Kamil İman Nedir?

İslam dinimiz hakkında sormak istedikleriniz, merak ettikleriniz, paylaşmak istediklerinizi bu foruma yazabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
KuLL
Quick Friend
Quick Friend
Mesajlar: 55
Kayıt: 11-05-2006 11:07

Kamil İman Nedir?

Mesaj gönderen KuLL »

--------------------------------------------------------------------------------

KAMİL İMAN NEDİR?

İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 61)

"Kamil" sıfatı, yetkin, eksiksiz, mükemmel anlamlarını taşır. Bu kitapta konu edilen "kamil iman" da, bir insanın ulaştığı imani olgunluğun ve derinliğin en ileri, en mükemmel derecesini ifade eder. Peki bir insanın imanının olgunlaşması, mükemmelleşmesi nasıl gerçekleşir?

"Allah'a iman etmek", kişinin Allah'ın herşeyin tek yaratıcısı, tek sahibi ve tek hakimi olduğunu kavramasıdır. Her insanın O'na muhtaç olduğunu bilip, Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve her işi bir kader ile yarattığını anlayarak hayatın her anında O'na teslim olmasıdır. "Allah'a teslim olmak" ise, Allah'tan çok korkmakla ve O'na herşeyden ve herkesten çok bağlanıp, O'nu çok sevmekle mümkün olur. Allah'a gerçek anlamda teslim olan bir insan, kendisine yalnızca Allah'ı dost ve veli edinir. Hayatı boyunca karşısına çıkan her olayın Allah'ın izni ile gerçekleştiğini ve tüm bunların özel hikmetlerle yaratıldığını bilir. Bu nedenle de her ne olursa olsun, teslimiyetli tavrından taviz vermez ve her zaman için Allah'a karşı boyun eğici, itaatli ve şükredici bir tavır içerisinde olur.

Kamil anlamda bir imana sahip olmak için, Allah'ın Kendisi'ni tanıttığı ve kullarından istediklerini bildirdiği Kuran'a eksiksizce uymak gerekir. Bu nedenle mümin, hayatının sonuna kadar Allah'ın tüm emir ve yasakları konusunda son derece titiz davranır. Allah'ın beğendiği ahlak modelini de hiçbir taviz vermeden, ölene dek sabırla uygular. "Kamil iman" sahibi bir müminin güzel ahlakı yaşama konusunda gösterdiği bu sabır oldukça önemli ve belirleyici bir özelliktir. Çünkü kamil iman sahibi bu vasfıyla, insanlar arasında öne çıkar. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Kuran'da bu şekilde Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla "yarışıp öne geçenler"den (Fatır Suresi, 32) söz edilir. Ancak Kuran'da "insanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder..." (Hac Suresi, 11) ayetinde belirtildiği gibi, imanın gereklerini yaşamayan kimselerden de bahsedilir.

Kamil imanın farkı da bu noktada ortaya çıkar. İmanı içlerine tam olarak sindirememiş kişiler bir ucundan dine yönelirlerken, kamil iman sahipleri Kuran'ı hayatlarının her anında kendilerine vazgeçilmez bir rehber edinirler. Yine aynı şekilde bu samimiyetsiz kişilerin imanları belirli şartlara bağlı iken, kamil iman sahipleri kayıtsız şartsız iman ederler. Şartlı iman eden kişiler, ancak nimet içerisinde olduklarında ve tüm olaylar kendi istedikleri gibi geliştiğinde dine sadık kalır ve güzel ahlakı taklit edebilirler. Ancak nimetlerde bir eksilme olduğunda ya da herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında kolaylıkla din ahlakından taviz verebilir ve sadakatlerini bozabilirler. Kamil iman sahipleri ise, Allah'a olan inançlarında ve sadakatlerinde güzel bir kararlılık gösterirler. Bunun altında yatan asıl sebep, onların "kesin bir bilgiyle" iman ediyor olmalarıdır. "Kesin bir bilgiyle iman etmek", kişinin, Allah'ın ve ahiretin varlığına, aklı, kalbi ve vicdanıyla kesin olarak kanaat getirmiş olmasıdır. Kuran'daki "Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar" (Bakara Suresi, 4) ayetiyle de, iman edenlerin bu özelliği vurgulanır.

Kamil imanın farklılığı, vicdanın tam olarak kullanılmasıyla kendini belli eder. "Vicdan" her zaman Allah'ın emirleri doğrultusunda kişiyi sürekli olarak doğruya davet eden bir sestir. Kamil iman sahibi her durumda vicdanının sesini dinler. Bu da onun daima Kuran'a uygun ve Allah'ın hoşnut olacağı ahlak ve tavırları ortaya koymasını sağlar.

Karşısına çıkan alternatifler arasından en doğrusunu, Allah'ın beğeneceğini umduğu tavrı seçer. Hiçbir zaman için daha azına razı olmaz. Güzel olan tavrı uygularken önüne çıkan zorluklar karşısında yılmaz. Nefsinin istek ve tutkularına yenik düşerek doğru ve güzel olandan taviz vermez.

Bu konuyu günlük hayattan bir örnek vererek açıklayabiliriz. Büyük bir fabrikada geniş çapta bir yangın çıktığını düşünelim. Böyle bir durumda fabrika sahibinin karşısına pek çok alternatif çıkar. Söz gelimi fabrikanın yanmasını önlemek için, içeride kalıp, işçileri de seferber ederek yangını söndürmeye çalışabilir. Veya canını kurtarmak için, diğer çalışanlara haber dahi vermeden, bir an önce fabrikayı terk edebilir, ya da yangın çıktığını duyurarak tüm fabrika çalışanlarının hemen dışarı çıkmasını sağlayıp, bir yandan da durumu itfaiyeye bildirerek yardım isteyebilir.

Bu alternatiflerin hepsi de bir dereceye kadar makul görünebilir. İşte vicdan, insana içinde bulunduğu şartlarda, bunlar arasından hangisinin gerçekten de en doğru ve en akılcı karar, "Allah'ın rızasını kazanmaya" en uygun davranış şekli olduğunu gösterir. İşte, kamil iman da vicdanın gösterdiği doğru tavır ve davranışı nefsine hiçbir taviz vermeden, kayıtsız şartsız ve içinde hiçbir burkuntu ve pişmanlık duymadan uygulayan kişinin imanıdır.

