeple Ebû Hureyre diye künye edindiğini kendisi şöyle açıklamıştır: "Bir kedi bulmuştum, onu elbisemin yeninde taşırdım; bundan dolayı Ebû Hureyre (kedicik babası) künyesiyle çağrılır oldum (ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1376/1956, I, 32). Hayber gazvesi sıralarında Yemen'den Medine'ye gelip müslüman olmuştur (H. 7/M. 629) (ez-Zehebî, a.g.e., aynı yer). O tarihten itibaren Hz. Peygamber'in vefâtına kadar ondan ayrılmayan bir sahâbîsi olmuş, kendisini onun hizmetine adamıştır. Hizmet süresi yaklaşık dört yılı buluyordu (İbn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, Beyrut 1966, VIII, 108,113).

Hz. Peygamber'in misafirperverliği ve cömertliği sayesinde yaşayan Ebû Hureyre, Rasûlullah (s.a.s.)'ın mescidinde sadece ibadet ve ilimle meşgul olan Ehl-i Suffe'nin en ileri gelen siması idi. Hz. Peygamber'i büyük bir muhabbetle sevmiş, onun sünnetine uygun olarak yaşamış ve manevî yüce mertebelere erişmiştir (İbn Kesir, a.g.e., VIII, 108, 110).

İffet sahibiydi, eli açık ve cömertti. Hoşsohbet, temiz ve ince duygulu, saf gönüllü idi (Zehebî, Tezkire, 1, 33). Emirlik ve valilik ona kibir vermedi. Üstelik alçak gönüllülüğünü arttırdı. Medine valisi Mervan'a vekâlet ettiği sıralarda, üzerine semeri bağlanmış bir eşekle, hurma lifinden örülmüş bir başlık başında olduğu halde çarşıya çıkar ve, "Savulun emir geliyor!" dermiş (İbn Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut 1380/1960, IV, 336).

İmam Şâfii gibi büyük âlimlerin bildirdiğine göre Ebû Hureyre kendi dönemindeki hadis nakledenlerin içinde hafızası en sağlam olanıdır (İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe, Mısır 1328, IV, 205). Hz. Peygamber ile nisbeten kısa sayılabilecek bir süre birlikte olmasına rağmen, onun hadislerini bu kadar büyük bir sayıda elde edebilmesinin sırrı ve sebebleri şöyle açıklanabilir:

a) Birinci sebep: Hz. Peygamber ile sık sık görüşmesi ve ona hiç çekinmeden her çeşit sorular sormasıdır (İbn Hacer, a.g.e., IV, 206). Nitekim Buhâri ve Müslim'in naklettiklerine göre Ebû Hureyre şöyle demiştir: "Siz, Ebû Hureyre'nin çok hadis rivâyet ettiğini söyleyip duruyorsunuz. Ben fakir bir kimseydim. Karın tokluğuna Hz. Peygamber'e hizmet ediyordum. Muhâcirler çarşıda, pazarda alışverişle, Ensâr da kendi malları, mülkleriyle uğraşırken, ben Hz. Peygamber'in meclislerinin birinde bulunmuştum; buyurdu ki: 'İçinizden kim cübbesini yere serer de ben sözümü bitirdikten sonra toplarsa benden duyduğunu bir daha unutmaz. 'Bunun üzerine ben üzerimdeki hırkayı yere serdim, Hz. Peygamber de sözünü bitirince, onu topladım. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o andan sonra ondan duyduğum hiçbir sözü unutmadım" (Müslim, Fadâilü's-Sahâbe, 159; Buhâri, İlim, 42).

b) İkinci sebep: İlme olan tutkunluğu ve Hz. Peygamber'in ona bildiğini unutmaması için dua buyurmasıdır. El-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek'te (111, 508) şu haberi vermektedir: "Bir adam Zeyd b. Sâbit'e gelerek ona bir mesele sordu. O da Ebû Hureyre'ye gitmesini söyledi ve şöyle devam etti; çünkü bir gün ben, Ebû Hureyre ve bir başka sahâbî Mescid'de oturuyorduk, dua ve zikirle meşgul idik. O sırada Hz. Peygamber geldi, yanımıza oturdu; biz de dua ve zikri bıraktık. Buyurdu ki: 'Her biriniz Allah'tan bir dilekte bulunsun. ' Ben ve arkadaşım, Ebû Hureyre'den önce dua ettik, Hz. Peygamber de bizim duamıza âmin dedi. Sıra Ebû Hureyre'ye geldi ve şöyle dua etti: 'Allah'ım, senden iki arkadaşımın istediklerini ve de unutulmayan bir ilim dilerim.' Hz. Peygamber bu duaya da âmin dedi. Biz de, 'Ey Allah'ın Rasûlü, biz de Allah'tan unutulmayan bir ilim isteriz' dedik. Hz. Peygamber, 'Devsli genç sizden önce davrandı' buyurdu.

Buhâri, ilim bahsinde, hadise olan tutku bâbında (nr. 33) Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Ey Allah'ın Rasûlü, kıyâmet gününde senin şefâatine nâil olacak en mutlu kişi kimdir?" diye sordum. Rasûlullah buyurdu ki: "Ey Ebû Hureyre, senin hadise olan aşırı tutkunluğunu bildiğim için, böyle bir soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin etmiştim. Kıyâmet gününde benim şefâatime nâil olacak en mutlu kişi Lâilâhe illallah diyen kimsedir."

c) Üçüncü sebep: Ebû Hureyre'nin büyük sahâbîlerle görüşmesi, onlardan birçok hadis alması ve bu sayede ilminin artıp ufkunun genişlemesidir (İbn Hacer el-Askalâni, el-İsâbe, IV, 204).

d) Dördüncü sebep: Hz. Peygamber'in vefâtından sonra uzun süre yaşamış olmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber'den sonra kırkyedi yıl yaşamış, hadisleri halk arasında yaymakla meşgul olmuştur (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadis, ve'l-Muhaddisûn, Kahire 1958, 134).

Bütün bunların neticesinde Ebû Hureyre, Sahâbe içerisinde hadisi en iyi bilen, hadis almada ve rivâyet etme hususunda diğerlerinden daha üstün bir duruma gelmiştir. Onun rivâyet ettiği hadisler, diğer sâhâbilerde veya birçoğunda dağınık halde bulunuyordu. Bu yüzden onlar Ebû Hureyre'ye başvuruyor, hadis rivâyetinde ona dayanıyorlardı. İbn Ömer, onun cenaze namazında, ona Allah'tan rahmet dileyerek, "Hz. Peygamber'in hadisini müslümanlar adına muhâfaza ediyordu" demiştir (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 340). Buhâri, 'Ebû Hureyre'den 800 kadar sahâbe ve tâbiîn âlimleri hadis rivâyet etmişlerdir' diyor (İbn Hacer, a.g.e., IV, 205).

Kendisinden beşbinüçyüzyetmiş dört hadis gelmiş, bunlardan üçyüzyirmibeş tanesini Buhâri ve Müslim müştereken, doksanüç tanesini yalnız Buhâri, yüzseksendokuz hadisini de yalnız Müslim Sahîh'lerine almışlardır (Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 134).
Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'den naklettiği hadisleri halka öğretmeyi, ilmi gizlemenin günahındân kurtulmak için, kendisine bir görev sayıyordu (Buhâri, İlim, 43). Bu anlayış onu çok hadis rivâyet etmeye sevketti. Bir tek mecliste bile Hz. Peygamber'in birçok hadisini naklederdi. Fakat Hz. Ömer, halkın herşeyden önce Kur'ân ile meşgul olmasını, amelle ilgili olanların dışında kalan hadisleri az rivâyet etmelerini, halkı yersiz bir tevekküle götürecek ruhsat hadisleriyle, halkın anlayamayacağı müşkil hadisleri halka rivâyet etmeyi uygun görmüyordu. Bu arada, çok hadis rivâyet edenlerin, rivâyet sırasında hata yapabileceklerinden ve benzeri şeylerden de endişe ediyordu. Bütün bu sebeplerle, Hz. Ömer sahâbîleri çokça hadis rivâyet etmekten alıkoymuş, Ebû Hureyre'ye de ağır konuşmuş ve onu Devs'e sürmekle tehdid etmiştir. Çünkü Sahâbe içerisinde en çok hadis rivâyet eden oydu. İbn Kesir bunu naklettikten sonra şöyle der: "Bildirildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) daha sonra Ebû Hureyre'nin hadis nakletmesine izin vermiştir (İbn Kesir, a.g.e., VIII, 106; M. Ebu Zehv, a.g.e., 159).

Ebû Hureyre 78 yıl yaşadıktan sonra Hicrî 57/676 yılında Medine'de vefât etmiştir.

M. ALİ SÖNMEZ
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Selman Fârisî (r.a.)
Hilye-i Selmân-ı Pâk

Selman uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlü ve sık sakallıydı. Bünyesi sağlam ve güçlüydü. Dostluğu külfetsizdi. Samimi ve geçim ehli bir zattı.

Altın silsilemizin üçüncü halkası Allah Rasülü'nün "bizden ve ehl-i beytimizden" iltifatına mazhar Selman el-Farisî'dir. Asıl adı Mabih iken müslüman olduktan sonra Allah elçisi tarafından Selman yada Sel-manu'1-Hayr diye adlandırıldı. ibn İslam diye künye aldı. İran'ın Isfahan bölgesinden. İranlılardan ilk müslüman. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) "Arab'ın ilki benim, Rum'un Suheyb, Habeş'in Bilal, Fars'ın da Selman" buyurmuştur. (Sıfatu's-Saf-ve, 1,538 Bezzar ve Taberani'den naklen)

Selman, Isfahan'ın Cey köyünde çiftlik sahibi ve kabile reisi zengin bir ailenin çocuğu. Babası Büd veya Büdehşan adlı bir zat. Aile ve çevresinin dini ateşperestlik. Selman da önceleri o dinin müntesibi. Ancak gönlünde alev alev yanan bir hak ve hakikat sevgisi, onu hak din aramaya sevketti. Önce hıristiyanların ibadeti ve kilisesi dikkatini çekti. Hristiyanlığın aslını öğrenmek için Şam tarafına gitti. Oradan Musul, Nusaybin ve Ammuriye'ye geçti. Ammuriye'de karşılaştığı ve kendisine hizmet ettiği rahip kendisine: "Hz. İbrahim'in Hanif ve tevhid diniyle gelecek son peygamberin zuhurunun pek yaklaştığını ve O'nun Arap toprağında ortaya çıkacağını" söyledi. Bunun üzerine Ammuriyye'ye gelen Benî Kelb kabilesi ticaret kervanıyla Şam üzerinden Medine'ye yakın Vadi'l-Kura'ya geldi. Benî Kelp kabilesi tüccarları buraya kadar kendilerine refakat eden bu iranlı arkadaşlarına -her nedense- ihanet ederek köle diye bir yahudiye sattılar. Selman'a Ammuriyye'de karşılaştığı ve hizmetinde bulunduğu rahip, vefatı sırasında gelecek olan son peygamber hakkında şu ipuçlarını veriyor: "Arap toprağında zuhur edecek ve iki taşlık arasında hurmalık bir yere hicret edecek. İki kürek kemiği arasında peygamberlik mührü olacak. Hediyye kabul edip sadaka almayacak."

Selman Medine'de köle olarak bulunduğu sırada Hz. Peygamber'in zuhurunu haber alınca bir yolunu bulup ilk fırsatta yanına gitti. Ammuriye'deki rahibin verdiği ipuçlarına göre Resülullah'ı süzdü ve uzunca bir teftişten sonra O'nda rahibin haber verdiği bütün özelliklerin var olduğunu gördü. Hemen aradığını bulan insanların gönül coşkusu ve ruh haleliyle Rasülullah'ı kucakladı ve müslüman oldu.

Selman (r.a.) köle oluşu sebebiyle Bedir ve Uhud gazvelerine katılamamıştı. Ancak Allah Rasülü bizzat ve O'nun uyarısı üzerine ashab-ı kiram, Selman'ın bedelini ödeyerek hürriyetine kavuşturdular. Selman yıllar yılı aradığı ve bulmak için pekçok sıkıntılara katlandığı hak din ve onun yüce peygamberine kavuşmuştu. Artık onun en büyük hazzı zamanını Allah Rasülünün dizinin dibinde, mescidin sofasında geçirmek, ondan gördüğü, duyduğu ve öğrendiği hakikati sünger gibi emerek ruhuna nakşetmek ve bununla hayatına yön vermekti. Ashab-ı kiram arasına karışınca samimiyeti, sadakati ve becerikliliği ile kısa zamanda sevildi. Sahabîler adeta onu paylaşamaz oldular. Özelikle Hendek gazvesinde engin tecrübesi ve bilgisi herkesi kendine hayran bıraktı. O günün harp imkanlarına göre çok yeni ve modern sayılabilecek, şehrin çevresine hendek kazma fikri, onundu. Bir nevi sur vazifesi görecek olan hendeğin kazımında Selman (r.a.) canhıraş bir şekilde çalıştı ve beş arşın derinliğinde, on arşın boyundaki hendeği bir günde kazmaya muvaffak oluyordu. O'nun bu başarısı ashab arasında paylaşılamaz hale gelmesini sağladı. Muhacirler" Selman bizdendir" derken ensar da "Selman bizdendir" diye ona kucak açıyordu. Bunlara şahid olan Sevgili Peygamberimiz Selman'a dünyalar değer bir iltifatta bulunarak "Selman bizim ehl-i beytimizdendir" buyurdu.

Hz. Peygamber (s.a.)'in hicret sonrası, dünya tarihinde bir benzerine rastlanmayan engin bir anlayışla Mekkelilerle Medinelileri kardeş yapması (muahat) sırasında Selman ile Ebu'd-Derda'yı kardeş ilan etmişti.. Bu iki fakir ve zahid sahabî birbirlerini sık sık ziyaret eder, birbirlerinin ihtiyaçlarını görerek yardımlaşırlar, yer yer birbirlerini sünnet çizgisinde uyarırlardı. Selman uzun hayat tecrübesi, seyahatları ve ince zekası sayesinde daha mutedil bir zühd ve ibadet hayatını seçtiği halde Ebu'd-Derda hazretlerinin ruh haleti biraz daha farklı şekillerde tezahür ediyordu. Nitekim bir defasında Selman(r.a) Ebu'd-Derda'yı ziyarete vardı. Fakat onu evinde bulamadı. Arkadaşının hanımı Ümmü'd-Derda'yı eski bir elbise içinde ve perişan bir halde görünce dayanamadı ve "durumlarının nasıl oduğunu" sordu.

Ümmü'd-Derda da biraz kahırlanarak "Halimiz nasıl olacak, kardeşin Ebu'd-Derda dünyayı boşadı. Maşallah geceleri kaim, gündüzleri saim. Bize hiç baktığı yok" dedi. Selman bunları duyunca üzüldü. Tam geri dönüp gitmek üzere idi ki Ebu'd-Derda geldi. Selman'ı görünce hemen kucaklayıp oturttu ve bir sofra hazırlayıp getirdi, Selman'ı da buyur etti. Selman: "Sen oturmayacak mısın?" diye sorunca o: "Ben oruçluyum" cevabını verdi. Selman bu sefer: "Vallahi sen sofraya oturmadıkça bir lokma bile yemem."diye diretti. Ebu'd-Derda çaresiz nafile orucunu bozup kardeşiyle birlikte sofraya oturdu. Geceleyin istirahata çekildiler. Gecenin ilk üçtebir ve yarısı vaktinde Ebu'd-Derda namaza kalkmak istediyse de Selman izin vermedi. Gecenin son üçtebiri olunca "Haydi şimdi kalkıp teheccüd kılalım" dedi ve birlikte kalkıp namaz kıldılar. Namazdan sonra Selman, Ebu'd-Derda'ya şunları söyledi: "Bak kardeşim, senin üzerinde Rabbının da, nefsinin de, ailenin de, misafirinin ve komşunun da hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin. Rabbın için namaz kıl, oruç tut kulluk yap, nefsini de unutma, ye iç, istirahat et, hayat yoldaşını da ihmal etme!"

Selman (r.a.) zühdî yaşayışı ve dünyaya değer vermeyen anlayışıyla tanınan bir sahabiydi. Nitekim Kinde kabilesinden bir kadınla evlenmişti. Zifaf gecesi kadının yanına girdiği zaman her tarafın kıymetli taşlar ve kumaşlarla süslendiğini görünce dayanamadı: "Evimiz ateşi yakılmış cehenneme dönmüş. Oysa dostum Allah Rasülü bana: Dünyadaki eşyan bir yolcunun azığı, yani yol eşyası kadar olsun" buyurmuştu, dedi. Evin süsleri sökülüp atılıncaya ve sade bir hale konuluncaya kadar içeri girmedi. Allah elçisinin bu sözünü kulağına küpe yapan Selman, bir başka defasında Sa'd bin Ebî Vakkas'a da aynı şeyi söylemişti. Olay şöyle meydana geldi. Selman (r.a.) hastalandı. Sa'd de onu ziyarete geldi. Selman'ı ağlıyor gören Sa'd şaşırdı ve ağlamasının sebebini sordu. Selman şu karşılığı verdi. "Ağlayışım ölümden korkumdan, ya da dünyaya düşkünlüğümden değildir. Rasülullah'ın tavsiyelerine uyamamış, emirlerini yerine getirememiş olmaktandır. Çünkü o bize:

"Dünyalığınız bir yolcunun azığı kadar olsun" buyururdu. Şu çevremdeki eşyalara bak." Oysaki o sırada çevresinde bulunan eşya da bir çamaşır leğeni, bir büyükçe çanak ve bir de abdest ve gusül için kullanılan su kabından ibaretti. Vefatından sonraki terikesi de ondört dirhem tutarında birşeydi.

Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Medain'e vali tayin edildi. Valilik onun hayat standardında herhangi bir değişiklik meydana getirmedi. Çünkü o, izzet ve şerefin dünyevi makamlarda ve üniformalarda değil, iman ve uhrevi hayatta olduğuna inanıyordu. Vali olduğu halde doğru dürüst bir evi ve elbisesi bile yoktu. Hırkasını hem cübbe gibi giyer, hem de bir kısmını altına serip yatak, birazını da üstüne örtüp yorgan olarak kullanırdı. Kendisine ev yapmak isteyen bir müslümana "Ayağa kalktığımda başımın değeceği yükseklikten, uzandığımda ayaklarımın erişeceği genişlikten fazlasını istemem, demişti.

Valiliği sırasında şehrin ve halkın her türlü işiyle uğraşır, halk arasında pejmürde bir kıyafetle dolaşmaktan çekinmezdi. Onu bu kılıkla görenler tanıyamaz, vali olduğunu bilemeden yük taşıtırlardı. Vali olduğunu anlayanlardan yükü sırtından almak isteyenler olursa da ona izin vermez, gidecekleri yere kadar yüklerini taşıyıverirdi.

İnsanoğlu'nun yediklerinin en tıyb olanının el emeği olduğu inancıyla maişetini temin için hurma yaprağından zenbil ve sepet örer, onu satarak geçinirdi. Hammaddesini bir dirheme aldığı hurma yaprağından sepet ördükten sonra onu üç dirheme satar, bir dirhemiyle hammaddenin borcunu öder, geri kalan iki dirhemin birini çoluk çocuğunun nafakasına ayırır, diğerini infak ederdi. Valiliği sırasında yaşı ilerleyince uykusu azalmıştı. Bu yüzden gece karanlığı basınca namaza başlar, namazdan yorulunca zikir ve fikirle meşgul olurdu. Bedeninin dinlendiğini hissedince tekrar namaza kalkardı.

Yeme-içmenin bir amaç değil, bir araç olduğuna inandığından yemeğe düşkünlük göstermezdi. Nitekim bir defasında yemek konusunda kendisine ısrar edenlere şunları söylemişti. "Israr edip durmayın, bu kadarı kafî. Çünkü ben Allah Rasülünün şöyle buyurduğunu işitmiştim: Dünyada iken karınlarını çokça doyuranlar, kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır. Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir." (bk. Hilye-tü'1-evliya, l, 199)

Nefse sahip olma ve onu sabra alıştırma konusunda açlık ve az yemenin, atın önünden arpayı, itin önünden eti alıp azaltmak derecesinde etkili olacağını vurgulayan Selman, bir başka defasında bir vesak tutarında bolca rızık aldı. Tabii onun bu konudaki "hassasiyetini bilenler hemen sordular: "Ya Selman bu ne hal?" O, nefse hakim olmanın yollarından birinin, onun meşru isteklerini sınırlı olarak karşılamak oluğuna işaret için söyle konuştu: "Nefs ihtiyaç duyduğu azığı görünce mutmein olur ve insana ibadetini ifsad edecek bir vesvese veremez."

Tasavvuftaki "El kârda gönül yârda" prensibi onun şu sözlerinde ma'kes bulmuştur: "Düşünürken Rabbını an, hüküm vereceğinde, insanlara bir pay dağıtacağında, dünyevi meşguliyetlerin sırasında daima O'nu hatırla."

Selman ile Ebu'd-Derda'nın dostluğu yıllar yılı devam etti. Selman Medain valisiyken Ebu'd-Derda ona şöyle bir mektup yazdı:"... Hakk Teala sizden sonra beni mal ve evlad ile rızıklandırdı. Bir de Arz-ı Mukaddese'de mukim kıldı..."

Selman şu karşılığı verdi: " Mektubunuzda mal ve evladla merzuk kılındığınızı yazmışsınız. Bilesiniz ki hayır ve fazilet, mal ve evlad çokluğunda değil, hilmin çok, ilmin yararlı olmasındadır. Mukaddes beldede bulunduğunuzu yazmışsınız. Mukaddes Belde orada yaşayanları takdis edip yüceltmez. Asıl şeref ve yücelik, Cenab-ı Hakk'ı görür gibi ibadet etmek, ihsan duygusuna ermek, nefsini ölülerden bilip kendinde varlık görmemektir."

Selman (r.a.) bu mektubunda tasavvufun esası sayılan ihsan ve gariplik, yani fakr ve zühd mefhumlarını dile getirip terviç etmektedir.

Peygamberimiz (s.a.)'in elini onun omuzuna koyarak: "Bunlardan öyle erler çıkacak ki iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetişir." bk. Tecrid Trc., XI, 201) buyurup adeta Selman için bir hedef göstermiştir. Belki bu yüzden o, İran'ın fethi sırasında orduda bulunmuş ve halkı nebevi üslupta Hakk'a davet etmeden onlarla savaşmamıştır. İran'ın fethinden sonra da Medain valiliği yapan Selman'ın manevi ve ruhani etki alanı daha çok İran, Isfahan ve ötesi yani Türkistan bölgesidir. Çünkü silsilesinde Selman (r.a.)'a yer veren Nakşbendiliğin en yaygın olduğu bölge, burası olmuştur.
.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Amr İbni Âs radıyallahu anh

Akıllı, bilgili ve siyasette dâhî bir devlet adamı... "Mısır fâtihi" ünvanıyla meşhur bir sahâbî... Atak bir kişiliğe sahip zekî, fedakâr ve yiğit bir komutan...
O, Kureyş kabilesinin Sehm koluna mensuptur. Müslüman olmadan önce Mekke'nin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı. Habeşistan Hükümdarı Necâşî ile dost idi. Mekke'li müşrikler Habeşistan'a göç eden müslümanların iâdesi için onu Necâşi'ye elçi olarak gönderdi.

Onun islâm'la şereflenişi Mekke fethinden önce oldu. şöyle ki : "Hendek savaşından sonra islâmiyet üzerinde düşünmeğe başladı. Ailesi, kabilesi hep müslümanların aleyhinde idi. Fakat o eskisi gibi müslümanlara karşı durmuyordu. Hatta kendisini kınayanlara: "Aldanıyorsunuz." diye cevap veriyordu. Birgün çarşıda gezerken Halid İbni Velid ile karşılaştı. Fikrini ona açtı. Halid de aynı düşünce içerisinde olduğunu söyledi. Birlikte Medine'ye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna geldiler. İki Cihan Güneşi efendimiz onları görünce sevinçten gözleri parıldadı. Ashabına dönerek: "Mekke size ciğerpârelerini attı..." buyurdu. Birlikte kelime-i şehadet getirerek islâm'la şereflendiler. Amr İbni Âs, Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize, önceki yaptıkları günahların af edilip edilmeyeceğini sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz de: "islâm öncekileri saymaz..." buyurdu.
Amr İbni Âs (r.a.) biat ettikten sonra aklını, dehâsını, becerisini ve cesaretini islâm'ın hizmetine verdi. Ömrünü hep savaş meydanlarında geçirdi. Fetih üstüne fetihler gerçekleştirdi. Birgün iki Cihan Güneşi efendimize; "Yâ Rasûlallah! Bunca zaman islâm'ın aleyhinde çalıştım. Bundan sonra islâm'a girdigim belli ola..." dedi. Efendimiz de: "Yakında, yakında.." buyurdu.

Kısa bir zaman sonra Amr İbni Âs'a:"Ey Amr! Silâhını kuşan, elbiseni giy, hemen yanıma gel" diye haber gönderdi. Huzura geldiğinde Efendimiz ona: "Ey Amr! Seni askeri birliğin başında bir yere göndermek isterim. Senin için zenginlik dilerim. Allah sana selâmet versin, çok sâlih mal ile dön." buyurdu. O da: "Ya Resûlallah! Ben mal için değil, cihada katılmak, yanınızda bulunmak için, müslüman oldum." dedi. Bunun üzerine efendimiz: "Ey Amr! sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir." buyurdu.

Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz onu babasının dayıları olan Beliy kabilesi üzerine üçyüz kişilik bir kuvvetle gönderdi. Zâtüsselâsil denilen yerde konaklayıp dinlendiler. Burada diğer kabilelerin birlik olup kendilerine karşı büyük hazırlık yaptıklarını öğrendi. Medine'den yardımcı kuvvet istedi . Efendimiz, Ebû Ubeyde İbni Cerrah (r.a.) komutasında Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhüm)'in de bulunduğu ikiyüz kişilik bir kuvvet sevketti. İki Cihan Güneşi efendimiz Ebû Ubeyde'ye anlaşmazlığa düşmemelerini, birlikte hareket etmelerini tenbih etti. Beşyüz kişilik kuvvetle Amr İbni Âs Beliy kabilesinin yurtlarını bastı. Düşmanlar dağılıp kaçışmaya başladı. Mallarını alarak selâmet ve ganimet içerisinde Medine'ye döndüler.

Zâtüsselâsil seriyyesinden sonra Amr İbni As (r.a.)kendi kendine: "Rasûlullah'ın yanında benim yerim daha üstün olmasa herhalde beni Ebû Bekir ve Ömer'in başına kumandan yapmazdı..." diye bir duyguya kapıldı. Bunu test etmek istedi. Rasûlullah (s.a.) efendimizin huzuruna vardı ve: "Yâ Rasûlallah! Halkın, sana en sevgilisi kimdir?" diye sordu. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz: "Âişe'dir" buyurdu. "Erkeklerden kimdir?" dedi. "Âişe'nin babası" buyurdu. "Ondan sonra kimdir?" dedi. "Ömer" buyurdu. Bir kaç kez soru ve cevap şeklinde karşılıklı konuşma devam etti. Nihayet kendi isminin en sonraya bırakılmasından korkarak sustu.
Amr İbni Âs (r.a.) Mekke fethine iştirak etti. Huneyn'de bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarını parçaladı. İki Cihan Güneşi efendimiz onu bir mektupla Umman hükümdarına elçi gönderdi. İslâm'ı tebliğ neticesinde Umman hükümdarı müslüman oldu. Umman'a valî tayin edildi. Rasûlullah (s.a.) efendimizin vefatına kadar bu vazifede kaldı. Sonra Medine'ye döndü. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e biat merasiminde bir konuşma yaptı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) onu küçük bir birliğin başında Filistin bölgesine gönderdi. Ecnadin ve Yermük savaşlarına katıldı. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Filistin'i tam hâkimiyeti altına aldı. Kudüs'ü fethetti. Fakat halk şehri Halîfe Ömer'e teslim etti.

O, Mısır fethinin stratejik açıdan zarûrî olduğunu, Filistin ve Suriye bölgesinde mağlub olan Bizans kumandan ve askerlerinden bir kısmının Mısır'a kaçtıklarını ve her an o taraftan bir tehlike gelebileceğini Hz. Ömer (r.a.)'a anlattı. Mısır'ın fethine halifeyi ikna etti. 640 M. tarihinde dört bin kişilik bir kuvvetle sınır kasabası Feremâyı aldı. Zübeyr İbni Avvam (r.a.)'ın kumandasında 5000 kişilik takviye kuvvetin yardımıyla Aynisems'te güçlü Bizans ordusunu imha etti. Daha sonra İskenderiye'yi alarak Mısır'a hâkim oldu. Bu başarılarından dolayı "Mısır fâtihi" ünvanı verildi. Mısır'a vâli oldu.

O, Mısır'da idârî ve iktisâdî düzenlemeler yaptı. Fustat şehrini kurdu. Kendi adıyla anılan camiyi inşa etti. ilk defa bu camiye minare yaptırdı. Firavunların yaptırdığı eski kanalı yeniden açtırarak Nil nehri ile Kızıldeniz'i birbirine bağladı. Hicaz'a yirmi gemi yükü erzak gönderdi. Hz. Osman (r.a.) zamanında Mısır valiliğinden alınarak Medine'ye getirildi. Hz. Ali (r.a.) zamanında vukû bulan Sıffin ve Hakem olaylarında halife ile birlikte hareket edemedi. Muâviye'nin vâlisi sıfatıyla tekrar Mısır'a döndü.
Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek "Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır" derdi.

40 küsur hadis-i şerif rivayet eden Amr İbni Âs (r.a.) son hastalığında ziyaretine gelip hatırını soranlara şöyle derdi:"Ben islâm'dan önce büyük hatalar işledim. Rasûlullah (s.a.)'a en sert kişilerden oldum. Eğer müslüman olup Resûlullah (s.a.)'in affına mazhar olmasa idim mutlak cehennemliktim. Allah'a hamdolsun ki ona biat edip, teslim oldum. İslâm eski yaptıklarıma bakmadı." Hz. Ali (r.a.)'a yaptıklarından da nâdim olarak:"Ya Rabbi Senin rahmetin olmazsa halim nice olur?" diye sızlanırdı. 658 m. tarihinde tevbe istiğfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim etti. Cenab-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

HAFSA BİNTİ ÖMER İBN el-HATTAB (r.a)

Mü'minlerin annesi, Rasûlullah (s.a.s) ın eşi, Hz. Ömer'in kızı. Hz. Hafsa, Hz. Peygamber'in risaletinden beş sene önce doğdu. Annesi büyük sahabî Osmân b. Maz'un'un kız kardeşi Zeyneb'tir.

Hz. Hafsa'nın İslâm'ı ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Hz. Ömer'in İslâm'ı kabulünden sonra bütün aile ve yakınlarının müslüman olduğu bilgisinde yola çıkılarak onun da babası ile birlikte müslüman olduğu söylenebilir.

Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa daha önce Huneys b. Huzafe, es-Sehmî ile evlenmişti. Huzafe Habeşistan'a hicret eden müslümanlardandır. Hz. Hafsa'nın da bu hicrete katıldığı yolunda rivâyetler bulunmaktadır. Habeşistan'dan dönen Huzafe daha sonra eşi Hz. Hafsa ile birlikte Medine'ye hicret etti.

Hz. Huneys b. Huzâfe, Uhud savaşına katılmış ve ciddi biçimde yaralanmıştı. Bu yara sonucu Medine'de şehid oldu. Hz. Hafsa beyinin yarasını bizzat kendisi tedavi etmeye çalışmıştır. Vefatına bir hayli üzüldü ve yas tuttu. Nihayet Hz. Ömer dul kalan kızını Hz. Ebû Bekr'e nikâhlamak istedi. "İstersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlayayım" şeklindeki teklif, Hz. Ebû Bekr tarafından cevapsız bırakıldı. Hz. Ömer, bu kez de Hafsa'yı o günlerde eşi Rasûlullah (s.a.s)'in kızı Rukiyye vefat ettiği için yalnız olan Hz. Osman'a teklif etti. Eşinin vefatından dolayı üzüntü içindeki Hz. Osman'a: "İstersen sana Ömer'in kızı Hafsa'yı nikâhlayayım" dedi. Hz. Peygamber'in kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmeyi uman Hz. Osman, bir süre düşündükten sonra, "Şu günlerimde evlenmem doğru değil" diyerek özür diledi.

Gerçek bir müslümana yakışacak bir davranışla kızını salih bir mü'mine nikâhlamak için çaba harcayan Hz. Ömer, neticeye ulaşamayınca büyük bir üzüntü içinde Hz. Peygamber'e gitti. Söz arasında "Ya Rasûlullah, Osman'a şaşıyorum. Hafsayı nikahlamayı teklif ettim, yanaşmadı" diye dert yanınca Hz. Peygamber, "Sana Osman'dan daha hayırlı bir damad, Osman'a da senden daha hayırlı bir kaynata tavsiye edeyim mi?" dedi. Hz. Ömer, "evet ya Rasûlullah" deyince Sen kızın Hafsa'yı bana nikâhlarsın, ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikahlarım" buyurdu.

Bu teklif karşısında bütün dünyalar Hz. Ömer'in olmuştu. Allah Rasûlü ile akrabalık kurmak hususunda büyük bir istek duymasına rağmen teklif etmek cesaretini gösteremiyordu. Çünkü Hz. Hafsa, Hz. Âişe'nin deyimiyle, "tam babasının kızı idi", yani biraz sertti. Rasûlullah (s.a.s) ise bu teklifi ile Hz. Ömer'in duyduğu şiddetli arzuyu gerçekleştirerek hem aralarındaki yakınlığı pekiştirmek, hem de onun İslâm'a yaptığı hizmetleri ödüllendirmek istemişti.

Rasûlullah (s.a.s) ile Hz. Hafsa'nın düğünleri hicrî üçüncü yılın ortalarında yapıldı. Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hafsa'ya dörtyüz direm, yani 1188 gram gümüş' mehir verdi. Hz. Peygember Hafsa'yı bir ara boşamak istemiş ancak Cebrail'in "O çok oruç tutan çok namaz kılandır. Senin cennette de zevcendir" emriyle talaktan geri dönmüştür.

Hz. Peygamber'in eşleri içerisinde birbirleriyle en iyi anlaşanları Hz. Hafsa ile Hz. Âişe idi. Hatta ikisinin sebeb oldukları bir takım olaylar üzerine et-Tahrîm Sûresi gelmiş ve bununla tövbeye davet edilerek ikaz edilmişlerdi.

Hz. Hafsa, Rasûlullah (s.a.s)'in irtihalinden sonra son derece mütevâzî ve dindarca bir hayat sürmüştür. Kendisinden, bir kısmını doğrudan Rasûlullah'tan, bir kısmını da babasından aldığı altmış hadîs rivâyet edilmiştir. Okuma yazma bilen Hz. Hafsa hicretin kırbeşinci yılında vefat etmiş ve cenaze namazını zamanın Medine valisi Mervân kıldırmıştır. Bir rivâyete göre kırk birinci hicrî yılda vefat etmiştir.

Hz. Hafsa Peygamberimiz (s.a:s.)'den şu hadisi rivâyet etmiştir: "Müezzin sabah ezanını okuyup susunca, Hz. Peygamber (s.a.s) namaza çıkmadan iki rekat hafif namaz kılardı"(İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, VII, 65, 67).

Şâmil İA
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

HZ. BİLAL-İ HABEŞİ (r.anh)


Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeş'lidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.

Bilâl, islâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, islâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) islâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.

Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu islâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."

Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).

O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.

İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,

"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra da müşriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız." derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).

Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.

Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; "Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir" demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) ona şu cevabı vermişti: "Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekir'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).

Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:

"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. "(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).

Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).

Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'in müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sık ezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki " " (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Serh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: "İşte küfrün başı!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:

"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum." (Buhârî, Megâzî, 49).

Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: "Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: "İstediğin yere git!..." Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa'd, Tabakat III,238).

Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl,

"Havlan" kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: "Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdigi günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.

Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sagîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).

Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen "ah ne acı" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne tatlı!." diyor ve ekliyordu: "Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım." diyordu.

Bilâl-i Habeşî, islâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve islâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.

Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâki, islâm'a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve islâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.

Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

HZ. ABDULLAH İBN REVÂHA (r.anh)


Akabe gününde İslâm'a giren şâir sahâbî. Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. İmriü'l-Kays b. Amr'dır. Künyesi Ebu Muhammed, ünvanı şâiru Rasûlüllah'tır. Babası Revâha, annesi Kebşe'dir.

Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar'ın ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine'de doğdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmiştir.Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kâtiplerindendi.

Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu'l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine'ye ulaştırdı. Bedru'l-Mev'id gazasında Rasûlullah'ın Devlet Başkanlığına vekâleten Medine'de kaldı. Hicretin 6. yılında (627) üç kişilik heyetin başkanı sıfatıyla Hayber'e gitti. Yahudilerin başkanı Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber'de üç gün kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e aktardı.

Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber'e elçi olarak gönderildi. Yanında bulunan otuz kişiyle birlikte Hayber'e vardı. Üseyr b. Zârim ile gõrüştü. Allah Rasûlü'nün kendisini Hayber'e vali yapacağını, Medine'ye gelmesi halinde kendisine ikrâm ve ihsânda bulunacağını bildirdi. Üseyr, bu teklife memnun oldu, valiliğe heveslendi. Yanına aldığı otuz kişiyle birlikte yola çıktı. Yolda, sahâbeden Abdullah b. Üneys'in kılıcına el atarak onu öldürmek istedi. Abdullah, bunun ahde vefasızlık olduğunu bildirdi. İkinci kez yine Abdullah'ın kılıcına el attı. Bu durum karşısında Yahudilerden yirmidokuz kişi kılıçtan geçirildi. Bir kişi kaçıp kurtuldu.

Hz. Peygamber'in Basra hükümdarına gönderdiği elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamada bulundu: "Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b. Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar."Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte'de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b. Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca'fer aldı. O da savaştı, şehid oldu. Ca'fer'den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid ,oldu (629).

Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn Hârise, Ca'fer ve İbn Revâha'nın şehâdet haberi geldiğinde Rasûlullah (s.a.s.) Mescid' te oturmuştu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadınları ağlaşıyorlar" dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak saç."

Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka'b b. Malik ve Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur: "Şâirlere sapıklar uyar. Onların her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip salih ameller işleyenler Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zâlimler, yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir." (Şuarâ, 26/224-227).

Allah'ı çok zikreden işte yukarda bahsedilen hicivci üç sahâbidir. Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur.

Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmişbirinci "İçinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem'e varacaksınız" âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, düşman şerrini sizden uzaklaştırarak sağ salim dönmenizi nasib etsin." demişler, bunun üzerine Abdullah şu şiiri söylemiştir:

"Günahkârım fakat ben Af isterim
RabbimdenYa da kanımı dökecek bir vuruş isterim.
Kılınç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim.
Ta ki beni gören samimice desin
Şu savaşçıya Allah rahmet eylesin."
Yine Mûte'de ordu komutasını eline alırken şu şiiri söylemiştir:

"Nefsim bir isteksizlik var sende
Savaşacaksın dilesen de dilemesen de
Hani çoktandır yoktu sende ölüm korkusu
Ca'fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu ."
Hicret'in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için Mekke'ye girerken yanında Abdullah İbn Revâha da vardı ve şu şiiri söylemekteydi.

"Çekilin kâfirler nebinin yolundan bugün,
Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün,
Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı,
Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı."
Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah, Harem'de Allah'ın Rasûlu'nün huzurunda mı böyle karşıdakileri çatışmaya tahrik eden şiiri söylüyorsun?" demiş, Rasûlullah da: "Bırak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah'ın sözleri bu kâfirlere ok yarasından daha fazla tesir eder" buyurmuştur.

Rasûlullah, İbn Revâha için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez" buyurmuş, bâtıl sözler dışındaki şiirlerde hikmet ve yarar vardır demiştir.
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Ebu Sâdi'l-Hudrî

Künyesi ile meşhur olmuştur. İsmi Sa'd İbn Mâlik İbni Sinan'dır. Medinelidir ve Hazrec kabilesindendir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den çok hadîs ezberliyenlerdendir. Rivâyetlerinin sayısı 1170'dir. Müksirun'dandır. Sahâbe'nin meşhur ve fâzıl olanları arasında yer alır. Uhud Savaş'ında küçük olduğu için gazveye katılamadı. Katıldığı ilk gazve Hendek'tir. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la onüç kere cihâda katılmıştır.

Ebu Saidi'l-Hudrî Ashabın gençleri arasında en fakih olanı idi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e "Allah yolunda kınayanların kınamasına aldırmama" şartı ile biat edenlerdendir. Uhud Savaşı'nda babası şehid olmuş, kendilerine mal mülk de bırakmadığı için maddi sıkıntı içinde kalmışlardır. Bir ara Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan yardım talebetmek için huzuruna çıkar, ancak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ebu Said'i görür görmez "istiğna"yı tavsiye eder, o da istemeden geri döner. Ebu Said Medîneli olmasına rağmen Suffa Ashabı'ndandır. Bu fakirliğin bir sonucu olabilir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den, babasından, anne bir kardeşi Katâde İbnu Nu'mân'dan, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Osman, Ali, Zeyd İbnu Sâbit gibi birçok sahâbe (radıyallahu anhüm)'den rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de oğlu Abdurrahman, zevcesi Zeyneb Bintu Ka'b, İbnu Abbâs, İbnu Ömer, Cabir, Zeyd İbnu Sâbit gibi pek çok sahâbe ve İbnu'l-Museyyib, Ata, İkrime, Mücâhid, Ebu Câfer el-Bâkır vs. pekçok Tâbiîn hadîs rivâyet etmiştir.

Ebu Saidi'l-Hudrî (radıyallahu anh) "Hadîs rivâyet edin, çünkü hadîs, hadis'i tahrîk eder" derdi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den de: "Halktan korkup hakkı söylemekten kaçınmayın, bildiğiniz ve gördüğünüz hakkı söyleyin" hadîsini rivâyet ederdi. Der ki: "Bu hadîs beni, bineğime atlayıp Muâviye (radıyallahu anh)'ye kadar gidip kulaklarını doldurmaya sevketti. (Söyleyeceklerimi söyledikten) sonra geri döndüm". Kendisine "Ne mutlu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı görme ve sohbetinde bulunma şerefine erdiniz" dendiği zaman: "Sen bilmezsin O'ndan sonra biz fena işler yaptık" cevabını verir.

Ebu Sâdi'l'-Hudrî'nin ölüm tarihi üzerinde pek çok ihtilaf mevcuttur. Umumiyetle kabul edileni hicrî 74 yılıdır. Zehebî, öldüğü zaman 86 yaşında olduğunu söyler
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

HÂlİd B. VelÎd

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

HÂLİD B. VELÎD


Hz. Peygamberin, hakkında "ne güzel kul" diye buyurduğu sahabî.

Nesebî, Hâlid b. Velid b.Muğire b. Abdillah b. Amr b. Mahzum. Annesinin ismi Lübâbe olur. Hz Meymune'nin yakın akrabasıdır. Hz. Hâfid'in lakabı Seyfullah (Allah'ın Kılıcı)'dır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mute savaşındaki başarısından ötürü onu Allah'ın kılıcı diye övmüştür. Künyesi Ebû Süleyman'dır. Yedinci hicrî yılında müslüman oldu (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413)

Hz. Hâlid (r.a.)'ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Mekke'nin şerefli ve itibarlı ailelerinden biri olan mahzum oğullarındandır. Ordu komutanlığı Hz. Hâlid'in ailesinin bir imtiyazıydı. Uhud savaşında ve Hudeybiye sulhu esnasında Hâlid b. Velid, Kureyş ordusunun komutânlarından birisiydi.

Hudeybiye anlaşmasından sonra Hz. Peygamber umre için Mekke'ye gidince Hâlid'in daha önce müslüman olan kardeşi Velid'e Hâlid'i sordu. Hz. Peygamber Halid gibi bir insanın müşriklerin içinde kalmasının şaşılacak bir durum olduğunu belirtti. Velid kardeşi Halid'e Peygamber (s.a.s)'in bu iltifatını bildiren bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Hz. Halid müslüman olmak için Mekke'den yola çıkınca, yolda Amr b. el-Âs ile karşılaştı ve beraberce Mekke'den Medine'ye gelip müslüman oldular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 158).

Hz. Hâlid hicrî sekizinci yılda yapılan Mute savaşına bir nefer olarak katıldı. Ordu komutanlarının sırayla şehîd olması üzerine Ashab istişâre ederek komutayı Hz. Hâlid'e vermiş. Hz. Peygamber Medine'de olup bitenleri haber verip komutanların şehid düşmesini anlattıktan sonra komutayı Allah'ın kılıçlarından birinin aldığını söylemiştir.

Bu olaydan sonra Hz. Hâlid Seyfullah (Allah'ın Kılıcı) diye anıldı. Halid (r.a.) komutasına aldığı orduyu kalabalık düşman karşısında bozguna uğratmandan Medine'ye getirmeyi başardı (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Hz. Hâlid, Mekke fethinde süvarilerin komutanı idi. Ordunun sağ kanadını kontrol ediyordu. (Müslim, Sahih, II,103). Mekke fethinde müslümanlara karşı çıkan küçük gruplarla Hz. Hâlid çarpışmıştır.

Huneyn savaşında Hâlid büyük cesaret ve yararlılık göstermiştir. Hatta bu savaşta yaralanınca Hz. Peygamber ziyaretine geldi, dua etti. Hâlid şifa.buldu (İsdü'l-Gâbe, II, 103).

Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber Nahle'deki Uzza putunu kırmaya Halid b. Velid'i gönderdi. Hâlid Uzza putunu kırıp geri döndü.

Taif kuşatmasına katıldı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Dumetu'l-Cendel'in hristiyan emiri Ukeydir'in üzerine Halid'i gönderdi. Hz. Halid Ukeydir'i yaban sığırı avlarken yakaladı ve esir aldı; teslim olmayan kardeşini öldürdü. Diğer kardeşi ve Ukeydir'i esir alarak ganimetlerle birlikte Hz. Peygamber'e getirdi.

Hicrî onuncu yılda Necrân'a Hârisoğullarım İslâm'a davet etmek için gönderildi. Onları üç gün müddetle İslâm'a davet etti. Necrânlılar müslüman oldular.

Hz. Ebû Bekir Hâlife olunca Hz. Hâlid'i komutan olarak yalancı Peygamberlerin üzerine gönderdi. Yalancı Peygamber Tulayh b. Huvaylid'i Buzaha'da mağlup etti sonra Temimoğulları üzerine yöneldi ve Mâlik b. Nuveyra'nın komutasındakilerle karşılaştı. Mâlik'i silah bırakmasına rağmen esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer, Hâlid'i bu olayda hatalı davrandığı gerekçesiyle kınamıştır.

Daha sonra Museylemetu'l-Kezzâb'a karşı sefere çıktı ve onu Yemâme sınırında Akraba denilen yerde mağlub etti ve öldürttü.

Yalancı Peygamberlerle olan mücadelesinden sonra zekat vermeyen kabileler üzerine gönderildi. Onları da sindirdi. Daha sonra Hicrî oniki yılında Irak'a İranlılara karşı gönderildi. İki ay zarfında Iran Sâsânî, ordularını bozguna uğratarak Hire'yi zabtetti ve Fırat çevresini hâkimiyeti altına aldı.

Suriye sınırında Bizanslıların ordu hazırladıkları haberi gelince hilâfet merkezinden Hz. Hâlid'e Irak bölgesinin komutanlığını Müsenna'ya bırakarak Şam'a gitmesi emri verildi. Hicrî onüçüncü yılda Bizanslıları Acnadeyn'de mağlup ederek Şam'a doğru püskürttü. Hz. Hâlid şehri muhasara etti ve hicrî ondördüncü yılın receb ayında Şam (Dımaşk) şehrini zabtetti. Daha sonar Humus'u fethetti. Yermuk savaşında Bizanslıları bozguna uğrattı. Kudüs'ü kuşattı ve teslim aldı. Bütün Suriye mıntıkası müslümanların eline geçti.

Hicretin 17. yılında Hz. Ömer, Hâlid b. Velid'i komutanlıktan indirdi. Hz. Hâlid'in komutanlıktan ahmşının sebepleri ve azledildiği yıl tarihçiler arasında ihtilaflıdır. Genel kanaate göre, Hz. Ömer, hilâfet merkezine döndükten sonra Hâfid'i azletti. Ama bu rivayet gerçeği yansıtmamaktadır. Hz. Ömer hilafetinin beşinci senesi, yani hicretin 17. senesinde Hz. Hâlid'i azletmiştir.

Komutanlıktan alınışı ile ilgili olarak bir çok sebepler ileri sürülmektedir. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz: Hz. Hâlid bir çok insana kumanda ediyordu. Ancak sert mizaçlı olup sert muamele ediyordu. Kimsenin sözünü dinlemiyor, kendi fikrinden başkasına kıymet vermiyordu. Hatta birçok işlerde hilâfet merkezinin görüşlerine de müracaat etmiyordu.

Irak topraklarını İslâm topraklarına dönüştürdükten sonra Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in emrinin hilâfına hacca gitmiş ve bu duruma Hz. Ebû Bekir çok üzülmüştü. Kendi başına buyruk bir tavrın içinde hareket ediyordu. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a) zaman zaman Hz. Ebû Bekir Efendimize Hz. Hâlid'i komutanlıktan azletmesini istemişti. Hz. Ebû Bekir (r.a) daima şöyle cevaplandırmıştı: "O, Allah'ın kılıcıdır, bu kılıcı kınına sokmak doğru değildir."

Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde de Hz. Halid'in tutumunda bir değişiklik olmadı. Yine bildiği gibi devam etmekteydi. Ancak Hz. Ömer (r.a) Onu hemen azletmedi. Bir çok defalar kendisini uyardı, ve bu konuda mektuplar gönderdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanındaki meseleleri de ona hatırlattı.

Komutanlıktan alınışının ikinci sebebi ise, müslümanların genelinde şöyle bir fikir oluştu, fetihlerin gerçekleştirilmesi Hz. Halid'in kabiliyet ve kahramanlığından kaynaklanmaktadır. Fetihlerin yegane sebebinin Hz. Halid olarak gösterilmesi elbette bir yanlışlıktı. Savaşların zaferlerle neticelenmesinde onun dehasını da gözardı etmek mümkün değilse de ondan ibaretmiş gibi göstermekte doğru değildir.

Üçüncü sebep; Hz, Halid (r.a) ordu masraflarında pek fazla israf yolunu tutmuştu. Ordu ekranına bol para dağıtması diğer mücahidlere kötü örnek oluyordu. Bu hususta şâirler mübalağalı şiirler bile yazmıştı. Eş'as b. Kays'a bir defasında onbin dinar bahşiş vermişti. Olay halife Hz. Ömer (r.a)'e intikal etti. Hz. Ömer Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile haber gönderdi. "Bu kadar bol parayı müslümanların malından yani ordu tahsisatından verdi ise müslümanlara hıyanet etmiştir. Kendi kişisel payından, kendi cebinden vermiş ise israf etmiştir. İkisi de câiz değildir." Halife Hz. Ömer, Hz. Hâlid'i azlettikten sonra hilâfet merkezine çağırıp, sorguya çekti. Bol para harcadığından bahsetti. Hz. Hâlid, Ganimetten eline geçen hissesinin hesabını verdi. Hesabı temiz vermişti. Hz. Ömer Hz. Hâlid'i iltifat ve ikramla karşıladı. Gönlünü aldı. Yazdığı ve her tarafa gönderdiği fermanlarda; Hz. Hâlid'in, kusur veya herhangi bir kabahatinden dolayı azledilmediğini, ancak bütün müslümanların zihinlerinin aydınlanması için, yani bu kadar İslâm futuhâtının yalnız Hz. Hâlid'in kolunun kuvvetiyle meydana gelmediğini herkesin bilmesi için azlettiğini bildirdi.

Hz. Ömer, Hâlid'i idari görevlere getirdi. Bir yil kadar valilik yaptı sonra istifa etti (Müstedrek, II, 297).

Hz. Hâlid (r.a) cihâd duygusu ile şehitlik arzusu ile dopdolu bir mü'mindi. Cihâd meydanları onun için Allah'a en yakın meydanlardı. Kendisi şöyle der: "Ben harp meydanında mücahede ve mücadeleden aldığım zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam" En büyük arzusu cihad meydanlarında şehid düşmekti. İran üzerine yürürken, İranlılara şu haberi gönderdi: "Sizin dünyayı sevdiğiniz kadar Âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum".

Hz. Halid şirke ve küfre karşı çok şiddetli idi. Müslüman olduktan bir sene kadar sonra Uzza putunu yıkmak için gittiğinde Uzza'ya şiirle şöyle seslenir: "Ey Uzza bu geliş seni ta'zim için değil seni inkâr içindir. Çünkü ben gördüm ki Allah seni değersiz kılmıştır." (İbn Esir, Üsdü'l-Gâbe, II, I10).

Hz. Hâlid savaşçı olduğu kadar şahsi fazilet ve ilim konusunda da üstündü. Fırsat buldukça Hz. Peygamber'in sohbetlerinden istifade etmiş, Medine'de onun etrafında bulunan ilim ve irfan ashabı arasında Hz. Hâlid'in bulunduğu zikredilmiştir. Üç-dört mesele ile ilgili fetva verdiği de rivayet edilir.

Hz. Hâlid'in Buhârî, Müslîm ve diğer hadis kitaplarında Hz. Peygamberden onsekiz hadis rivayet etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Rasûlullah. Hâlid'in şecâat ve cesaretini muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde medhetmişti. Mekke fethinden sonra müslümanlar, her tarafa toplanıp Mekke'ye girdikleri zaman Hâlid görününce, Hz. Peygamber Ebû Hureyre'ye: "Bu gelen kimdir?" diye sormuştu. Ebû Hureyre: "Hâlid b. Velid'dir" demiş. Onun üzerine Hz. Peygamber: "Bu Allah'ın ne iyi bir kuludur" buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 1360).

Hz. Peygamber yine onun hakkında "Hâlid Allah'ın Kılıcıdır" buyurmuştur. Yine Hâlid hakkında: "Hâlid b. Velid'e gelince, o herşeyini sizin için vermiştir, nesi var nesi yok harplerde Allah yolunda sarfetmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünen, I, 163).

Hz. Hâlid gönderildiği seriyyelerde ve yaptığı muharebelerde Allah rızasını ve Allah'ın dinine davetini esas almıştır. Nitekim Yermuk savaşında Rumların komutanına savaş meydanında İslâmı tebliğ etmiş ve komutan Corc onun daveti ile müslüman olmuştur.

Hz. Peygamber'in şahsına karşı da çok büyük hürmeti olan Hz. Hâlid onun isminin mücerred anılmasından bile rahatsız olmuş; savaşlarında kazandığı muvaffakiyeti Hz. Peygamberin sakalından bir kaç taneyi sarığının içinde taşımasına bağlamıştır (İbn Hacer, el-İsabe, I, 413-415; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, II, 109-112).

Bekir SAĞLAM

Zübeyr TEKKEŞİN
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Kullanıcı avatarı
commando
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
R.Ö.Y. 1. Etap Şampiyonu
Mesajlar: 2119
Kayıt: 14-04-2005 13:18

Mesaj gönderen commando »

Hz. Hind

Hz. Hind (radıyallahü teâlâ anha), Peygamber efendimizin kayınvalidesidir. Resulullahın mübarek hanımlarından, müminlerin annesi Habibe validemizin ve onun kardeşi vahiy kâtibi Hz. Muaviye’nin annesidir. Resulullahın kayınpederi Hz. Ebu Süfyanın da hanımıdır.

Önce Mekke müşrikleri arasında yer alan Hind binti Utbe, Bedir savaşında Hz. Hamza tarafından öldürülen babasının intikamını almak üzere Uhud Savaşına katılıp müşrik askerlerine cesaret vermeye çalıştı. Hz. Hamza’nın şehid edilmesine sebep oldu.
Mekke'nin fethinde Müslüman oldu. Kadınlar adına Resulullah ile sözleşme yaptı. Hayır dua aldı. Yermük gazasında bulunup, İslam ordusunu harbe teşvik etti. Akıllı, tedbirli ve görüşü sağlam bir kadın idi. Nitekim, imana gelip evindeki putları kırdıktan sonra, Resulullaha iki kuzu hediye göndermişti. Resulullahın da dua etmesi üzerine, Allahü teâlâ onun koyunlarına, o kadar bereket verdi ki, sayısı bilinmez oldu. Hz. Hind her zaman; "Bunlar, Resulullahın bereketidir" derdi.

Hz. Hind, Peygamber efendimizin kayınvalidesi olmakla, mübarek kızı Habibe validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflenmiştir. Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]

Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayın peder, kayın valide, kayın birader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) [Ramuz]

(Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni]

(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]

Sırf bu hadis-i şerifler de Hz. Hind’in Cennetlik olduğunu göstermektedir.

Hiçbir müslümanı tevbe ettiği günahtan ayıplamak uygun olmadığı gibi, kâfirken tevbe edip iman edenlerin de önceki hallerinden dolayı onları ayıplamak, bu yüzden onlara leke sürmek, önceki hallerini bahis konusu etmek caiz değildir.

Furkan suresinin, (Allah, kâfirken tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin seyyiatını hasenata [günahlarını sevaplara] çevirir. Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir) mealindeki 70. âyeti, Hz. Muaviye’nin ve mübarek babası Hz. Ebu Süfyanın ve iffetini, asaletini, Mekkenin fetih gününde Resulullahın huzurunda ispat eden Resulullahın kayınvalidesi Hz. Hind’in tertemiz olduklarını ortaya koyan sarsılmaz bir vesikadır.

Hz. Hind iman ettikten sonra hemen evine gelip ne kadar heykel var ise, (Bu kadar zaman size aldanmışız) diyerek hepsini parçaladı. Hind’in af ve imana kavuşması, başka kaçanlara cesaret verdi. Gelip af dilediler. Kabul buyuruldu. Hind böylece, çok kimsenin ölümden kurtulmasına ve imana gelmesine sebep olmakla bahtiyar oldu. Ebu Süfyan ile oğulları kuvvetli müslüman oldular. Resul-i ekrem, onları katiplikte kullandı. (Kısas-ı Enbiya)

Hind binti Utbe, Kureyşin asilzadelerinden idi. İslam’da sebat ve hüsn-i hareket etti. Akıllı, ileriyi gören, idareci bir hanımdı. Yermük gazasında zevci Ebu Süfyan ile birlikte bulunup, müslümanları Rumlara karşı cihada teşvik ederdi.) (Kamusul-alam).

Resulullaha iman eden herkesin kalbine Resulullahın sevgisi yerleşir. Ebu Süfyan’ın zevcesi Hind, (Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzü hiç sevmezdim. Şimdi ise, O güzel yüzün, bana herşeyden daha çok sevgilidir) demiştir. (Hadika)
[b] Biri Ecdadima Küfrettimi boğarim.
Boğamasamda yanımdan kovarım..
Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum..
Kesilir ama çekmeye gelmez boynum..
Mehmed Akif Ersoy [/b]
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir