Hani bazen vazgeçmişlik sarar tüm bedenini ve yaşamın sadece bir sınavdan ibaret olduğu gerçeği kafana vurulur çekiç misali. İşte o zaman en yakın uçurumda bulursun kendini, ölüme en yakın yerde. Ve bir şair, bir yazar, duyguları altında ezilmiş bir insan psikolojisiyle o uçurumdan atlamaya hazırlanırsın. Bir yanın hadi atla kurtul ne bekliyorsun dercesine kemirirken beynini, bir yanın düşerken bedenini saracak rüzgarı ve kayalara çakılırken çekeceğin acının numunelerini tattırır sana. İşte o an aslında yok olmak istemediğini anlarsın. Kaderini bir kumaş misali önüne serseler usta bir terzi misali makası kavrayıp sadece bazı kısımlarını kesip atacak ve geri kalan kısmında kendine mutlu bir yaşam tablosu, gülen bir insan yüzü çizebilecek cesareti bulabileceğine inanırsın. Bu inanılmaz cesaretinin sebebi kuşkusuz, yere çakılış anını düşlerken çıkan ölümcül sesi duyuyor gibi olmandır.
Sonra geri dönüşlerin başlar. Başa, en başa dönüşlerin ve hızla sonra ilerleyişin. Bu döngü içinde mide bulandırıcı bir his uyandırır. Öyle ki tekrar yaşamaktan vazgeçecek cesareti bulup, tekrar caydırıcı bir o kadar da ürkütücü ölümle selamlaşırsın. Ve kaderine razı olman gerektiğini anlayıp “eli mahkum” dedikleri cinsten bir kimliğe bürünürsün. Ama bu kısa sürer, fırtına öncesi sessizliktir çünkü. Sonra artık bir dakikaya bile tahammülün olmadığını anlarsın. Bas bas bağırmak için neyi beklediğini sorarsın kendi. Yine bir cevap bulamazsın elbette.
vazgeçiş anlarımdan birinden küçük bir anı...
İlayda Yalçın