KAMİL İMAN SAHİBİNİN ALLAH İNANCI

Allah'tan Korkup Sakınırlar


... Ve onlar, O'nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır. (Enbiya Suresi, 28 )

Allah'ın büyüklüğünü, gücünü ve sonsuz aklını kavramış olan kamil iman sahipleri, Rabbimiz'e karşı "saygı dolu bir korku" duyarlar. Allah'ın Kuran'da haber verdiği, "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının..." (Teğabün Suresi, 16) emri gereği, bu korkularında bir sınır tanımazlar. Karşılaştıkları her olay, çevrelerinde gördükleri herşey Allah'ın büyüklüğünü takdir etmelerine, imanlarının artmasına, dolayısıyla da korkularının derinleşmesine vesile olur.

Böylesine derin bir korku son derece güçlü bir sakınmayı da beraberinde getirir. Bu sakınmanın şiddeti, kişinin Allah'ın tüm emir ve tavsiyelerini titizlikle uygulaması ve O'nun men ettiği şeylerden de şiddetle kaçınmasıyla kendini belli eder. Bir ayette kamil iman sahiplerinin bu tavrı şöyle bildirilir:

Üstlerinden (her an bir azab göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar. (Nahl Suresi, 50)

Allah bir ayette insanların kavrayışını derinleştirecek bir örnek vererek, razı olacağı korkuya şöyle işaret etmiştir:

Şayet Biz bu Kuran'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)

Ayette işaret edildiği gibi, gönülden iman edenlerin Allah korkusu da böylesine şiddetli ve derindir.

Kamil iman sahiplerinin Allah korkusu son derece güçlüdür fakat bu, cahiliyenin yaşadığı batıl korkular gibi sıkıntılı bir korku değildir. Bu korku, mümini, kendisini yaratan ve yaşatan Allah'a bağlayan, temelinde derin bir saygı ve içli bir sevgiye dayalı olan bir korkudur. İnsana hayat veren, şevk, heyecan ve azim veren bir korkudur. Aynı zamanda da mümini Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, hayır yönünde harekete geçiren, Allah'ın beğendiği ahlakı kazandıran ve bundan dolayı da "manevi haz veren" bir duygudur. Ve bu korku ancak Allah'a duyulan derin sevgi ile birarada yaşanabilir. Kamil iman sahipleri Allah'ı ne kadar çok seviyorlarsa, O'ndan o kadar da çok korkarlar. Bu iki kavram her an eşit bir denge içerisinde yaşanır. Ve bunlar, kamil iman sahiplerinin imanlarının en önemli göstergelerindendir.

Kamil iman sahiplerinin Allah'tan içleri titreyecek kadar güçlü ve saygı dolu bir korkuyla korkmalarına vesile olan ise Allah'ı gereği gibi takdir edebilmeleridir. Allah'ın Kahhar (kahreden, herşeye, her istediğini yapacak surette galip ve hakim), Muazzib (azaplandıran), Müntakim (intikam alan), Saik (cehenneme süren), Müzil (zillete düşüren, hor ve hakir eden) sıfatlarını bilen müminler, Allah'ın hem dünyada hem de ahirette, dilediği an, dilediği kimseye, dilediği azabı verebileceğini bilirler. Bu azaptan ancak gereği gibi korkup sakınanların kurtulabileceğinin de bilincindedirler. Bu yüzden de başka hiçbir şeyden değil, yalnızca tüm gücün sahibi olan Allah'tan korkarlar.

Allah'ı Herkesten ve Herşeyden Çok Severler

... "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)

Kamil iman sahiplerinin Allah korkuları gibi Allah'a olan sevgileri de çok güçlüdür. Kendilerini yoktan var edenin, sayısız nimetleri hizmetlerine verenin, onları her an gözetip kollayan ve koruyanın Allah olduğunu bilirler. Tüm varlıkların ancak O'nun izniyle hayat bulduklarına ve yine O'nun dilemesiyle bir gün mutlaka yok olacaklarına, baki kalacak olanın yalnız Allah olduğuna iman ederler. Bu gerçeği kavradıkları için tüm sevgilerini kendilerini yaratan ve tek sahipleri olan Allah'a yöneltirler. Öyle ki Allah'ı gördükleri, bildikleri, kavradıkları herşeyden ve herkesten çok daha fazla severler.

Kuran'da haber verilen, "... O, ne güzel mevladır (sahip) ve ne güzel yardımcıdır" (Enfal Suresi, 40) ayetinde de bildirildiği gibi Allah'tan daha güzel bir veli ve yardımcı olamayacağının bilincindedirler. Üstün bir imana sahip olan Hz. İbrahim'in Kuran'da haber verilen bir duası şöyledir:

Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur; Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat. (Şuara Suresi, 78-83)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim de kendisine can verenin, yeryüzündeki her olayı evirip çevirenin, rızkı verenin, hastalığı ve ona şifa olacak imkanı yaratanın ve yeryüzünün tek hakiminin Allah olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de Allah'a gönülden bir sevgiyle bağlanmıştır. İşte kamil iman sahiplerinin örnek aldıkları Allah sevgisi budur.

Kamil iman sahipleri, yaratılmış olan diğer tüm varlıkları da, Allah'a olan sevgileri ve bağlılıklarıyla doğru orantılı olarak severler. İnsanlara olan sevgilerindeki ölçü, onların Allah'ın emrettiği ahlakı üzerlerinde ne derece taşıdıklarına bağlıdır. Allah'ın emir ve yasaklarına titizlik gösteren, O'nun emrettiği ahlakı en güzel şekilde yaşayan kimselere karşı derin bir sevgi beslerler. Bu kimseleri sevmelerinin altında yatan asıl neden onların da Allah'ı çok seven, yalnızca Allah'ı dost ve veli edinen kimseler olmalarıdır.

Gerçek iman, müminlere dünyada gördükleri her türlü güzelliğin, aklın ve tüm yeteneğin Allah'a ait olduğunu fark ettirir. Sözgelimi güzel, akıllı ya da yetenekli bir insanla karşılaşan müminler, onun bu özelliklerinden çok zevk alırlar ama tüm bunların asıl kaynağının, asıl Yaratıcısı'nın Allah olduğunu da unutmazlar. Bu nedenle bu özelliklerden aldıkları zevk, kişilere karşı müstakil bir sevgi oluşturmaz. Aksine kalplerinde yine Allah'a karşı derin bir saygı ve derin bir sevgi oluşur.

Derin bir imana sahip olmayan kimselerin ise, Allah sevgisinde bir zayıflık olduğu görülür. Bu kimseler, kendilerini yaratan ve hayat verenin, her yerde gözetip kollayanın, sayısız nimetleri kendilerine bağışlayanın Allah olduğunu aslında bilirler. Ancak hayatlarının büyük bir bölümünde bu gerçeği unuturlar veya gözardı ederek yaşarlar. Allah'ın yarattığı varlıkların Allah'tan bağımsız bir güce sahip olduklarını zannederler. Bu nedenle de bu varlıklara Allah'tan bağımsız bir sevgi duyarlar. Kuran'da bu kimselerin durumu şöyle haber verilir:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)

Bir başka ayette, kamil iman sahipleriyle bu kimseler arasındaki fark şöyle açıklanmıştır:

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut (ibadet edilen her türlü batıl şey, şeytan)tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)

Allah'tan Başka İlah Edinmezler

... Onlar yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar... (Nur Suresi, 55)

Kamil iman sahiplerinin imanları akla ve vicdana dayalı sağlam bir imandır. Bu nedenle de onlar, ayetlerde belirtildiği gibi, "hiçbir kuşkuya kapılmadan" iman ederler. Allah'ı tüm yüceliği ve büyüklüğüyle kavradıkları için, O'na eş ve benzer başka bir ilah olmadığını en başından kabul ederler. İnananların yol gösterici rehberi olan Kuran'da bu gerçek şöyle haber verilir:

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Bunun yanında insanlardan bazıları da Allah'ın varlığına iman etmekle beraber, dünyevi birtakım varlıkların da güç sahibi olduğuna inanır ve bir anlamda bunları kendilerine "ilah" edinirler. Ancak bu varlıklardan bahsederken akla sadece geçmiş yüzyıllardaki putperestlerin taptıkları taştan, tahtadan oyma heykeller ya da ilkel kabilelerin, batıl dinlerin ortaya attığı sahte ilahlar gelmemelidir. Günümüz toplumunda, insanların kendilerine ilah edindikleri adı konulmamış maddi manevi pek çok şey vardır.

Bir insanın Allah dışında herhangi bir varlığı hoşnut etmeye çalışması, bu varlığın kendine yardım etmeye güç yetirebileceğini zannetmesi, yaşamını o varlığın istekleri doğrultusunda düzenlemesi, onu "ilah" edinmesi olarak tanımlanabilir. Örneğin kimi insanlar para, güzellik, itibar, makam, mevki elde edebilmeyi ya da kendi nefislerinin isteklerini yerine getirmeyi hayatlarının tek amacı haline getirirler. Bu kimseler, asıl amaçlarını yani Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmak için çalışmayı unuturlar. İşte bu insanlar Allah'tan başka ilah edinen kişilerdir.

Kamil iman sahiplerinin farkı da bu aşamada ortaya çıkar. Çünkü onlar bu insanların tam aksine, dilleriyle söyledikleri gibi kalpleriyle de Allah'tan başka bir ilah olmadığını tasdik eder ve tüm yaşamlarıyla da bunu ispatlarlar. Onlar "dini yalnızca Allah'a halis kılarak", O'na 'katıksızca' iman eder ve O'ndan başka bir ilah kabul etmezler. Allah bu samimi kullarının özelliklerini Kuran'da şöyle haber vermektedir:

Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar müminlerle beraberdirler. Allah müminlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 146)

KAMİL İMAN SAHİBİNİN İBADETLERİ

Kamil iman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle de kendini belli eder. Allah'ın farz kıldığı namaz, oruç, abdest ibadetlerini yaşamı boyunca -sağlık koşulları elverdiği sürece- şevkle sürdürür. Allah salih Müslümanların ibadet şevkini pek çok ayetiyle haber vermiştir:

Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 22)

Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir. (Hac Suresi, 35)
Namazın Önemi

İmandan sonra gelen en önemli ibadetlerden olan namaz, müminlere hayatları boyunca sürdürmeleri emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir.

İnsan unutmaya ve gaflete düşmeye müsait bir varlıktır. İradesini kullanmayıp kendini günlük olayların akışına kaptırırsa asıl dikkatini vermesi ve aklında tutması gereken konulardan uzaklaşır. Allah'ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an kendisini izlediğini, işittiğini, yaptığı her şeyin hesabını Allah'a vereceğini, ölümü, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelmeyeceğini, karşılaştığı her şeyde, her olayda bir hayır olduğunu unutur. Gaflete düşerek, hayatının gerçek amacını hatırından çıkarabilir.

Günde beş vakit kılınan namaz ise, bu unutkanlık ve gafleti yok eder, müminin bilincini ve iradesini canlı tutar. Müminin sürekli olarak Allah'a yönelip dönmesini sağlar ve Yaratıcımız'ın emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Namaz kılmak için Allah'ın huzurunda duran kamil iman sahibi mümin, Allah ile güçlü bir manevi bağlantı kurar. Namazın insana Allah'ı hatırlattığı ve insanı her türlü kötülükten alıkoyduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:

Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

Namaz ibadeti, başta peygamberler olmak üzere tüm iman edenlere farz kılınmış bir ibadettir. Tarih boyunca insanlara gönderilmiş olan peygamberler kavimlerine Allah'ın farz kıldığı bu ibadeti tebliğ etmişler, kendileri de hayatları boyunca bu ibadeti en güzel ve en doğru şekilde uygulayarak tüm müminlere örnek olmuşlardır. Bu yönüyle namaz, Allah'ın elçilerinin kavimlerine yaptıkları fiili bir tebliğ şeklidir.

Kuran'da, peygamberlere namaz kılmalarının emredilmesi, onların bu ibadete verdikleri önem, bu ibadeti yerine getirmede ve korumada gösterdikleri titizlik, kavimlerine namaz kılmayı emretmeleri ile ilgili pek çok ayet yer alır.

- Bir ayette Hz. İbrahim için şöyle bildirilir:

Rabbim, beni namazı(mda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (İbrahim Suresi, 40)

- Hz. İsmail için Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:

Kitap'ta İsmail'i de zikret. Çünkü o, va'dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi Katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı. (Meryem Suresi, 54-55)

- Başka bir ayette Allah, Hz. Musa'ya şöyle bildirmektedir:

Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)

Mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem'e de namaz kılması emredilmiştir:

Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 43)

Kuran'da "Allah'ın kelimesi" olarak nitelendirilen Hz. İsa da aynı emri almıştır:

(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. (Meryem Suresi, 30-31)

Namaz hangi vakitlerde farz kılınmıştır?

Kuran'da, namazın müminlere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olarak farz kılındığı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulur:

Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)

Namaz vakitleri, "sabah", "öğle", "ikindi", "akşam" ve "yatsı" olmak üzere beş vakitten oluşmaktadır. Namaz vakitleri pek çok Kuran ayetinde açıkça bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir:

Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin." (Taha Suresi,130)

Allah'ın vahiy ve ilhamıyla Kuran'ı en iyi anlayan ve tefsir eden Peygamber Efendimiz de (sav) beş vakit namazın gün içindeki başlangıç ve bitiş zamanlarını müminlere tarif etmiştir. Namaz vakitlerinin bildirildiği en meşhur hadis-i şeriflerden biri İbn-i Abbas'ın bildirdiği hadis-i şeriftir:

Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana yönelip: 'Ey Muhammed Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!' dedi.

Gerek Kuran ayetleri, gerek Peygamber Efendimiz (sav)'in sahih hadisleri, gerekse İslam alimlerinin açıklamalarından anlaşıldığı gibi namazın beş vakit olduğu sabit ve tartışma götürmez bir gerçektir.

Beş vakit namaz farz, vacib ve sünnetleriyle 40 rekattan oluşmaktadır. Bu rekatların namaz vakitlerine göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir:

- Sabah Namazı: 2 rekat sünnet, 2 rekat farz

- Öğle Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet

- İkindi Namazı: 4 rekat sünnet, 4 rekat farz

- Akşam Namazı: 3 rekat farz, 2 rekat sünnet

- Yatsı Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet, 3 rekat vitr namazı


Kamil İman Sahibi Huşu İçinde Namaz Kılar

Huşu, 'saygı dolu korku' anlamına gelir. Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimiz'in huzurunda O'nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O'na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namazda, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah'a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yakınlaşacaktır.

Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin, huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir.

Rabbimiz, Kendi huzurunda durduğumuzda, yalnızca O'nu anmamızı, O'nu yüceltmemizi ve bütün eksikliklerden münezzeh tutarak O'nu birlememizi buyurmaktadır. Namazı dosdoğru kılmak da tüm bunları gerçekleştirmek için büyük bir fırsattır. Nitekim ayette Allah Kendisi'ni zikretmek için namaz kılınmasını buyurmaktadır:

Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)

Namazın Farzları

A- Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları Da denir.

Hadesten tahâret.

Necasetten tahâret.

Setr-i avret.

İstikbâl-i Kıble.

Vakit.

Niyet.

İftitah veya Tahrime Tekbîri.

B- İçindeki farzları beşdir. Bunlara rükn denir.

Kıyâm.

Kırâat.

Rükû'.

Secde.

Ka'de-i âhire.

Hadesten Taharet: Abdesti olmayan bir kimsenin abdest almasına, boy abdesti alması gereken bir kimsenin de gusül etmesine hadesten taharet denir.

Necasetten Taharet: Vücutta, giyilen elbise ve çamaşırlarda, veya namaz kılınacak yerlerde, namaza engel olabilecek pisliklerin temizlenip giderilmesine necasetden taharet denir.

Vakit: 5 vakit namazı kendi vakitleri içinde kılmaktır.

İstikbali Kıble: Namazı, kıbleye yani, Mekke şehrindeki Kabe'ye karşı kılmak demektir.

Niyet: Kılınacak namazın hangi namaz olduğunu hatırlayıp içinden niyet etmektir.

Tekbir: "Allahüekber" cümlesiyle Halıkımızı büyüklemek demektir.

İftitah Tekbiri: Namaza başlarken alınan ilk tekbirlerdir.

Kıyam: Özrü olmayan bir kimsenin, namazlarını kılarken, ayakta dik vaziyette durmasıdır.

Kıraat: Namazda, ayakta iken Kuran-ı Kerim'den bir veya birkaç ayet okumaktır.

Rüku: Avuç içlerini diz kapaklarına yapıştırarak, baş ile arka düz olacak şekilde iki büklüm olmak demektir.

Secde: Burnu, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak ve dokundurmak suretiyle secde etmek demektir.

Kade-i Ahirede Teşehhüd Miktarı Oturmak: Kılınan namazın son oturuşunda (Ettehıyyatü)yü okuyuncaya kadar oturmak.

Yukarıda sayılan maddelerden Setri Avret, Kıble ve Abdest konularını açıklamakta yarar vardır:

Setr-i Avret nedİr?

Mükellef olan, yani akıl ve baliğ olan insanın namaz kılarken açması ve diğer zamanlarda başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram olan yerlerine setr-i avret (avret mahali) denir. Erkeklerin, namaz için avret mahalli, göbekten diz altına kadardır. Hür olan kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka her yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı namaz için avret yerleridir.

Abdest
Namaz kılacak olan müminin öncelikle abdest alması gerekir. Abdestin belirli farzları vardır. Bunlar şöyledir:

-Yüzü bir kere yıkamak

-Dirseklerle birlikte iki kolu birer kere yıkamak

-Başın dörtte bir kısmını meshetmek

-İki ayağı, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikte bir kere yıkamak.

Abdestin farzları yanında sünnetleri vardır. Abdest alan kamil iman sahibi bir müminin yerine getirmesi gereken sünnetler ise şöyledir:

-Besmele çekmek

-Elleri, bilekleri ile beraber, üç kere yıkamak

-Ağzı, ayrı ayrı su ile üç kere yıkamak

-Burnu, ayrı ayrı su ile, üç kere yıkamak

-Kaşların, sakalın, bıyığın altındaki görünmeyen deriyi ıslatmak

-Yüzünü yıkarken iki kaşın altını ıslatmak

-Sakalın sarkan kısmını mesh etmek

-Sakalın, sarkan kısmının içine, sağ elin yaş parmaklarını, tarak gibi sokmak

-Dişleri, birşey ile ovmak, temizlemek

-Başın her tarafını, bir kere mesh etmek

-İki kulağı, bir kere mesh etmek

-Enseyi, üçer bitişik parmaklarla, bir kere mesh etmek

-El ve ayak parmaklarının arasını tahlil etmek

-Yıkanacak yerleri, her birinde uzvun her yeri ıslanacak şekilde üç kere yıkamak

-Yüz yıkanırken kalp ile niyet etmek

-Tertib, yani sıra ile iki eli, ağzı, burnu, yüzü, kolları, başı, kulakları, enseyi ve ayakları yıkamak ve mesh etmek

-Yıkanan yerleri ovmak

-Her uzvu, birbiri arkasından yıkayıp ara vermemek.

KIble

Mekke şehrinde ve Mescid-ul Haram'da yer alan Kabe kıbledir ve Müslümanların, namaz kılarken ona doğru yönelmeleri gerekir. İslamın beş şartından biri olan namaz ibadeti, kıble yönüne dönülerek gerçekleştirilir. Kuran'ı Kerim'de, müminlerin namaz kılarken yüzlerini dönmeleri gereken kıblenin, Kabe olduğu bildirilmiştir. Mekke'nin dışında ve Mekke'den uzak olanların "kıble yönüne doğru durmuş" denilecek şekilde durmaları yeterlidir.

İslam dini, Kabe'yi tek olan Allah'a ibadet merkezi olarak tanıtmış ve Müslümanlara, namaz kılanlar ve ibadet edenler arasında vahdet, birlik ve düzen olması için dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar yüzlerini kıbleye çevirmelerini emretmiştir.

Kıbleye doğru namaz kılmak, Kabe'yi tamir eden Hz. İbrahim'le (a.s) Hz. İsmail'in (a.s) hatıralarını anmanın ve ibadet için Allah'a yönelişin güzel bir örneğidir. İnsanın, yemek yerken, uyurken de bu işleri kıbleye doğru yapması iyidir. İnsan ölünce, toprağa verildiğinde de yüzü kıbleye çevrilmelidir.

Kıble Nasıl Tayin Edilir?

Kıble, Kabe'nin binası değil, arsasıdır. Yani yerden Arşa kadar, o boşluk kıbledir. Bu yüzden denizin altında ya da gökyüzünde iken bu yönde namaz kılınabilir.

Kıbleyi matematiksel hesaplarla hesaplamak mümkün olduğu gibi, pusula (kutup yıldızı) yardımı ile de doğru yönü bulmak da mümkündür. Hesap ve alet ile yapılan hesaplamalarda kıble tam bulunmasa da, yönü hakkında kuvvetli bir zan elde edilmiş olur. Kıble tayininde kuvvetli zanna dayalı tesbitler kabul olur.

Mihrab bulunmayan, hesap, yıldız gibi şeylerle de anlaşılamayan yerlerde, kıbleyi bilen Müslümanlara sorulmalıdır.

Gemi, tren gibi hareket halinde olunan yerlerde kıbleye karşı durup, secde yeri yanına pusula koyulmalıdır. Böylelikle hareket halindeki araç döndükçe, namaz kılmakta olan kişi de kıbleye karşı dönmelidir. Ya da başka birisi, namaz kılankişiyi sağa sola döndürmelidir.

Kıble yönünü bilmeyen kimse, mihraba bakmadan, bilene sormadan ya da kendisi araştırmadan namazı kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namaz ibadetinin şartlarını tam olarak yerine getirmemiş olur.

KAMİL İMAN SAHİBİNİN KADERE TESLİMİYETİ

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah canlı cansız tüm varlıkları kaderleriyle birlikte yaratmıştır. Allah'ın belirlediği bu kader dışında hiçbir varlığın gerçekleşecek olan bir iyiliği ya da kötülüğü engellemeye ya da tersine çevirmeye gücü yetmez. İşte kamil iman sahipleri de "Allah'ın kendileri için yazdıkları dışında başlarına hiçbir şey gelmeyeceği"nin bilincinde olan kişilerdir.

Bu gerçek, aslında müminler için yaratılmış sonsuz bir rahatlık kaynağıdır. Çünkü yeryüzünde küçük büyük demeden tüm olayları, her türlü detayıyla "sonsuz bir akıl" planlamaktadır. Bu nedenle de her biri müminler için en hayırlı şekilde gelişmektedir.

Bu mutlak gerçeği kavrayan kamil iman sahipleri, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Allah'ın, yarattığı tüm olayları, temelinde dinin menfaatine ve inananların ahiretlerine faydalı olacak şekilde, bir hikmet üzerine yarattığını bilirler. Bir ayette "... Allah kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirilmesi, olayların mutlak surette inananların lehinde sonuçlanacağını haber vermektedir. Yine bir başka ayette de "... Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..." (Hac Suresi, 40) şeklinde bildirilmiştir. Çünkü Allah iman edenlerin dostu ve velisidir. Allah'ı vekil edinen, yalnızca O'na dayanıp güvenen kamil iman sahipleri dünyada ve ahirette bu yardımın mutlaka kendilerine ulaşacağını hiçbir zaman unutmazlar. Özellikle de ilk bakışta aleyhlerine gibi gerçekleşen bir durum söz konusu olduğunda, bu düşüncelerinde kararlılık gösterir, bunda bir hayır olduğunu bilirler.

Allah dünyayı insanları denemek için özel bir imtihan ortamı olarak yaratmıştır. İnsanların çoğu başlarına bir iyilik, güzellik ya da bereket geldiğinde bunun Allah'tan olduğunu düşünerek Allah'a karşı teslimiyetli ve şükredici bir tavır gösterirler. Ancak ters gibi görünen ya da istemedikleri bir durumla karşılaştıklarında bu teslimiyetli tavırlarını hemen kaybederler. Allah'a karşı isyan edip, başkaldırmaya kadar varan bir tevekkülsüzlük ve nankörlük içerisine girerler. Kuran'da insanların bu durumu şöyle açıklanmıştır:

... Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir. (Şura Suresi, 48 )

Kamil iman sahipleri ise, "... Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetinde verilen sırrı kavramışlardır. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gibi gözüken her olayın, aslında Allah'a olan imanlarının sınanması için özel olarak yaratılmış olduğunu unutmazlar. Karşılaştıkları olaylar her ne olursa olsun, Allah'a olan teslimiyetlerinde ve tevekküllerinde bir eksilme görülmez. Başlarına gelen ve olumsuzmuş gibi görünen pek çok olayın aslında ahiretleri için son derece hayırlı sonuçlar oluşturabileceğini bilirler. Çünkü Allah her olayı insanın görebildiği ve göremediği pek çok hikmetle birlikte yaratır. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilir:

... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

Ayette de dikkat çekildiği gibi, kötülük sandığı şey aslında insan için bir iyiliğe vesile olabilir. Çünkü insanın başına gelen tüm olayları, "sonsuz akıl" sahibi olan Allah planlamaktadır. İnsanın aklı ve muhakemesi ise çok sınırlıdır. Bu nedenle insana düşen, kendisini her ihtimalde iyiye ulaştıracak olan, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere teslim olmaktır.

Bir olay ilk aşamada şer gibi görünebilir ama belki de Allah burada bu olaya maruz kalan kişilerin Kendisi'ne olan teslimiyetlerini denemektedir. Ve belki de ikinci aşamada bu olayı büyük bir hayra dönüştürecektir. Allah'a güvenmeyen insanlar, ilk anda bunun bir deneme olduğunu unutup büyük bir kayıp içerisine girerler. Kamil anlamda bir imana sahip olan insanlar ise, hem güzel bir tavır gösterdikleri için Allah'ın rızasını kazanmış olurlar, hem de olayın sonucunda mutlaka bir hayra kavuşurlar.

Kuran'da kamil iman konusunda en güzel örnekleri teşkil eden peygamberlerin hayatlarından çeşitli bölümler verilmiştir. Örneğin Firavun'un zulmünden uzaklaşmak için Mısır halkı ile birlikte yola çıkan Hz. Musa ilk anda hiçbir kurtuluş yolunun gözükmediği bir durumla karşılaşmıştır. Karşıya geçmelerinin imkansız göründüğü bir deniz kenarına geldikleri sırada, Firavun ve ordusu da onları takip etmektedir. İlk bakışta kurtulmalarının imkansız gibi göründüğü böyle bir durumda, Allah'ın her yarattığında bir hayır olduğunu kavrayanlar ile tereddüte kapılanlar belli olmuştur. Bu olay Kuran'da şöyle anlatılır:

Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler.

(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler
. (Şuara Suresi, 60-67)


Ayetlerde de haber verildiği gibi, peygamberin yanındaki kimselerden bazıları hemen ümitsizliğe kapılmış ve "yakalandık" demişlerdir. Hz. Musa ise asla ümitsizliğe kapılmamış ve Allah'tan kesin olarak bir yardım geleceğini unutmamıştır. Ve Allah bu denemenin hemen ardından bir mucize yaratmış, denizin iki büyük su kütlesi şeklinde ayrılmasını sağlayarak, peygamber ve beraberindeki inananların kurtulması için yol göstermiştir. Ardından da Firavun ve ordusunu bu suların altında boğmuştur.

Allah, görünüşte kesin olarak şer gibi görünen bir olayı, müminlerin teslimiyeti belli olduktan hemen sonra çok büyük bir hayra dönüştürmüştür.

Bu konudaki diğer bir örnek de Peygamberimiz (sav)'le ilgilidir:

Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Hz. Muhammed (sav) içinde bulunduğu zor şartlarda üstün bir tevekkül göstermiş ve yanındaki arkadaşını da Allah'a teslimiyete davet etmiştir. Kamil iman sahipleri de kendilerine, Kuran'da övülen peygamberlerin ahlakını örnek alırlar. Ve bu yüksek ahlakı göstermeyi hedefleyerek başlarına gelen her zorlukta şöyle derler:

. De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38 )

KAMİL İMAN SAHİBİNİN DÜNYA HAYATINA BAKIŞ AÇISI

Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)

Allah dünyayı insanlar için geçici bir yurt olarak yaratmıştır. İnsanların denenmesi, iman edenlerin eksikliklerinden arınması ve eğitilerek cennete layık olacak bir yapıya ulaşması, inkar edenlerin de kötülüklerinin ortaya çıkması için... Ancak bu gerçeği çok az insan düşünüp anlar ki, işte onlar kamil iman sahipleridir.

Kamil imana sahip bir müminin dünyaya bakış açısı, Kuran'da haber verilen bu önemli gerçek üzerine kuruludur. Böyle bir kişi, inkarcılar gibi dünyaya bağlanmaz, aksine sonsuz ahiret hayatı için sürekli bir hazırlık içinde olur. Ayrıca Kuran'da haber verilen, "... İnsanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayeti gereği, dünyada bulunma amacının herşeyden önce "Allah'a kulluk etmek" olduğunu bilir.

Allah'a kulluk etmek, daha önce de belirttiğimiz gibi, yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetleri yerine getirmek değildir. Aksine kulluk, bir insanın tüm hayatını kapsayan bir fiildir. Kamil imana sahip bir mümin, bu tanıma uyan, yani tüm yaşamını Allah'a kulluk etmekle geçiren insandır. Yalnızca Allah için yaşar, Allah için çalışır, kendisine verilen tüm imkanları yine sadece Allah için kullanır. Çünkü "Şüphesiz Biz insanı karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2) ayetinde de belirtildiği gibi, Allah'ın dünya hayatını, insanı denemek için yarattığının bilincindedir.

Allah, dünya hayatının bir denenme yeri olduğunu bildirdiği gibi, bu hayatın aldatıcılığına da özellikle dikkat çekmiş ve insanları bu konuda açıkça uyarmıştır:

Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın... (Fatır Suresi, 5)

İşte kamil iman sahipleri de, her ne kadar çekici gibi görünürse görünsün, dünya hayatının süslerine aldanmayan kimselerdir. Çünkü onlar, Allah'ın hak kitabından dünya hayatının gerçek yüzünü öğrenmişlerdir. Dünya hayatı, Kuran ayetlerinde bildirildiği gibi; "bir oyun", "tutkulu bir oyalanma", "bir süs", "insanların arasında bir övünme konusu", "mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu"dur. Allah bir ayetinde dünya hayatını önce yeşillenip ekicilerin hoşuna giden sonra da kuruyup çer çöp olan bir ekin örneğine benzetmiştir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Kuran'ın bu örneğinde dikkat çekildiği gibi, yeryüzü üzerinde hiçbir şey zamana karşı koyamaz; ne güzel evler, arabalar, mekanlar, manzaralar ne de genç, güzel ve makam sahibi insanlar... Yeni olan herşey kısa sürede eskir, genç olan herkes yaşlanır, güzel olan yıpranır ve hatta zamanla tanınmaz hale gelir. Yine en değer verilen eşyalar zamanla tahrip olup değerlerini yitirir. En mutlu anlar hızla geçip tarih olur, en güzel lezzetlerden eser kalmaz. Biraz zaman geçtiğinde insan neredeyse kendini bunları hiç yaşamamış gibi hisseder. Allah bir ayette insanlara ahireti unutturarak, onları dünyaya bağlayan tutkuların neler olduğunu şöyle bildirmiştir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Dikkat edilirse, ayette üzerinde durulan dünya nimetlerinin ortak yanı, hepsinin de sınırlı ve geçici zevkler olmalarıdır. Bu nedenle dünya üzerinde hırs ve tutku ile bağlanılabilecek hiçbir şey yoktur. Herşeyden evvel ne insanın et ve kemikten oluşan yapısı, ne de dünyadaki diğer malzemeler buna uygun yaratılmamıştır. Bunlar cennetteki nimetlerin çok eksik birer kopyası olarak, ahireti hatırlatmak amacıyla var edilmişlerdir.

İşte bu önemli gerçeği kavrayan kamil iman sahibi bir mümin dünya üzerindeki tüm nimetlerden yararlanır ama -dünyaya aldanan insanlardan büyük bir farkla- bu nimetlere karşı bir hırsa kapılmaz. Hiçbir zaman için elindekileri sahiplenmez, aksine kendisine verdiklerinden dolayı her an Allah'a karşı şükredici bir tavır içerisinde olur. Çünkü yeryüzündeki tüm mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu bilir.

Mala, güzelliğe, güce sahip olduklarını sanan kimseler ise, aslında sadece kendilerini aldatırlar çünkü sahip olduklarını sandıkları şeylerin hiçbirini kendileri yaratmamışlardır. Hatta bunların tek bir tanesini bile yaratmaya güçleri yetmez. Üstelik bunların yok olmalarını da engelleyemezler. Kendileri de yaratılmışlardır ve bir gün onlar da mutlaka dünya hayatına ait olan, sahip oldukları herşeyi geride bırakıp ölümü tadacaklardır.

İşte kamil iman sahiplerini gaflet içindeki insanlardan ayıran en büyük farklardan biri, Kuran'da, "... çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar" (İnsan Suresi, 27) ayetinde belirtilen gerçeğin bilincinde olmaları ve dünyaya değil, ahirete yönelik bir hazırlık içinde bulunmalarıdır. Allah bu kimselerin şöyle söylediğini haber verir:

Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. (Bakara Suresi, 201)

Allah bu samimi davranışlarına ve dualarına karşılık olarak, onlara hem dünyanın hem de ahiretin tüm güzelliklerini ve nimetlerini verir. Allah Kuran'da bunu şöyle müjdelemiştir:

Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 148 )

Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 64)

KAMİL İMAN SAHİBİNİN ÖLÜME BAKIŞ AÇISI

Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir.
Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
(Al-i İmran Suresi, 185)


Kuran'da, "Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 57) ayetiyle de haber verildiği gibi, dünya üzerindeki her insan kendisi için takdir edilmiş bir günün, belirlenmiş bir saatinde muhakkak ölümle karşılaşacaktır. Nitekim bugüne kadar hiçbir insanın gücü, malı, mülkü, serveti, şöhreti, mevkiisi, itibarı, kuvveti ve güzelliği ölümü kendisinden uzaklaştırmasına yetmemiştir. Ölüm, Allah'ın bir kanunudur; gelmiş geçmiş tüm insanlar bu kesin ve önlenemez gerçekle karşılaşmıştır.

"Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile..." (Nisa Suresi, 78 ) ayetiyle hatırlatıldığı gibi, kimse ölümden kaçmayı başaramamıştır ve başaramayacaktır.

Bu gerçek, kamil iman sahiplerinin derin bir anlayışla kavradıkları bir konudur. Ölümün kesinliğini ve yakınlığını idrak etmeleriyle birlikte, ölümden sonraki sonsuz hayata hazırlık yapmaları gerektiğini de anlarlar. Allah'ın emrettiği ahlaka tam olarak ulaşamadan ve Allah'ın rızasını kazanamadan ölmekten korkar, bu nedenle de büyük bir samimiyet ve gayretle Allah'ın dinine sarılırlar. Ve her an ölecekmiş gibi Allah'a yakınlaşmakta ve O'nun rızasını kazanmaya çalışmakta acele ederler. Kuran'da kamil iman sahiplerinin şöyle dua ettiklerinden bahsedilir:

... Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür. (Araf Suresi, 126)

... Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat. (Yusuf Suresi, 101)


Kamil iman sahipleri ölümü, Allah'ın bir emri olduğu için son derece teslimiyetle karşılarlar. Hatta ölümü, Rabbimiz'in kendilerine müjdelediği cennete kavuşmak için bir kapı olarak görürler. Ama bir yandan da cehennem azabından sakınmaları gerektiğini bilir, var güçleriyle hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmak için uğraşırlar. Kuran'da inanan kimselerin ahirete kadar sürekli "umut ve korku" içerisinde olacakları bildirilmiştir. Sonuç olarak kamil iman sahipleri, iman ettikleri için cenneti umarlarken bir yandan da kendilerini yeterli görmedikleri için cehennemden korkarlar. Kuran'da kamil iman sahibi müminlerin "kötü hesap"tan korkuları, gösterdikleri güzel tavırlar ve ulaştıkları hayırlı sonuç şöyle bildirilmiştir:

Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar.

Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar.

Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.

Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:)

"Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel."
(Rad Suresi, 20-24)


KAMİL İMAN SAHİBİNİN AHİRET İNANCI

Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. (Bakara Suresi, 4)

Cehennemde yaşanan acının ve azabın şiddeti hiç şüphesiz dünyada yaşanan hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Sadece ateş azabının bile sayısız çeşidi vardır. Cehennem ehli, çığlıklar içinde yanar, elleri boyunlarına bağlı şekilde ateşin dar yerine atılır, başlarının üstünden kaynar su dökülür, demirden kamçılarla kamçılanır, açlıktan ve susuzluktan kıvranırken azaptan azaba sürülürler. Sonsuza kadar acıları dinmez. Duydukları pişmanlık, çaresizlik ve ümitsizlik hissi içlerini eritir, yok olmayı isterler. Ama bu asla gerçekleşmez. Yaşadıkları dayanılmaz acıların şiddeti gittikçe daha da artar. Ve onlara şöyle denir:

Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz. (Tur Suresi, 16)

İşte kamil iman sahibi bir mümin Kuran ayetlerinde tasvir edilen bu ortamı ve azabı sürekli düşünür ve Allah'a yönelir. Her an ölüm melekleri ile karşılaşabileceğini ve böylece ahirete geçebileceğini hiç unutmadan hareket eder. Verdiği kararlar, sergilediği tavırlar ve yaptığı konuşmalarla hep cenneti kazanabilmeyi ve cehennem azabından uzaklaşmayı hedefler. Zira dünyada hiç kimse Allah'ın azabından güvende olamaz.

Karşısına çıkan zerre kadar bir ecir imkanını bile kaçırmak istemez. Hesap gününde "duyarlı teraziler" (Enbiya Suresi, 47) kurulacağını bilir. O gün iyiliklerinin ağır basabilmesi için karşılaştığı her fırsatı değerlendirmesi gerektiğini düşünerek hareket eder. Çünkü Allah insanları bu konuda şöyle uyarmıştır:

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8 )

Aynı şekilde Allah'ın rızasına ters düşecek her tavırdan da şiddetle sakınır. Çünkü yaptığı her hareket kendisini ya cennete ya da cehenneme yaklaştıracaktır. Bu ikisinden başka gidilecek bir yer de yoktur.

Bu gerçeklerin kesin olarak bilincinde olan kamil iman sahipleri, yaşamları boyunca "korku ve umut dolu" olurlar. Hesap günü korku içinde cennete veya cehenneme girmeyi bekleyen insanların ruh hallerini hatırlarından çıkarmazlar.

İnsanlar şu an, cennetle cehennem arasındaki ayrıma getirilseler ve birazdan yapılacak bir sorgulama ile sonsuz bir hayata başlayacaklarını anlasalar, nasıl bir tavır içine girerler?

Bu şartlar altındaki bir insanın hemen yanı başında duran ve belki de bir an sonra içerisine atılacağı cehennemi bile bile Allah'ın razı olmayacağı bir tavır göstermesi mümkün olur mu?

Kuşkusuz ki hayır. Aksine böyle bir durumla karşı karşıya gelen her insan son da olsa bir fırsatının olduğunu düşünerek cennete girebilmek için aklını ve vicdanını son sınırına kadar kullanır, Allah'ın en beğeneceği tavrı uygulamaya çalışır. Dünyada iken bu durumu kendisinden çok uzak gören ve ahiret hayatından yana hiçbir hazırlık yapmaya gerek duymayan bir insan bile büyük bir panik içerisinde durumu telafi etmeye çalışacaktır. Ancak o gün artık telafi etmek için vakit yoktur. Çünkü Allah'ın kullarına belirlemiş olduğu imtihan süresi ölümleriyle birlikte sona ermiş ve hesap defterleri kapanmıştır. O ana kadar iyilikten ya da kötülükten yana ne yaptılarsa sadece bunlarla karşılık göreceklerdir.

İşte kamil iman sahiplerinin dünya hayatında gösterdikleri çaba da, ahirete, sonsuz cennet ve cehennem hayatına kesin bilgiyle iman etmeleri, bunu akıllarından çıkarmamaları ve ölümü her an gerçekleşebilecek kadar yakın görmelerinden kaynaklanır. Onlar ahirette bu korkuyu ve pişmanlığı yaşamamak için, dünya hayatları boyunca kendilerini her an bu toplanma yerinde haklarında karar verilmesini beklermişçesine düşünürler. Sanki oraya gitmiş, cennetin güzelliğini ve cehennemin korkunçluğunu görüp de dünyaya geri dönmüşlercesine açık bir şuur ve imanla ahirete hazırlık yaparlar. Ve böylece karşılaştıkları her olayda olabilecek en vicdanlı ve en güzel tavrı ortaya koyarlar. Çünkü bilirler ki, gösterdikleri en ufak bir gevşeklik ya da bir vicdansızlık, o gün yürek acısı olacak pişmanlığa neden olabilir.

Sonuç olarak, kamil iman sahiplerinin ahirete böylesine, görmüş gibi iman etmeleri, onların Allah'a yakınlaşmakta ve korkup sakınmakta sınır tanımamalarını sağlar. Kuran'da, "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının..." (Teğabün Suresi, 16) ayetinde belirtildiği gibi tüm güçleriyle Allah'tan korkup sakınırlar ve sonsuz mekanlarının cennet olmasını umarlar.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir