Gladio nedir ?

Tüylerimizi ürpertecek yazılar, gerçekte yaşanmış korkunç olaylar, Efsaneler, Metafizik, Komplo Teorileri, Parapsikoloji.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Sonsuz_Nur
Fast Friend
Fast Friend
Mesajlar: 414
Kayıt: 22-08-2005 12:03

Gladio nedir ?

Mesaj gönderen Sonsuz_Nur »

GLADİO YİNE ELİNİ KANA BULADI

İstanbul, kana bulandı. 57 kişi öldürüldü. Dört noktada patlatılan en az dört ton patlayıcı, herkesin kanını dondurdu. 16 ve 21 Kasım günlerinde Beyoğlu, Osmanbey, İngiliz Konsolosluğu ve Levent’teki HSBC bankası önünde patlatılan bombalı araçların içinde C-4 patlayıcı maddeleri olduğu gazetelere yansıdı.Konunun uzmanları, patlayıcılar arasında bulunan C-4 kalıplarının CIA ve Pentagon imalatı olduğunu bilir. Plastik tahrip maddesi olarak bilinen C-4’ler, bütün dünyada terör örgütleri tarafından kullanılıyor. Yani ABD’nin finanse ettiği terör örgütleri...Susurluk Belgeleri 1 isimli kitapta Astsubay Hüseyin Oğuz, Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının da C-4 tipi bir bomba konarak düşürüldüğünü söyler. (Sh. 216) C-4 patlatılırsa plastik bomba olduğu için iz bırakmıyor.

C-4’leri ve ülkemizin faili meçhuller cenneti olduğunu, PKK cinayetlerini konu edinen ve Akit gazetesinde tefrika edilen İtiraf Ediyorum isimli romanımı yazarken keşfettim. Bu memlekette öldürülen birçok insanın katili bulunamıyor. Hatta Binbaşı Cem Ersever, Orgeneral Eşref Bitlis, Uğur Mumcu gibi birçok ünlünün katili kasten bulunamıyor. Zamanın DGM savcısı Nusret Demiral, Uğur Mumcu cinayetinin üstüne gidilmemesini istemişti.Rahmetli Turgut Özal’a kurşun atan Kartal Demirağ da Türk Gladio’sunun elemanı çıkmıştı.

Sonraları listeye Taner Kışlalı, Doç. Hablemitoğlu eklendi. Atatürkçü-laikçi geçinen ve bunun yanı sıra halk, demokrasi ve insan hakları düşmanı gizli bir örgüt, halkı evire çevire dövmek ve demokratikleşmenin önüne geçmek için yeni fırıldaklar çeviriyor.1993 yılında kurulan TBMM faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu, o zaman aylarca olayları araştırdı ve bir sonuca varamadı.Kontrgerilla cinayetleri ile ilgili açıklamalarda bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü daire başkanları Hanefi Acvı, Bülent Orakoğlu ve Onbaşı Kadir Sarumsak gibi işi bilen uzmanlar, askerî mahkemelerde süründürülerek susturuldu, yargılandı, mahkum edilmek istendi. Hanefi Avcı içeride yattı. Orakoğlu ve Sarumsak’a berat kararı veren hakim, sürüldü, sonra da ordudan ihraç edildi.

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER

Uzun araştırmalar sonucu tespit ettiğim ve İtiraf Ediyorum romanının önsözünde belirttiğim bir gerçek var. Romandan iktibas ediyorum: "Türkiye faili meçhuller cenneti. TBMM, “faili meçhul cinayetler komisyonu” önümüze kocaman bir liste koyuyor. Okuyalım: 1975: 1 tane, 1977: 6, 1978: 46, 79: 81, 80: 98, 81: 2, 83: 1, 84: 1, 86: 2, 87: 1, 88: 2, 89:3, 90: 68, 91:24, 92: 316, 93. 314... Toplam 916.

Elbette ki, bu rakamlar komisyon kayıtlarına geçmiş faili meçhuller ve 1993’ten sonrasını kapsamıyor. Dağda, bağda, köprü altında öldürülenlerin kesin sayısı bilinmiyor. 1997 yılı sonu itibariyle, eğer rakamlarla oynanmamışsa; mahkemelerde 14 973 faili meçhul dosyası bulunduğu, 12523 dosya ile Diyarbakır DGM’nin ilk sırayı aldığı biliniyor. Mayıs 1998 ayı itibariyle 20 379 terörist, 3275’i asker; 4501 güvenlik görevlisi, 4268 sivil olmak üzere toplam 29148 kişinin Güney Doğu’da hayatını kaybettiği biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda 7-8 bin civarında şehit verdiğimiz düşünülürse, onun dört katından daha fazla insan telef olmuş."

İTALYAN GLADİO’SU

Türkiye’de gizli örgütler ne oyunlar oynuyor, kim, kimi, niçin öldürtüyor, kitle katliamları nasıl ve kim tarafından planlanıp uygulanıyor bilmek isteyen varsa İtalya örneğine bakmalı.İtiraf Ediyorum’u yazarken konuyla ilgili olarak bulduğum bilgileri romandan iktibas ediyorum:

“ABD, İtalya’da herhangi bir komünist iktidarını bertaraf etmeyi, sosyalistleri onlardan ayırmayı sağlayacak antikomünistleri harekete geçirecek bir örgüt kurdu. 1942 yılında kurulan bu gizli servis, ihtiyaç halinde karışıklık çıkarmaya matuf operasyonlarda kullanılabilecek reaksiyoner hareketlere destek verecekti. İtalya politik hayatında komünistleri ortadan kaldırmak, faşist profesyonel katillerden ekipler kurmak ve bunları hükümetteki şahsiyetlere veya sivil halka karşı saldırılarda kullanmak, sorumluluğu komünistlere atmak, antikomünist partilere yardım etmek ve yeni partiler kurmak hedefleniyordu.

1 Ağustos 1949’da İtalya NATO’ya girdi. 1 Eylül 1949’da da SIFAR Ordu İstihbarat Servisi faaliyete geçti. Doğduğundan itibaren ABD çıkarlarına bağlı kalacak olan SIFAR’ın örgütlenmesi, daha sonra NATO genel sekreteri olan Savunma Bakanı M. Bronzo tarafından gerçekleştirildi. Operasyon Amerikan gizli servisi ajanı Carmel Offie’nin gözetiminde gerçekleşti. Washington için yararlı bilgiler toplayan ve İtalya ordusunun NATO’ya bağlılığını denetleyen SIFAR, çeşitli Amerikan gizli servislerinin bir bakıma gayri resmî şubesiydi.

İtalya’da Askerlerin Teşebbüsü

İtalya demokrasi ilk defa 1964’te sarsıldı. Mart 1964’te Jandarma Genel Komutanı General De Lorenzo, Roma’da kuvvet komutanlarıyla yaptığı bir toplantıda, olağanüstü durumlarda jandarma kuvvetlerine, müdahale etme imkânı veren bir plân hazırladı. Bu “Solo Plânı” jandarmanın İtalya’da hassas bölgelere müdahalesini hazırlamaya yönelik çok yoğun bir faaliyeti öngörmekteydi. Haziran 1964 için kendilerinden yapmaları istenen hazırlıklarla ilgili açıklama talep eden bazı subaylara, “NATO antlaşmaları çerçevesinde ve İtalya’daki Amerikan yetkililerle uyum halinde hazırlanan bir iç güvenlik plânının uygulanacağı” ifade edildi.Gizli servisler, siyasî-askerî sır ve devlet kavramlarının arkasına sığınıp gerçeğin anlaşılması çabalarını engellediler. Türkiye’de sıkça olduğu gibi siviller, askerlerin ve gizli servislerin üzerine gidip denetim kuramadılar.İtalya 1969’dan itibaren fırtınalı bir döneme girdi. Beş yıl boyunca suikastlar ve şiddet eylemleri birbirini izledi.1980’de İtalya, tarihinin en kanlı suikastlarıyla çalkalandı, terörizm yeniden canlandı. Bologne Garına konan bir bombanın patlamasıyla 85 kişi hayatını yitirdi ve iki yüzden fazla insan yaralandı.

Terörü Kim Organize Ediyor?

Savcılar ve gözlemciler karmakarışık bir ağın örgüsünü yıllar boyu anlamaya çalıştılar. 1991’e kadar Venedik’te devam eden çeşitli adlî soruşturmalar şu gerçeği ortaya koydu:Bütün bu kanlı terör ve şiddet olaylarının görünür aktörleri olan çeşitli neo-faşist grupların arkasında İtalya’daki terör stratejisinin farklı safhalarını elinde tutan tek güç olarak askerî gizli servisler görünüyordu. Licio Gelli’nin P2 mason locasının yakın kontrolü altındaki İtalyan askerî servisleri 1964’ten 1980’e kadar terör sahnesinin merkezindeki düzenleyicisiydi.Gizli servislerin karanlık rol ve eylemlerine dair yapılan bütün araştırmalar, devlet sırları bahanesine toslamaktaydı. Adlî soruşturmalar kapatılıyor, savcıların suçlu bulduğu bütün önemli kişileri aklayan şaşırtıcı kararlarla karşılaşılıyordu. Son terör olaylarını takip eden on yılın sonunda, İtalya’da en karanlık dönemi oluşturan bu terör dalgasına rağmen hiç bir suçlu bulunamadı ve hiç bir açıklama yapılmadı.Önemli Tanıklar Ortadan Kayboluyor.

Savcılar kısa sürede gizli servis arşivlerinden dosyaların kaybolduğunu anladılar. 1969’da kurulan parlamento araştırma komisyonuna zor bir görev düşüyordu. Önemli tanıklar ortadan kayboluyordu.Önce General De Lorenzo’nun yardımcısı Bay Rocca, 27 Haziran 1969’da bürosunda ölü bulundu. Rocca’daki belgelerin önemli bir bölümü kaybolacaktı.27 Temmuz 1969 General Ciglieri açıklanamayan bir trafik kazasında hayatını kaybetti.Onu, gizli servisleri bunaltan raporu hazırlayan General Manes’in ölümü izledi. Manes, komisyon önünde ifade vereceği günlerde bir kalb krizinin kurbanı oldu.

8 Ocak 1970’de ABD Genelkurmay Başkanı olan General Westmoreland’ın imzasını taşıyan “Arazi el kitabı 30-31” koduyla tasnif edilmiş 138 sayfalık “çok gizli” bir belgeyi yayımlayacağı duyurulan bir Türk gazeteci, aniden ortadan kaldırıldı ve yayın engellendi.1980’de İtalyan mahkemeleri, neo-faşist grupların, P2 mason locasının ve İtalya gizli servislerinin aynı amaçlarla bir araya geldiğini, İtalya’da asker ve sivillerden oluşan gizli bir örgütün varlığını belirledi. CIA, mason locaları ve gizli servisler kanun dışı işlere girmişti; organize cinayet ve terörizm birbirine yakından bağlıydı.9 Ocak 1990’da savcı Felice Casson, istihbarat servislerinin kontrolündeki gizli silah depolarını keşfetti. Gizli servis arşivlerine girdi. Doğrudan gizli servisler ve NATO tarafından kontrol edilen sivil ve askerlerden oluşmuş, yasa dışı bir örgütün varlığını belgeledi. Karşı espiyonaj mektupları gizli bir direniş örgütünün, yani GLADİO örgütünün kurulmasını öngören 50’li yıllarda imzalanmış NATO protokollerinden söz ediyordu.

1956-62 yılları arasında Gladio ve ordu gizli istihbaratının başında bulunan kişi General De LORENZA idi. Örgütün kirli işlerinden başbakanlar, cumhurbaşkanları zaman zaman haberdar olmuş, oluşumu ortadan kaldırmak için bir çaba göstermemişlerdir. Bu da örgütün ne kadar etkili olduğunu göstermeye yeter.” İtalya ile Türkiye arasında benzerlik kurmak zor değil.Belçika, Yunanistan ve İtalya’da cesur siviller, savcılar ve politikacılar sayesinde Gladio tipi devlet gücünü kullanan gizli örgütler, çeteler ortaya çıkarıldı. Türkiye’de Gladio cinayet işlemeye devam ediyor.

"ÖZEL HARP DAİRESİ"

Gladio, Yunanistan, İtalya, Belçika gibi ülkelerde ortaya çıkarılmasına rağmen, ülkemizde varlığı bile tespit edilemedi. Emekli Yarbay Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla isimli kitabında Türkiye’de Gladio Özel Harp Dairesi’dir, diyor.(s.14) Talat Turhan, "Bir ülkede siyasi cinayetler işleniyor da failleri bulunamıyorsa fail, büyük bir olasılıkla istihbarat örgütleridir. Bu iç istihbarat örgütlerinden biri veya birkaçı olabileceği gibi, dış istihbarat örgütleri de olabilir. Ya da iç ve dış istihbarat örgütlerinin ortak kararıyla gerçekleşen bir eylem şeklinde de gerçekleşebilir."diyor. (S. II)

Yazarın bir başka dikkat çekici tespiti var:

"Bir ülkede bu tür eylemlerde fail bulunmuyorsa eylemler artarak devam edecektir."(s.III)

Turhan’a göre, örgüt Türkiye’’nin NATO’ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan, Özel Harp Dairesi’nin talimnamesinde yer alan görevlerini şöyle sıralıyor:"Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tethiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alı konması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık , şantaj" (s.23)12 Mart, 12 Eylül dönemlerini yaşayanların hayıflandığını duyar gibiyim:"Biz bunların hepsini gördük. Meğer bunları anarşistler değil de Özel Harp Dairesi mi yapıyormuş?"Özel Harp Dairesi’nin kuruluş talimnamesi Amerika’dan alınma. "Contrgerilla Operatıon FM 31-16" talimname, Türkçeye tercüme ediliyor. Sadece adı değişiyor: ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi- Gayrı nizami Kuvvetlere Karşı Harekat

Bu talimname Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla:ST 31-15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708-74-64 Mr. Ta.Krl. sayılı KKK emriyle yürürlüğe giriyor. (S.26) Bugüne kadar yetkili kişiler, bu örgüt elemanlarının vatansever(!) sivillerden oluştuğunu da açıklamışlar.Yeşil, Alaaddin Kanat, Abdullah Çatlı, Sedat Peker, Alaaddin Çakıcı gibi kimselerin sivil ve vatansever(!) kimseler olduğu herkesin malumu."Vatanseverlerin MHP bağlantısı hakkında ciddi kuşkular bulunduğu gibi, Özel Harp Dairesi’nin finansmanının ABD tarafından sağlandığı da yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır."diyor Talat Turhan.(s.27)Genelkurmay Başkanlığı’nda basına verilen brifingde Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz şu açıklamayı yapıyor:"Özel Harp Dairesi, 7 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki Milli Güvenlik Kurulu’nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu’nun 17/c sayılı kararıyla kuruldu."(s.30) Talat Turhan devam ediyor:

"Özel Harp Dairesinin yer altı örgütü yasaların üstünde. Örgütler insanlardan oluşur. ÖHD de üst düzeyde görev almış kişilerin gizli bir dokunulmazlığı olduğu anlaşılıyor. Üst rütbelere ulaşan generallerin çoğunun, Özel Harp Dairesi’nde ya da MİT’te görev yapmaları bir rastlantı mıdır?"(s.30)

YAPILMASI GEREKEN

Türkiye Gladio’su Yeşil’i, Çatlı’yı, Fadime Şahin’i, Müslüm Gündüz’ü ve daha nicelerini kullandı. Apo, Suriye’ye gitmeden önce Gladio’nun emrindeydi. Hizbullah, DHKP-C, Dev-Sol gibi örgütler de Gladio’nun etki alanına girer.Gladio’nun içinde yer alan bazı isimlerin resmî bir BELGE olan Susurluk Raporu’nda yer aldığı da gerçek. Hatta Gladio’nun Yeşil ellerinin, başbakan yumrukladığı da rapordan anlaşılıyor. Gladio, geçmişte Şemdin Sakık ve Uzman Çavuş Cengiz Ersever’in itiraflarını basına sızdırarak oyun oynadı ve hedef çökertti. Taner Kışlalı’yı, Hablemitoğlu’nu öldürdü. Gizli dokunulmazlığı olan insanların daha nice oyun oynayacağı da açık.

Yeşil, Alaaddin Kanat, Adil Timurtaş ve öteki infaz grupların kapsayan bir af çıkarılmalı. Onların yaptıklarını ve Gladio ile bağlantılarını açıklamaları sağlanmalı. İtalya’da olduğu gibi bizde de Gladio, yani Özel Harp Dairesi çökertilmeli.Bu da ancak TBMM’nin MIT, Genelkurmay, Emniyet ve Jandarma istihbaratlarını tamamen denetim altına almasıyla mümkündür. Susurluk Komisyonu’nda verdiği ifadelerde Hanefi Avcı, istihbarat örgütlerinin sivillerin denetiminden uzak olduğunu ifade ediyor.Halbuki Amerika’da CIA dahil bütün istihbarat örgütleri, meclis denetimindedir.Mert bir insan olan Hanefi Avcı, 28 Şubat döneminde bir kurumun darbe hazırlığı içinde olduğunu içişleri bakanına rapor etti, bu yüzden tutuklanıp yargılandı, mahkum edildi.Bu durum ülkede parlamento dışı ve meclis kontrolü dışında güçlerin varlığını ve kanunsuz işler kotardığını ortaya koyar. Meclis, her türlü kanun dışı ve kontrol dışı kurumu zabt u rabt altına almak zorunda.

Yoksa daha çok Taner Kışlalılar, Uğur Mumcular, Cem Erseverler, Akın Birdal kurşunlanır, milletvekili Mehmet Sincarlar vurulur, başbakanlar yumruklanır ve vuranlara garanti belgeleri verilir. Faili meçhullerin önü de alınamaz, Türkiye hukuk devleti olamaz, kalkınamaz, sivillerce yönetilemez. Avrupa Birliği’ne filan da giremez.Zaten demokratikleşme karşıtı, darbeci, despot, CIA ve MOSSAD ile beraber çalışan militer güçler, Türkiye’de oyun oynuyor.Gladio’nun Türkiye versiyonu nasıl çalışıyor, ne gibi oyunlar oynuyor, nasıl fırıldaklar çeviriyor? Daha fazlasını merak edenler " İtiraf Ediyorum’u " okusunlar.

İSTANBUL CİNAYETLERİNİN MESAJI

Eski İstanbul valisi Hayri Kozakçıoğlu, bir tv programına verdiği demeçte, patlayıcı madde satan yerler belli ve buralar kontrol altıdadır, buradan çok fazla patlayıcı madde alan adam dikkat çeker ve takip edilir, diyor. İstanbul’daki her olayda bir ton ağırlığında patlayıcı madde patlatıldı. Bu miktarda patlayıcı maddeyi kim alabilir? Kim takip edilip de yakalanmaz?Böylesine büyük miktarda patlayıcı maddeyi ancak istihbarat örgütleri alır ve yakalanmaz.Patlatılan bombaların verdiği mesaj şu:

1. Türkiye iktidarı, ABD ve İsrail politikalarını canı gönülden desteklemediği için huzura dinamit kondu. Türkiye kayıtsız şartsız İsrail ve ABD ikilisine yakın politika takip etmeye mecbur tutuluyor.
2. İslâm, terörü körüklüyor, mesajı veriliyor. Terör, güya dünyayı tehdit ediyor. Amerika ve İsrail, terörle mücadelesinde haklı.
3. İsrail’in Filistin, Amerika’nın Irak’ta işlediği cinayetler haklı gösterilmeye çalışılıyor.
4. Hükümet, içeride Türk Gladiosunun yetkilerini budamaya çalışıyor. 7. Uyum Paketi ile Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri sivil biri olabilecek. Yardımcılarını kendi seçecek. Yaptığı işler gizli olmayacak. Bütün bunlar bizim Özel Harp Dairesinin işine gelmiyor ve kendisiyle uğraşanlara, nelere kadir olduğunu göstermek istiyor.
5. Avrupa Birliğine mutlaka girmek isteyen hükümet ve sivil toplum örgütlerine, Gladio’muz hayır ben girmek istemiyorum, diyor. O zaman faili meçhul cinayetler işlenemez, ben yetkilerimi devretmem, demek istiyor.

Gladio direniyor ve tepki gösteriyor. Biliyor ki Türkiye, Avrupa Birliğine girerse soluğu kesilecek. Bir yandan terör üretiyor, öte yandan Kıbrıs kartıyla hükümeti yumrukluyor. Sivil toplum ve kamuoyu hükümetin yanında. Fakat CIA ve MOSSAD, Türk Gladio’sundan yana. Bakalım son gülen kim olacak? Ülkeyi derinden yöneten gizli örgütler mi? Demokrasiyi içine sindiren halkımız ve hükümetimiz mi?Biz mi, ötekiler mi? ALİ ERKAN KAVAKLI



CHP’li Özel Harpçiler

Özel Harp Dairesi Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevlerinde bulunan emekli Orgeneral Kemal Yamak suskunluğunu bozdu. "Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler" ismiyle Doğan Kitap’tan yakında piyasaya çıkacak anılarında dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’in "kontrgerilla" iddialarına yanıt verirken bazı CHP milletvekillerinin de Özel Harpçi olduğunu açıkladı.Bunun sadece Ecevit’in partisine ait bir durum olmadığını belirten emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın "Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada yazmak istiyorum" dediği müthiş iddiaları şöyle:

PARTİ GÖZLÜĞÜ KALIN CAMLI MIDIR

Ecevit 1978-79 başbakanlığı döneminde Sarıkamış’ta daha önce Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış komutanlardan Sabri Yirmibeşoğlu’yla görüşürken, Milliyetçi Hareket Partisi ilçe başkanının da bu teşkilatın bir üyesi olduğunu öğrenmiş, kontrgerillanın varlığını açıklarken bu durumu da açıklamıştı. Ecevit’in medyanın ilgisini çekmek için Özel Harp Dairesi’ne iftira ettiğini ileri süren Yamak kitabında şöyle yazıyor:

"Barışta ve bir savaş halinde Milliyetçi Hareket Partililer askere alınmayıp kendilerine şu veya bu şekilde sefer görevi verilmeyecek midir? Parti gözlüğü bu kadar kalın camlı mıdır? Acaba bu kişi Sayın Ecevit’in kendi partisinden olsaydı, bu itirazı olacak mıydı? O zaman CHP’den bu teşkilatta kimse yok mu zannediliyor?"

BİRBİRLERİNDEN HABERLERİ OLMAZ

Ecevit’in inandırıcılığı nedeniyle kontrgerilla tartışmasının sık sık alevlendiğini belirten Yamak, TBMM içinde birbirinden habersiz pek çok milletvekilinin Özel Harpçi olduğunu şöyle anlatıyor:

"Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit’in inandırıcılığına dayanarak alevlenen ve Sayın Ecevit’in zaman zaman medyanın ilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyle devam eden bu iftira kampanyası sürdürülürken, bu teşkilatın içinde o zaman kendi partisinden ne kadar personelin, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu ve bunun sadece kendi partisine ait bir durum olmadığını, birisi söyleyiverseydi ne olurdu?"

VATANSEVER OLDUKLARI İÇİN

Yamak, Özel Harpçi olarak eğitilenlerin nasıl ve neden seçildiklerini de şöyle açıklıyor:"Aslında onlar milletvekilliği dönemlerinde değil, daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen ve gerektiğinde halkıyla bütünleşerek, milleti ve vatanı için yapılacak mücadelede önder olabilecek niteliklere sahip oldukları için seçilmişlerdi. Milletvekili oluşları da bu seçimin doğruluğunu göstermiyor muydu?" (s. 461-462)

ABD’den her yıl 1 milyon dolar geliyordu

ÖZEL Harp Dairesi, özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO’nun "örtülü harekát konseptine" dayanarak kurulmuş bir harekát ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve çok faydalı hale getiriyordu.

GAYRİ NİZAMİ

1950’li yıllarda Özel Harp Dairesi’nin, Gayri Nizami Harp bölümünün kuruluşu, böyle bir ihtiyaç dikkate alınarak gerçekleşmişti. (s.248)Tercüme olarak ordumuza giren ve daireye de görev olarak verilen terim, "gayri nizami harp"tir. "Gayri kanuni harp" değildir. Bunun gibi, "gayri nizami askeri kuvvetler" tabirinde de, bazılarının maksatlı olarak yorumladığı gibi, "gayri kanuni askeri kuvvetler" anlamı yoktur. (s. 245)

İHTİYAÇ İÇİN

Amerikalıların özel yardım faslından, daireye her yıl 1 milyon dolar yardım sağlanacak, bu yardımlar istenirse Türkiye’de veya istenirse Amerika’da ihtiyaçlar için kullanılacak, Amerika’dan satın alınacak teknik malzeme ve silahlar için yapılacak ödemeler, bu paradan mahsup edilecekti. Sayın Ecevit’in söylediği gibi dairenin resmi bütçesi yerine veya personel maaşları gibi ödemelere hiç kullanılamazdı. (sa.254)’MHP’li başkan’ dedim, ’güvenilir bir arkadaşımız’ dedi, komutan .1978-1979’daki başbakanlığım sırasında bir doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi’nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim:

-Farz-ı mahal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?
General:
-Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır, yanıtını verdi..." (28 Kasım 1990 / Milliyet Gazetesi)

Kızıldere Özel Harp’in işi değil

Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere olayları ve adı işkenceyle ile anılan ünlü Ziverbey Köşkü sorgulamalarının Özel Harp Dairesi’yle ilgili olmadığını anlatan Yamak, Ecevit’i "Kontrgerillayı açıklamam iyi oldu, başbakan oldum" dediği için özel olarak eleştirdiğini belirtiyor.

1971-74 arası Daire Başkanı’ydı

1924 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1945’te Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1971’de Tuğgeneral, 1975’te Tümgeneral, 1979’da Korgeneral ve 1984’te Orgeneralliğe yükseldi. Tuğgeneral rütbesi ile 1971-74 döneminde Genelkurmay Özel Harp Daire Başkanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Turgut Özal’ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yaptı. Evli, üç çocuklu.

Kontrgerillaya atfedilen olaylar
1955’te Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması iddiası.
6-7 Eylül olayları.
Kültür Sarayı’nın yakılması.
12 Mart Darbesi.
Kızıldere Katliamı.
Ziverbey Köşkü sorgulamaları.
1 Mayıs 1977 Olayları.
Ecevit’e Çiğli Suikastı girişimi.
Mehmet Ali Ağca’nın hapishaneden kaçırılması.
Kahramanmaraş, Çorum ve Gazi Mahallesi olayları.( Hürriyet : 02 Ocak 2006 )


Özel Harp Dairesi, sağcıları solculara solcuları da sağcılara kontrol ettirir

Özel Harp Dairesi Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulunan emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın, CHP milletvekillerinin de Özel Harpçi olduğunu açıklaması dün Meclis’in gündemini oluşturdu.
Yamak, “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” ismiyle Doğan Kitap’tan yakında piyasaya çıkacak anılarında dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’in “kontrgerilla” iddialarına cevap verdi. Hürriyet gazetesinin haberine göre kitabında Ecevit’in inandırıcılığı nedeniyle kontrgerilla tartışmasının sık sık alevlendiğini belirten Yamak, TBMM içinde birbirinden habersiz pek çok milletvekilinin Özel Harpçi olduğunu ifade ediyor. Yamak, bu konuda şu görüşü dile getiriyor: “Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum; ama bu noktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit’in inandırıcılığına dayanarak alevlenen ve Sayın Ecevit’in zaman zaman medyanın ilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyle devam eden bu iftira kampanyası sürdürülürken, bu teşkilatın içinde o zaman kendi partisinden ne kadar personelin, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu ve bunun sadece kendi partisine ait bir durum olmadığını, birisi söyleyiverseydi ne olurdu?”
Yamak’ın bu ifşaatını yorumlayan AK Parti Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay, “CHP’de de Özel Harpçi vekil var” iddiasına hiç şaşırmadığını söyledi. Eski adıyla ‘Özel Harp Dairesi’nde sadece MHP’liler görev yapar anlayışının yanlış olacağına işaret eden Yarbay, şöyle konuşuyor: “12 Eylül’de ülkücüleri solculara, solcuları ülkücülere sorgulatmadılar mı? ÖHD gizli çalışan bir kuruluştur. Dolayısıyla gizli çalışırken sağcılara ve solculara görev vermek, onları birbirine kontrol ettirmek esastır. O bakımdan sadece MHP’liler olmaz. CHP’liler, Refahçılar, İşçi Partililer olabilir içinde.”
Yarbay, “AK Parti’de de Özel Harpçi var mıdır?” sorusuna ise şu karşılığı veriyor: “Vardır tabii. Bunlar şundan dolayı vardır. AK Partili olduğu için bunlara görev verilmemiştir. Zaman içinde onlar AK Partili olmuşlardır. CHP’liler için de geçerli bu. Evvelden CHP’li olduğu için görev verilmiyor. Normal sivil vatandaş iken görev veriliyor. Sonra partiye giriyor.”
ABD her yıl 1 milyon dolar yardım yapıyordu
Emekli Orgeneral Kemal Yamak, kitabında Özel Harp Dairesi’nin, ABD desteğiyle NATO’nun “örtülü harekât konseptine” dayanarak kurulduğunun altını çiziyor. Amerikalıların özel yardım faslından daireye her yıl 1 milyon dolar yardım sağlandığını kaydeden Yamak, teknik malzeme ve silahlar için yapılacak ödemelerin bu paradan mahsup edildiğini anlatıyor. Yamak, “Sayın Ecevit’in söylediği gibi dairenin resmi bütçesi yerine veya personel maaşları gibi ödemelere hiç kullanılamazdı.” görüşünü savunuyor. Kontrgerillaya atfedilen olaylardan bazıları ise şunlar: 1955’te Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması, 6-7 Eylül olayları, 12 Mart darbesi, Kızıldere katliamı, 1 Mayıs olayları, Ağca’nın hapishaneden kaçırılması, K.Maraş, Çorum ve Gazi Mahallesi olayları. ( Zaman: 03.01.2006 )


Lütfen özür borcunuzu ödeyin
Kamuoyu Vatansever Kuvvetler Güç Birliği (VKGB) diye anılan bir örgütün varlığını ilk kez Danıştay saldırısında duydu. Değişik provokasyonlar yapılıyor, ülke kamplaşmanın karanlık vadilerine sürükleniyordu.17 Mayıs 2006 sabahında Danıştay 2. Daire’ye gelen bir avukat (Alparslan Arslan) hain saldırıda tetikçilik yapmış, 4 üye yaralanırken biri de maalesef hayatını kaybetmişti. Böyle durumlarda herkesin (evet, istinasız herkesin) soğukkanlı olması, kanlı eylem(ler)in asıl maksadını anlaması gerekir. Heyhat! Türkiye’de herkes burnundan soluyor, kirpi gibi gergin yaşıyor. Menfur saldırı duyulur duyulmaz yangına körükle gidenler oldu. Kimin ne kadar haklı ve ne kadar tez canlı olduğunu ancak tarih gösterebilirdi. Nitekim öyle oldu! Ümraniye Çetesi sonrasında anlaşıldı ki; pek çok kişinin kamuoyuna özür borcu var.Önce Ümraniye’de bir cephanelik bulundu. Ardından o evde devlete ait gizli belgelerin varlığından bahsedildi. ’Neler oluyor?’ sorusuna cevap aranırken mahkemenin içeriği konusunda yayın yasağı getirildi. Buna rağmen bir dizi tutuklamanın devam etmesi medyadan gizlenemiyor.Kendilerine "vatansever" diyen çete mensupları ile ilgili suçlamalar çok vahim. Çek-senet tahsilâtından ihale yolsuzluğuna, şehit ailesini dolandırmaktan gizli telefon dinlemeye kadar bilumum suç isnat ediliyor örgüte. Üstelik güvenlik güçlerinin elinde somut deliller olduğu yazılıyor, konuşuluyor. Kimdir bu "vatansever çocuklar" ve asıl gayeleri nedir, zirvedeki önder(ler) kimdir? Girdap Operasyonu ismini her kim bulmuşsa çok doğru (hatta biraz da edebî) bir teşhiste bulunmuş. Gerçekten karşımızda derin bir girdap var. O yüzden Ümraniye’de yakalanan örgütün bir ucu geldi Danıştay saldırısına dayandı. Girdap, katman katman; her katmanında devleti kuşatma, vatandaşı yıldırma maksadı yatıyor.Danıştay saldırısının hemen akabinde saldırganın cebinden VKGB’nin üst düzey yöneticisine ait kartvizit çıkmıştı. Basın buna pek kulak vermemişti. Tetikçinin hiç de iddia edildiği gibi dinî bir kimlik taşımadığını, onunla kadeh tokuşturanlar söylemişti, cebinde "ulusalcı medya" adına düzenlenmiş bir muhabir kartıyla dolaştığı iddia edilmişti... Ancak birileri için ne söylense nafile, hangi delil ibraz edilse boşunaydı. Çünkü çoktan hüküm verilmiş, bu menfur olayın başörtüsü kararına karşılık düzenlendiği ve laikliği hedef aldığı çoktan ilan edilmişti.

En hatalı açıklamayı Sezer yapmıştı


İşte tam bu noktada sormak gerekiyor: O vahşi saldırının hemen arkasından kesin hükümler verip, sosyal barışı tehdit edercesine mangalda kül bırakmayanlar, bugünkü manzara karşısında hata yaptıklarını düşünmüyor mu? Kimsenin hatasını yüzüne vurmak için söylemiyorum; ancak heyecanlı, helecanlı, heyelanlı halimizi bir kere daha hatırlatıp, psikolojik harp taktiklerine kolayca boyun eğmemizi hatırlatıyorum.Düşünebiliyor musunuz; hadise çok yeni; ne failler yakalanmış ne de azmettiriciler var ortada. Ve birileri çıkıp veryansın ediyor. İşte alelacele verilen beyanattan kısa bir hatırlatma: Deniz Baykal: "Siyasete kan bulaşmıştır. Saldırının hedefinde Anayasa vardır. Hükümetin sorumluluğundan kuşkumuz yok." Yılların politikacısı Baykal’dan beklenmedik bir tavır bu. Zira kapalı kapılar arkasında nasıl planlar yapılabileceğini, bazı piyonların eliyle ülkenin nasıl karanlığa sürükleneceğini Sayın Baykal gayet iyi bilir. Soğukkanlı kalması gerekirdi, maalesef olmadı...Rektörler Komitesi tarafından yapılan şu açıklamaya ne dersiniz: "Katliam niteliğindeki bu saldırının uzun zamandır yargı kararlarına ve özellikle de mahkemelerimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini korumaya yönelik kararlarına karşı iktidar odaklarından gelen kayıtsızlık ve yargı üzerine baskı oluşturma amaçlı açıklamaların arkasından yapılmış olması çok anlamlıdır." Yani demek istiyor ki; "Saldırganlar, Danıştay’ın başörtüsü yasağını genelleştiren ve hükümetin yargıya baskı oluşturacak eleştirilerinden sonra laiklik ilkesini hedef almıştır." En hatalı açıklamayı maalesef Cumhurbaşkanı Sezer yapmıştı. Hukukçu kimliğine ve o kimliğin oluşturduğu tecrübeye rağmen acele eden ve "Danıştay’a yapılan saldırının aslında laik cumhuriyete yapıldığı"nı beyan eden Sayın Cumhurbaşkanı, "Saldırıya neden olanlar tutumunu gözden geçirsin." demek suretiyle eylemi düzenleyen ve yönlendirenlerin maksadına uygun bir yorum yapmıştı.


Sezer öyle der de hukukçular (!) boş durur mu? Danıştay başkan vekili de o gün çok sert bir açıklama yapmış; "Bunlar türban kararından ötürü... Lanetlemek yetmez..." demişti. Hatta yüksek yargının zirvesinde yer alan biri de kalkıp saldırganın tekbir getirdiğini söylemiş, bu beyan görgü şahitlerince yalanlanmıştı.Haydi diyelim ki herkes bir şekilde kendini hadiseye taraf görüyor ve kamplaşmayı körükleyecek bir senaryonun kıyısından köşesinden kendine bir rol biçiyordu; peki medya niçin balıklama atlamıştı karışık resmin içine? Bu ülkede 60’larda, 70’lerde, 80’lerde, 90’larda provokasyon yapılmamış mıydı? Komplonun her çeşidine aşina olmakla eşsiz bir tecrübeye sahip Türk medyasının önde gelen isimleri daha o menhus tabanca soğumadan "Bu saldırı Türkiye’nin 11 Eylül’üdür." deyivermişti. Oysa cümle âlem aklını fikrini yitirse bile medya soğukkanlı kalmak, olayların somut kısmıyla meşgul olmak, sosyal çatlamayı önleyecek bir duruş sergilemek mecburiyetindedir.Ümraniye Çetesi’nin icraatları arasında Danıştay saldırısı çıkınca gazete arşivlerine şöyle bir göz attım. Yazık, hem de çok yazık! Daha ilk dakikalardan başlayan peşin hükümler neredeyse ülkeyi bambaşka bir kaosun içine atacaktı. Allah’tan ki tetikçi yakalanmış ve nasıl karanlık ilişkiler içinde olduğuna dair daha o günden kuşkular oluşmuştu. O amansız şüphenin derin izleri bugün daha da belirgin hale geliyor. Oysa o dönemde hain saldırıya kurban verdiğimiz Mustafa Yücel Özbilgin’in cenazesi tam bir ’vatansever’ şovuna dönüşmüştü. İhtimal ki; oyunun bir perdesinde Danıştay saldırısını kurgulayanlar, diğer bir perdede cami avlusunda (cenaze töreninde) protesto eylemlerini planlamıştı. Orada bulunan kitlenin bu yanlışa ortak olması psikolojik harp uzmanlarının bir kurgusuydu; bu nedenle hislerine mağlup düşüp protestoda rol alan kitlelerin önemli bir kısmı "vatansever" piyesinin tamamını bilmiyordu.


Hiçbir gerçek, ilânihaye gizlenemez


Danıştay saldırısının yaşandığı o karanlık günlere dair arşive girince bir de Zaman’a bakın lütfen. Birinci gün "Danıştay’a hain saldırı" başlığı atılmış, olay kınanmış. Bu arada gazetecilik tecessüsü ile olaya yaklaşılmış. Mesela Alparslan Arslan’dan çıkan Ulusalcı kimlik üzerinde durulmuş. Sanık hakkında detaylı bilgilere ulaşılmış ve zanlının resmedildiği gibi "İslamcı biri" olmadığı ortaya konmuş. ’Kınıyoruz’ başlığıyla sunulan editöryal yazıda millî birliğimiz üzerine vurgu yapılmış ve sağduyuya çağrıda bulunulmuş.Hemen bir gün sonraki (20 Mayıs) manşetimiz "Menfur saldırıda TİT izi" Alparslan Arslan’ın Türk İntikam Tugayı (TİT) ile irtibatının araştırıldığı ifade ediliyor. Ümraniye’de ortaya çıkan gerçekler, o günkü şüphelerin tescilidir. Ve hemen bir gün sonraki manşet "Deştikçe çete çıkıyor". Bugün de öyle değil mi? Deştikçe karşımıza derin bir çete çıkıyor. Türkiye ya çeteleri çökertecek ya da (Allah korusun) çeteler Türkiye’yi...Gazetecilik, gerçeklerin doğru anlaşılması için çok önemli bir araç. Ne var ki kimi zaman ortak akıl, ruhun bedenden ayrılması gibi çekip gidiyor aramızdan. Bu arada olan oluyor ve ülkemiz değişik maceralara sürükleniyor. Ve maalesef gizli senaryolar gereği kurulan çadır tiyatrosunda yeni oyunların sergilenmesi hâlâ mümkün. Tabii ki hiçbir gerçek, ilânihaye gizlenemez. Nasıl olsa bir gün derin çeteler de, onların emir aldığı kişiler de, operasyonel güç olarak kullananlar da yakayı ele verecektir.


Ümraniye soruşturması devam ettiği için "şu insanlar suçludur" demiyorum; ancak ele geçirilen cephaneliğin varlığı tartışılmaz bir gerçek. Kendine vatansever adını verip ülkeyi yeni bir maceraya sürüklemek isteyen İttihat ve Terakki özentisi güçlerin bulunduğu da bir gerçek. Son yıllarda yakalanan derin çeteler gösterdi ki maalesef ordumuzu, polisimizi, yargımızı kullanan ve mafyayla dirsek temasında bulunan pek çok çete var bu ülkede. Bunlarla başa çıkmak herkesin görevi. Genelkurmay’ın en hassas olacağı konu budur. Etraf "emekli subay" diye tanınan çetecilerden geçilmiyor. Üstelik bunların halen görevli bulunan subaylarla irtibatlı olduğu, yapılan tutuklamalardan anlaşılıyor. Sauna Çetesi’nde ve Eryaman’da da benzer bir manzara vardı. Bu durum halkı fevkalade rahatsız ediyor. Normal; çünkü vatandaş, güvenlik güçlerine bir kutsiyet atfediyor ve onu siyasetin dışında görmek istiyor...Sözün özü şudur: Çeteler ortaya çıktıkça başta Danıştay saldırısı olmak üzere karanlık birçok olay aydınlanacaktır. Gün ağardığında karanlık nedeniyle boşuna yumruk sallayanların, aceleyle hareket edip kendilerine zarar verdiği görülecektir. Çünkü bu ülkede gerçeği görmek için fırtınanın dinmesini beklemek gerekiyor. O dindiğinde mahcup olmamak için daha duyarlı ve soğukkanlı olmak gerekiyor. Aksi halde özür borcu uzayıp gidiyor.

Alıntıdır. ( http://www.cyber-warrior.org/Forum/disp ... age=Active )
ACIDA OLSA DOGRUYU SÖYLEYİNİZ HZ.MUHAMMED (SAV)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir